Martıları Seven Adam

p4inkiLLer

Kayıtlı Üye
Katılım
14 May 2010
Mesajlar
190
Tepkime puanı
142
...ve onlar niçin kendisiyle oynamayı kestiler

Mutluluk peşinde koşmanın yararsızlığı ile ilgili bir öykü...


DENİZ KENARINDA YAŞAYAN VE
MARTILARI SEVEN BİR ADAM VARDI.
HER SABAH DENİZE İNİP MARTILARLA DOLAŞIRDI.
YANINA SAYILAMAYACAK KADAR ÇOK,
YÜZLERCE KUŞ GELİRDİ.
BİR GÜN BABASI ONA DEDİ Kİ,
'MARTILARIN SENİNLE DOLAŞMAYA
GELDİKLERİNİ DUYUYORUM
- BİRKAÇINI BANA GETİR DE OYNAYAYIM.'
ERTESİ GÜN, DENİZ KIYISINA GİTTİĞİNDE,
MARTILAR BAŞININ ÜSTÜNDE TURLADILAR
AMA AŞAĞI İNİP YANINA GELMEDİLER.

Hayatın en büyük sırrı - ve bunu asla unutma -bir armağan olmasıdır. Sen bunu hak etmedin. Bu bir hak değil. Sana bahşedilmiş, onu kazanmadın. Bunu anladığında pek çok şey açıklığa kavuşacaktır.
Yaşam bir armağan ise o zaman hayata dair her şey birer armağan olacaktır. Mutluluk, aşk, meditasyon -güzel olan her şey yüce olanın, bütünün sana bir armağınıdır. Bunu hak etmen mümkün değildir ve varoluşu seni mutlu etmeye zorlayamazsın, veya seni sevecen kılmaya, veya seni meditasyona yöneltmeye. Bu tür çabalar egoya aittir. Çabanın ta kendisi mutsuzluk yaratır. O çaba seni mahvetmektedir - intiharla eşdeğerdir.

Yaşam bir armağansa eğer, yaşama ait her şey, yaşamın içindeki her şey de birer armağandır. Onu bekleyebilirsin, ona karşı açık olabilirsin, teslim olabilir, sabırla bekleyebilirsin, ama talep edemezsin, ve zorlayamazsın.

Emile Coue Jefferson'dan daha uyanıktı. Emile Coue, Ters Etki Kanunu adını verdiği bir kuralı keşfetti. Bazı şeyler vardır ki yapmaya çalıştığın zaman tam tersi olur. Eğer yapmaya kalkışmazsan yapmayı başarabilirsin. Uyumak istiyorsun - ne yapabilirsin? Uyumak herkesin temel hakkıdır, ama ne yapabilirsin? Polisten yardım mı isteyeceksin? Uyuyamadığın zaman ne yapacaksın? Ne yaparsan yap rahatın kaçacak çünkü tüm o çabaların uykuyu engelleyecek. Uyku çabasızlık durumudur. Tamamen rahatlarsan, hiçbir şey yapmadan, yavaş yavaş uykuya dalarsın. Ona doğru yüzemezsin, ancak sürüklenirsin. Bu iş bilinçli çabayla olmaz.
Uykusuzluktan şikayetçi olan insanların hepsinin ortak sorunu da işte budur. Bütün insomniyakların belirli davranış biçimleri vardır. Uykuları gelsin diye bazı şeyler yaparlar. İşte bu noktada hatalı davranıyorlar. Uykuyu nasıl zorlayabilirsin ki? Sen zorlandıkça daha da uyanık kalırsın - bilinçli, gözleri açık, tetikte. Her türlü çaban seni daha fazla uyanık hale getirir ve uykun gittikçe daha çok kaçar.
Uyumak istediğinde ne yaparsın? Hiçbir şey yapmazsın. Sadece sakin bir şekilde beklersin. Uykunun sana gelmesine izin verirsin - onu zorlayamazsın. Talepkar olamazsın, "Gel" diye emir veremezsin. Gözlerini kapatıp karanlık bir odada başını yastığa koyup beklersin...beklerken uykuya dalarsın. Bir bulutun kayıp gitmesi gibi senin de bilincin kapanır. Tüm kontrolü yitirirsin. Kontrolü kaybetmelisin; yoksa uyuyamazsın, çünkü kontrol halinde olan parçan bilincindir. Onun geri çekilmesi gerekir. Kontrolün tamamen elden bırakılması gerekir. O zaman - ne zaman ve neden ve nasıl olduğunu bilmezsin - uyursun. Ancak sabah olduğunda uyumuş olduğunu ve iyi uyuduğunu fark edersin.

