Hologram Bir Dünyada Mı Yaşıyoruz?

AJA

Elit Üye
Katılım
15 Haz 2010
Mesajlar
3,097
Tepkime puanı
548
Ekli dosyayı görüntüle 3120
Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutla gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır.


Amerika'nın en ünlü bilim dergilerinden biri olan New Scientist adlı dergi, 27 Nisan 2002 tarihindeki kapak konusunda, okuyucularına önemli bir bilimsel gelişmeyi aktarmıştır. J. R. Minkel tarafından kaleme alınan makale "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" başlığı altında yayınlanmıştır. Bu makalede açıklanan bilimsel tespiti şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır.


New Scientiest'in Yorumu


Bilim adamı-yazar J.R Minkel bu önemli konu ile ilgili şu itiraflarda bulunmuştur:


"Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde varolduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objelerde aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. Ama hepsi yalnızca bir hayal."


Minkel makelesinde, bazı bilim adamlarının bu fikri "herşeyin teorisi" olarak adlandırdıklarını söylemektedir. Ayrıca Minkel, bilim adamları tarafından "herşeyin teorisi"nin, evrenin yapısının açıklanmasında ilk basamak olarak kabul edildiğini aktarmaktadır.


Söz konusu Amerikan dergisinde yayınlanan bu makale gerçekten de son derece önemlidir. Üstelik insanın hayata bakış açısını etkileyebilecek kadar. Çünkü bu konu atomlardan oluşan evreni en kolay şekilde anlamamızı ve maddenin mahiyeti konusunda en net yargıya varabilmemizi sağlamaktadır. Bu makale, evreni beynimizde algıladığımızı, dolayısıyla bizim dışımızda var olduğunu zannettiğimiz maddenin bir hayalden ibaret olduğunu açıklayan bilimsel bir belgedir.


Beyinde Sanal Dünya


Daha önceki bilimsel çalışmalarda da bu gerçek farklı yönlerden tespit edilmişti aslında. Bilim adamları dış dünyanın, maddenin varlığına gerek olmadan beyinde sanal bir dünya oluşturulabileceğini de birçok kez kanıtlamışlardı. Örneğin yapılan üç boyutlu ve gerçeğinden farkı olmayan bilgisayar simülasyonları yoluyla aslının aynı özelliklere sahip görüntüler elde edilebilmektedir. Ayrıca rüya gören insanlar üzerindeki araştırmalar da benzer sonuçlar doğurmuştur. Anlaşılmıştır ki, mesela bisiklete binen biri ile rüyasında bisiklete bindiğini gören kişinin fizyolojilerinde aynı tepkiler meydana gelmektedir. Bu durum her iki olayında beyinde meydana geldiğini ve ortada bizim dışımızda zannedildiği gibi maddesel bir dünyanın olmadığını göstermektedir.


Yapay uyarılarla bir dünya oluşturulabileceği gerçeğine verilebilecek en iyi örneklerden biri de hipnoz tekniğidir. Bilindiği gibi hipnozda, hipnotize edilen kişiye bir dizi telkin yapılır ve bu kişinin, gerçeğinden ayırt edilemeyecek derecede inandırıcı birtakım olaylar yaşaması sağlanır. Söz konusu kişi, bulunduğu odada olmayan görüntüleri, kişileri veya manzarayı görür, sesleri duyar, kokuları ve tatları alır. Bu sırada yaşadığı olaylardan dolayı sevinir, üzülür, heyecanlanır, sıkılır, endişelenir. Hatta hipnoz altındaki kişinin yaşadığı olayların etkileri dışarıdan fiziksel olarak da izlenebilir: Yapılan telkinle doğru orantılı olarak kişide nabız artışı, tansiyon artışı, cildinde kızarıklık oluşması, ateşinin yükselmesi, mevcut ağrıyı veya acıyı hissetmemesi gibi durumlar meydana gelebilmektedir.


