Schrödinger'in Mübarek Kedisi

Mefetseger

Moderator
Katılım
17 Ağu 2010
Mesajlar
856
Tepkime puanı
291
Konum
Ankara
İş
Uzman Biyolog
Erwin Schrödinger bir fizikçidir. Avusturyalı’dır. Avusturyalı’nın Atatürk’ü, İnönü’sü, barajı, köprüsü yoktur. Bu nedenle avrodan önce kullanılan 1.000 Avusturya Şilini’nde portresi olan ünlü bir fizikçidir Paralarına pullarına fizikçi ya da müzisyen portresi koyardı Avusturyalılar. Schrödinger de Avusturya’nın simgelerinden biridir. Çünkü kendi adıyla anılan pek ünlü bir denklemi bulan kimsedir. Kuantum Mekaniği’nin en önemli üstadlarındandır. Dünya uygarlığının bulduğu en önemli kuramlarından biri olan Kuantum Mekaniği, Erwin Schrödinger’siz bir hiçtir. Fakat kurduğu teoriye muhalefet ve itiraz etmiştir. Sırf bu nedenle durup dururken bir kedi sahibi olmuştur. Çok kişi bilmez ama bu kedi dünyanın en meşhur kedisidir. “Schrödinger’in kedisi” aslında bir düşünce deneyidir. Fizikçi, bu deneyi kuruluşuna büyük katkı verdiği Kuantum Mekaniği’nin mantıksızlığını, abuk sabukluğunu, akıl dışılığını ortaya koymak amacıyla düşünmüştür. Erwin Schrödinger, kendi adıyla anılan denklemleri tam bulmak üzereyken birinci emperyalist dünya savaşı patladı ve İtalya sınırında cepheye gönderildi.


Kuantum Mekaniği’ne tam gaz yol verecek bir adamdan savaşması istendi. Neyse ki başına bir kurşun isabet etmedi ve savaştan sonra çalışmalara daldı. Nihayet denklemlerini tamamlayıp yayınladı. Böylece 1935 yılında Nobel ödülü geldi. Ne var ki, Schrödinger genel olarak bu kuramdan, hatta Nobel almasına yol açan çalışmalarından çok rahatsızdı. Çünkü Kuantum Mekaniği acayip garipliklerle doluydu. Yıllarca Newton mekaniğinin huzurlu dünyasında yaşamış biliminsanları için aynı anda iki yerde bulunabilmek yeterince tuhaf bir durumdu.


1935 yılında Schrödinger, Kuantum bilimine yaptığı katkılardan pişman olma noktasına gelmişti. Düşünün ki, henüz Nazi faşizmi Avrupa’yı kasıp kavurmamıştı. Japonlar Uzakdoğu’da emperyalist savaşlara çoktan başlamışlardı ama Kuantum Mekaniği’nin katkıları sayesinde Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atom bombaları atılmamıştı. Bilim dünyası o ana dek bulunan en önemli fizik yasaları ile karşı karşıyaydı. Sonuçta bir ucundan yapılan çalışmalar ile dünya savaşını bile hem de çok trajik bir şekilde sona erdirecek, ama daha önemlisi yüzyılın ikinci yarısında artık mühendislerin uygulama dünyasına taşınacak olan buluşlar o tarihlerde ilk olarak felsefeyi, felsefecileri sarsmaktaydı. Arkeoloji felsefecileri bütün bu yeni fizik buluşlarını anlamıyorlar, anlamadıkları gibi itiraz da ediyorlardı. Klasik determinizim, nedensellik anlayışı sarsılmakla beraber biraz da haksız ve şımarık bir biçimde Pozitivizm şahlanıyordu. Bütün bu buluşlara kafası basmayanların imdadına her zaman olduğu gibi Bertrand Russell yetişiyordu. Schrödinger’in de ahbabı olan Hans Reichenbach ‘Bilimsel Felsefenin Doğuşu’nu ilan ediyordu.


