Hz. Mehdi (as) İnanmak

SaHiBuZaMaN

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
132
Tepkime puanı
14
Konum
ᶤˢᵗᵃᶰᵇᵘˡ
Hz. İmam Mehdi (a.s)’ın ahır zamanda zuhur edip zulüm ve haksızlıkla dolmuş olan yeryüzünden her türlü zulüm ve haksızlığı kökünden kazıyarak onu baştan başa adalet ve eşitlikle dolduracağı inancı, asr-i saadetten itibaren Müslümanlar arasında yaygın olan köklü bir İslamî akide olup, ilgili bilgi ve belgeler İslamî kaynakların genelinde yer almıştır. Ancak hemen-hemen İslâmî kaynakların tamamında yer alan İmam Mehdi (a.s) hakkındaki bilgi ve belgelere geçmeden önce, Hz. Resulullah (s.a.a)'ın: “Kim boynunda biat olmadan (başka bir hadiste ise) -Kim zamanının imamını tanımadan- ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüştür.”[1] hadis-i şerifine dikkat çekmek istiyorum.

Naklettiğimiz bu hadisler, her zamanda herkes için büyük bir sorumluluk getirmektedir. Bu hadisler herkesi kendi zamanının imamını tanımak ve ona biat etmekle yükümlü kılmıştır.

Nitekim Allah Tealâ’nın; “O gün ki, her grup insanı imamlarıyla (önderleriyle) çağırırız; o gün kitabı sağından verilenler kitaplarını okurlar; onlara kıl kadar haksızlık edilmez. Bu dünyada (kalbi) kör olan ise, ahirette daha kör ve daha şaşkındır.” [2] ayetleri de, istisnasız her zaman ve mekânda insanların itaat etmesi farz olan bir imamın var olduğunu, dünya yaşamlarında o imamı tanıyıp itaat edenlerin ahirette amel defterleri sağ ellerinden verilecek olan ilahi mükafatı hak eden Ashab-ı Yemin olduklarını, dünya yaşamlarında o imamı tanımak hususunda şaşkınlığa düşüp kör kalanların ise, ahirette daha kör ve daha şaşkın olacaklarını açıkça ortaya koymaktadır.

Ne ilginçtir ki, Ehl-i Sünnet’in önde gelen müfessirlerinden Kurtubî, kendi tefsirinde bu ayeti tefsir ederken, Mucahid ve Katade’nin, ayette geçen “imamlar”dan maksadın, insanın kendine önder kabul ettiği liderler olduğunu, hak ehlinin kıyamet günü peygamberlerinin önderliğinde ayağa kalkarak amel defterlerini sağ ellerinden alacaklarını ve batıl ehlinin de dalâlet liderlerinin önderliğinde ayağa kalkarak amel defterlerini sol ellerinden alacaklarına dair görüşlerini naklettikten sonra Hz. Ali (a.s)’ın da; “Ayette geçen ‘imamlar’dan maksat, her asrın imamıdır.” buyurduğunu kaydetmiş, sonra da Hz. Ali’nin Allah Resulü’nden naklettiği şu hadise yer vermiştir: Allah Resulü buyurmuştur ki:

“Kıyamet günü herkes kendi zamanının imamı, Rabbinin kitabı ve peygamberinin sünneti ile çağrılacak ve denilecek ki: ‘İbrahim’in takipçilerini getirin, Musa’nin takipçilerini getirin, İsa’nın takipçilerini getirin ve Muhammed’in takipçilerini getirin.’ Böylece hak ehli ayağa kalkacak ve amel defterlerini sağ ellerinden alacaklar. Sonra; ‘Şeytanın takipçilerini ve sapık önderlerin takipçilerini getirin.’ denilecektir. Evet imam, ya hidayet imamı olur, ya da sapıklık imamı.” [3]

Bu gerçeği ortaya koyan diğer bir ayet de Allah Tealâ’nın; “Yarattıklarımız içerisinde bir topluluk vardır ki, hak ile hidayet eder ve onunla hükmederler.” [4] ayetidir.
Kaynaklar:
[1] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 377, Bihar-ül-Envar c.23, s.77. hadis no: 4, 5, 66, 78. Kenz’ul-Ummal, c.1, s. 103, hadis no: 463-464, Müsned-i Ahmed, hadis no: 16271, 5631, Sahih-i Müslim, hadis no: 3441, Müsned-i Teyalisi, s. 259, Nefehat-ül Lahut, s. 13, Yenabi’ül-Meveddet, s. 117, Mucem’ül-Kebir, c. 10, s. 350, Müstedrek’üs-Sahihayn, c. 1, s. 77, Hilyet’ül-Evliya, c. 3, s. 224, el-Küna ve’l Esma, c. 2, s. 3, Sünen-i Beyhaki, c. 8, s. 156, Cami’ül-Usul, c. 4, s. 70, Şerh-i Sahih-i Müslim, Nevevi’nin, c. 12, s. 440, Mecme’üz-Zevaid, Heysemi’nin, c. 5, s. 218, 219, 223, 225, 312, Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 1, s. 517.
[2] - İsra/71,72.
[3] - Bkz. Tefsir-i Kurtubi, mezkur ayetin tefsiri.
[4] - A’raf/181.

Bu ayet-i kerime, her zaman için insanlar içerisinde hak üzere olup hakka hidayet eden ve hak ile hükmeden masum önderlerin var olduğunu ve var olmaya devam edeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim Ehl-i Sünnet’in önde gelen müfessirlerinden Fahr-i Razî de bu ayetin tefsirinde Cübaî’den naklen der ki: “Bu ayet, yeryüzünün hiçbir zaman hak üzere olup hak ile amel eden ve hak ile hükmeden kimselerden boş olmayacağını ve onların hiçbir zaman batıl üzere birleşmeyeceklerini göstermektedir.”[1]

Fahr-i Razî, Allah Tealâ’nın; “O gün her ümmetten bir kişiyi onlara şahit tutarız; seni de bunlara şahit getiririz.”[2] ayetinin tefsirinde de der ki: “Yeryüzünde var olan her topluluk içerisinde ve her asırda onlara şahitlik yapacak biri olmalıdır. Allah Resulü’nün asrındaki şahide gelince o, Allah Tealâ’nın; “Böylece sizi insanlara şahit olmanız için orta bir ümmet kıldık, Peygamber de size şahittir.”[3] ayetinin mucibince Resul’ün kendisidir. Allah Resulü’nün zamanından sonra da her zaman için bir şahidin var olması gerektiği ispatlanmıştır. Bu, hiçbir asrın insanlara tanıklık edecek bir şahitten hali olmadığı sonucunu doğurur. Bu şahit de caiz’ül-hata olmamalıdır. Aksi takdirde onun kendisi de başka bir şahide muhtaç olur ve bu sonsuza kadar teselsül edip gider. Teselsül ise batıldır. O hâlde, her asırda sözleriyle hücceti tamamlayan bir topluluğun var olduğu sabit olmuştur.” [4]

Sonuç olarak naklettiğimiz bu ayet ve hadisler, her zaman ve asırda insanların tanıyıp itaat etmesi gereken masum önderlerin var olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Allah Resulü de; “Zamanının imamını tanımadan veya boynunda biat olmadan ölen, cahiliye ölümü ile ölür.” buyururken mutlaka böyle bir imamı kastetmiştir. Yoksa Allah Resulü’nün, insanlara zamanın imamı olarak diktatör sultanları ve zalim yöneticileri tanıyıp onlara biat etmelerini söylemesi ve onları tanımayıp onlara biat etmeyenlerin cahiliye ölümü ile öleceklerini buyurması düşünülemez; böyle bir şeyi düşünmek küfür ve inançsızlık olur.