Yaşamda, haklar ancak yüzeyde ve piyasada varolabilir. Daha derine inince haklar yokolur. Daha derine indikçe armağanlarla karşılaşırsın. Bu hep hatırlaman gereken temel şeylerden biridir: sen yaşamı hak etmedin, ama yaşam işte burada! Tamamen hak edilmemiş halde sen hayattasın ve müthiş bir enerjin var - capcanlısın!
Bu nasıl oluyor? Eğer hiç hak etmediğin halde yaşam varolabiliyorsa neden mutluluk da olmasın? Veya aşk? Veya büyük coşku? Hepsi olabilir bunların, ama önce şu kanunu anlaman gerekiyor.
Kanun şudur: direkt olarak uğraşma. Mutluluğun peşinde koşulmaz. Ancak ikna edilebilir. İkna dolaylı yapılır. Bir saldırı değildir. Harekete geçersin, ama direkt olarak değil, çünkü direkt olunca saldırganlaşıyorsun. Hiçbir şey şiddet kadar direkt değildir, ve hiçbir şey direkt davranış kadar şiddetli değildir.
Yaşam daireler şeklinde hareket eder, direkt olarak değil. Dünya güneşin etrafında döner. Güneş daha büyük bir güneşin etrafında döner. Galaksiler, tüm evren dönerek hareket eder. Mevsimler dönerek değişir. Çocukluk, gençlik, yaşlılık, hepsi dönüşümlüdür. Yaşam daireseldir, asla direkt gitmez. Direkt hedefe saplanan ok gibi değildir. Ok insan icadıdır. Yaşamda ok gibi bir şey bulunmaz. Ok insanın şiddet dolu beynidir. Ok iki nokta arasındaki en yakın yolu seçer. Okun çok acelesi vardır, hep zamanla yarışır. Ama varoluşun acelesi yoktur.Varoluşla birlikte olmak mutluluktur, canlılıktır, meditasyon halidir.

