Âmâ
Evrenin uzak diyarlarında, bir başka varlığın masalsı sayabileceği kadar büyüleyici, varlığın Kaynak ile ilişkisinin çok derin olduğu bir dünya varmış. Bu dünyadaki varlıklar evrenin sırlarına vakıf olup her şeyin sonsuz bir inançtan geçtiğini biliyorlarmış, böylece diledikleri her ne varsa elde ediyorlarmış. Bu masalsı diyarın melekleri andıran bir yüze sahip bir prensi varmış. Onu gören doyamaz, bir daha bakarmış; tüm peri kızları da bu prense hayranlık duyarmış. Prens kendi içinde tamamlandığını düşünüp, tamamlanmışlıklarının tamamlanacağı bir peri kızı arıyormuş; Kaynak’ın sevgisini artık daha derinden hissedebilmek istiyor, güçlü bir sabırsızlık alevi yüreğini yakıyormuş. Bir gece, tüm o sihirli dünya derin bir uykudayken prens kendisini Sarmaşıklar’da bulmuş. Sarmaşıklar adlı bölge, bu sihirli dünyada yaşayan varlıkların Kaynak’ın sesini daha iyi duyabildiklerini düşündükleri bir yermiş.
“Ey Kaynak, eriştim özüme ben kendi içimde; gönder bana perilerin güzelini ruhuma yaraşır biçimde,” diye dilemiş prens.
“Veriyorum sana perilerin en masumunu, madem eriştin; ancak bu güzelin gözleri âmâdır bilesin.”
Prensin karşısında güzeller güzeli, ışıktan bir peri kızı belirmiş; fakat onun yüreği rahat değilmiş, çünkü bu kız onu göremiyormuş, o da görmeyen birinin kendisini sevebileceğini hiç düşünmüyormuş ve bu yüzden ilk kez öfke duymuş.
“Yüce Kaynak,” demiş güzel prens, “görmüyor iken birbirimizi, nasıl buluştururuz özlerimizi? Nasıl görüp de sevebilir beni!”
“Yanılıyorsun,” diye yanıtlanmış, “bu peri görüyor, ancak sen görmeyenlerdensin.”
Prensin bir anda ışığı sönmüş, ne olduğunu anlayamadan. Işık ülkesinin prensiyken, şimdi karanlıklar ülkesinin mahkumu olmuş. Aradan binlerce yıl geçmiş. Prens binlerce yılı tek başına, karanlıklar ülkesinin yalnız ve gözleri âmâ prensi olarak geçirmiş. Artık etrafında ne bir ışık, ne de onu sevebilecek bir varlık varmış. Bu sihri çözebilecek tek bir şey varmış; o da prensin bu âmâ gözleriyle birini sevebilmesiymiş. Fakat bu karanlık yere adımını atmaya cesaret edebilen hiç kimse yokmuş. Bir gün, binlerce yıl önce sevmediği peri kızı, prensin kara bataklığına ziyarette bulunmuş. Peri kızı aradan geçen süre boyunca prense hiç ama hiç kırılmamış, çünkü bu sözlerin onun yüreğinden gelmemiş olduğunu biliyormuş. Şimdi ise sihri çözmenin vakti gelmiş, çünkü prens gerçek sevgiyi artık anlamış.
“Buradayım, karşında, göremese de gözlerin; görür, bilirim, o tatlı yüreğin.”
Prens beliren ışığın yüceliğini göremese de yüreğinin en derinliklerinde hissetmiş ve koşulsuz sevgiyi duyumsamış.
“Görmek mümkün değil ki şeklini,
Dört bir yanım seninle çevrili.
Varlığın doldurur gözlerimi aşkınla,
Kalbim aciz kalır,
Her yerdeki varlığınla.”
~
Bu kısa hikaye, yalnızca aşağıdaki resme baktığımda zihnimde canlanmış olan bir hikayedir.
*Son dört dize Rumi’nin dizeleridir.
Ekli dosyayı görüntüle 607