Çok detaylı ve yararlı olabilecek bir makale buldum, alıntıdır.
Risale-i Nur'a Göre Kur'an'da Zaman, Tarih ve İnsan - I
Zaman ve İnsan
Zaman ve taşıdığı anlam, binlerce senedir insanlığın zihnini sürekli meşgul eden ve içinden çıkamadığı soruların ortaya çıkmasına sebep olan etkenlerdendir. Zaman mefhumu olmaksızın kâinatın ve insanın kaynağı anlaşılamaz ve tarih anlayışı inşa edilemez. Zamanın sırları üzerinde yapılan incelemeler, kaçınılmaz bir sonun (kıyametin) varlığı ve bununla birlikte onun sadece Allah'ın bilebileceği mesele olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır. Buradan hareketle bizler "Görülen Ayet" olan kâinattan neler anlayabileceğimizi buluruz:
Kur'an-ı Kerim'de iki sure vardır ki, bunların isimleri zaman mefhumuyla bağlantılıdır; Dehr Suresi ve Asr Suresi. Dehr Suresi'nin diğer ismi İnsan Suresidir. Aynı surenin taşıdığı bu iki isim, iki kavramın arasındaki bağlantıya çok ilginç bir şekilde işaret eder.
Kur'anî terminolojide zamanı ifade için kullanılan kavramlar çok geniş bir yelpaze teşkil eder.1 Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Asr (yüzyıl, öğleden sonraki vakit), Asr Suresi, 1. ayet; Dehr (uzun bir zaman dilimi), Dehr Suresi, (Bir başka surede ise dalalete sapmış insanların zamanı nasıl ilahlaştırdığını ifade için kullanılan bir kavramdır), Casiye Suresi, 24. ayet; Vakt, (zamanın belirli bir dilimi) Hicr Suresi 37 ve 38. ayet; Aynı kökten türeyen kelimelerden olan "Mevkut" (belirli bir zaman) Nisa Suresi 103. ayet, "Mikat" (tayin edilmiş zaman) ise A'raf Suresi 142, 143 ve 155. ayetler; Hîn (ne zaman ki, iken, vakit), Bakara Suresi, 36. ayet; Yevm (bir gün, bir zaman dilimi), Sebe Suresi 30. ayet, Kasas Suresi 41. ayet, Saffat Suresi 20. ayet, Fatiha Suresi 4. ayette Kıyamet günü, Haşir günü ve Ahiret günü gibi anlamlarda zikredilmiştir. Devir manasında ise, göklerin ve dünyanın yaratılışının anlatıldığı A'raf Suresi 54. ayet, Furkan Suresi 59. ayet ve Hud Suresi 7. ayette zikredilmiştir; Sa'a (an, saat, zaman), dönem manasında A'raf Suresi, 34. ayet; İkinci mana olan saat ise Kıyamet günü ve Mahşer gününün tarif edildiği Rum Suresi, 12. ayette zikredilir. Müddet (bir zaman dilimi, bir vakit) kelimesi, Tevbe Suresi, 4. ayet; Emed (devre, zaman dilimi) kelimesi, Ahiret gününün tarif edildiği Al-i İmran Suresi, 30. ayet; Hukub-Ahkab (uzun bir zaman dilimi, uzun yıllar) kelimeleri şu ayette zikredilir: "Azgınlar orada uzun bir zaman kalırlar..."; El-an (şimdi, şimdiki zaman) kelimesi, Nisa Suresi, 18. ayet; Sermed (sürekli zaman) kelimesi Kasas Suresi, 72. ayet; Ecel (zaman dilimi, sınırlı süre) kelimesi A'raf Suresi, 34. ayet.
Kur'an'da "zaman" kelimesinin geçmiyor oluşu dikkat çekici bir noktadır. Bu kelimenin lügat manası, "kısa veya uzun bir vakit dilimini ifade eden bir isimdir" (ismun li-kalilü’l-vakti ve kesirihi)2 şeklinde ifade edilmiştir. Bu kelime, Müslüman alimlerin teknik lügatlerinde yerini almış, ancak her alimin zaman meselesine yaklaşımlarını ve ortaya koydukları disiplini yansıtır şekilde manalar verilmiştir. Bununla birlikte zaman kavramını kullanırken değişmeyen sabit bir unsur vardır ki, o da bu kelimenin mekânla olan ilişkisidir.