Dolaylı hareket et. Peki dolaylı ne demek?
Hep şikayet eden, huysuz yaşlı bir adam tanırdım bir zamanlar. Her şey yanlıştı - o anasından eleştirmen olarak doğmuştu. Ve tabii tüm eleştirmenler gibi acı çekiyordu, çünkü bazen çok sıcaktı, bazen de çok soğuk, ve bazen fazla yağmurluydu, bazen de çok kurak. Her mevsimde, yıl boyunca, acı çekiyordu. Olumsuz bir beyin, olumsuz bir tavır - ve devamlı mutluluk arayışındaydı, halinden memnun olmak için hep bir çaba içindeydi. Ama ben ondan daha memnuniyetsiz bir adam görmedim; acı çekmenin, tatminsizliğin, huzursuzluğun timsali gibiydi adeta. Onun hayatında huzursuzluğun dışında hiçbir şey yoktu. Yüzü endişe ve mutsuzluktan kırış kırış olmuştu, hayatında ettiği her bir şikayet suratına kazınmış gibiydi.
Ama bir gün aniden değişti. Altmışına gelmişti ve ertesi gün doğum günüydü. İnsanlar onu kutlamaya geldiler, ve gözlerine inanamadılar - aniden değişmişti, bir gecede. Birisi bana haber verdi, ben de kendi gözlerimle görmek için onun evine gittim, çünkü bu bir devrimdi! Rus devrimi bunun yanında solda sıfır kalırdı. Çin'deki de öyle. Bir devrim! Altmış yıl boyunca bu adam kendini mutsuzluğa alıştırmıştı. Birdenbire, nasıl...? Ne olmuştu, nasıl bir mucize? İsa'nın bile böyle bir mucizeyi gerçekleştirebileceğine inanamıyordum, mümkün değildi, böylesi İncil'de bile yoktu... İsa körleri iyileştirdi, sağır ve dilsizleri iyileştirdi, hatta ölüleri bile, ama İsa'nın kimseyi mutsuzluktan kurtarması hakkında herhangi bir öykü duymamışsınızdır. Bu mümkün değil.
Yaşlı adama sordum - gerçekten mutluydu, mutluluktan uçuyordu - dedim ki, "Sana neler oldu?"
"Yeter artık dedim! Altmış yıl mutlu olmaya çalıştım ve olamadım, ve dün gece şu karara vardım: unut bunları artık; mutluluğu boş ver, sadece yaşa. Ve işte karşındayım, mutlu olarak," dedi.
Altmış yıl mutluluğun peşinden koştu. Böyle yapınca gittikçe daha mutsuz olursun. Bir ok gibi direkt hedefe gidiyorsun, ve Tanrı kısa yollara inanmaz. Kendi hedefine varabilirsin, ama orada mutluluğu bulamayacaksın.
Milyonlarca insan hedeflerine ulaşmak isterler. Başarılı olmak istediler, başarılı oldular - ama mutsuzlar. Zengin olmak istediler, zengin oldular - ama mutsuzlar. Zenginleştikçe mutsuzlukları artıyor, çünkü şimdi bir umutları da kalmadı. Eskiden zengin olursak mutlu oluruz diye düşünüyorlardı; şimdi zenginler, ama mutluluk...? Hiçbir yerde kırıntısı bile yok. Şimdi, mutsuzlukla beraber umutsuzluk da çekecekler.
Fakir birisi asla umudunu yitirmez, ama zengin öyle değildir. Henüz umudunu yitirmemiş bir zengine rastlarsan o garanti henüz zengin değildir. Umutsuzluk zenginliğin simgesidir. Fakir ümitlenebilir. Sahip olmadığı milyonlarca şey vardır. Hayal edebilir, o şeylere kavuştuğunda hedefine ulaşmış olacağını ümit edebilir.
Bu adam altmış yıl mutluluk peşinde koşmuş. Altmışa gelince ölümün nefesini hissetmiş, ve onu o gece hissetmiş olmalı, çünkü doğum günlerinde ölüm duygusu sinsice kendini hissettirir. Doğum günlerinde ölümü unutmak imkansızlaşır. Unutmana yardımcı olmak için eş dost gelip sizi kutlar ve derler ki. "Bu senin doğum günün." Her doğum günü bir ölüm günüdür, çünkü bir yıl daha geçmiştir, ölüm daha yaklaşmıştır. Aslında doğum günü "doğum günü" değildir, olamaz da - ölüm yaklaşmaktadır, gittikçe yakına gelmektedir. Zaman avuçlarından akıp gitmektedir. Toprak bile altından kaymaktadır. Yakında boşluğa düşeceksin. Doğum günü bir ölüm günüdür. Bunu saklamak, bastırmak adına toplum hilelere başvurur. İnsanlar ellerinde hediye ve çiçeklerle gelip ölümün yaklaştığını unutmana yardımcı olurlar - ve adına doğum günü derler.
Altmışına gelmişti. Ertesi sabah yeni bir doğum günü gelecekti. Hissetmiş olmalı, sesleri, ölümün ayak seslerini duymuş olmalı...gölgesini. Ve karar verdi: Artık yeter. Yeterince peşinde koştum - neredeyse tüm hayatım mutlu olmak uğruna harcandı, ve olamadım, o yüzden şimdi onsuz kalmayı deneyeceğim. Yaşlı adam dedi ki, "İşte şimdi buradayım. Hiç bugün olduğum kadar mutlu olmamıştım. Hiçbir mutsuzluğum, rahatsızlığım yok."
Arayışın ta kendisi seni mutsuz kılar. Aramadığında mutsuzluk seni arar. Aradığında yalnızsındır ve bulamazsın. Nerede arayacaksın? Nasıl arayacaksın? Beyin asla mutlu olmaz. Beyin senin mutsuzluğunun toplamıdır. Beyin senin mutsuz geçmişinin toplamıdır, yaşadığın tüm acıların: benliğinde bir yaradır. Ve beyin aramaya, peşinde koşmaya çalışır, sen de ıskalarsın.
Mutluluğu unutunca aniden mutlu olursun. Huzuru unutunca birden karşına çıkar. Aslında hep senin yanındaydı, ama sen orada değildin. Sen düşünüyordun: Gelecekte erişilecek bir hedef var, kazanılacak mutluluk var, yaşanacak huzur var. Senin aklın gelecekteydi ve halbuki mutluluk tıpkı çiçeklerin parfümü gibi çevrende dolanıyordu.