Hipnoz Örneği


Örneğin hipnoz uygulanan bir deneyde, bir kişiye hastanede bulunduğu söylenmiş, bu hastanenin 10. katında ölmek üzere olan bir hasta olduğu ve ancak kendisinin hızlı bir şekilde elindeki ilacı yetiştirirse hayatının kurtulabileceği telkin edilmiştir. Bu kişi hipnoz sırasındaki telkinin etkisiyle, son derece hızlı bir şekilde 10 katı çıkmaya başladığını sanmıştır. Bu sırada nefes nefese kalmış, iyice yorulduğu için de nefesini kontrol edemeyecek hale gelmiştir. Bunun üzerine artık en üst kata geldiği, ilacı yetiştirdiği söylenmiş ve rahat bir yatağa uzanabileceği telkin edilmiştir. Böylece hipnoz uygulanan kişi rahatlamaya başlamıştır. Hipnoz yapılan kişi, kendisine telkin edilen mekanı ve ortamı tüm gerçekliğiyle yaşamasına rağmen, ortada ne bahsedildiği gibi bir mekan, ne insanlar, ne de olaylar vardır. Bir diğer deneyde ise normal bir odada bulunan kişiye bir hamamda olduğu ve hamamın çok sıcak olduğu telkin edilmiş, ardından bu kişi aşırı derecede terlemeye başlamıştır. Burada çok önemli bir nokta dikkat çekmektedir. İnsan vücudunda terlemenin oluşması için bazı etkilerin meydana gelmesi gerekir. Bu hipnoz olayında karşımıza çıkan gerçek ise şudur: Hipnotize edilen kişi, dışarıda terlemeye sebep olacak hiçbir etken bulunmadığı halde terlemiştir. Bu örnek açıkça göstermektedir ki, bir mekanda bulunmak ya da bir ortamı hissetmek için o ortamın ya da mekanın fiziki varlığı şart değildir. Suni uyarılar veya telkin yoluyla benzer etkilerin oluşturulması mümkündür.


Ulusal Hipnoterapi Derneği, Ulusal Psikoterapistler Derneği, Profesyonel Hipnoterapistler Merkezi, Hipnoterapi Araştırma Derneği gibi birçok kuruluşun üyesi olan İngiliz hipnoterapi uzmanı Terrence Watts bir makalesinde, hipnoz sırasında geçmişteki bir olayı hatırlayarak anlatan kişilerde, anlattıkları olayla bağlantılı olarak bazı fiziksel değişimler gözlendiğini belirtmektedir. Örneğin kişinin anlattığı olayda nefes alamama durumu oluşmuşsa, olayı hipnoz altında anlattığı sırada yine nefesi daralmakta, hatta nefesi bir süre için tamamen durmaktadır. Watts, hipnoz altındayken, küçükken dövüldüğü bir anı anlatan kişinin yüzünde tokat izlerinin belirdiğini belirtmektedir. Ayrıca Watts bunun bir gizem olmadığını, vücudun acı algısına tepki verdiğini belirtmektedir.


Hipnoz Anında Fiziksel Değişimler


Hipnoz uygulamalarında görülen en çarpıcı örneklerden biri de, hipnoz yapılan kişinin cildinde telkin sonucu yaralar dahi oluşabilmesidir. Örneğin Paul Thorsen isimli bir araştırmacı, hipnoz altındaki bir kişinin koluna sadece bir kalemin ucunu değdirmiş ve bunun kızgın bir şiş olduğunu telkin etmiştir. Kısa bir süre sonra kalemin ucunun değdiği noktada bir yanık kabarcığı belirmiştir. Yine aynı araştırmacı, Anne O. isimli kişiye, hipnoz esnasında kolunun A harfi şeklinde kanırtırcasına çizildiğini telkin etmiştir. Başka hiçbir şey yapılmadığı halde, o bölgede A harfi şeklinde kızarıklık belirmiştir. Hipnoz sırasında insan vücudunda meydana gelen bu değişiklikler, görme, duyma, dokunma, işitme, acı, ağrı gibi algılarımızın oluşması için dış dünyaya ihtiyacımızın olmadığını göstermektedir.


İnsan, ömrü boyunca bedeninin dışındaki bir dünyada yaşadığını zanneder. Halbuki dünya dediğimiz herşey, beynimizin, algı merkezlerimize ulaşan sinyalleri yorumlamasıdır. Yani biz beynimizin içinde oluşan dünyadan başka bir dünyayla hiçbir zaman muhatap olamayız. Dışımızda ne olduğunu asla bilemeyiz. Beyne ulaşan sinyallerin kaynağının, dışarıda mevcut bulunan maddi varlıklar olduğunu iddia edemeyiz. Bugün bu konu en temel bilimsel kitaplarda yer alan ve lise çağlarından itibaren insanlara öğretilen, kesin bir gerçektir. Sorun, insanların bu gerçek üzerinde düşünmemeleridir.


