Psikolojik Gelisim Hikayeleri.

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.
Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu :
“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?”
‘50gm!’ …. ‘100gm!’ …..’125gm’
..diye öğrenciler yanıtladı.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem,” dedi profesör, “ama, benim sorum şu ki :
Bu bardağı birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?” ‘Hiçbirşey’ …..diye yanıtladı öğrenciler
Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?’ diye sordu profesör bu kez…
Kolunuz ağrımaya başlardı efendim’ diye öğrencilerden biri yanıtladı
“Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?”
“Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı & batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!”

Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler
“Çok iyi.
Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?”
diye sordu profesör.
‘Hayır‘…. diye yanıtladı herkes
“Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?”
Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.
“Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?”diye tekrar profesör sorar
“Bardağı bırakın düşsün!” diye öğrencilerden biri yanıtlar.
“Kesinlikle!” der profesör.

Hayatın problemleri de böyle bir şeydir.
Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür.

Uzun bir süre düşünürsün, başınız ağrımaya başlar
Daha uzun düşünün …Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.
Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir,

Fakat daha önemlisi onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi).
Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!
Bu yüzden bugün ofisten ayrıldığınızda,

Sevdiklerinize şunu hatırlatın :

“Bardağı yere bırakın bugün!”
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl
belirliyorsunuz?

Doktor:
- Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç sey
veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz.

- Siz ne yapardınız?

Adam:

- OOO ! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve fincandan büyük.

- Hayır, der doktor.

- Normal bir insan küvetin tıpasını çeker.

Alınacak Ders: Sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır, akıl.
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Hindistan da cok unlu bir ressam varmis...
Herkes bu ressamin yaptilarini kusursuz kabul edecek
kadar begenirmis...

Ve onu "Renklerin Ustasi" anlamina gelen Ranga
Celeri olarak tanisa da;kisaca Ranga Guru derlermis...

Onun yetistirdigi bir ressam olan Racici ise artik
egitimini tamamlamis ve
son resmini yaparak Ranga Guru'ya goturmus ve ondan
resmini degerlendirmesini istemis...

Ranga Guru ise;

- Sen artik ressam sayilirsiin Racaci.. Artik senin
resmini halk degerlendirecek.

diyerek resmi sehrin en kalabalik meydanina
goturmesini ve en gorunen yerine koymasini istemis.

Yanina da kirmizi bir kalem koyarak halktan
begenmedikleri yerlere carpi
koymalarini rica eden bir yazi birakmasini istemis.
Racici denileni yapmis
Ve birkac gun sonra resme bakmaya gittiginde gormus
ki, tum resim carpilar icinde ve neredeyse gorunmuyor... Cok uzulmus
tabii.Emegini ve yuregini koyarak yaptgi tablo kirmizidan bir duvar sanki..

Alip resmi goturmus Ranga Guru'ya ve ne kadar uzgun
oldugunu belirtmis.

Ranga Guru uzulmemesini ve yeniden resme devam
etmesini onermis.

Racici yeniden yapmis resmi ve gene Ranga Guru'ya
goturmus.

Tekrar sehrin en kalabalik meydanina birakmasini
istemis Ranga Guru...

Ama bu defa yanina bir palet dolusu cesitli
renklerde yagli boya, birkac
firca ile birlikte...

Ve yanina insanlardan begenmedikleri yerleri
duzeltmesini rica eden bir yazi
ile birlikte birakmasini istemis.

Racici denileni yapmis...

Birkac gun sonra gittigi meydanda gormus ki resmine
hic dokunulmamis,
fircalar da, boyalar da kullanilmamis..

Cok sevinmis ve kosarak Ranga Guru'ya gitmis ve
resme dokunulmadigini
anlatmis..

Ranga Guru ise;

Sevgili Racici, sen birinci konumda insanlara firsat
verildiginde ne kadar acimasiz bir elestiri saganagi ile
karsilasilabilecegini gordun...

Hayatinda resim yapmamis insanlar dahi gelip senin
resmini karaladi..

