Karışık bişey yok, çok kolay :
Kendinizi hiç sınadınız mı peki ?
MEsela karanlıkta yalnız başınıza kalabiliyor musunuz ? Güvenli bir ortamda, akrepten yılandan, hırsızdan vs emin bir ortamda, zifiri karanlıkta tek kalabilir misiniz ? Yalnız kaldınız diyelim, bilinç olarak gözlemci konumuna geçebilecek kadar algılarınızı samimi olarak vicdanınıza devredebilir misiniz ? Biri sizi gözetliyor algısı oluştuğu zaman bu gerçeklikten kaçar mısınız, yüzleşir misiniz ?
Şimdi gece korkularını sorgulamaktan kaçıp, telefondan müzik vs açan, ya da başka bi şeyle oyalanarak algısal olarak kendini kendine kapatan kişilerin, ``cin yok, peri yok,`` demesi adil olmaz. Kendinize karşı dürüst olun.
Öncelikle söylemeliyim ki çok güzel sormuşsunuz, tam da kendime sorduğum soru buydu.
Nereden başlasam bilemiyorum.
Söze şöyle gireyim; ben vaktimin çoğunu karanlıkta, geceleyin geçiririm, zifiri karanlığa alışığım. Gece, gündüze göre daha rahat hisseder genelde daha mutlu bir ruh haline bürünürüm. Gece benim için daha hayırlıdır.
Gece evimde ışığı kullanmam, sabaha kadar sadece çalışma masamdaki sarı lambam açıktır.
Yanlızlığa ve sakinliğe en yakın olduğum zaman gecedir.
Gece gökyüzüne bakmanın verdiği hazzı başka ne verebilir ?
Romantizm yapmıyorum, hislerim bu yönde.
Zifiri karanlıkta meranın ortasında bir gölde balık tutmaya çalışırım mesela.
Son tahlilde ben gece bulduğum rahatlığı, gündüz bulamam.
Peki ben her zaman böyle rahatmıydım geceleri ?
Hayır tabi.
Sabaha kadar uyuyamadığım günlerim olurdu, çocukken tabi.
Gece hızlı adımlarla yatağa ulaşmaya çalışırdım, saf, inançlı olduğum zamanlarda tabi.
Çıt sesine kulaklarımı dikerdim, karartılara göz diker korkardım. Bu da eskidendi tabi.
Ne oldu da ben geceye ve karanlığa bu kadar düşkün oldum ?
Sizin dediklerinizi yaptım.
Korkuyordum, izlendiğimi hissediyordum.
Orada, mutfağın kör noktasında beni izleyen birşey vardı, sinsice eğilmiş ve korkumdan besleniyordu sanki.
En sonunda yüzleşmeye karar verdim.
Sakince oturdum, hiçbir şey düşünmedim, benliğimden sıyrılıp algılarımı açarak odaya, etrafa ve kendime dışarıdan bakmayı denedim.
Zor oldu, yapamadım, korku sarıyordu her yerimi.
Bunu daha çok yapmayı denedim.
Bir şekilde korkunun sebebini anlamaya çalıştım, kaçmayı bırakmayı denedim.
Arkamdan izlendiğimi düşündüğümde sakinleştim, dediğiniz gibi cesaretimi toplayıp yüreğimle korkularımın karşısına çıktım.
Çocukken, ailem bir ara beni hoca hoca gezdirmişti, çeşitli sebeplerden ötürü.
Denilene göre bana büyü yapılmıştı.
Ne yaptıysalar geçmedi bu sebepler.
Ta ki ben korkularımla yüzleşene onların üstüne gitmeye karar verene kadar.
Sonunda daha güçlü çıktım ve bunu sadece ben yapmıştım.
Bir defa değil ama on defa da değil çok uğraştım korkularımı dizginlemek için.
İtiraf ediyorum arada bir hala gözetlendiğim hissine kapılırım ama üstüne gidip bu korkuya odaklanınca yani kontrolü vicdanıma devredince, korku yok oluyor.
Fikrimce karanlık dost, ışığın karşısında.
Sonra anladım ki bunlar korkuyu yaratmıyor, korku bunları yaratıyor.
Düşünün ki beynimiz oyun hamuru gibi olduğu zamandan itibaren böyle korku öğeleriyle doldurulmuş. Korkunun içinde büyümüşüz ve korkuyu içimizde büyütmüşüz.
Karakterimiz korkuyla şekillenmiş adeta.
Şimdi bu kadar korkuyla doldurulmuş zihin nasıl huzurlu olabilir geceleri ?
Zaten o buna hazır ve bunu istiyor, gece izlendiğini hissederse öğrendiğini karşılayacak çünkü.
Gece görüşü iyi olmayan, gece tehlikelere karşı kendimizi iyi savunamayan bir türüz ama bu çok öncedendi şimdi korkmak için bir sebebimiz yok fakat evrimin dnamıza işlediği bu korkuyu atlatmak kolay değil.