Zaman hakkındaki Kur'anî hitabın farklı lügat manalarını sergilemesi, sadece Kur'anî tarzın ana karakteristiğini değil, aynı zamanda bu vakıanın tabiatını da yansıtır. Zamanla ilgili olarak Kur'an, sadece zamanın özü ve orijini hakkındaki sorulara atıfta bulunmaz.3 Kur'an-ı Kerim farklı zaman türlerine de işaret eder. İnsan için önemli olması hasebiyle belli bir zaman türü üzerine vurgu yapar. Bu açıdan zaman insan için güneşin ve ayın hareketleriyle belirlenmiş bir mefhumdur. Bu zaman türü, ibadetlerin ifa edilmesi, insanın asıl görevinin yerine getirilmesi, faaliyetlerini, işlerini sürdürebilmesi, insan toplumlarının organizasyon ve fonksiyonlarının gerçekleştirilebilmesi için çok önemlidir. Zamanın realitesi çerçevesinde yöneltilen soruya bir cevap arama işlemi çok zor olsa da asla yasaklanmamıştır.
Zaman hakkındaki Kur'anî ifade ve terminolojiden hareketle Müslüman alimler farklı tür ve farklı özelliklerde zamanın bulunduğu sonucuna varmışlardır. Onların yaptıkları tasnifler farklı farklıdır.4 Fakat, iki tür zaman üzerinde yoğunlaşmışlardır:
1) Dünyevî zaman. 2) Metafizik zaman.5
Dünyevî zaman (ez-Zamanü'd-Dünyevî), özel zaman veya fiziksel zaman olarak da bilinir ve uzaydaki cisimlerin (gezegenler ve yıldızların) hareketleriyle belirlenen bir zamandır. İnsanın hayatı bu tür zamanla ölçülür. İbadetlerin bir çoğu bu zamanla ilişkilidir ve Kıyamet Günü de böyle bir zaman mefhumu üzerine kuruludur. Kur'an bu tür zaman üzerinde vurgu yapmıştır. İnsan için. Bu zaman geçmiş, şimdi ve gelecek olarak farklı şekillerde geçerlidir. Kur'an insana geçmişi iyi öğrenmesini, şimdiki zamanı en verimli şekilde değerlendirmesini ve gelecek için ümitvar olmasını tavsiye eder. (Nisa Suresi, 123)
Bu dünyevî zaman içinde, zaman üzerinde gerçekleşen kişisel tecrübelerden kaynaklanan bir vakıa vardır. Bu vakıa, bazı alimler tarafından "Psikolojik Zaman" (ez-Zamanü'n-Nafsî), bazı alimler tarafından "Genişleyen Zaman" veya "Varoluşsal Zaman" olarak isimlendirilmiştir. Bu ifadeler, zaman hakkındaki tecrübelerin kişiden kişiye değiştiğinin bir göstergesidir. Örneğin, tehlike anında elde edilen bir tecrübeye göre o zaman dilimi belki bir yıl kadar uzun gelir. Ama mutluluk içinde yaşanan bir yıl, belki bir dakika kadar kısa hissedilir. Bu vakıanın göstergeleri veya bu zaman türü pek çok Kur'an ayetinde bulunmaktadır; Tevbe Suresi, 118. ayetinde olduğu gibi.
Dünyevî zamanın tam tersi metafizik zamandır (ez-Zamanü'l-Gaybî). Bu zaman türü göklerin ve yerin yaratılışından önce de vardı. Aynı zamanda bunlar yok olunca da varlığını devam ettirecektir. Literatürde bu zaman türünü ifade için "Yaratılış Öncesi Zaman", "Eskatolojik Zaman" ve "İlahî Zaman" tanımlamaları kullanılır. Bu zaman türü temel olarak şunları içerir: Arşın ve suyun zamanı (ez-Zamanü'l-Arşî), yerin ve göklerin yaratıldığı periyod (Zamanü'l-Halku's-Semavati ve'l-Ard), Meleklerin ve Ruh'un (Hz. Cebrail'in) yükseldiği zaman (Zamanü'l-Uruc) ve Ahiret zamanı (Zamanü'l-Ahire).