Çok fazla arayışa girince içine kapanıyorsun; arayışın kendi stresi seni kapatıyor. Çok fazla arzulayınca o arzunun kendisi öyle bir gerginliğe yol açıyor ki mutluluk bir türlü içine nüfuz edemiyor. Mutluluk aynen uyku gibi sana gelir, huzur da öyle: kendini serbest bırakınca, izin verince, bekleyince gelir.
Aslında, gelirler demek de doğru değil: zaten oradalar. Kendini serbest bırakınca onları görüp hissedebiliyorsun, çünkü rahatlıyorsun. Rahatlayınca daha duyarlı oluyorsun -ve mutluluk da gayet belli belirsiz bir şeydir, yaşamın kreması, özü. Tamamen gevşeyip rahatladığında, hiçbir şey yapmadığında, hiçbir yere gitmediğinde, hiçbir hedefi, amacı düşünmediğinde, ok değil de yay gibi olduğunda, gevşek ve rahat olduğunda - oradadır.

Ufak tefek meselelerde, piyasayla ilgili sorunlarda, ok gibi hareket edebilirsin, çünkü bunlar insan işi şeylerdir. Ama insan işi olmayan olaylarda ok gibi olamazsın - gevşemiş bir yay olman gerekir.
Tanrı rahatlama demektir. O nedenle Patanjali der ki mükemmel bir samadhi uykuya benzer, ama tek bir farkla -yoksa özellikleri, havası, tadı aynıdır - sadece bir tane. fark: uykuda bilincin kapalı olur, samadhi'de ise açık. Ama rahatlama, gevşeme aynıdır. Her şey rahat, hiçbir yere gidilmiyor, gitmeye ait bir düşünce bile yok, sadece bu an ve burası var - aniden her şey olmaya başlar.
Mutlu olmak için bir şey yapmayacaksın. Aslında mutsuz olmak için fazlasıyla çaba gösterdin. Mutsuz olmak istiyorsan iyice uğraş. Mutlu olmak istiyorsan her şeyi oluruna bırak. Dinlen, rahatla ve oluruna bırak.

Hayatın sırrı, oluruna bırakmaktır. Oluruna bırakmak dindarlığın da sırrıdır. Oluruna bırakmak en büyük sırdır. Oluruna bıraktığında bir sürü şey, milyonlarca şey olmaya başlar. Zaten oluyorlardı ama sen hiç farkında değildin. Olamazdın zaten; aklın başka yerdeydi, meşguldün.

Kuşlar ötmeye devam eder. Ağaçlar çiçek açmaya devam eder. Nehirler akmaya devam eder. Bütün devamlı hareket etmektedir, ve bütün rengarenk ve değişkendir, sonsuz kutlamaların eşliğinde devam eder. Ama sen öylesine meşguldün, öylesine kapalıydın ki içeri biraz hava girsin diye tek bir açık cam bile bırakmamıştın. Ne güneş giriyor içine, ne de biraz esinti, çok katısın, çok kapalısın, aynen Leibnitz'in monads diye ifade ettiği gibi. Sen monadsın. Monad penceresiz, açıklığı veya açılma imkanı olmayan anlamına geliyor. Nasıl mutlu olabilirsin? Böylesine kapalıyken çevrendeki mucizelere nasıl katılabilirsin? Kutsal olanla nasıl içice olabilirsin? Dışarı çıkman gerekiyor. Bu mahkumiyetten kurtulman gerekiyor.