Sonuç


Dış dünya ile ilgili bize hissettirilenler, Allah'ın bize algılattırdıklarından ibaret duyulardır. Allah duyu organlarımıza hakimdir ve neyi isterse bize onları algılattırır.


Allah bu gerçeği Kuran'da, Kendisi'nin kulaklara ve gözlere malik olan olduğunu belirterek açıklamıştır.


"Demişlerdir ki:"Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş." (Yasin Suresi, 52)


Bu makale, Araştırma Dergisi 08. sayı (Haziran 2002) 24. sayfada yayınlanmıştır.
 

Kasyopya

Banlı Kullanıcı
Katılım
31 Eki 2012
Mesajlar
200
Tepkime puanı
16
Konum
Ankara
İş
hedonist
Çok güzel bir konu ve hipnoz örnekleri gerçekten çok enteresan hergün yeni birşey öğreniyoruz
 

Foras

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Kas 2011
Mesajlar
229
Tepkime puanı
26
Konum
İzmir
Bunu yazan kişi matrix filmini biraz fazla izlemiş sanki.
 

embriyo

Elit Üye
Katılım
19 May 2010
Mesajlar
2,217
Tepkime puanı
884
Konum
Ankara
İş
Ressam
Bunu yazan kişi matrix filmini biraz fazla izlemiş sanki.

Sayın Foras, yaşam ve gördüğümüzü sandığımız dünya hakkında biraz daha derin düşünmenizi öneririm. Anlatılanlar gelişen teknolojiyle tüm dünyanın kabul ettiği bilimsel bir teoridir. Ayrıca Kur'an-ı Kerim, diğer kutsal kitaplar, metinler ve kadim bilgilerde de benzer durumlar sembollerle anlatılmak isteniyor, ancak herkes idrak edebileceği kadarını algılar. Kabımız genişledikçe yeni bilgilere, algılara yer açılacaktr.

Göze gelen ışık ışınları korneadan, göz bebeğinden ve ardından da mercekten geçer. Saydam tabakanın bükümlü üst yüzeyi ve mercek, ışınları kırar ve nesnenin (resmin) görüntüsü ters çevrildikten sonra retinaya ulaşır. Işığa duyarlı hücreler (reseptörler; koni ve çubuk hücreler) ışığı elektrik sinyallerine çevirir ve sinir uçlarına uyarı olarak yollarlar. Retinadan gelen görüntü orjinaline göre baş aşağı durumda ve ters taraftadır(aynen fotoğraf makinası gibi). Ancak beyin yeniden yorum yaparak görüntünün düz olmasını sağlar. Bu elektriksel uyarılar beyne nesnenin çeşidi, büyüklüğü, rengi, uzaklığı hakkında haber götürürler ve tüm bu dizi işlemler saniyenin onda biri kadarlık bir sürede gerçekleşir.
Görme gerçekleşirken bir saniyede meydana gelen işlem sayısı şu an mevcut hiçbir bilgisayarın yapamayacağı kadar yüksektir. Bu kadar hızlı olmasının yanı sıra görmenin en şaşırtıcı ve mucizevi yanı ağ tabakaya düşen ters görüntünün beynin optik merkezinde düzeltilmesidir.
Lens tarafından retinada odaklanan görüntü elektrik sinyallerine dönüştürüldükten sonra saniyenin binde biri gibi bir zaman diliminde, optik sinirler aracılığıyla beyne ulaştırılır. Her iki gözden ayrı ayrı elde edilen sinyaller, bakılan cisme ait bütün özellikleri içerir. Beyin de iki gözden gelen görüntüleri tek bir görüntü halinde birleştirir. Nesnenin biçimini ve rengini ayırt eder, ne kadar uzakta olduğunu saptar. Kısacası nesneleri gören göz değil beyindir.
Her gözden gelen görüntü iki boyutludur. İki gözden gelen bilgiler beyinde üç boyutlu tek bir görüntü haline getirilir. Bu sayede derinlik ve cisimler arasındaki mesafe algılanır. İki gözün gördüğü görüntüler birbirinden farklıdır, ancak birbirlerini tamamlarlar. Bu iki görüntü arasındaki küçük farklılıkları algılayıp yorumlamamız görüntünün üç boyutlu olmasını sağlar. Eğer iki gözde ayrı ayrı oluşan görüntüler beyinde tam olarak birleştirilmeseydi dünyayı çift ve iki boyutlu görecektik.