İnsan, bu zaman türlerini ölçme imkânına sahip değildir. Çünkü bu zamanların ölçü birimi, dünyevî zamandan çok farklıdır: "Melekler ve Ruh (Cebrail) oraya miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar." (Mearic Suresi, 4); "Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar." (Secde Suresi, 5)
Metafizik zaman, Allah tarafından yaratılan diğer zamanlar gibi yine O'nun tarafından yaratılmıştır. Zamanın realitesi ve tabiatı üzerindeki değerlendirmeler Müslüman ilahiyatçılar, filozoflar, mutasavvıflar, fakihler ve tarihçilerin telif ettikleri eserlerde yer almaktadır. Örneğin, ilahiyatçılar Allah'ın Yaratıcı Kudreti, İlmi, İradesi ve Dilemesiyle zaman, zamanın sonu ve eskatoloji arasındaki ilişkiyi değerlendirmişlerdir. Zaman hakkındaki teolojik tanımlamaya bir örnek olarak verebileceğimiz el-Taftazani'nin (1322-1389) Akaidü'n-Nesefi isimli eserinde şu yoruma yer verilir: "Zaman, başlangıcı olan şeyler için tabir edilir. Başlangıcı olan şey ise belli ölçülere bağlıdır... Allah ise bütün ölçü ve sınırlamaların ötesindedir."6
Filozoflar da aynı şekilde zamanın ne olduğuna, bunun bir varlığa, bir başlangıç ve sona sahip olup olmadığına dair gelen soruları cevaplandırmaya çalışmışlardır.7
Mutasavvıflar, vaktin veya zaman-ı halin öneminden hareketle zamanın realitesiyle çokça ilgilenmişlerdir. Zira Allah'a ulaşmak için katedilmesi gerekli sufi yolun önemli unsurlarından birisi zamandır.
Müslüman fıkıh alimleri, insanların ibadetlerini yerine getirme, haklarını elde etme ve koruma, görevlerini ifa etme gibi faaliyetlerle bağlantılı önemli bir faktör olarak zamanı ele almışlardır. Bu yaklaşımı takip ederek, fukaha, dünyevi zamanla ilgilenmişlerdir. Zamanla ilgili olarak onların kullandıkları literatürde sözlük manasıyla zaman, ecel, müddet ve vakit gibi kelimeler yer alır ve bunlar sıklıkla kullanılır.8 İbadetlerin pek çoğu. (namaz, oruç, hac, zekat, fitre gibi) hep spesifik vakitle bağlantılıdır. İbadetler için tayin edilen spesifik zaman, Allah'ın emirlerine riayet etmek suretiyle O'nunla olan bağlantının yenilendiği vakit manasını taşır.9
Şahıslar hukukunda zaman, taahhüt, nafaka işlemleri, şahitlik, hakları elde etme ve koruma hususları üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Ceza hukukunda, zamana (dehre) lanet etmeye yönelik önemli bir yasak vardır. Bu yasak Ebu Hureyre tarafından nakledilen meşhur bir hadis-i şerifin üzerine kuruludur: "Zamana (dehre) lanet etmeyin. Çünkü onu Allah yaratmıştır."10
Netice olarak, tarihçilere göre zaman, insanlıkla doğrudan alakalı olaylar için bir iskelet özelliğini taşır. Onlara göre zaman, aynı zamanda geçmişin ve onun yansımalarının organize edilmesi için önemli bir kriterdir.11
Müslüman alimlerin zaman konusundaki farklı yaklaşımlarını zengin bir spektrumla gösterdikten ve Kur'anî hitabın bu konudaki yorumlarını aktardıktan sonra, konu hakkındaki Said Nursi'nin yorumlarına eğileceğiz. Said Nursi'nin zaman konusunda ortaya koyduğu görüşleri ve bu konuda kullandığı terminolojiyi bütün yönleriyle ele almaya çalışacağız.
Said Nursi zamanın manasını, diğer bazı meselelerle birlikte, yaratılışın müzakere edildiği 14. Söz'de, İlahi takdirin (kader) ele alındığı 26. Söz'de, Allah'ın Baki oluşunun anlatıldığı 3. Şua'da incelemiştir.
Bahsedilen bu konular genellikle mütekellimûn (kelam alimleri) ve mutasavvıflar tarafından zaman kavramı çerçevesinde ele alınmıştır. Buna karşılık aynı konu filozoflar, fıkıh alimleri ve kronolojist tarihçiler tarafından bu bağlamda değerlendirilmemiştir.
Zaman ve zamanla ilgili kavramları ifade eden Kur'an ayetlerini yorumlarken Said Nursi şu sözcükleri kullanır: Zaman, ezel, tarih, mazi (geçmiş zaman), hâl (şimdiki zaman) ve istikbal (gelecek zaman).