Oysa ikinci konumda onlardan
hatalarini duzeltmelerini istedin, yapici olmalarini istedin...

Yapici olmak egitim gerektirir... Hic kimse bilmedigi bir konuyu duzeltmeye
kalkmadi, cesaret edemedi...

Sevgili Racici Mesleginde usta olman yetmez, bilge de olmalisin...

Emegininin karsiligini, ne yaptigindan haberi
olmayan insanlardan alamazsin...

Onlara gore senin emeginin hic bir degeri yoktur...

Sakin emegini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle
tartisma... demis...
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Ingiltere'de yargıçların maaşı yoktur. Onun yerine ihtiyaçları
oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri vardır. Ingiliz devleti hakimlerine o kadar güveniyor yani.
Birgün hakimin biri bir bankaya gidip 1.000.000 poundluk bir çek
bozdurmak istediğini söylemiş. Tabii ortalık birbirine girmiş.
Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar
parayı veremeyecekleri söyleyip hemen Içişleri Bakanlığı,
Adalet Bakanlığı,Başbakanlığa filan telefon etmişler. Ancak
aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: ÖDEYIN!
Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hakimden ertesi gün
gelmesi rica edilmiş. Ertesi gün para bir bavul içinde
hazırmış. Aradan birkaç gün geçmiş. Hakim çıkagelmiş. Parayı bankaya geri
vermek i stiyormuş. Banka yönetimi şaşırıp kalmış. Hemen Adalet
Bakanlığı'nı aramışlar. Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakime hareketinin
sebebini sormuşlar. Hakim "Kraliçe nin hükümeti bize gerçekten bu kadar
güveniyor mu? Onu sınadım" cevabını vermiş. Raporlar bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim azledilmiş..
Adalet bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış:
"Kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, devletine güvenmiyor
ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez."

- "Güven" çok ince bir çizgidir. Onu kalınlaştırarak kırılmasını engelleyen tek şey, "iki taraflı" olmasıdır.
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Saat 8:30'da, seksenlerinde, yaşlı bir adam başparmağındaki dikişleri
aldırmak üzere poliklinikten içeri girdi. Çok acelesi olduğunu söyledi,
çünkü saat tam 9:00'da bir randevusu varmış.

Tedavisinin bitmesi ve onun söylediği yere ulaşması en azından bir saat
sürerdi. Yaranın pansumanı sırasında konuşmaya başladık. Bu denli acelesi
olduğuna göre önemli birisiyle mi randevusu olduğunu sordum.

Bana bakımevine gidip eşiyle kahvaltı etmek için acelesi olduğunu söyledi. O
zaman eşinin sağlığının nasıl olduğunu sordum.

Eşinin orada uzun bir süredir kaldığını ve Alzheimer hastalığının bir
kurbanı olduğunu anlattı.

Geç kalmış olmasından dolayı "Acaba eşiniz
endişe duyar mı?" diye sordum.

Bana beş yıldan bu yana onun kim olduğunu bile bilmediğini ve kendisini
tanımadığını söyledi.

Şaşırmıştım, "Sizi tanımadığı halde yine de her sabah onu görmeye mi
gidiyorsunuz?" diye sordum.

Elimi okşayarak gülümsedi.

"O beni tanımıyor ama ben hâlâ onun kim olduğunu biliyorum" dedi.
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Halkı tarafından çok sevilen bir kral,huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder.Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır.Günlerce çalışırlar,birbirinden güzel resimler yaparlar.Sonunda eserleri saraya teslim ederler.Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır.Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gerekir.

Resimlerden birisinde bir göl vardır .Göl ,tıpkı bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır.Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslemektedir.Resim bakanlara mükemmel bir huzur hissi verecek kadar güzeldir.

Diğer resimde de dağlar vardır.Ama engebeli ve çıplak dağlar.Dağların üstünde ki öflkeli gökyüzünden boşanan yağmurlar ve çakan şimşek ise resmi daha da sıkıntılı bir hale sokmaktadır.Dağın eteklerindeki şelale insana gürültüyü ,yorgunluğu hatırlatacak kadar hırçın resmedilmişdir . Kısaca resim pek de öyle huzur verecek türden değildir.