Nereye gidiyorsun? Sanıyor musun ki gelecekte bir yerde varılacak bir hedef var? Hayat zaten burada! Ne diye geleceği bekleyesin ki? Niye her şeyi geleceğe erteleyesin? Ertelemek intihar etmektir. Yaşam yavaş geçer; o yüzden hissedemezsin. Çok yavaştır, ve sen de duyarsızsın; aslında ertelemek zehir gibidir. Kendini yavaş yavaş zehirliyorsun. Ertelemeye devam edersen şimdi buradaki yaşamı kaçırırsın.
Şimdi burada olana kavuşmuş olanlar için, yaşam harika sürprizlerle dolar. Hayal bile etmedikleri bir sürü şey olmaya başlar.
İlk kez meditasyon halinde tamamen gevşediğinde yaşamın böylesine güzel, böylesine sonsuz bir mutlulukla dolu, böylesine heyecanlı olduğuna inanamazsın! Bu inanılmazdır. Bir Buda bunu söylediğinde kimseler inanmaz. Bir İsa Tanrı'nın Krallığından bahsettiğinde kimseler inanmaz. Müridleri bile şüphe duyarlar.


Camları, kapıları aç! Bu hapishaneden çık, göğün altında dur. Yeniden hisset! Düşünmek işe yaramaz. İçinde tek bir pencere bile açılmadan düşünür durursun. Ancak hissetmek seni kendi dışına çıkarır -ve sen hissetmekten korkuyorsun, düşününce rahat ediyorsun ve hissetmekten ürküyorsun çünkü hissetmek seni dışarı çıkaracak. Seni yeniden hayatın akıntısına sokacak. Denize akan nehrin içinde olacaksın.
Daha çok hisset, daha az düşün, ve yavaş yavaş göreceksin ki ne kadar çok hissedersen o kadar fazla rahatlıyorsun. Daha çok hissettikçe hayatın sırrını daha fazla anlayacaksın - hiçbir şey yapman gerekmediğini, sadece açık olmanın yettiğini. Açık ol, derim ben, o zaman her şey önüne gelecektir. Bir kez yakalama ve tutunma fikri yerleşti mi her şey yokolur. Bu Sufi öyküsünün anlamı budur.

OSHO
 

Perina

Banlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2011
Mesajlar
795
Tepkime puanı
64
Yaş
51
Harika bir yazı bu!..Şuana kadar okuduğum en iyi farkındalık yazısı sanki..gerçi fazla yazı okuduğumda söylenemez ama..Düşünmek..Bunu bırakmam imkansız ama deneyeceğim..Ama, ama bu benim için o kadar zor ki..imkansızın da ötesinde..düşünmek deyince ilk aklıma gelen ben kendimim:)diğer adlarımdan biride bu yani:(yay düşünmeyi temsil eder..Düşünür düşünür..ölene dek düşünür bu insanlar:Ve hissetmek..Ama bu yapamadığım birşey değil ki..Hissetme gücüm çok gelişmiştir..Hem de çok..O halde neden hala o yolu bulamıyorum?Dönüp duruyorum hala aynı yerde:(
 

ekirek24

Kayıtlı Üye
Katılım
30 May 2011
Mesajlar
106
Tepkime puanı
3
martılar ve vapurlar birde istanbul manzarası bende seviyorum martı çığlıklarını çoğu insan nedense sevmez onlar istanbulun atmosferinin bir parçası
 

p4inkiLLer

Kayıtlı Üye
Katılım
14 May 2010
Mesajlar
190
Tepkime puanı
142
Harika bir yazı bu!..Şuana kadar okuduğum en iyi farkındalık yazısı sanki..gerçi fazla yazı okuduğumda söylenemez ama..Düşünmek..Bunu bırakmam imkansız ama deneyeceğim..Ama, ama bu benim için o kadar zor ki..imkansızın da ötesinde..düşünmek deyince ilk aklıma gelen ben kendimim:)diğer adlarımdan biride bu yani:(yay düşünmeyi temsil eder..Düşünür düşünür..ölene dek düşünür bu insanlar:Ve hissetmek..Ama bu yapamadığım birşey değil ki..Hissetme gücüm çok gelişmiştir..Hem de çok..O halde neden hala o yolu bulamıyorum?Dönüp duruyorum hala aynı yerde:(