Said Nursi Risale-i Nur'da, zamanın gerçekliği konusuna işaret eder. Bu dünyevî zamanın ve bu zamanın varlıklar ve dünya üzerindeki, eşya üzerindeki etkisi üzerinde durur. Said Nursi'nin zamanın realitesi hakkındaki yaklaşımlarını ele alırken, biz konuya Kur'anî kozmoloji noktasından yaklaşacağız.
Devamı haftaya…
Dipnotlar
1. Bakınız: Hana E. Kasis, A Concordance of the Quran (Berkeley-LosAngeles-London: University of California Pres, 1982); İbrahim Al-Aki, Al-Zaman fi al-fikr al-Eslami (Beyrut: Dar al-Muntakab al-Arabi, 1993), 58-62.
2. ibn Manzur, Lisan al-Arab (Matbaa Bulaq, 1300 Hb), 17:60
3. Bakınız: Hilmi Abd al-Mun'im Sabir, Al-Waqt fi al-Islam (Kahire: AI-Mu'assasa al-Arabiya al-Haditha, 1988), 43.
4. A.g.e.; Irfan A. Omar, "The Islamic Concept of Time (Iessness)", 6.
5. Kur'an’da iki tür zamanın olduğuna dair açıklamalar Hilmi Abd Al-Munim Sabir'in AI-Wakt fi al-Islam isimli eserinde yer almaktadır.
6. L.A. Goodman'ın "Time in Islam" isimli eserinden naklen, Asian Philosophy, 2:1 (1997), 17.
7. ibn Sina, Muhammed ibn Zekeriyya al-Razi ve AI-Maarri'nin bu konudaki görüşleri için bakınız: İbrahim al-Ati, Al-Zaman fi al-fikr al-İslami, 95-158.
8. Al-Mawsu'a Fiqhiyya, Al-Kuweyt: Wizarat al-aeq'af wa al-shu'un al-İslamiyya, 1992, 24:5.
9. Bakınız: James R. Lewis, "Sacred Space and Time in Islam", Studies in Islam, 19:1-2 (1982),173.
10. Sahih Muslim, 4/1 763.
11. Franz Rosenthal, "The 'Time' of Muslim Historians and Muslim Mystics", 20.
Risale-i Nur'a Göre Kur'an'da Zaman, Tarih ve İnsan - II
Kur'an'a göre, kâinat iki kısma ayrılır: Görülen ve görülmeyen kâinat. "De ki: Ey gökleri ve yeri Yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah! Kullarının arasında, ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin." (Zümer Suresi, 46)
Kâinatın "alemü'l-gayb" (görülmeyen alem) ve "alemü'ş-şuhud" (görülebilen alem) şeklinde ikiye ayrılması sadece insan açısından söz konusudur. Allah için "görülmeyen" (gayb) bir şey yoktur. Bu noktadan hareketle Said Nursi bazı görüşler ortaya koyar. Ona göre, İlahi ilme göre bütün her şey ve olay, Kâtib-i Ezeli'nin kudret kalemi tarafından varlık alemine geçmeden önce yazılmıştır. Her şeyin başlangıcı ve gelecekte başına gelecek olan olaylar alemül'l-gaybda İmam-ı Mübin'de düzenlenmiştir. Bu, Allah'ın ilminin ve emrinin bir yönünü ifade eder ve İlahi Takdirce yazılan bir defterdir.12 (Bakınız: Yasin Suresi, 12) Her şeyin başlangıcı ve geleceği Kitab-ı Mübin'de kayıtlıdır. Bunlar alem-i şahadette ve hâlde (şimdiki zamanda) ortaya çıkar. Kitab-ı Mübin, irade-i İlahiye ve kudret-i İlahiye'nin kitabıdır. Kudret-i İlahiye, "Levh ü Mahv ve İsbat" olarak bilinen ve zerrelere kadar her şeyin nasıl harekete geçeceğinin belirlendiği bu Levhadaki olayları vakti gelince yaratır.
Bu Levha, değişken bir defter özelliğindedir. Her şeyin kesin olarak belirlendiği ve değişmez olan Levh-i Mahfuz'da yazılı olma veya olmaması doğrultusunda, bütün bilgiler gerektiğinde yazılır veya silinir. Hadiselerin yazılması ve silinmesi ölüm ve hayat, varlık ve tahrip şekillerinde tezahür eder. "Evet, her şeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azimin hakikati dahi, Levh-i Mahv-İsbat'taki kitabet-i kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir."13 Bu açıklamayı Said Nursi, "La ya'lemü'l gaybe illal¬lah" (gaybı Allah'tan başkası bilemez) şeklinde sona erdirir.