Fakat kral resme bakınca ,şelalenin ardında kayalıklardaki çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık görür.Çalılığın üstünde ise bir anne kuşun örttüğü bir kuş yuvası göze çarpmaktadır.Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuşun kurduğu yuva izleyenlere harika bir huzur ve sakinlik örneği sunmaktadır.

Ödülü kim kazandı dersiniz ?

Tabi ki ikinci resim.Kral bunun nedenini şöyle açıkladı :

“HUZUR HİÇBİR GÜRÜLTÜNÜN,SIKINTININ YADA ZORLUĞUN BULUNMADIĞI YER DEMEK DEĞİLDİR.HUZUR ,BÜTÜN BUNLARIN İÇİNDE BİLE YÜREĞİMİZİN SÜKUNET BULABİLMESİDİR”
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
"Greater Idaho Falls" bilim fuarında bir lise öğrencisi, yöre insanlarını hazırladığı projeyi imzalamaya davet etti. Delikanlı; "dihydrogen monokside" adlı maddenin kullanımının tümüyle yasaklanmasını, mümkün olmadığı takdirde çok sıkı kontrolünü istiyordu. Maddenin zararlarını duvarlara astığı afişle açıklıyordu:

Yoğun terlemelere ve kusmalara sebep olabilir.
Doğaya büyük zararlar veren asit yağmurlarının ana unsurudur.
Gaz haline geçmiş hali, çok ciddi yanıklara sebep olabilir.
Kazara solunması, ciğerlere dolması ölüme yol açar.
Erozyona yol açar.
Otomobil frenlerinin etkinliğini azaltır.
Ölümcül kanser tümörlerinin hepsinin içinde bulunmuştur.

Bir saat içinde tam 50 bilim fuarı meraklısı insan, delikanlının kampanya açtığı standı ziyaret etti. 43 kişi yasaklama isteğini şiddetle desteklediler. 6 kişi kararsız kaldı.

Sadece bir kişi yasaklanması istenen "dihydrogen monokside"nin H2O yani hayatın can damarı "su" olduğunu söyledi. Lise öğrencisinin bu projesi "ne kadar kolay aldatılabiliyoruz" yarışmasının birincisi ilan edildi...!

Delikanlı:
"Amacım, kolayca saptırılmış, saçma bilimsel cümleciklerle insanların nasıl yanlış koşullandırılabileceklerini göstermekti" dedi.
 

zxaswe

Kayıtlı Üye
Katılım
6 Nis 2010
Mesajlar
201
Tepkime puanı
11
Yaş
30
Konum
Adana
İş
öğrenci
küçük bir cümle ama bana çok faydası oldu:
''Güneşi kaybettim diye üzülürsen yıldızlarıda göremezsin''
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Asya'da maymun yakalamak icin kullanilan bir cesit tuzak vardir. Bir

Hindistancevizi oyulur ve iple bir agaca veya yerdeki bir kaziga baglanir.



Hindistancevizinin altina ince bir yarik acilir ve oradan icine tatli bir yiyecek konur. Bu yarik sadece maymunun elini acikken sokacagi kadar buyukluktedir, yumruk yaptiginda elini disari cikaramaz. Maymun, tatlinin kokusunu alir, yiyecegi yakalamak icin elini iceri sokar ve yiyecegi kavrar, ama yiyecek elindeyken elini disari cikarmasi olanaksizdir.



Sikica yumruk yapilmis el, bu yariktan disari cikmaz. Avcilar geldiginde, maymun cilgina doner ama kacamaz. Aslinda bu maymunu, tutsak eden hicbirsey yoktur. Onu sadece onun kendi bagimliliginin gucu tutsak etmistir. Yapmasi gereke tek sey elini acip yiyecegi birakmaktir. Ama zihninde acgozlulugu o kadar gucludur ki bu tuzaktan kurtulan maymun cok nadir gorulur. Bizi tuzaga dusuren ve orada kalmamiza neden olan sey, arzularimiz ve zihnimizde onlara bagimli olusumuzdur. Tum yapmamiz gereken, elimizi acip

benligimizi ve bagimli oldugumuz seyleri serbest birakmak ve dolayisiyla ozgur olmaktir.