Bununla beraber sırf eski ve genel bir kabule daynmasından ötürü Newton mekaniği ve klasik determinizmi basit ve sade sananlar, kısacası devrimci olmayan zihinler allak bullak oluyorlardı. Daha klasik antik Yunan zihniyetinden sıyrılamamış olanların hemen her sahada iktidar sahibi olduğu bir dünyada tarihin en ciddi düşünce ve felsefe devrimleri yaşanmaktaydı. KEDİ YA ÖLÜDÜR YA DA DİRİDİR Erwin Schrödinger bütün bu gariplikler ve zihinlerde yaşanan dramatik kargaşalar nedeniyle asla gerçekleştirmediği –ve bence iyi ki gerçekleştirmediği- bir düşünce deneyi tasarladı. Buna göre Schrödinger, dışarıdan tamamen izole edilmiş ve dışarıdaki gözlemciler tarafından herhangi bir şekilde gözlemlenmeyen bir karanlık kutunun içine bir adet tetik işlevi görecek radyasyon sayacı, bir adet içi siyanür dolu şişe ve bir adet çekiç koyar. Bu kutunun içini görmemiz mümkün değildir. Hatta bir kamera ile içini takip etmemiz de sözkonusu değildir.


Çünkü yapacağınız gözlem, sadece deneyin selametini etkilemeyecek, deneyden ortaya çıkacak olan fiziksel gerçeklikleri etkileyecektir. Çünkü birazdan ne tür bir karın ağrısı olduğu hakkında kısaca bilgi vereceğim bir diğer fizik ilkesi olan Belirsizlik İlkesi kutuyu gözlemenize engeldir. Karanlık kutunun içine bir adet çaresiz kedi ile yarılanma ömrü ya da bozunma süresi 1 saat olan topu topu bir adet radyoaktif parçacık da konulmuştur. Deney böylece başlar. Radyoaktif parçacık bir saat sonra bozunmaya başladığı andan itibaren radyoaktif sayaç ortaya salınan radyoaktiviteyi saptayacak, içerideki mekanizma gereği çekiç şişeyi kıracak ve şişeden siyanür açığa çıkacak, böylece kedi ölecektir. Fakat durum bu kadar basit değildir. Deney bu kadar zalimce de değildir. Kuantum Mekaniği’ndeki ‘üst üste gelme ilkesi’ nedeniyle 1 saat sonra parçacık hem bozunmuştur ve hem de bozunmamıştır. Sözkonusu hal bir olasılık mevzusu değildir.


Adı üstünde bir haldir. Yani bu durumda parçacığın bozunma ve dolayısıyla kedinin ölme olasılığı yüzde 50 diyemezsiniz. Bu izahat, Kuantum Mekaniği’ne göre anlamsızdır. Makroevren algılayışında size göre olasılık olarak görülen hadise Kuantum Mekaniği’nde ‘aynı anda bir arada olma’ halidir. Klasik deterministik veya mutlak nedenselci zihin işlevlerine alışmış veya alıştırılmış kimseler için bu meseleyi algılamak gerçekten pek kolay değildir. Bizim eşşek kadar büyük dünyamızda ölü ya da diri kavramı aynı anda yer almaz. Bir insan ya da bir kedi bizim algılarımıza göre ya ölüdür ya da diridir. Ama mikroevren aleminde işler böyle yürümez. Biliminsanlarının artık sayısız deneylerle sınayıp anladıkları üzere bu radyoaktif parçacıklar böyle tuhaftır. Bu parçacıklar aynı anda hem bozunmuş ve hem de bozunmamış olabilir ve bu nedenle bizim kedimiz hem ölmüş ve hem de ölmemiş olabilir. İşin bana göre en ilginç yanı ise eğer meraklanıp bu kediye ne oldu diyerek karanlık kutuyu açarsanız ‘ölçme’ işi yaparsınız. Böylece iki seçenekten biri ile karşılaşmanız sözkonusu olacaktır. Kedi ya ölüdür ya da diridir. Hatta kutuyu açmayıp herhangi bir şekilde siyanür şişesinin kırılma sesini işitirseniz yine bir ‘ölçme’ işi yaparsınız.


Yapılan her ölçme işi elde edilebilir sonuçları etkileyen bir eylemdir.




O KEDİ HERMANN DEĞİL DE SARMAN OLSAYDI…


Belirsizlik İlkesi’nde ifade edildiği üzere mikroevren fiziği cetvelle pergelle, ölçüp biçmeyle anlaşılmayacak kadar karmaşıktır. Çünkü bizzat ölçme eylemi, ölçülen olgunun deterministik kaderini, karmasını değiştirmektedir. Aslına bakarsanız ölçülen ölçüt, ölçülen olgunun o anda içerdiği mutlak bir gerçeklik değildir. Başka bir gerçekliktir. Aynı anda birden fazla yerde bulunan mübarek bir elektronu ölçmeye kalktığınızda sadece o elektronun bulunduğu konumlardan bir tanesi ile karşılaşırsınız. Diğer konumlardan haberiniz olmaz, ruhunuz duymaz. Bu duruma bilimde ‘çökme’ denir. Kısacası, bir mikroevren parçacığını ölçtüğünüzde onun çökmesine neden olursunuz. Kedinin durumu, Kuantum Mekaniği’ne göre bir dalga fonksiyonudur. Bu fonksiyonun matematiksel değeri 1 saat sonunda ölü kedi ile canlı kedinin toplamıdır.