"Tanrı insanı kendi suretinden yarattı" sözü mekansız ve zamansız bir gerçeklik alanını düşünce yolu ile kavrayan mistikler kadar o alana bilimsel olarak yaklaşan bilim adamlarınca da kabul edilebilir oluyor böylece. Felsefi açıdan hologram tekniğinin en can alıcı noktası şudur: üzerine herhangi bir görüntü kaydedilmiş olan hologram plakası ne kadar küçük parçalara ayrılırsa ayrılsın, bu küçük parçalara laser ışını verildiğinde plakaya kayıt edilen görüntünün tamamını yeniden elde edebiliriz. Yani her birim bütünün bilgisini ve benzerliğini kendi bünyesinde korumakta ve saklamaktadır. İşte bu can alıcı noktanın farkına varmak, bizi oldukça ilgi çekici sonuçlara ulaştırmaktadır. İnsandaki algılama sistemi frekans analizatörü gibi davranan hücreler tarafından oluşturulur. Bu hücreler birer mini Hologram gibi hareket ederler. Beyin, bu sayısız mini Hologramın yarattıkları dalga boylarının girişim ve kesişimlerinden oluşan dev bir Hologram'a benzer. Hafıza kayıtları Holografiktir. Daha sonra benzer dalga boylarında gelen frekanslar beyinde kayıtlı bulunan frekanslarla bir çağrışım yaparlar ve bu yol ile hatırlama sağlanır.
Evren bütünden ayrılıp, tek tek cisimler ve nesneler olarak belirebilmek, bedenlenebilmek, varolmaya başlamak, kısaca "Suret alemi"ne geçebilmek için algılanmak, farklılaştırılmak zorundadır. Nesneler veya bilgiler dünyası, bizlerin algılamaları ile farklılaşmakta, dışlaşmakta, biçim bulup canlanmaktadır. Yani evrende bir bütünlük, bir ana plan ve süreklilik söz konusudur. Bizler ancak o çok katlı ana planın dalga boylarıyla bir rezonansa, bir paralelliğe girdiğimiz oranda, o frekansın bilgilerini cisimleştiriyor, buluyor ve kendimize mal edebiliyoruz. Böylelikle de evrenin bazı sırlarını çözebilmekteyiz.

Nitekim ünlü batılı bilim adamları da, bu gerçeğin farkına varmış ve bu "farklılaştırılmış süreklilik" kavramına yaklaşmışlardır. Bakın Einstein ne diyor: "Yerçekimi, elektro manyetik güç, enerji, akım, moment ve nötron gibi kavramlar, bunların tümü, "herşeyin temelinde bulunduğu sezilen objektif gerçeği" açıklayabilmek için insan zihninin kurduğu teorik yapılar, benzetmeler ve sembollerden başka bir şey değildir."

Matrix filmi bir fenomen oldu, Matrix felsefesi oluştu. Filmde Neo'nun hayali bir dünyada yaşadığının- farkında olan "Morpheus" adındaki karakter, film boyunca Neo'ya gerçekleri anlatmaktadır. Örneğin ona şimdiye kadar gördüğü, duyduğu, kokladığı, tadını aldığı, hissettiği şeylerin fiziksel bir gerçekliğinin olmadığını; bunların, beyninin içinde kendisine gösterilen hayali görüntüler olduğunu delilleriyle açıklamaktadır.

Sanal gerçeklik, en basit şekliyle, bilgisayarda canlandırılan üç boyutlu görüntülerin, bazı aygıtların yardımıyla insanlara "gerçek bir dünya" gibi gösterilmesidir. Bugün birçok alanda farklı amaçlarla kullanılan bu teknolojiye, bu nedenle "yapay gerçeklik", "sanal dünyalar", "sanal ortamlar" gibi isimler de verilmektedir. Sanal gerçekliğin en önemli özelliği, özel aletler kullanan bir kişinin gördüğü görüntüyü gerçek zannederek, aldanmasıdır.