Kısacası; zalim yöneticileri tanımamak ve onlara biat etmemek, ne cahiliye ölümüyle ölme sonucunu doğurabilir, ne de ahirette kör ve şaşkın olarak haşr olmayı. Aksine, onlara gönül vermek ve onlara biat ederek yaptıkları mezalime katkıda bulunmak, böyle bir sonuç doğurabilir. O hâlde, tanınması ve biat edilmesi farz olan imam, Allah Resulü’nün; “Benden sonra hepsi Kureyş'ten olan on iki halife gelecektir.”[5], “Kureyş'ten on iki halife oldukça bu din, düşmanlarına karşı hep muzaffer olacak ve hiçbir muhalif ve münafık ona zarar veremeyecektir.”[6], “Benden sonra halifelerin sayısı, İsrail oğullarının reisleri gibi, on ikidir.”[7], “Benden sonra imamların sayısı, İsrail oğullarının reisleri ve İsa’nın havarîleri gibi, on ikidir.”[8],“Benden sonra Ehl-i Beyt’imden on iki imam gelecektir.”[9],“Ben peygamberlerin efendisiyim, Ali bin Ebu Talip de vasilerin efendisidir; benim vasilerim on iki kişidir. Onların ilki Ali, sonuncusu da Kaim’dir.”[10] gibi tabirlerle ümmete muştuladığı kimseler, Ehl-i Beyt’inden olan On İki İmamlardan gayrisi olamaz.

Ama ne var ki, Allah Resulü’nün ümmetine hidayet meşalesi ve kurtuluş gemisi olarak tanıttığı Ehl-i Beyt İmamları'ndan on biri, kendi dönemlerinde Hz. Resulullah’tan sonra fırtınalara kapılan İslâm ümmeti gemisine kaptanlık yapmış ve hidayet arayanları selâmetle kurtuluş sahiline hidayet etmişlerse de, sonunda onların on biri de zalimler tarafından katledilerek veya zehirlenerek şehit edilmişlerdir. Sadece Ehl-i Beyt İmamları’nın sonuncusu olan on ikinci imam Hz. Mehdi (a.s), bir takım bizce bilinen ve bilinmeyen neden ve hikmetlerden dolayı şimdilik gözlerden ırak olsa da, Allah Tealâ’nın özel korumasıyla hayatta bulunmakta ve Hz. Resul ve Ehl-i Beyt İmamları'nın belirttiği üzere, yeryüzünü dinsizlik, zulüm ve haksızlık sardıktan sonra, Allah Tealâ'nın izniyle bir gün zuhur edip haksızlık ve zulümle dolan bu dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracak ve Allah’ın kesin vaadi olan ilâhî dinin bütün cihana egemenliğini sağlayacaktır.

Kaynaklar:
[1] - Tefsir’ül-Kebir, c. 15, s. 72.
[2] - Nahl/89.
[3] - Bakara/143.
[4] - Tefsir-i Kebir, c. 20, s. 98, 99.
[5] - Sahih-i Buhari, hadis no: 6682 “Tarih’ul-Kebir” c.1, s.466. Sünen-i Tirmizi, hadis no: 2149, Müsned-i Ahmed, c.5, s.92, hadis no: 19920, 19944, 19946, 19956, 19978, 19991, 20036, 20105, 20142. Ebu Nuaym; “Hilyet’ul-Evliya, c.4, s.323; Tabarani; “Mucem’ul-Kebir”, s.94. Menavi; “Kenz’ul-Hakayık” s. 208, Müsned-i Ahmed'in haşiyesinde basılan Münteheb-ü Kenz’ül-Ummal c. 5 s. 312, Tarih-i Bağdat, c. 14 s. 353, hadis no: 7673, ve c. 6, s. 263, hadis no: 3269, Yenabi-ül-Meveddet, İstanbul baskısı, s. 445. Bkz. Münteheb’ül-Eser, s. 13,
[6] - Sahih-i Müslim, hadis no: 3393, 3394, 3395, 3396, 3397, 3398, Sünen-i Ebu Davut, hadis no: 3731, 3732, Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c.5, s.87-88, hadis no: 19875, 19884, 19887, 19892, 19901, 19914, 19922, 19925, 19943, 19963, 19964, 19991, 20000, 20001, 20017, 20018, 20019, 20021, 20022, 20032, 20034, 20046, 20061, 20112, 20125, 20131. Müstedrek’üs-Sahihayn Haydarabat baskısı, c. 3 s. 617, 618, Teysir’ül-Vusül İla Cami’ül-Usül, c. 2 s. 34, Tarih’ül-Hülafa, s. 7. Bkz. Müntehb’ül-Eser s. 12, 13.
[7] - el-Cami’üs-Sağir, c. 1, s. 91, Müsned-i Ahmed, hadis no: 3665, 3593.
[8] - Keşf’ül-Estar, s. 74.
[9] - Abakat’ül-Envar, c. 2, s. 249.
[10] - Yenabi’ül-Meveddet, s. 258, 445, Keşf’ül-Estar, s. 74.

Evet, yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadisler, bu zamanda onu tanımayı ve ona biat etmeyi herkese farz kılmaktadır. Onu tanıyan ve ona biat eden basiret ehli; onu tanımayan ve ona biat etmeyen ise, bu dünyada kör olduğu gibi, ahirette de daha kör ve daha şaşkın olacaktır.

Bu konu, öyle hafife alınabilecek bir konu değildir. Özellikle de Hz. Resulullah (s.a.a)’ın sadece yukarıda işaret ettiğimiz hadiselere iktifa etmediğini ve bizatihi Hz. Mehdi (a.s)’ın kıyamını zikrederek onu inkâr edenlerin İslâm’ından şüphe edilmesi gerektiğini buyurduğunu görmekteyiz.

Cabir bin Abdullah’tan; dedi ki: Allah Resulü şöyle buyurdu:

1- “Mehdi’nin çıkışını inkâr eden, Muhammed’e indirileni inkâr etmiştir.”