Joseph Goldstein
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Bir gün New Yorkta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya

çıkarlar, gruptan biri kızılderilidir yolda yürürken insan kalabalığı siren

sesleri yolda çalışma yapan işçilerin araçlarının çıkardığı gürültü

araçların korna sesleri arasında ilerlerken kızıldereli kulağına cırcır

böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar arkadaşları bu

gürültünün

arasında bu sesi duyamayacağını kendisinin öyle

zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler.

aralarından bir tanesi inanmasa da onunla birlikte aramaya devam

eder. Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür arkadaşı da

arkasından takip eder ve o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin

arasında gerçekten bir cır cır böceği bulurlar.

arkadaşı kızıldereliye senin insanüstü güçlerin var bu sesi nasıl

duydun diye sorar, kızıldereli ise bu sesi duymak için insanüstü

güçlere

sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini

izlemesini

söyler. kaldırıma geçerler ve kızıldereli cebinden çıkardığı bozuk

parayı

kaldırımda yuvarlayarak atar, bir çok insan bozuk para sesinin

ceplerinden

düşen bir paramı diye sesin geldiği yöne doğru bakar

kızıldereli arkadaşına dönerek, gördünmü önemli olan nelere değer

verdiğin

ve neleri önemsediğine bağlıdır.

herşeyi ona göre duyar , görür ve hissedersin der
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
İhtiyar balıkçı, Karayipler'de 85 gün olta salladıktan ve eve eli boş döndükten sonra bir gün iyice açılıp "büyük balık"ı yakalar.


Lâkin kıyıya dönerken, yedeğine aldığı, teknesinden yarım metre daha büyük olan bu "kılıç", yol boyu kan kokusuna gelen canavar köpekbalıklarınca didik didik edilir. Bu korkunç mücadeleden elinde kala kala dev balığın iskeleti kalmıştır.
Kan revan içinde, uykusuz ve bitkin sahile yanaşırken,
"Beni adamakıllı yendiler... Hem de ne yeniş"
diye geçirir içinden. Sonra silkinir ve yüksek sesle şunu söyler:

"Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar..."


Hayat yolculuğumuz da öyle değil midir?
Kimi için güzel bir kadındır
"büyük balık", kimi için zengin bir damat...
İyi bir hayat... Hayırlı evlat...
Ya da müstakil ev, son model araba, sınırsız servet...
Kimi, "büyük balık"ı hiç göremeden ölür.
Kimi, bir kez tuttu mu, bir daha açılmaz hiç...
Onunla gömülür.
Kimi ise; yaşam denilen, şakaya gelmez deryanın dalgalarında yalpalana yalpalana arar büyük balığı bir ömür boyu...


Açıldıkça bulma şansıyla birlikte artar, yitirme ihtimali...
Zor bulanlar, çabuk yitirir bazen...
Acımasızca yağmalanır ve sonuçta elde bir kılçıkla kalakalırlar.
Yenilgi değildir onlarınki aslında...
Olsa olsa biraz fazla açılmışlardır.
Ama insanlık, kısmen de, onların fazla açılması
sayesinde ilerler.
Ünlü romanın esin kaynağı olan balıkçı
Gregorio Fuentes 104 yaşında ölmüştü.


"Ensesinde derin kırışıklıklar olan sıska adam",
Dünyaya veda etmeden önce, Ankara'da hafızama son
bir ağ atıp geçmişti.

Bir şişe rom karşılığı çektirdiği son fotoğraflarına bakarken, "Keşke bu fırtınalı yolculuğun sonunda hepimiz ayni şeyi yüksek sesle söyleyebilsek" dedim kendi kendime:

"Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar..."
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Eski bir çiftlik evini tamir etmekle uğraşan marangoz, işteki ilk gününü zorluklarla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği, işe bir saat geç gitmesine neden olmuş, elektrikli testeresi iflas etmiş, bütün gün çalışıp didindikten sonra evine dönmek üzefre arabasına bindiğinde arabası çalışmamıştı.