Sanal gerçekliğin kullanılmaya başlandığı önemli alanlardan biri de tıptır. Michigan Üniversitesi'nde geliştirilen bir teknikle doktor adayları ve özellikle acil servis personeli yapay bir ameliyathane ortamında eğitilmektedir. Bu uygulamada, bir odanın zeminine ve duvarlarına ameliyathane ile ilgili görüntüler, ameliyathanenin ortasına ise bir ameliyat masası ve bir "hasta"nın görüntüsü yansıtılmaktadır. Doktor adayları ise üç boyutlu gözlüklerini takarak bu sanal hasta üzerinde ameliyata başlamaktadırlar.

Matrix filminin bir sahnesinde, gerçekte başına kablolar bağlanmış şekilde, kötü giysiler içinde, oldukça eski bir koltukta uzanan Neo, bilgisayar programı yüklendikten sonra, kendisini bambaşka kıyafetlerle bambaşka bir yerde bulmaktadır. Kötü görünümlü giysileri değişmiş, saçı uzamıştır. Bulunduğu simülasyon ortamında, gerçek halinden tamamen farklı bir görünüme bürünmüştür.

Morpheus : Bu inşaa, bizim yükleme programımız. Herşeyi yükleyebiliriz. Giysi, donanımlar, silah, eğitim simülasyonları, ihtiyacımız olan herşeyi.

Neo : Şu anda bir bilgisayar programının içinde miyiz?

Morpheus : Buna inanmak çok mu zor? Giysilerin farklı. Kolların ve kafandaki bağlantılar gitmiş. Saçın değişmiş. Şu andaki görüntün geçici bir benlik resmi. Dijital benliğinin zihinsel bir projeksiyonu.

Konuşmalarından anlaşıldığı gibi filmdeki Neo adlı karakter, gördüklerinin hayal olamayacak kadar gerçekçi olmasından dolayı gerçeği kabullenmek istememektedir. Bunun üzerine gerçeklerin bilincinde olan Morpheus ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Ekli dosyayı görüntüle 3122 Ekli dosyayı görüntüle 3123

Neo : Bu gerçek değil mi? (koltuğu göstererek)

Morpheus : Gerçek nedir? Gerçeği nasıl tanımlarsın? Eğer hissedebildiğin, koklayıp, tadıp, görebildiğin şeylerden söz ediyorsan, gerçek, beyne iletilen elektrik sinyallerinin yorumlanmasıdır.

Morpheus adıyla anılan bilge kişi tarafından, Neo'ya gerçek olduğunu düşündüğü dünyanın, aslında simülasyondan başka bir şey olmadığı gösterilir. Buna, gördüğü her ayrıntı dahildir. Arabalar, şehir gürültüsü, trafik, gökdelenler, okyanus, insanlar, kısacası herşey sadece bilgisayar programı ile zihinde meydana gelen bir canlandırmadan ibarettir. Dikkat edilecek olursa Morpheus adlı karakter, yukarıdaki sözlerinde, gerçek zannedilen algıların beyne iletilen elektrik sinyallerinin yorumu olduğunu bilimsel olarak anlatmaktadır.

Bu konu ile ilgili kitaplarda yer alan açıklamalardan bir kısmı şöyledir:

- Yaşadığımız dünya ile ilgili tüm bilgilerimiz bize beş duyumuz aracılığı ile gelir. Yani biz gözümüzün gördüğü, elimizin dokunduğu, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, kulağımızın duyduğu bir dünyayı tanırız. Doğumumuzdan itibaren bu duyulara bağlı olduğumuz için "dış dünya"nın, duyularımızın bize tanıttığından farklı olabileceğini hiç düşünmemişizdir.

- Oysa, bugün birçok bilim dalında yapılan araştırmalar son derece farklı bir anlayışı beraberinde getirmiş, algılarımız ve algıladığımız dünya ile ilgili ciddi şüphelerin oluşmasına neden olmuştur.

- Bu yeni anlayışın çıkış noktası ise şudur: Bizim "dış dünya" olarak algıladıklarımız, yalnızca elektrik sinyallerinin beyinde yarattığı etkilerdir. Elmanın kırmızılığı, tahtanın sertliği, dahası anneniz, babanız, aileniz, sahibi olduğunuz bütün mallar, eviniz, işiniz ve bu kitabın satırları yalnızca ve yalnızca beyninizdeki elektrik sinyallerinden ibarettir.

