Masallar ve Toplumsal Cinsiyet- 2- Pamuk Prenses

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Pamuk Prenses, bize ne söyler?

Her şeye sahip olup da bir evladı olmadığı için yanan, mutluluğa kavuşamayan bir çift… Annenin pencere önünde gergef işlerken eline batan iğneden damlayan kan gibi kırmızı yanaklı, kar beyazı tenli, abanoz ağacı gibi siyah saçlı bir kızı olmasını dilemesi… Böyle başlar masal ama ne yazık ki “dünyanın en güzel bebeği”nin doğumuyla annenin hayatı son bulur. Ardından baba da görünmezliğe kavuşur. Onu masalın devamında yalnızca tek bir edimiyle görürüz: Kıskanç ve kibirli bir kadınla evlenmek.

Üvey anne her gün sihirli aynasına dünyanın en güzel kadını olup olmadığını sorar. “Ayna” toplumun görüşünü simgeler ve üvey anne kadına biçilen en önemli değer ölçütü olan cinsel cazibesine bu toplumsal dayatma nedeniyle muhtaçtır. Derken prenses on beş yaşına gelir ve üvey anne bu güzelliğe karşı cinayete varacak hiddette haset duyar. Oysa masal, prensesi daha doğduğu gün dünyanın en güzel bebeği ilan etmiştir. Peki, ne olmuştur da bu güzellik birden bunca rekabet isteği doğurmuştur? Birinin erginlenerek güzelliğinin dişilik özelliği kazanması, diğerinin menopoz devresine denk gelir. Üvey anne bir kez daha toplumsal kabuller açısından darboğaza sürüklenmiştir: Kadının iki temel değerlilik ölçütü olan doğurganlıktan ve (menopozu dişiliğin yitimine eş gören anlayışa göre) dişilikten yoksun kalmak.

Kraliçe rakibinin “kalbini” çıkarması için avcıyla anlaşır. Sorgusuz itaatini bir çekicilik unsuru olarak taşıyan prenses ise neden mesleği öldürmek olan bir adamla durup dururken ormana gittiğini sorgulamadan avcının peşine düşer. Ama ondaki masumluk silahı işe yarayacak ve canı bağışlanacaktır. Sonra, kuşların şarkılarını dinleyip çiçek topladığı resimleriyle romantik bir gezintide olduğu izlenimi edindiğimiz ormanda, yedi cücelerin kulübelerini bulur. Güvenebileceği bir mesleği, arkadaşı, parası, fiziksel gücü olmadığı gibi bir cadı olan kraliçenin sihirli küresine bakıp yerini bulması da zor değildir. Ama o böyle dehşet verici bir durumda bile düşünmesi gereken temel sorunları bir kenara atar. Dahası tedbirsizlikte sakınca görmeyerek, hiç tanımadığı insanların evine girer ve daha o gün cinayet nesnesi olarak düşünülen kendisi değilmiş gibi aklına gelen ilk şey temizlik yapmak olur. Eh yedi adamın yaşadığı bir evi temizlemek kolay iş değildir hani, yorulur, ev sahiplerinin kim olduğunu merak bile etmeden yatağa uzanıp uyuyuverir.

Evine bir yabancının girdiğini, pervasızca eve müdahale ettiğini görüp de korkuya kapılmayacak biri var mıdır? Ama cüceler onun güzelliğine kapılır ve normal bir insanın vereceği tepkileri yok sayar. Aklıma yabancılardan gelecek tehlikelere ve bir başkasının eşyasını izinsiz kullanmaya karşı en duyarlı annelerin bile, bu söylemlerini unutarak bu masalı sorgusuz sualsiz anlatması geliyor ilkin. Yani hayatta söylenenle, çocuğun içselleştireceği masalın bir kez daha çelişki kazanması…