Evin sahibi, çalışkan ustanın başına gelenlere üzüldü ve onu evine bırakmaya karar verdi. Kötü bir gün geçiren marangozun pek keyifli olduğu söylenemezdi. Yol boyunca neredeyse hiç konuşmadılar. Araçtan indiklerinde , usta , ev sahibini içeri davet etti. Adam bu nazik teklife hayır demedi.

Eve doğru yürürlerken, marangoz küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu ve dallarının uclarına her iki eliylede dokundu. Kapı açıldığında ise suratı şaşırtıcı bir şekilde değişti. Güneş yanığı yüzünü kocaman bir tebessüm kapladı. İki küçük çocuğunu sevgiyle kucaklarken , eşine de kocaman bir öpücük vermeyi ihmal etmedi. Hoşsohbet ve neşeli bir adam olup çıktı.

Bu değişime bir anlam veremeyen ev sahibi, kendisini uğurlayan marangoza bunun nedenini sordu ve en çok da ağacın dallarına neden dokunduğunu merak ettiğini söyledi.

"O benim dert ağacım" dedi usta. "İşimde ister istemez bazı sorunlarla karşılaşıyorum ama şundan eminim ki bu sorunlar evime , eşime ve çocuklarına ait değil. Bunun için her akşam eve döndüğümdei sorunları o küçük ağaca asıyor, sabah isşe giderken de tekrar alıyorum.
Ama komik olan ne biliyormusunuz ? Sabahları onları aldığımda, akşamki kadar çok olmadıklarını görüyorum."

Sizlerde iş hayatınızdaki sorunlarınızı sevdiklerinize hissettirmeyin.
 

alin

Kayıtlı Üye
Katılım
9 Ara 2010
Mesajlar
723
Tepkime puanı
338
Konum
İstanbul
Bazılarını duymuştum ama bilmediğimiz de çok varmış. Hepsini okudum, anlayana çok şey anlatıyor ,emeğinize sağlık..
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Asya'da maymun yakalamak icin kullanilan bir cesit tuzak vardir. Bir

Hindistancevizi oyulur ve iple bir agaca veya yerdeki bir kaziga baglanir.



Hindistancevizinin altina ince bir yarik acilir ve oradan icine tatli bir yiyecek konur. Bu yarik sadece maymunun elini acikken sokacagi kadar buyukluktedir, yumruk yaptiginda elini disari cikaramaz. Maymun, tatlinin kokusunu alir, yiyecegi yakalamak icin elini iceri sokar ve yiyecegi kavrar, ama yiyecek elindeyken elini disari cikarmasi olanaksizdir.



Sikica yumruk yapilmis el, bu yariktan disari cikmaz. Avcilar geldiginde, maymun cilgina doner ama kacamaz. Aslinda bu maymunu, tutsak eden hicbirsey yoktur. Onu sadece onun kendi bagimliliginin gucu tutsak etmistir. Yapmasi gereke tek sey elini acip yiyecegi birakmaktir. Ama zihninde acgozlulugu o kadar gucludur ki bu tuzaktan kurtulan maymun cok nadir gorulur. Bizi tuzaga dusuren ve orada kalmamiza neden olan sey, arzularimiz ve zihnimizde onlara bagimli olusumuzdur. Tum yapmamiz gereken, elimizi acip

benligimizi ve bagimli oldugumuz seyleri serbest birakmak ve dolayisiyla ozgur olmaktir.



Joseph Goldstein
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
"Bir Mimar Sinan eseri olan Sehzadebasi Cami'nin 1990'li yillarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir insaat muhendisi, caminin restorasyonu sirasinda yasadiklari bir olayi tv'de soyle anlatmasti.