- Tüm algıladıklarımız beynimizde bize özel olarak tekrar oluşturulur. Dolayısıyla "etrafımdaki dünyayı algılıyorum" derken, zihnimizde oluşan kopya renklerden, şekillerden, seslerden ve kokulardan bahsederiz.
Biz, "görüyorum" derken, aslında gözümüze gelen uyarıların elektrik sinyaline dönüşerek beynimizde oluşturduğu "etkiyi" görürüz. Yani "görüyorum" derken, aslında beynimizdeki elektrik sinyallerini seyrederiz. Hayatımız boyunca gördüğümüz her görüntü birkaç cm3'lük görme merkezinde oluşur. Okuduğunuz bu satırlar da, ufka baktığınızda gördüğünüz uçsuz bucaksız manzara da, bu küçücük yerde meydana gelmektedir.

- Bizim gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz ve adına "madde", "dünya" ya da "evren" dediğimiz kavramlar, sadece ve sadece beynimizde oluşan elektrik sinyalleridir.

- Bu noktada şaşırtıcı bir gerçekle daha karşılaşırız: Beynimizde, gerçekte ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey elektrik sinyalleridir. Bu, felsefi bir görüş değildir; algılarımızın işleyişi ile ilgili bilimsel bir açıklamadır.

- Görme olayı oldukça aşamalı bir biçimde gerçekleşir. Görme sırasında, herhangi bir cisimden gelen ışık demetleri (fotonlar), gözün önündeki lensin içinden kırılarak geçer ve gözün arka tarafındaki retinaya ters olarak düşerler. Buradaki hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüştürülen görme uyarıları, sinirler aracılığı ile, beynin arka kısmındaki görme merkezi adı verilen küçük bir bölgeye ulaşırlar. Bu elektrik sinyali bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Yani görme olayı, gerçekte beynin arkasındaki küçük, ışığın hiçbir şekilde giremediği, kapkaranlık bir noktada yaşanır.

Ekli dosyayı görüntüle 3124

Görüldüğü gibi Matrix filminde işlenen konu, bilimsel gerçeklikle aynı paraleldedir. Gerek filmdeki konuşmalarda gerekse yukarıdaki alıntılarda belirtildiği gibi, biz sadece, bize beynimizde gösterilen görüntülerle muhatap oluruz. Ne kadar gerçekçi olurlarsa olsunlar, tüm algılarımız zihnimizin birer yorumudur. Dolayısıyla seyrettiğimiz, parçası olduğumuz bu görüntülerin yapay sinyallerle oluşturulup oluşturulmadığından hiçbir zaman emin olamayız. Diğer bir deyişle gerçekle hayal arasındaki farkı asla söyleyemeyiz.

Mevlana " Arifler meçhulleri, her sırrı bilir, Onlar ki yobazlardan gizlenmiştir... Hayret! Ne Tuhaf! Gerçeğe ermiş kişiler Mümin ama bak, onlara kafir denir." der ve tasavvuftaki kitleler için yapılan avam- havas farkını şöyle dile getirir. " Ben bütün bu sırları, üstü kapalı özetledim. Açıkça beyan etmedim. Detaylı ve genişçe açıklanacak olsa, anlatanın dili, dinleyenlerin idraki yanar. Söyleyeceğim çoktur, ama artık sükut ediyorum. Susmayı tercih ediyorum. Her okuyan, her dinleyen kendi aklı miktarınca anlar. Söz bilmeyene bir şey öğretmek için, onun dilince anlatmak gerek." demiş.

Farklı kaynaklardan derleme yaptım.

Ayrıca mikrokozmos(evren) ve makrokozmos(insan) felsefesi de hologram felsefesiyle örtüşür. Merak edenlerin araştırmasını öneririm.
Kur'an-ı Kerim "Oku" diye başlıyor, kitabımızın (inananlar için) yanı sıra dünyayı ve asıl kendimizi de okumaya çalışmalıyız.
 

embriyo

Elit Üye
Katılım
19 May 2010
Mesajlar
2,217
Tepkime puanı
884
Konum
Ankara
İş
Ressam
Sayın Foras, yazılanları beğenmemenizdeki sebebi öğrenebilir miyim? Ayrıca bu kadar kısa sürede beğenmemeniz yazılanları okumadığınızı da gösterir. Keşke önce okusaydınız ve yorumda bulunsaydınız.
 

Foras

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Kas 2011
Mesajlar
229
Tepkime puanı
26
Konum
İzmir
"Nesneleri gören göz değil beyindir". ? Peki o zaman bir sey demiyorum. Hızlı okumuş olamaz mıyım ?
 
Üst