Düşünmek ve hissetmek aynı anda olmaz! Bir bardağın ne kadarı doluysa kalan tarafı da o kadar boştur. Düşünmek buluttur, gölgeler içindeki güneşi. O varken hissedemezsin. Ne kadar az düşünce varsa içinde, sevgi için, tanrı için o kadar fazla yer vardır. Sadece o zaman tanrının sana gelmesi için yer hazırlamış olursun, başka zaman değil. O daima oradadır ama sen görmüyorsun; çünkü düşünceler bir bulut gibi onun önüne geçmiş.

Hissetmekten kasıt hayatı rüyaymışçasına yaşamaktır. Öyle bir an gelir ki bütün evrenin senin içine dolduğunu hissedersin. Hem de en sıradan anların içinde, sokakta yürürken, güneşin batışına bakarken. O zaman hiçbir soruya gerek kalmaz, hiçbir düşünceye, hiçbir şeye, sadece varsındır ve Tanrıyla aranda mesafe olmadığını bilirsin. Öylece oluverir sen kendini bıraktığında.

Deneyin, inanmamazlık etmeyin. Burada fantezilerden bahsedilmez, herkes için her an mümkün olan deneyimlerden konuşulur. Sevgiyle..
 

Perina

Banlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2011
Mesajlar
795
Tepkime puanı
64
Yaş
51
Ama ben her ikisini deaynı anda yapabiliyorum..Gerçekten.Yaniinsan düşünmeyi tamamen bırakamaz bence..İllaki birşey düşünürsünüz.Mesela güneşin batışına bakıp bu ne muhteşem manzara dememek mümkün değildir.Ve bu da küçük de olsa bir düşüncedir öyle değilmi?Sanırım buna tefekür de denir.İllaki düşünür insan..

Amasizin söylediklerinizi de sevdim.Haklısınız.Az düşünmek gerek.Tamamen bırakamasakta bunu(bence tamamen bırakılamaz)en azından evet azaltmak gerek..
 

p4inkiLLer

Kayıtlı Üye
Katılım
14 May 2010
Mesajlar
190
Tepkime puanı
142
......yazının devamı