Cami bahcesini cevreleyen havale duvarinda bulunan kapilarin uzerindeki kemerleri olusturan taslarda yer yer curumeler vardi. Restorasyon programinda bu kemerlerin yenilenmesi de yer aliyordu. Biz insaat fakultesinde teorik olarak kemerlerin nasil insaat edildigini ogrenmistik fakat tas kemer insaasi ile ilgili pratigimiz yoktu. Kemerleri nasil restore edecegimiz konusunda ustalarla toplanti yaptik. sonuc olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalip cakacaktik. Daha sonra kemeri yavas yavas sokup yapim teknikleri ile ilgili notlar alacaktik ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktik.

Kalibi söktük. Sokmeye kemerin kilit tasindan basladik. Tasi yerinden cikardigimizda hayretle iki tasin birlesme noktasinda olan silindirik bir bosluga yerlestirilmis bir cam siseye rastladik. Sisenin icinde durulmus beyaz bir kagit vardi. Siseyi acip kagida baktik. Osmanlica bir seyler yaziyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafindan yazilmisti. Sunlari soyluyordu. "

Bu kemeri olusturan taslarin omru yaklasik 400 senedir. Bu muddet zarfinda bu taslar curumus olacagindan siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Buyuk bir ihtimalle yapi teknikleri de degiseceginden bu kemeri nasil yeniden insaa edeceginizi bilemeyeceksiniz. Iste bu mektubu ben size, bu kemeri nasil insa edeceginizi anlatmak icin yaziyorum. " Koca Sinan mektubunda boyle basladiktan sonra o kemeri insa ettikleri taslari Anadolunun neresinden getirttiklerini soylerek izahlarina devam ediyor ve ayrintili bir bicimde kemerin insaasini anlatiyordu.

Bu mektup bir insanin, yaptigi isin kalici olmasi icin gosterebilecegi cabanin insan ustu bir ornegidir. Bu mektubun ihtisami, modern cagin insanlarinin bile zorlanacagi tasin omrunu bilmesi, yapi tekniginin degisecegini bilmesi, 400 sene dayanacak kagit ve murekkep kullanmasi gibi yuksek bigi seviyesinden gelmektedir. Suphesiz bu yuksek bilgiler de o koca mimarin erisilmez ozelliklerindendir. Ancak erisilmesi gercekten zor olan bu bilgilerden cok daha muhtesem olan 400 sene sonraya cozum ureten sorumluluk duygusudur
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Adamin biri,

Bilge bir kral olmakla un salmis olan kralin yanina gider.

Krala sunu sorar

'Efendim soyleyin bana hayatta ozgurluk var midir? '

Kral 'Elbette' der,

'Kac bacagin var senin? '

Adam soruya sasirarak 'Iki efendim' der.

Kral 'Pekala, tek bacaginin ustunde durabilir misin? '

'Elbette' diye cevap verir adam.

Kral 'O halde hangi bacagin ustunde duracagina karar ver'.

Adam biraz dusunur ve sol bacagi ustunde durmaya karar verir.

'Tamam' der kral

'Simdi de oteki bacagini kaldir.'

Adam sasirir 'Bu imkansiz kralim' der.

'Gordun mu? ' der kral '

Ozgurluk budur.

Sadece ilk karari almakta ozgursun.

Ondan sonrasinda degil.'
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Coban´in biri dere kenarinda koyunlarini otlatiyormus. Tam o anda yanina bir Cherokee Jeep yanasmis. Brioni gomlek Cerruti ayakkabilar giyen Ray-Ban gozluklu ve YSL kravatli bir surucu asagiya inmis ve cobana sormus.

Eger kac tane koyunun oldugunu bilirsem bana onlardan bir tanesini verirmisin?

Coban bir adama birde koyunlarina bakmis 'Tamam' diye cevap vermis.

Genc adam arabasini park etmis telefonunu bilgisayarina baglamis bir NASA sitesine girmis GPS´ini kullanarak yeri taramis bir database ve logaritma ile doldurulmus 60 excel tablosunu acmis ve 150 sayfalik bir rapor basmis.