Prenses yedi cücelerin evinde -tıpkı sarayda olduğu gibi- günlerini temizlik yaparak geçirir. Derken sihirli aynasından yerini öğrenen üvey anne, bir rakip olarak tehlikesizliğine inandırmak için yaşlı ve çirkin bir satıcı kadın kılığına girerek yanına gelir. Cadı ona korse takar ve iplerini öyle sıkar ki prenses nefessiz kalarak ilk geçici ölüm haline girer. Korse, büyümesini engellemenin simgesel bir çözümüdür. Cüceler korseyi çözünce hayata dönen prenses, uyarılara rağmen uslanmaz. Cadı bu sefer elinde bir sepetle gelir. Sepette başka eşyalar da olmasına rağmen, o yine dişiliğe meylederek tarağı seçer. Tarak zehirli olduğu için ikinci geçici ölümünü yaşar ve cüceler tarafından kurtarılır. Üçüncü seferde cadı ona yarısı yeşil, yarısı kırmızı bir elma sunar. Elmanın yeşil tarafı tıpkı olgunlaşmadan önce yeşil olan meyveler gibi çocukluğu temsil eder. Ama o kırmızıyı yani yasak tutkuyu, olgunlaşmayı, cinselliği, bekâreti ve regl kanını temsil eden kırmızı tarafı tercih eder. Bu üçüncü dişilik seçimi de onun cam bir tabutta ormana bırakılmasıyla son bulur. Ki prens ormana bırakılan cam tabutu garip bulmayarak, bir ölüyü “güzelliğine dayanamayarak” öpmeyi seçecektir. Fransızlar orgazma “le petite mort” derler. Bu da masalın yüzyıllar önceki orijinal metninde neden öpüşmenin değil de tecavüzün olduğunu açıklar. Bir sarsıntı olmadan, hareketsiz bir ölüye verilen masum, küçücük bir öpücük başka nasıl boğaza takılı kalan bir elma parçasını fırlatıp atabilirdi ki? Orman da simgesel olarak anlamlıdır ve ilkel kabilelerdeki ormana terk edilen çocuğun hayatta kalarak bir yetişkin olduğunu ispat etmesi, bu inanışa göre bir çocuk olarak ölüp bir yetişkin olarak yeniden doğması fikriyle uyum içindedir. Bu nedenle diğer masallarda da ormanda tek başına kalma ritüelinin tekrarını görürüz: Yüz Yıl Uyuyan Prenses, Güzel ve Çirkin, kahramanlık masalları vb.

Cinselliğin bilinçaltı simgesi olan camın tabut formunda karşımıza çıkması, bekâretin muhafaza edilmesini, tıpkı Külkedisi’nin cam ayakkabılarında olduğu gibi güzelliğin teşhirini, yedi cücelerin bakire bir kızın ölümüne yaktıkları ağıdı, şehevi isteklerinin gizliliğinden ve iğdiş edilmelerinden duydukları ıstırabı anlatır. Cam tabut, görselliğin vazgeçilmezliğinin; görmenin ama dokunamamanın ifadesidir. Duruma gelecekteki çift açısından baktığımızda, cam tabut bakireliğe dair bir gönderme olarak rahatlatıcılığının yanı sıra, kızın daha önceki hayatının bitimi, yeni bir hayatın başlaması anlamını da taşır. Peki biz neden bir ölünün öpülmesinden dehşet duymadık? Çünkü gerçekte bu bilinçaltı simgelerini okuyor ve aslında prensesin ölü olmadığını biliyoruz.

Pamuk Prenses iradesiz iyiliğin, bağımlılığın, sorgusuz sualsiz itaatin, kendi kaderine sahip çıkmadan yazgısını başkalarının eline teslim etmenin simgesidir, bu haliyle de geleneksel kültürle uyumludur. Masalda sorgulanması gereken pek çok şey vardır ki, hepsi de bugün yaşadığımız travmaları açıklar niteliktedir. Öte yandan bir de şunu düşünmek gerekir: Biz bu kadar sıkıntı yaşarken bağımsızlığın hayatta kalmanın önkoşulu haline geldiği bir çağda, bu iletilerle yetişen çocuklar neler yaşar?

Masal, hangi yaşta olursak olalım, kendine özgü edebiyat zevkinin vazgeçilmezliği kadar hayat bilgisi, felsefi altyapısı ve çocuk gelişimine katkıları açısından vazgeçilmezdir. Ama hangi masalları ya da onlarla ne tür bir ilişki biçimi seçmeli? Anne babalar gibi öğretmenlerin de masalların ideolojik altyapısını araştırmalarının ve masalın sınırsız olanaklarını veren özel örneklerini keşfetmelerinin elzem olduğuna inanıyorum.

Tüm çocukların ve elbet yetişkinlerin yaşamına, tutkusundan vazgeçmemiş bir akıl ve aklını yitirmemiş bir tutkuyla masallar yazılması dileğiyle…


Melek Özlem Sezer
Alıntıdır
 
Üst