Martılar senin aklından neler geçtiğini bilemezler ama etrafa yaydığın titreşimleri anlayabilirler - ve sen devamlı bu titreşimleri yaymaktasın. Adeta kesintisiz bir titreşim yayını yapıyorsun. Kalbinde her ne oluyorsa, bu göle atılan taş etkisi yaratıyor: dalgalar yükseliyor, ve çoğalıp duruyorlar - ta öbür kıyıya, her yere yayılana dek devam edecekler. İçinde bir duygu yükseliyor; birdenbire varlığının gölüne bir taş atılıyor. İçinde bir fikir doğuyor - dalgalar oluşuyor. Her yana yayılıyorlar.
Bu martılar babanın oğluna tam olarak neler dediğini bilemezler, çünkü insanın lisanından anlamıyorlar. Neler olduğundan haberleri yok, ama yine de adamın aynı adam olmadığını biliyorlar işte. Yerine başka birisi gelmiş, bir yabancı, eski dostları değil. Şimdi bir fikirle burada. Fikir meçhul, ama tüm bedeninde artık o kendini bırakma hali yok. Yapmak adına bir fikri, planı, arzusu var. Martıların yanında kendilerini rahat hissettikleri o gevşemiş haldeki adam değil artık.
Ve işte tüm yaşamın sırrı da burada: sadece martılar değil, mutluluk, meditasyon, coşku için de geçerli - hepsi sana kendini bıraktığında, dostça bir tavır aldığında, varoluşa karşı sevgi dolu olduğunda gelirler. Kalbindeysen gelirler. Onları iknaya çalışırsan, ve mutluluğun peşinde koşulması gereken bir hak olduğunu sanırsan, mutluluğun martılarının artık yanına inmediklerini görürsün. Başının üzerinde dolanırlar ama asla seninle oynamaya, hareket etmeye, hoplayıp zıplamaya gelmezler! Hayır, asla seninle bütünleşmeyeceklerdir. Varlığına inmeyeceklerdir.
Evet, mutluluk bir martıdır. Meditasyon da bir martıdır. Coşku da öyle. Varoluş sadece kendini bırakmayı anlar. Eğer kendini bırakırsan elde edersin. Bu varoluşun sana verebildiklerini elde edersin - ve o sana sonsuz lütuflar, sonsuz kutsama bahşeder. Sana tam bir tatmin sağlayabilir. Sen de bir buda olabilirsin.
Varoluş vermeye hazır, ama sen almaya hazır değilsin, çünkü onu nasıl kaparım şeklinde düşünüyorsun. Varoluş sana armağanlar sunuyor; onları kapamazsın, fethedemezsin, elde edemezsin. Teslim ol, lütfen. Lütfen, kendini koyver gitsin.
Güzel olan her şey martılara benzer. Şunu unutma: hiçbir şey yapılamaz. Şölen hazır zaten - sen de davetlisin. Ön kapıdan girebilirsin. Ama sen aptalsın, arka kapıdan girmeye çalışıyorsun, ve varoluşun arka kapısı yok. Sen bir hırsız gibi girmeye uğraşıyorsun. Ön kapı sana açık, ve ev sahibi seni karşılamak üzere merdivenlerde bekliyor, ve sen hala hırsız gibi arka kapıdan girme çabasındasın.
Yaşamın arka kapısı yok. Yaşamı çalamazsın. Yaşam verir, ve uçsuz bucaksız, kayıtsız şartsız verir. Sen lütfen bırakıver kendini. Bırak martılar aşağıya insin ve seninle oynasınlar, kumsalda birlikte aylaklık yapın. Her şey hazır. Şölen, ev sahibi - her şey hazır, sadece senin ön kapıdan girmeni bekliyorlar. Çaba gerekmiyor. Çaba arka kapıdır. Gerekli olan çabasızlık.
Jefferson'ı dinlemeyin. Mutluluk bir "hak" değil, onun peşinde koşamazsın. Onu ikna etmen gerekir. Aynen mahcup bir kadın gibidir: ona dolaylı olarak ilgi gösterirsin. Bir kadına gidip "Seninle yatmak istiyorum" diyemezsin. Bu çok direkt, çok kaba, çok alçaltıcı olur. Kendine saygısı olan bir kadından hemen tokadı yersin. Bir kadına karşı daha incelikli davranman icap eder. Biraz daha dolaylı olmak gerekir.
Sabır gerekir. Şiir gerekir. Ve aklında yatmak fikri varsa eğer, bu sadece bir rahatsızlık kaynağı, aşılamayacak bir engel oluşturacaktır. O fikir ortada yoksa o zaman sadece o kadınla beraber olmanın keyfini yaşarsın. Bir gün onunla yatacaksındır, ama sırası gelince. Martılar yanına geleceklerdir.
Bırak hayatı kendi akışına, zorlamaya çalışma. Yaparak, ancak değersiz şeyler elde edilir; yapmayarak - güzel olan her şey, kutsal olan her şey.
Bugünlük bu kadar yeter.
 

suziki

Kayıtlı Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Biz hayatta neyi almaya hazırsak; zaten hayat bize onu sunar. o yüzden oluruna bırakmak en iyisi...
 

suziki

Kayıtlı Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
evet gerçekten harika bir yazı olmuş. tekrar tekrar okudum bu yazıyı çünkü her iki olaydaki karakterler bana çok tanıdık geldi. Benim hayatımda da hep böyle oldu ve gerçekten katılıyorum yazdıklarınıza. Mesela bir şeyi ısrarla zorla istediğim zaman; beynim her şeyde bir olumsuzluk bulur. o iş olmaz; ama aynı işi istemeyi bıraktığımda, gerçekten inanarak olmazsa olmasın dediğim de o iş oluverir aniden. ve şu anda gerçekten çok mutluyum çünkü hiçbir şey istemiyorum hayattan, beynim de bir sürü seneryo gezmiyor.. çocukça bir mutluluk içindeyim..
 
Üst