2- “.Mehdi’yi inkâr eden, şüphesiz kâfir olur.”[1]

Evet, Mehdi’yi inkâr etmek insanı küfre bile düşürebilir. Çünkü Mehdi’yi inkâr eden kimse, eğer bilinçli olarak inkâr ediyorsa, Allah Resulü’nün ahir zamana ait sözlerini inkâr etmektedir, Kur’an-ı Kerim’in ahir zamanda salih insanların önderliğinde mutlak hâkimiyetin Allah’ın dinine ait olacağı vaadini inkâr etmektedir. İşte bunun içindir ki, Ehl-i Sünnet’in önde gelen alimlerinden olan Alaüddin Muttakî Hindî, bu hadisi naklettikten sonra, Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhurunu inkâr etmenin küfre sebep olmasının tevcihinde Ehl-i Sünnet’in büyük fakihlerinden Ahmed bin Hacer Heytemî’nin sözlerine de değinmiş ve özetle onun şöyle dediğini kaydetmiştir: “İnkâr eden şahıs, Mehdi’ye inanmanın Nebevî sünnette yer aldığını biliyorsa, bu gerçek anlamda küfür olur; çünkü bu, onun kesin olan sünnetten saptığının ve yalan saydığının belirtisidir.”[2]

İslâm Peygamberi ve Ehl-i Beyt İmamları defalarca çeşitli münasebetlerle Hz. Mehdi (a.s)’ın gaybeti, zuhuru, kıyamı ve diğer özelliklerinden bahsetmişlerdir. Hz. Mehdi (a.s) hakkındaki bu hadisler hem Ehl-i Beyt, hem Ehl-i Sünnet’in en muteber hadis, tefsir ve siyer kitaplarında yer almış ve her iki fırkanın birçok büyük alimi bu hususu konu edinen müstakil kitaplar yazmışlardır. Ehl-i Sünnet’in önde gelen alimlerinden olan Ali Muhammed Ali Dahil’in yazdığı el-İmam’ul-Mehdi kitabı bu mevzuu ele alan onlarca cilt kitaptan sadece birisidir. Yalnızca bu eserde Hz. Mehdi (a.s) ile ilgili hadisleri nakleden sahabe ve tabiînden ellişer kişinin ismi kaydedilmiştir.[3]

Kaynaklar:
[1] - Bkz. “Fevaid’ul-Ahbar” (Ö:279), İkd’ud-Durer, fi Ahbar’il-Muntazar”, s. 157 (Ö:685). Feraid’us- Simtayn, c.2, s.337, No: 585 (Ö:730), Lisan’ul-Mizan, c.4, s.147 (Ö:852). el- Fetave’l-Hadise, s.37, ve Kavl’ül-Muhtasar Fi Alamet’il-Mehdiyy’il-Muntazar, s. 21 (İbn-i Hacer-i Mekki), Arf’ül-Verdi Fi Ahbar’il-Mehdi, el-Havi Li’l-Fetavi kitabına ek, c. 2, s. 161, Yenabi’ül-Meveddet, s. 447, el-Burhan fi Alamati Mehdiyy-i Ahir-iz-Zaman, 12.bab.
[2] - el-Burhan fi Alamet’il-Mehdiyyi Ahirezzaman, Tas. Prof. Ğaffari, s. 170 ve Tas. Al-i (il) Yasin, c. 2s. 844.
[3] - “el-İmam’ul-Mehdi” Ali Muhammed Ali Dahil’in eseri, s.40-47 “Nevid-i Emn ve Eman” kitabı, s.91’de ise sahabeden 33 kişinin adı zikredilmiştir.
 

gallant

Kayıtlı Üye
Katılım
20 May 2011
Mesajlar
28
Tepkime puanı
3
Ben Kuran mealini baştan sona 4 kez okudum. Mehdi konusunda Kuranı Kerimde doğrudan onu anlatan bir şey yok.
Cabir bin Abdullah’tan; dedi ki: Allah Resulü şöyle buyurdu:
1- “Mehdi’nin çıkışını inkâr eden, Muhammed’e indirileni inkâr etmiştir.”
2- “.Mehdi’yi inkâr eden, şüphesiz kâfir olur.”[1]alıntı
Eğer doğru olsaydı ve bu konu Rabbimiz tarafından peygamberimize iletilen bir bilgi olsaydı zaten hadis değil ayet olurdu. Allah'ın kafir demediğine hiç kimse kafir diyemez. Peygamberimizin böyle bir şey söylediğine inanmıyorum. Sakın şunu unutmayın Allah Kuranı Kerim'de sadece ayetlerini koruyacağına dair insanlara söz vermiştir, hadis kitaplarını değil. Şunuda unutmamalısınız ki İslamiyeti doğru bir şekilde anlatanlar olduğu gibi müslümanları kandırmak isteyenler vardır. İşte bu yüzden okuduklarımızı duyduklarımızı biraz daha düşünelim.
 

SaHiBuZaMaN

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
132
Tepkime puanı
14
Konum
ᶤˢᵗᵃᶰᵇᵘˡ
Kur’an açısından imamet ve velayet, nübuvvet ve risaletin devamı konumundadır. İlahi mesajı insanlığa getiren peygamberlerin hepsi birbirinin peşi sıra gelmişlerdir. Yani bir peygamber bir mesaj getirmiş ve ondan sonra gelen peygamber onun mesajını devam ettirerek bir sonraki aşamasını beyan etmiştir. Bir peygamberin nebiliği, nübüvveti biter diğer bir peygamberin nübuvveti başlar. Hz. Adem (a.s) ile başlayan bu süreç Rasulullah (s.a.a.) in nübuvveti ve risaletine kadar devam ede gelmiştir.

Resulullah’ın (s.a.a) risaleti, Hz. İsa’dan (a.s) sonra başlamış kıyamete kadar devam edecektir. Bu noktaya özellikle dikkat edilmesi gerkir. Çünkü konuyu anlamadaki temel taşlardan biri budur. Yani 124 bin peygamberin nübuvvetleri bitmiş ve en son peygamber olarak gelen Resul-u Ekrem (s.a.a.) Allah Teala’nın indirdiği ilahi hükümleri insanlara bildiriyor, kendisine Kur’an-ı Kerim veriliyor ve böylece ilahi hükümler menzumesi tamamlanmış oluyordu.

Rasulullah’ın (s.a.a.) risaleti neden kıyamete kadar devam ediyor?
Rasulullah’ın (s.a.a) üç önemli makamı vardır; Nübüvvet, Risalet ve İmamet.


Birinci makamı:
“Nübüvvet”, peyagamberin, Allah’tan vasıtasız olarak veya Cebrail aracılığıyla ilahi vahyi almasına denir.


İkinci makam:
“Risalet”; Allah tealadan almış olduğu vahyi koruyup bütün insanlara tebliğ etmek, ulaştırmak ve öğretmek görevi.