Bir başka risalesinde Said Nursi "zaman nehri" kavramı hakkında şu ayrıntıya girer: "Şu mahlûkat, izn-i İlâhî ile, zaman nehrinde mütemadiyen akıyor, âlem-i gaybdan gönderiliyor, âlem-i şehadette vücud-u zâhirî giydiriliyor, sonra âlem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbânî ile, mütemadiyen istikbalden gelip hâle uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür."14
Said Nursi'nin, zamanın metafizik gerçeği hakkındaki yorumların yer aldığı bir risalesinde geçmiş ve geleceğin Gayb alemine, hâlin (şimdiki zamanın) ise Şuhud alemine ait olduğu ifade edilir. Bu bağlamda istikbalin şimdiki zamana doğru geldiğini ve buraya uğradıktan sonra geçmiş zamana gittiğini söyler. Geçmiş ve geleceği belli bir çerçevede konumlandırmakla, Kur'an'ın insanî perspektife göre olmuş, olan veya olacak hadiseler için hem mazi, hem de muzari sigasının kul¬lanılmasındaki bazı hakikatler kavranabilir; Kıyamet günü, Haşir günü ve Hesap günüyle ilgili anlatımlarda kullanılan fiil sigaları gibi.15 (Tekvir Suresi, İnfitar Suresi, İnşikak Suresi, Mürselat Suresi, Nebe Suresi ve Abese Suresi bu kullanımlar için ilginç örnekleri ihtiva eder.)
Dünyevî zamanı değerlendirirken Said Nursi şöyle der: "İşte, nasıl elimizdeki saat, sûreten sabit görünüyor; fakat içindeki çarkların harekâtıyla, dâimî, içinde bir zelzele ve âlet ve çarklarının ıztırapları vardır. Aynen onun gibi, Kudret-i İlâhiye’nin bir saat-i kübrâsı olan şu dünya zâhirî sabitiyetiyle beraber, dâimî zelzele ve tegayyürde, fenâ ve zevâlde yuvarlanıyor. Evet, dünyaya zaman girdiği için, gece ve gündüz, o saat-i kübrânın sâniyelerini sayan iki başlı bir mil hükmündedir, sene o saatin dakikalarını sayan bir ibre vaziyetindedir, asır ise o saatin saatlerini tâdâd eden bir iğnedir. İşte zaman, dünyayı, emvâc-ı zevâl üstüne atar, bütün mâzi ve istikbâli ademe verip yalnız zaman-ı hâzırı vücuda bırakır.”16
Said Nursi'nin geçmiş zamana getirdiği yorum ise şöyledir: "Evet, zaman-ı hazırdan, ta iptida-i hilkat-i aleme kadar olan zaman-ı mazi, umumen vukuattır. Vücuda gelmiş her bir günü, her bir senesi, her bir asrı birer satırdır, birer sayfadır, birer kitaptır ki, kalem-i kader ile tersim edilmiştir; dest-i kudret, mucizat-ı ayatını onlarda kemal-i hikmet ve intizamla yazmıştır."17
Zaman varlıkların ve eşyanın bu alemdeki serüvenlerini farklı şekilde etkiler. Said Nursi'ye göre sözkonusu etkiyle, insanın ve içinde yaşadığı dünyanın sürekli yenilenmesi sağlanır. Buradan hareketle insanın devamlı olarak imanını yenileme ihtiyacında olduğu sonucuna ulaşır. Bu ise "İmanınızı La ilahe illallah ile sürekli yenileyin" hadis-i şerifinin manasını anlamamıza yardımcı olur.
Said Nursi, buradan hareketle, insanın bir çok şahsiyetten meydana geldiğini söyler. Zira- insanın her bir ferdinin manen çok efradı var. Ömrünün seneleri ade¬dince, belki günleri adedince, belki saatleri adedince birer ferd-i ahar sayılır. Çünkü, zaman altına girdiği için, o ferd-i vahid bir model hükmüne geçer, her gün bir ferd-i ahar şeklini giyer.18
Buna paralel olarak insanın içinde yaşadığı dünya da sürekli değişim halindedir. Biri gider, yerine bir başkası gelir. Bu durumda iman hem dünyanın, hem insan hayatının nuru olmaktadır. La ilahe illallah ise bu nuru yakan bir elektrik düğmesini andırır.