Tekrar ediyorum. Sözkonusu durum olasılık toplamı değildir. Fiziksel gerçekliğin ta kendisidir. Lakin bu gerçekliği izafiyet ile açıklamak bana göre ziyadesiyle tedbirci bir anlayıştır. Dimyat’a prince giderken evdeki bulguru gereksiz yere yanında götürmekten farksızdır. Sırta lüzumsuz bir yüktür. Erwin Schrödinger, bu tuhaf düşünce deneyini Kuantum Mekaniği’nin mantıksızlığını anlatmak için tasarlamıştı. Elektronlar dünyasında geçerli olan yasaların kediler dünyasına uygulanması sonucunda ne kadar mantıksız bir durumun olduğunu göstermeye çalışıyordu. Ne var ki elektronlar dünyasında durum tamamen bu deneyde anlatıldığı gibiydi. Daha garibi, yıllar sonra bütün bu Kuantum Mekaniği saçmalıkları sayesinde televizyonlardan, bilgisayarlarardan, cep telefonlarından istifade edecektik. Kuantum Mekaniği ve Schrödinger’in kedisi olmasaydı hâlâ daktilo kullanıyor olacaktık ve muhtemelen hâlâ telgrafın tellerine sadece kuşlar konuyor olacaktı.


Fakat ben hep söylerim. Schrödinger’in kedisi Hermann değil de Sarman olsaydı Kuantum Mekaniği’nin saçma ve mantıksız olmadığını, sadece elektronlar dünyasında değil, sosyal konularda bile hüküm sürebildiğini görecekti. Böylece gelişimine katkıda bulunup sonradan pişman olarak katkısını esirgediği Kuantum Mekaniği için belki başka denklemler bulacaktı. Schrödinger’in kedisi Hermann değil de Sarman olsaydı, meşhur fizikçi sadece Taptuk Emre ve Yunus Emre’nin Anadolu’da kimbilir kaç tane türbeleri olduğunu görecek, aynı anda farklı yerlerde bulunup birkaç defa yaşamanın ve birkaç defa ölmenin bu topraklarda sıradan bir iş olduğunu anlayacaktı. Fiziğin ve felsefenin altın anahtarı: Belirsizlik ilkesi Heisenberg, ‘Belirsizlik İlkesi’ ile herkesin kafasını bulandırdı. Buna göre bir parçacığın aynı anda konumunu ve hızını belirlemenize olanak yoktu. Konumunu belirlediğinizde hızı ya da hızın kütle ile çarpımı olan momentumu bir bilinmeyendi. Hızını ölçtüğünüzde o parçacığın konumu ‘her yer’ oluyordu. İkisini birden aynı anda bilmenize olanak yoktu. Ölçüm cihazları ve yöntemleri bu belirsizliğe neden oluyordu ve görünüşe göre konu, ölçüm cihazlarının teknolojisi ile ilgili değildi, bizzat ölçüm eyleminin kendisi bu belirsizliğe neden oluyordu. Yetmemiş, ‘üst üste gelme’ denilen bir mevzu bulunmuştu. Buna göre bir sistem aynı anda birkaç farklı durumda bulunabiliyordu. Klasik anlayışa göre bir elektron belli bir anda belli bir yerde olmalıyken Kuantum Mekaniği bunun yanlış olduğunu, bir elektronun aynı anda birkaç başka yerde bulunabileceğini söylüyordu. Aslında bu durum, bulunan bu fiziksel gerçeklik sadece mikroevren için geçerli değildi. Makroevren için de aynı fizik yasaları geçerliydi. Zaten fiziğin ‘eşdeğerlik ilkesi’ gereği herhangi bir yasa evrenin her yerinde, her zaman ve her sistemde geçerli olmalıydı. Ancak bizim dünyamızda aynı anda birkaç yerde bulunmak öyle her babayiğidin harcı değildi. Bizim makro sandığımız dünyamız ölçümlere mahkûm bir dünyaydı.





Gürhan Haydar Kılıçarslan
 

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
Bir ilizyonun içersinde yaşıyoruz, gerçek olan hiçliğin ölçülmesi mümkün mü ? Derin ve düşündürücü bir paylaşım için teşekkürler :)
 
Üst