Üçüncü makam:
“ İmamet”; yani almış olduğu vahyi tebliğ etmek, insanlara öğretmek ve tüm dünyaya yaymakla birlikte tatbik etmek ve bu hükümleri tüm dünyaya hakim kılmak için Allah Teala tarafından görevlendirilmesidir.
Nübüvvet makamında “Nebi”, Risalet makamında “Resul” ve İmamet makamında ise “İmam’dir”.

Rasulullah’ın ( s.a.a) nübuvvetinin bittiğini Allah-u Teala şöyle beyan ediyor:
” Muhammed , sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Ancak o Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur”.
Ahzab / 40

O peygamberlerin sonuncusudur, ondan sonra vahiy gelmeyecek, mesaj gelmeyecek, din gelmeyecek, peygamber gelmeyecektir artık. Ama Resullullah’ın (s.a.a.) ilahi görevlerinden imamet ve velayetinin devamı söz konusudur. Çünkü kıyamete kadar vahyi koruma, kıyamete kadar tefsir, tebliğ ve uygulama görevlerinın devam etmesi gerekiyor. İmametin hedefi olan ve aslında bütün ulûlazm peygamberlerin de hedefi olan ilahi hükümleri yeryüzüne tamamen hakim kılma görevi bitmemiştir. Çünkü ilahi hükümler henüz tahakkuk etmemiştir, uygulamada tamamen yeryüzüne hakim kılınmamıştır. Bunun sebebi elbette peygamberlerden özellikle Resulullah’tan (s.a.a) kaynaklanmıyor. Bu ilahi hedefin gerçekleşmemesinin sebebi, henüz beşeri toplumun olgunluğa ulaşamamış, toplumun ilahi adaletin hakım kılınması konusunda bunu kabullenme olgunluğuna erişememiş olmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için insan aklının tekamule ulaşması, toplumsal olgunluğun gerçekleşmesi ve evrensel din medeniyetinin gerçekleşmesi gerekiyor. Ancak bu aşamada dinin gerçek çehresi ortaya çıkacak ve peyamberlerin hedefi tahakkuk bulacaktır. Peygamber gelmeyecek, ilahi vahyin tamamını içinde barındıran Ku’ran nazil olmuş, din kemale ulaşmıştır artık. Bundan sonra vahiy ve hüküm de gelmeyecek, din de.
“.... Bugün küfre sapanlar sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın benden korkun. Bugün size dininizi kemale erdirdim.....“
Maide / 3


Ayet-i celilede din, “hakim kıldım” demiyor, “kemale erdirdim” buyuruyor. Öyleyse din hakim kılınmamış ve hakim kılınması gerekir. Yani Rasulullah’ın ( s.a.a) imamet ve velayetinin devamı şarttır. Resulullah’ın ( s.a.a) rihletinden sonra velayet ve imametin devam etmesi gerekir. Bunun gerekçesi oldukça açıktır : Dinin hakim olması gerekir. Aksi takdirde 124 bin peygamberin getirdiği ilahi vahiy ve ilahi hedef eksik kalacak ve tamamlanmamış olacaktır.

Velayet ve imametin hakikat ve işlevliği anlaşılırsa, devamının gerekliliği ve İslam’ın evrenselliği de daha kolay anlaşılacaktır.

Rasulullah ın (s.a.a) İmameti ve velayetinin pratikte işlevliği O hazretin Allah’ın rahmetine kavuşması ile son bulmuş ama toplumda velayet ve imametin devamlılığının gerekliği son bulmamıştır. Bundan dolayıdır ki, Allah-u Teala buyurmaktadır:
“ Sizin veliniz Allah, O’nun resulü ve namaz kılıp ruku halinde zekat veren müminlerdir.”
Maide / 55

Ayette üç tür velayetten bahs ediliyor; Allah’ın velayeti, Resulullah’ın velayeti ve iman edip namaz kılan ve rukuda sadaka veren kişinin velayeti. Aynı şekilde:
” Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin...”
Nisa / 59
.

Ayette üç tür itaatten bahs ediyor; Allah’a itaat, Resulüne itaat ve Ulul Emr’e itaat. Bunlara itaat etmeyi herhangi bir şart ve kayda bağlı kılmıyor, mutlak itaatı öngörüyor, itaat kayıtsız şartsız farzdır. Allah’ın velayeti mutlak velayettir ama rasulünün ve ulul emrin velayeti Allah’ın emri ve izniyledir. Bu velayet, onların insanların üzerindeki velayetidir. Allah Tealanın izni olmadan itaat zaten farz olmaz. Ayet-i kerime bunu da beyan etmiştir: “ Biz her peygamberi ancak Allah’ın izniyle itaat olunması için gönderdik...” Nisa / 64. Peygamberlere itaat Allah’ın izniyle farzdır. Yani Allah emrettiyse onlara itaat farzdır, eğer Allah onlara itaatı farz kılmamış olsaydı hiç birisine kayıtsız şartsız itaat farz olmayacağı gibi caiz de olmazdı.

Allah-u Teala kendi velayetinden sonra Resul’ün ve Ulul Emr’in velayetini teşri etmiş ve insanlara da itaati emr etmiştir. İmamet ve velayetin hakikatı Kur’an’da, nebevi sünnette, aklî ve naklî delillerle ispat edilmiştir.

Resulullah’tan (s.a.a) sonra velayet makamına kimin geçeceği konusundan ziyade bu makamın kendisi konusunda sorun yaşanmıştır. Sakife’de bir şahsın velayeti değil, ilahi hüküm devre dışı bırakılmış oldu. Yani “Resulullah’tan sonra imamet ve velayet makamı tayin edilmiş ama bu makamda oturacak şahısta ihtilafimiz var” görüşü dile getirilmiyor, “Allah’ın tayin etmiş olduğu bir velayet ve imamet makamı yoktur” mantığı ile haraket edilmiştir. Allah’ın, imamet ve velayeti Kur’an’da beyan ettiği inkar edildi. Dikkat edilirse mesele sadece Hz. Ali’nin (a.s) hakkının gasbedilmesi değildir. Velayete, imamete gerek yok diyerek, Allah-u Tealanın emri devre dışı bırakılmış oldu. Bunlar Allah’ın emrine karşı geldiler. Yani makam engellendi, dolayısıyla bu makama tayin edilen şahıs da devre dışı bırakılmış oldu. Hz. Ali (a.s) ve bazı sahabenın Sakife’de yapılanlara itirazları; “neden Ali halife olmuyor”,değildi sadece, “neden imamet ve velayet devre dışı bırakılıyor” düşüncesiydi, “neden ilahi iradenin tayin ettiği sistem devre dışı bırakılıyor” idi.