Cobana donmus Tam olarak 1586 adet koyunun var demis.

Coban 'Dogru' diye cevap vermis 'Koyununu alabilirsin. ' Genc adam koyunu almis ve jeep´inin arkasina koymus.

Bu sefer coban genc adama donmus 'Eger senin ne is yaptigini bilirsem koyunumu geri verirmisin?' diye sormus.

Adam 'Evet neden olmasin' diye yanitlamis. 'Sen Dunya Bankasi´nda Danismansin' demis coban.

Adam sormus 'Nasil oldu da bildin?'. Coban Cok basit diye cevap vermis.

Buraya cagrilmadan geldin bu birrr..

Ikincisi benim bildigim bir seyi bana soylemek icin benden bir koyunumu istedin.

Ucuncusu yaptigin hicbir seyden anlamiyorsun cunku kopegimi aldin!
 

N_efertiti

Kayıtlı Üye
Katılım
6 Eyl 2010
Mesajlar
228
Tepkime puanı
79
Yaş
38
Hayat Üzerinize Hep Toprak Atacaktır

Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten
kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar
verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftci kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.[/B]
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!

Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz. Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.

Mutluluğun 5 basit kuralını unutmayınız:
Kalbinizi nefretten arındırın- Affedin
Düşüncelerinizi endişelerinizden arındırın- Çoğu zaten hiç gerçekleşmez.
Basit Yaşayın ve elinizdekilerin kıymetini bilin.
Daha çok verin.
Daha az bekleyin.
 

mally

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ocak 2010
Mesajlar
720
Tepkime puanı
225
Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor. Neyi özlediğini, kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum.
Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor. Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için, bir aptal gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum.

Ay´ının etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor. Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığını, daha fazla acı korkusundan kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.

Saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek istiyorum. Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını, insan olmanın sınırlılığını hatırlamadan, bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.

Bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını; ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum.

Güvenebilir ve güvenilebilir olup olamayacağını bilmek istiyorum. Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum.

Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını; bir gölün kenarında durup gümüş ay´a ´EVET!´ diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğu beni ilgilendirmiyor. Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, yorgun, bitap da olsan, çocuklar için yapılması gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum. Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor. Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor. Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.
Kendinle yalnız kalıp kalamadığını ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.

Oriah Mountain Dreamer (Kanada'lı bir Kızılderili)

Harika ötesini anlatan tüm sıfatları itham ediyorum bu paylaşıma. Çok teşekkürler Sayın Pantea.
 

mally

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ocak 2010
Mesajlar
720
Tepkime puanı
225
HAYAT,BAKIŞ AÇISIDIR../

Benim hayatımın kısa özeti...

Gülcan Fırtına, Ocak 5, 2011 tarihinde yazdı.

Ben sonradan engelli oldum.İÖO 3 sınıfa geçtiğimde havale geçirirken test yapılmadan 2 kere penisilin iğnesi vurdu doktor.

Anında felç oldum. Sadece kafam oynuyordu. Bana dokundukları an çok canım yanar ağlardım.

Dışarıda arkadaşlarım oyun oynarken ben sadece onlara bakmakla yetinirdim. Bursa TIP FAKÜLTESİNDE yoğun bakımda yattım yıllarca. ''Ha öldü ha ölecek'' dendi. 9 canlıydım ölmedim direndim.

Orada hiçbir fayda göremedim. İzmir BORNOVA HST yattım, fizik terapi aldım. 2 kere ameliyat oldum bacaklarımdan. Bu tedavi bana iyi gelmişti. Yürümeye başlamıştım, sevinçten sol ayağımı yan basmaya başlamıştım.

Ailem bu sefer beni İST AMERİKAN HST götürdüler. Orada tekrar 1 ameliyat daha geçirmiştim, düzelecektim yaaaa... İşte bu ameliyat benim sonum oldu.

Anında skolyoz rahatsızlığı başladı. Haklı olarak ailem sordu ''niye?' 'sevgili prof kendince haklı çıkmaya çalıştı. Ama beni tıp kariyeri için kobay gibi kullanmıştı.