Buradan hareketle bu her an değişebilen ve gelip geçici olan alem ile asla değişmeyen ve zaman üstü olan bu nur arasında bir bağın olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
Zamanın, bir mağarada "Bir gün veya daha az bir zaman" kaldıklarını söyleyen Ashab-ı Kehf'e olan etkisi ile normalde onların kaldıkları üç yüz yıl ve ilave olarak dokuz yıllık süreye olan etkisi farklı farklıdır. Said Nursi bu olguya "Genişleyen zaman" şeklinde işarette bulunur.
Said Nursi, Risale-i Nur'da zamanı metafizik ve dünyevi boyutlarla ele almıştır. Metafizik boyut üzerindeki değerlendirmelerini "La ya'lemü'l-gaybe illallah" hükmüyle neticelendirir. Ki, Müslüman alimlerce günümüze kadar dile getirilen bütün yorumlar bu ana hükmün altında toplanmıştır.
Zamanın dünyevî boyutunu değerlendirirken, Said Nursi, insan için özellikle şimdiki zamanın üzerine vurgu yapar. Çünkü, eğer insan şimdiki zamanı ihmal edecek olursa, elindeki fırsatları kaybedecek, zaman hiçliğe doğru gidecek ve bir daha onun eline geçmeyecektir. Diğer yandan, her zaman "Allah'ı sevme, O'nu tanıma ve rızasına ulaşma" ihtimali ve imkânı her an vardır.
Tarih ve İnsan
Kur'an, Allah lafzını ve onun insan için yol göstericiliğini her fırsatta gözler önüne sermektedir. Aynı şekilde Kur'an, insanın varoluşunun bütün yönlerine, onun Yaratıcı ve diğer mahlukatla olan ilişkilerini ortaya koyar. Kur'an'ın bu şümullü özelliği onun içeriğinde, üslubunda ve manalarının kapsamında kendisini gösterir.
İşte burada özellikle Kur'an'ın konulara şümullü yaklaşımı üzerinde du¬racağız. Said Nursi bu noktayı aşağıdaki ifadelerle yorumlamaktadır: "Evet, insan ve insanın vazifesi, kâinat ve Halık-ı Kâinatın, arz ve semâvâtın, dünya ve âhiretin, mâzi ve müstakbelin, ezel ve ebedin mebâhis-i külliyelerini cem’ etmekle beraber, nutfeden halk etmek, tâ kabre girinceye kadar; yemek, yatmak âdâbından tut, tâ kazâ ve kader mebhaslarına kadar; altı gün hilkat-i âlemden tut, tâ 19 kasemleriyle işaret olunan rüzgârların esmesindeki vazifelerine kadar; 20 işârâtıyla, insanın kalbine ve irâdesine müdâhalesinden tut, tâ ,21 yani bütün semâvâtı bir kabzasında tutmasına kadar; 22 zeminin çiçek ve üzüm ve hurmasından tut, tâ 23 ile ifade ettiği hakikat-i acîbeye kadar; ve semânın 24 hâletindeki vaziyetinden tut, tâ duhânla inşikakına ve yıldızlarının düşüp hadsiz fezâda dağılmasına kadar; ve dünyanın imtihan için açılmasından, tâ kapanmasına kadar; ve âhiretin birinci menzili olan kabirden, sonra berzahtan, haşirden, köprüden tut, tâ Cennete, tâ saadet-i ebediyeye kadar; mâzi zamanının vukuâtından, Hazret-i Âdem’in hilkat-i cesedinden, iki oğlunun kavgasından tâ tûfana, tâ kavm-i Firavunun garkına, tâ ekser enbiyânın mühim hâdisâtına kadar; ve 25 işaret ettiği hâdise-i ezeliyeden tut, tâ 26 ifade ettiği vâkıa-i ebediyeye kadar bütün mebâhis-i esâsiyeyi ve mühimmeyi öyle bir tarzda beyân eder ki, o beyân, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden ve dünyayı ve âhireti iki oda gibi açıp kapayan ve zemin bir bahçe ve semâ misbahlarıyla süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden ve mâzi ve müstakbel bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sayfa hükmünde temâşâ eden ve ezel ve ebed, dün ve bugün gibi silsile-i şuûnâtın iki tarafı birleşmiş, ittisâl peydâ etmiş bir sûrette bir zaman-ı hazır gibi onlara bakan bir Zât-ı Zülcelâle yakışır bir tarz-ı beyândır."27
Said Nursi'nin Kur'an'daki konular hakkındaki bu sözlerini, Kur'anî tarih an¬layışının en önemli unsuru olarak görebiliriz. Tarih hakkındaki Kur'anî ifadeler, Ezel, yani dünyevi tarihin ötesinde, başlangıcı olmayan ve Ebed, yani esketoloji olarak iki ana kavram oluşturur.