Diğer masum imamlar da aynı mantıkla engellendiler; dediler ki, Allah Teala bu konuda bir şey söylememiştir. Allah-u Tealaya iftira attılar, onun emrini reddettiler, inkar edilen ilahi emirdi. Eğer Kur’an bu konuyu beyan etmemiş ise o zaman velayeti ve itaatı belirten ayetler nasıl yorumlanacak ve tefsir edilecektir?

Şu konunun açıklığa kavuşması gerekir: Yeryüzünde insanları yönetmek kimin yetkisindedir? İnsanlara önderlik ve liderlik etme makamını kim belirler? İnsanlar üzerinde “velayet hakkı olan makamı” kim tayın eder? Temel sorun budur işte. Sakife’de, bu makamı belirlemek insanların elindedir, dediler. Yani demokrasi ,halk seçer dediler, bu konuda ayet yok dediler. Ama Allah-u Tealanın emri ise tam aksineydi. İstişare ayetini getirip, Allah’ın velayeti içinde yer alan “veli”, “imam” tayin etme hakkının, kendilerine ait olduğunu iddia ettiler. Halbuki istişare ayeti, insanların kendi işlerinde istişare etmeleri gerektiğini beyan ediyor, Allah’ın velayet sınırları içinde olan işler hakkında değil.
İnsanları idare ve yönetme sistemi olan imamet ve velayet – hilafet de bunun içinde yer alır,- Allah’ın belirlemesi gereken bir makamdır ve Kur’an’da “ilahi ahid” olarak belirtilmiştir.

“ Hani Rabbi İbrahim’i bir takim kelimelerle denemiş, o da onları tamamlamıştı da Allah, “Seni insanlara imam kılacağim” demişti. O “ soyumdan da” dedi. Allah, Ahdim zalimlere erişmez” demişti.
Bakara / 124

Allah Teala, Hz.İbrahim’i (a.s) nübuvvet makamına seçtikten sonra O’nu risalet makamına getiriyor, ama imamet makamına tayin etmeden önce Hz. İbrahim’i (a.s) bir çok imtihanlara tabi tutuyor ve Hz. İbrahim (a.s) bu imtihanları başardıktan sonra Allah, O’na: “ Ben, seni insanlara imam tayin ettim” buyuruyor. Hz. İbrahim (a.s) “ilahi benim soyumdan da karar kıl” deyince, Allah-u Teala, imam tayin etmek benim yetkimdedir senin isteğinle olmaz, buyurmuştur.
Ayette dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır:
- İmamet ( imam, önder, halife tayin etmek) Allah’ın yetkisindedir.
- İmamet Allah’ın ahdidir.
- İmamet makamı zalim olanlara ulaşmaz, Hz. İbrahim’in soyundan olsa da.
- Hz.İbrahim’in (a.s) soyundan hem zalim, hem de adil olanlar gelecektir ama sadece zalim olmayanlara imamlık makamı verilecektir.
- İmamı seçmek insanların yetkisinde değildir.
- Hz. İbrahim’in isteğinden de anlaşılıyor ki, bu yetki Allah’ın elindedir, aksi takdirde Hz. İbrahim böyle bir istekte bulunduğunda isteği reddedilmezdi.
- “Ahdim zalimlere ulaşmaz” buyuruyor, “zalimler ahdime ulaşmaz” demiyor. Yani zalimler bu makamı ele geçirirlerse, onların oturduğu makam artık benim ahdim olmaktan çıkar ve benim halifem, imamım ve temsilcim olamazlar.
- Allah, ahdini kime vermişse ancak o hak halife, insanlara önder ve imam olur.
Sadece bu ayet-i kerime net bir şekilde beyan ediyor ki, İmamet, hilafet ve velayet Allah’ın yetkisinde olan bir emirdir. Sakife’de yürütülen “insanları yönetecek sistemi belirlemek insanların elindedir” mantığı, nassın karşısında görüş belirtmektir. Velayet ve imamet Allah’ın ahdidir ve bu makama kimi isterse onu seçer.

Öyleyse Resulullah’ın (a.s) risaletini koruyacak, beyan edecek, tefsir edecek, tebliğ edecek olan “İmamet ve velayet” makamıdır. İmamet, Resulullah’ın (a.s) risaletinin kıyamete kadar devam etmesini sağlayacak ilahi sigorta, ilahi güvence, ilahi sığınak ve ilahi makam konumundadır.

İmamet ve Velayet makamına kimin seçilmesi gerektiğini, bu makama kimin layık olduğunu da Allah-u Teala vahiy aracılığıyla beyan buyurmuştur. Gadir Hum olayı bu makamın insanlara açıklanması, beyan edilmesi ve tescili için vuku bulmuştur. Bu makamın ilk halkasını, Allah, vahiy yoluyla Hz.Ali’nin oluşturduğunu ve geri kalan halkalarını da Resulullah’ın (s.a.a) aracılığıyla beyan buyurmuştur. Dolayısıyla İmamet ve Velayet makamının kıyamete kadar bütün halkaları hiç bir boşluk bırakılmadan beyan edilmiştir. Birinci halkadan sonuncuya kadar herhangi birisini inkar etmek veya yerine başka birşey ikame etmek, Allah’ın irade ettiği makamı inkar ve devredışı bırakmak manasına gelir.

Emevi ve Abbbasi sultanları bu ilahi makama sahip olan imamlara zülm ederek, Allah’a karşı gelmiş ve Kur’an’a ihanet etmişlerdir. Allah’ın velilerine zülm edilmesiyle aslında insanlara zülm edilmiş, insanların kıyamete kadar bu ilahi önderlerden yararlanmaları ve risaletin hedeflerine ulaşmaları engellemiş oldu. Hakkı gasb edilen sadece imamlar değil, imamet ve velayet nurundan yararlanması gereken beşeriyet alemidir.

Velayet makamına sahip masum imamlardan onbir tanesi peygamberin risaletinin ikinci boyutunu yani vahyi koruma, beyan etme, tebliğ etme ve insanlara ulaştırma görevini gerektiği gibi yerine getirmiş hepsi de bu yoldu şehadet şerbetini içmişlerdir. Ancak risaletin nihayi hedefi olan ilahi hükümlerin dünyaya tamamen hakim olması görevini yerine getirememişlerdir. İlahi hükümleri yeryüzüne tamamen hakim kılamamlarının sebebi, insanların bireysel ve toplumsal alanda aklî, siyasî, toplumsal ve evrensel manada tekamüle erişememiş olmalarıydı, adaleti bireysel ve toplumsal alanda kaldıracak güce sahip değillerdi.

Velayetin son halkası, Allah’ın yeryüzündeki son hücceti, nübuvvet, risalet ve velayetin hedefini hakim kılacak son hüccet ve son velayet sahibi Hz. Mehdi inancının bir mektep, bir doktirin olarak ortaya çıkmasının önemi burdan kaynaklanıyor.