Skolyoz vucüdumda şekilsizlikler yaptı. Boyum 1.70 olacakken 1.50 oldu. Çünkü skolyoz boy uzamasını engeller. Belki skolyozu bilmeyenler vardır. Omurilik kemiği eğriliğidir. Skolyozun dereceleri vardır. Benimki 145 derece. Yani ilerlemiş olandır.

Isparta Eğridir hst gittik ordaki prof'um dünya tatlısı bir insan. Bana şunu söyledi babacan ve şefkatli sesiyle;

"Bak kızım eğer ameliyat olursan ya ölüm ya felç olursun. Bir yemek ekşir ya da yoğurt onu çöpe atarsın ama sana bişey olursa ben seni çöpe atamam ki, direncini kırma hayata inatla sarıl, ben varım de, hep fizik yap'' dedi. Bu moral beni kendime getirdi.ve dediğini yaptım.

Kendime acımayı bıraktım. Çünkü kendisine acımak insanın kendisine yapacağı en büyük kötülüktür!

Ben hayatı iki kere yaşadım. 2 kere bebek oldum. 2 kere tay tay durdum. 2 kere emekledim. 2 kere yürüdüm. 2 kere okuma yazma öğrendim. Çünkü okuma yazmayı unutmuştum. Kendi çabamla tekrar öğrendim. Kendimi yetiştirmeye başladım. Dışarıdan sınavlara girerek diplomalarımı aldım. Şu an lise 2 okuyorum, hedefim hukuk.

Birde şu duygusal anlarımı hiç unutmuyorum. Elimi ilk kıpırdattığımda dünyalar benim olmuştu. Yıllar sonra tekrar yüzüme dokunmam, saçlarıma dokunmam benim için mucize gibiydi.

Bir yemek kaşığını elime alıp hiç bir yardımı kabul etmeyip etrafa döke saça yemek yiyebilmek kadar mutlu edici bir olay yaşamamıştım. Ben bir evrim yaşadım ve sonunda ben kazandım. Çünkü kendime acımıyordum. Bana acımaya kalkanlarada gülüyordum.

Kendimizi topluma kabul ettirmek istiyorsak toplumun içine karışmamız gerekiyor.Önce kafamızın içindeki negatif düşüncelerimizi atalım.İnsanların bizi nasıl gördüğü değil önce bizim kendimizin nasıl gördüğümüz önemlidir.

Kendimizi sevmeyi öğrenirsek hayatı, insanları ve toplumu da sevmeyi öğreniriz. İnanıyorum ki bizler bunu başarabiliriz.
BEN BAŞARDIM!!Daha benim gibi niceleri başarmıştır ve başaracaklardır.Buna inanıyorum.

Gülcan Fırtına

--------------------------------------------------------------------------
"HAYAT,BAKIŞ AÇISIDIR"

Kadın sabah kalkmış, aynaya bakmış ve kafasında yalnız üç tel saç görmüş.
" Hım,... demiş galiba bugün saçımı örgü yapacağım. "
Öyle de yapmış, günü de harika geçmiş.

Ertesi gün kalkmış, aynaya bakmış, kafasında iki tel saç kalmış.
" Hım. " demiş, " bugün saçımı ikiye ayıracağım."
Dediğini de yapmış, harika bir gün geçirmiş.

Bir ertesi gün yine kalkmış, aynaya bakmış, kafasında tek tel saç var.
" Tamam, tamam. “ demiş. “ artık bugün atkuyruğu yaparım."
Öyle de yapmış ve çok çok güzel bir gün geçirmiş.

Daha bir ertesi gün aynaya baktığında, kafasında bir tek tel bile kalmamış.
" Wow! " diye bağırmış. " Bugün saç derdim yok. "

Bakış açısı her şeydir. Gerektiğinden kibar ol. Tanıdığın herkes kendi savaşını yaşamakta zaten. Basit yaşa: Cömertçe sev, yürekten düşün sevdiklerini.
 
Üst