Velayetin son halkası zincirleme Rasulullah’ın (s.a.a) imamet ve risaletine bağlanmakta ve Rasulullah’ın (s.a.a) velayeti de direk olarak Allah’ın velayetine bağlanıyor. Buradan anlışılıyor ki, İmam’a itaat, Resul’e itaattir ve Resul’e itaat de Allah’a itaattir.

Resulullah (s.a.a) ile son hüccet arasında zincirleme bir bağ var. Bu zincir halkalarından biri devre dışı bırakılırsa Velayetullah’a zarar verilmiş olacaktır. Ayrı bir ifadeyle Allah’ın imamet ve velayeti tayin etme yetki alanına müdahale edilmiş olunacaktır.

Emevi ve Abbasiler, İmamları şehid ederek Allah’ın hükmüne ihanet etmişlerdir. Bu ilahi hüccet halkaları ve velayet silsilesi aralarında hiçbir kopukluk olmadan 11.İmam Hasan-ul Askeri’ye kadar gelmiş ve ilahi hüccetlerin hepsi ilahi hedefi hakim kılma uğrunda şehadet şerbeti içmişlerdir. Son hüccet İmam Mehdi (Allah zuhurunu yaklaştırsın.) dünyaya gelmeden önce hassas bir dönem yaşanıyordu. Allah-u Teala son hüccetini saklayacaktı. 124 bin peygamberin gelmesinde, varlık aleminin yaratılış felsefesinde yatan asıl neden ilahi iradenin tamamen yeryüzüne hakim kılınmasıydı. Allah’ın irade ettiği sistem, yeryüzüne bu son hüccet eliyle hakim kılınacaktır. Bu gerçekleşmezse peygamberlerin tamamının getirmiş oldukları heba olacaktı.

İmamet ve velayetin mihverini Mehdilik oluşturmaktadır. Çünkü risaletin hedefini yeryüzüne hakim kılacak makam olan imamet ve velayetin son halkasını Hz. Mehdi oluşturmaktadır. Mehdilik olmazsa, imamet ve velayetin üstlenmiş olduğu risaletin hedefini hakim kılma gerçekleşmeyecektir. İlahi evrensel adalet devleti kurulamayacak yaratılışın hikmeti tahakkuk bulmayacaktır.
 

SaHiBuZaMaN

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
132
Tepkime puanı
14
Konum
ᶤˢᵗᵃᶰᵇᵘˡ
Kur’an açısından imamet ve velayet, nübuvvet ve risaletin devamı konumundadır. İlahi mesajı insanlığa getiren peygamberlerin hepsi birbirinin peşi sıra gelmişlerdir. Yani bir peygamber bir mesaj getirmiş ve ondan sonra gelen peygamber onun mesajını devam ettirerek bir sonraki aşamasını beyan etmiştir. Bir peygamberin nebiliği, nübüvveti biter diğer bir peygamberin nübuvveti başlar. Hz. Adem (a.s) ile başlayan bu süreç Rasulullah (s.a.a.) in nübuvveti ve risaletine kadar devam ede gelmiştir.

Resulullah’ın (s.a.a) risaleti, Hz. İsa’dan (a.s) sonra başlamış kıyamete kadar devam edecektir. Bu noktaya özellikle dikkat edilmesi gerkir. Çünkü konuyu anlamadaki temel taşlardan biri budur. Yani 124 bin peygamberin nübuvvetleri bitmiş ve en son peygamber olarak gelen Resul-u Ekrem (s.a.a.) Allah Teala’nın indirdiği ilahi hükümleri insanlara bildiriyor, kendisine Kur’an-ı Kerim veriliyor ve böylece ilahi hükümler menzumesi tamamlanmış oluyordu.

Rasulullah’ın (s.a.a.) risaleti neden kıyamete kadar devam ediyor?
Rasulullah’ın (s.a.a) üç önemli makamı vardır; Nübüvvet, Risalet ve İmamet.


Birinci makamı:
“Nübüvvet”, peyagamberin, Allah’tan vasıtasız olarak veya Cebrail aracılığıyla ilahi vahyi almasına denir.


İkinci makam:
“Risalet”; Allah tealadan almış olduğu vahyi koruyup bütün insanlara tebliğ etmek, ulaştırmak ve öğretmek görevi.


Üçüncü makam:
“ İmamet”; yani almış olduğu vahyi tebliğ etmek, insanlara öğretmek ve tüm dünyaya yaymakla birlikte tatbik etmek ve bu hükümleri tüm dünyaya hakim kılmak için Allah Teala tarafından görevlendirilmesidir.
Nübüvvet makamında “Nebi”, Risalet makamında “Resul” ve İmamet makamında ise “İmam’dir”.

Rasulullah’ın ( s.a.a) nübuvvetinin bittiğini Allah-u Teala şöyle beyan ediyor:
” Muhammed , sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Ancak o Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur”.
Ahzab / 40

O peygamberlerin sonuncusudur, ondan sonra vahiy gelmeyecek, mesaj gelmeyecek, din gelmeyecek, peygamber gelmeyecektir artık. Ama Resullullah’ın (s.a.a.) ilahi görevlerinden imamet ve velayetinin devamı söz konusudur. Çünkü kıyamete kadar vahyi koruma, kıyamete kadar tefsir, tebliğ ve uygulama görevlerinın devam etmesi gerekiyor. İmametin hedefi olan ve aslında bütün ulûlazm peygamberlerin de hedefi olan ilahi hükümleri yeryüzüne tamamen hakim kılma görevi bitmemiştir. Çünkü ilahi hükümler henüz tahakkuk etmemiştir, uygulamada tamamen yeryüzüne hakim kılınmamıştır. Bunun sebebi elbette peygamberlerden özellikle Resulullah’tan (s.a.a) kaynaklanmıyor. Bu ilahi hedefin gerçekleşmemesinin sebebi, henüz beşeri toplumun olgunluğa ulaşamamış, toplumun ilahi adaletin hakım kılınması konusunda bunu kabullenme olgunluğuna erişememiş olmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için insan aklının tekamule ulaşması, toplumsal olgunluğun gerçekleşmesi ve evrensel din medeniyetinin gerçekleşmesi gerekiyor. Ancak bu aşamada dinin gerçek çehresi ortaya çıkacak ve peyamberlerin hedefi tahakkuk bulacaktır. Peygamber gelmeyecek, ilahi vahyin tamamını içinde barındıran Ku’ran nazil olmuş, din kemale ulaşmıştır artık. Bundan sonra vahiy ve hüküm de gelmeyecek, din de.
“.... Bugün küfre sapanlar sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın benden korkun. Bugün size dininizi kemale erdirdim.....“
Maide / 3


Ayet-i celilede din, “hakim kıldım” demiyor, “kemale erdirdim” buyuruyor. Öyleyse din hakim kılınmamış ve hakim kılınması gerekir. Yani Rasulullah’ın ( s.a.a) imamet ve velayetinin devamı şarttır. Resulullah’ın ( s.a.a) rihletinden sonra velayet ve imametin devam etmesi gerekir. Bunun gerekçesi oldukça açıktır : Dinin hakim olması gerekir. Aksi takdirde 124 bin peygamberin getirdiği ilahi vahiy ve ilahi hedef eksik kalacak ve tamamlanmamış olacaktır.

Velayet ve imametin hakikat ve işlevliği anlaşılırsa, devamının gerekliliği ve İslam’ın evrenselliği de daha kolay anlaşılacaktır.

Rasulullah ın (s.a.a) İmameti ve velayetinin pratikte işlevliği O hazretin Allah’ın rahmetine kavuşması ile son bulmuş ama toplumda velayet ve imametin devamlılığının gerekliği son bulmamıştır. Bundan dolayıdır ki, Allah-u Teala buyurmaktadır:
“ Sizin veliniz Allah, O’nun resulü ve namaz kılıp ruku halinde zekat veren müminlerdir.”
Maide / 55

Ayette üç tür velayetten bahs ediliyor; Allah’ın velayeti, Resulullah’ın velayeti ve iman edip namaz kılan ve rukuda sadaka veren kişinin velayeti. Aynı şekilde:
” Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin...”
Nisa / 59
.

Ayette üç tür itaatten bahs ediyor; Allah’a itaat, Resulüne itaat ve Ulul Emr’e itaat. Bunlara itaat etmeyi herhangi bir şart ve kayda bağlı kılmıyor, mutlak itaatı öngörüyor, itaat kayıtsız şartsız farzdır. Allah’ın velayeti mutlak velayettir ama rasulünün ve ulul emrin velayeti Allah’ın emri ve izniyledir. Bu velayet, onların insanların üzerindeki velayetidir. Allah Tealanın izni olmadan itaat zaten farz olmaz. Ayet-i kerime bunu da beyan etmiştir: “ Biz her peygamberi ancak Allah’ın izniyle itaat olunması için gönderdik...” Nisa / 64. Peygamberlere itaat Allah’ın izniyle farzdır. Yani Allah emrettiyse onlara itaat farzdır, eğer Allah onlara itaatı farz kılmamış olsaydı hiç birisine kayıtsız şartsız itaat farz olmayacağı gibi caiz de olmazdı.

Allah-u Teala kendi velayetinden sonra Resul’ün ve Ulul Emr’in velayetini teşri etmiş ve insanlara da itaati emr etmiştir. İmamet ve velayetin hakikatı Kur’an’da, nebevi sünnette, aklî ve naklî delillerle ispat edilmiştir.

Resulullah’tan (s.a.a) sonra velayet makamına kimin geçeceği konusundan ziyade bu makamın kendisi konusunda sorun yaşanmıştır. Sakife’de bir şahsın velayeti değil, ilahi hüküm devre dışı bırakılmış oldu. Yani “Resulullah’tan sonra imamet ve velayet makamı tayin edilmiş ama bu makamda oturacak şahısta ihtilafimiz var” görüşü dile getirilmiyor, “Allah’ın tayin etmiş olduğu bir velayet ve imamet makamı yoktur” mantığı ile haraket edilmiştir. Allah’ın, imamet ve velayeti Kur’an’da beyan ettiği inkar edildi. Dikkat edilirse mesele sadece Hz. Ali’nin (a.s) hakkının gasbedilmesi değildir. Velayete, imamete gerek yok diyerek, Allah-u Tealanın emri devre dışı bırakılmış oldu. Bunlar Allah’ın emrine karşı geldiler. Yani makam engellendi, dolayısıyla bu makama tayin edilen şahıs da devre dışı bırakılmış oldu. Hz. Ali (a.s) ve bazı sahabenın Sakife’de yapılanlara itirazları; “neden Ali halife olmuyor”,değildi sadece, “neden imamet ve velayet devre dışı bırakılıyor” düşüncesiydi, “neden ilahi iradenin tayin ettiği sistem devre dışı bırakılıyor” idi.

Diğer masum imamlar da aynı mantıkla engellendiler; dediler ki, Allah Teala bu konuda bir şey söylememiştir. Allah-u Tealaya iftira attılar, onun emrini reddettiler, inkar edilen ilahi emirdi. Eğer Kur’an bu konuyu beyan etmemiş ise o zaman velayeti ve itaatı belirten ayetler nasıl yorumlanacak ve tefsir edilecektir?

Şu konunun açıklığa kavuşması gerekir: Yeryüzünde insanları yönetmek kimin yetkisindedir? İnsanlara önderlik ve liderlik etme makamını kim belirler? İnsanlar üzerinde “velayet hakkı olan makamı” kim tayın eder? Temel sorun budur işte. Sakife’de, bu makamı belirlemek insanların elindedir, dediler. Yani demokrasi ,halk seçer dediler, bu konuda ayet yok dediler. Ama Allah-u Tealanın emri ise tam aksineydi. İstişare ayetini getirip, Allah’ın velayeti içinde yer alan “veli”, “imam” tayin etme hakkının, kendilerine ait olduğunu iddia ettiler. Halbuki istişare ayeti, insanların kendi işlerinde istişare etmeleri gerektiğini beyan ediyor, Allah’ın velayet sınırları içinde olan işler hakkında değil.
İnsanları idare ve yönetme sistemi olan imamet ve velayet – hilafet de bunun içinde yer alır,- Allah’ın belirlemesi gereken bir makamdır ve Kur’an’da “ilahi ahid” olarak belirtilmiştir.

“ Hani Rabbi İbrahim’i bir takim kelimelerle denemiş, o da onları tamamlamıştı da Allah, “Seni insanlara imam kılacağim” demişti. O “ soyumdan da” dedi. Allah, Ahdim zalimlere erişmez” demişti.
Bakara / 124

Allah Teala, Hz.İbrahim’i (a.s) nübuvvet makamına seçtikten sonra O’nu risalet makamına getiriyor, ama imamet makamına tayin etmeden önce Hz. İbrahim’i (a.s) bir çok imtihanlara tabi tutuyor ve Hz. İbrahim (a.s) bu imtihanları başardıktan sonra Allah, O’na: “ Ben, seni insanlara imam tayin ettim” buyuruyor. Hz. İbrahim (a.s) “ilahi benim soyumdan da karar kıl” deyince, Allah-u Teala, imam tayin etmek benim yetkimdedir senin isteğinle olmaz, buyurmuştur.
Ayette dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır:
- İmamet ( imam, önder, halife tayin etmek) Allah’ın yetkisindedir.
- İmamet Allah’ın ahdidir.
- İmamet makamı zalim olanlara ulaşmaz, Hz. İbrahim’in soyundan olsa da.
- Hz.İbrahim’in (a.s) soyundan hem zalim, hem de adil olanlar gelecektir ama sadece zalim olmayanlara imamlık makamı verilecektir.
- İmamı seçmek insanların yetkisinde değildir.
- Hz. İbrahim’in isteğinden de anlaşılıyor ki, bu yetki Allah’ın elindedir, aksi takdirde Hz. İbrahim böyle bir istekte bulunduğunda isteği reddedilmezdi.
- “Ahdim zalimlere ulaşmaz” buyuruyor, “zalimler ahdime ulaşmaz” demiyor. Yani zalimler bu makamı ele geçirirlerse, onların oturduğu makam artık benim ahdim olmaktan çıkar ve benim halifem, imamım ve temsilcim olamazlar.
- Allah, ahdini kime vermişse ancak o hak halife, insanlara önder ve imam olur.
Sadece bu ayet-i kerime net bir şekilde beyan ediyor ki, İmamet, hilafet ve velayet Allah’ın yetkisinde olan bir emirdir. Sakife’de yürütülen “insanları yönetecek sistemi belirlemek insanların elindedir” mantığı, nassın karşısında görüş belirtmektir. Velayet ve imamet Allah’ın ahdidir ve bu makama kimi isterse onu seçer.

Öyleyse Resulullah’ın (a.s) risaletini koruyacak, beyan edecek, tefsir edecek, tebliğ edecek olan “İmamet ve velayet” makamıdır. İmamet, Resulullah’ın (a.s) risaletinin kıyamete kadar devam etmesini sağlayacak ilahi sigorta, ilahi güvence, ilahi sığınak ve ilahi makam konumundadır.

İmamet ve Velayet makamına kimin seçilmesi gerektiğini, bu makama kimin layık olduğunu da Allah-u Teala vahiy aracılığıyla beyan buyurmuştur. Gadir Hum olayı bu makamın insanlara açıklanması, beyan edilmesi ve tescili için vuku bulmuştur. Bu makamın ilk halkasını, Allah, vahiy yoluyla Hz.Ali’nin oluşturduğunu ve geri kalan halkalarını da Resulullah’ın (s.a.a) aracılığıyla beyan buyurmuştur. Dolayısıyla İmamet ve Velayet makamının kıyamete kadar bütün halkaları hiç bir boşluk bırakılmadan beyan edilmiştir. Birinci halkadan sonuncuya kadar herhangi birisini inkar etmek veya yerine başka birşey ikame etmek, Allah’ın irade ettiği makamı inkar ve devredışı bırakmak manasına gelir.

Emevi ve Abbbasi sultanları bu ilahi makama sahip olan imamlara zülm ederek, Allah’a karşı gelmiş ve Kur’an’a ihanet etmişlerdir. Allah’ın velilerine zülm edilmesiyle aslında insanlara zülm edilmiş, insanların kıyamete kadar bu ilahi önderlerden yararlanmaları ve risaletin hedeflerine ulaşmaları engellemiş oldu. Hakkı gasb edilen sadece imamlar değil, imamet ve velayet nurundan yararlanması gereken beşeriyet alemidir.

Velayet makamına sahip masum imamlardan onbir tanesi peygamberin risaletinin ikinci boyutunu yani vahyi koruma, beyan etme, tebliğ etme ve insanlara ulaştırma görevini gerektiği gibi yerine getirmiş hepsi de bu yoldu şehadet şerbetini içmişlerdir. Ancak risaletin nihayi hedefi olan ilahi hükümlerin dünyaya tamamen hakim olması görevini yerine getirememişlerdir. İlahi hükümleri yeryüzüne tamamen hakim kılamamlarının sebebi, insanların bireysel ve toplumsal alanda aklî, siyasî, toplumsal ve evrensel manada tekamüle erişememiş olmalarıydı, adaleti bireysel ve toplumsal alanda kaldıracak güce sahip değillerdi.

Velayetin son halkası, Allah’ın yeryüzündeki son hücceti, nübuvvet, risalet ve velayetin hedefini hakim kılacak son hüccet ve son velayet sahibi Hz. Mehdi inancının bir mektep, bir doktirin olarak ortaya çıkmasının önemi burdan kaynaklanıyor.

Velayetin son halkası zincirleme Rasulullah’ın (s.a.a) imamet ve risaletine bağlanmakta ve Rasulullah’ın (s.a.a) velayeti de direk olarak Allah’ın velayetine bağlanıyor. Buradan anlışılıyor ki, İmam’a itaat, Resul’e itaattir ve Resul’e itaat de Allah’a itaattir.

Resulullah (s.a.a) ile son hüccet arasında zincirleme bir bağ var. Bu zincir halkalarından biri devre dışı bırakılırsa Velayetullah’a zarar verilmiş olacaktır. Ayrı bir ifadeyle Allah’ın imamet ve velayeti tayin etme yetki alanına müdahale edilmiş olunacaktır.

Emevi ve Abbasiler, İmamları şehid ederek Allah’ın hükmüne ihanet etmişlerdir. Bu ilahi hüccet halkaları ve velayet silsilesi aralarında hiçbir kopukluk olmadan 11.İmam Hasan-ul Askeri’ye kadar gelmiş ve ilahi hüccetlerin hepsi ilahi hedefi hakim kılma uğrunda şehadet şerbeti içmişlerdir. Son hüccet İmam Mehdi (Allah zuhurunu yaklaştırsın.) dünyaya gelmeden önce hassas bir dönem yaşanıyordu. Allah-u Teala son hüccetini saklayacaktı. 124 bin peygamberin gelmesinde, varlık aleminin yaratılış felsefesinde yatan asıl neden ilahi iradenin tamamen yeryüzüne hakim kılınmasıydı. Allah’ın irade ettiği sistem, yeryüzüne bu son hüccet eliyle hakim kılınacaktır. Bu gerçekleşmezse peygamberlerin tamamının getirmiş oldukları heba olacaktı.

İmamet ve velayetin mihverini Mehdilik oluşturmaktadır. Çünkü risaletin hedefini yeryüzüne hakim kılacak makam olan imamet ve velayetin son halkasını Hz. Mehdi oluşturmaktadır. Mehdilik olmazsa, imamet ve velayetin üstlenmiş olduğu risaletin hedefini hakim kılma gerçekleşmeyecektir. İlahi evrensel adalet devleti kurulamayacak yaratılışın hikmeti tahakkuk bulmayacaktır.
 

fthbl

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Ocak 2012
Mesajlar
184
Tepkime puanı
11
Mehdiye inanmak iman esaslarından dil.İnanmayan kafir olmaz.
Peygamberimizn mehdiden bahsetmesi ümmetinin en zor zamanlarda bile ümidini kaybetmemesi içindir.
Deccalden bahsetmesi ise de her zaman ümmetini küfre ve kafirlere karşı tetikte tutmak içindir.
 
Üst