Ezel, Allah'ın meleklere yeryüzünde kendisine bir halife yaratacağını bildir¬mesiyle (Bakara Suresi, 30; En'am Suresi, 165) ve yaratılış öncesi bütün insan ruh¬larının Allah'ın hakiki Rab olduğunu kabul etmeleriyle (En 'am Suresi, 172) başlar. Bu tarihötesi olaylar, dünyevi tarih olaylarının bir başlangıç aşaması olarak kabul edilmiştir.
Dünyevi tarih, "Allah'ın emirlerinin ve ayetlerinin tezahür etmesini sağlayan bir çerçeve ve insanlığın bu emir ve ayetleri kabul veya reddedeceği bir zemin"28 olarak da yorumlanabilir. Bu periyot yaratılışla başlamıştır ve Kıyamet günü sona erecektir.
Ebed, Haşir günü, Hesap Günü ve "İnsanın Allah'a dönüşü" (Masir, Rüc'a) kavramlarını da içine alır. Bu büyük olaylar tarihötesi veya "supra-temporal" yani dünyevi zamanın ötesidir ve sadece insani perspektiften "Geleceğin tarihi"29 olarak görülebilir.
Tarih kavramıyla ilgili elimizdeki bilgilere ilave olarak, Kur'an tarihi veya ta¬rihötesi olaylara yaklaşımda spesifik bir metod sunar. Tarihötesi zaman Kur'anî ifadede yerini Ezel ve Ebed olarak almıştır ve bu dünyevi tarih, 1) Eski dönemlerde gelen peygamberlerin söylemleri, 2) Eski milletlerin söylemleri ve onların başlarına gelen hadiseler ve 3) Bizanslılar'ın savaşları (Rum Suresi) gibi daha sonradan gerçekleşen ve Peygamberi görevi aksettiren anlatımlar ile kendisini gösterir. Dünyevi tarihten hareketle, Kur'an, insanlığın tarihinden çeşitli sahneler ortaya koyar. Bu olaylar sadece belli bir topluluğun tarihi değildir.30 (Kur'anî an¬latımın bu karakteristik özelliği, Müslüman tarihçilerin dünya tarihiyle ilgili yazdıkları eserlere büyük çaplı etkisi olmuştur.)
Devamı haftaya…
Dipnotlar
12. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 41-42.
13. Age, s. 41.
14. Age, s. 233.
15. Bakınız: Jacques Berque, "The Expression of Historicity in the Koran", 74.
16. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 401-402.
17. Age, s. 77.
18. Mektubat, s. 319.
19. Yemin olsun meleklere. (Mürselât Sûresi: 1); Yemin olsun esip savuran rüzgâra. (Zâriyat Sûresi: 1)
20. Allah dilemedikçe siz hiçbir şeyi isteyemezsiniz. (İnsan Sûresi: 30), Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer. (Enfâl Sûresi: 24)
21. Gökler de Onun kudretiyle dürülmüştür. (Zâriyât Sûresi: 67)
22. Biz o ölmüş yeryüzünde hurma ve üzüm bahçeleri yarattık. (Yâsin Sûresi: 34)
23. Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır. (Zilzâl Sûresi: 1)
24. Sonra İlâhî irâdesini, buhar halindeki dünya semâsına yöneltti. (Fussılet Sûresi: 11)
25. Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (A’râf Sûresi: 172)
26. Yüzler var, o gün ışıl ışıldır, Rabbine bakar. (Kıyâmet Sûresi: 22-23)
27. Sözler, s. 360-361.
28. Jane Idleman Smith an Yvonne Yazbeek Haddad, The Islamic Understanding of Death and Resurrection (Albany: State University of New York Pres, 1981), 4.
29. Bakınız: Abdoldjavad Falaturi, "Experience of Time and History in Islam", We Believe in One God içinde, editör; Annemarie Schimbel and Abduldjavad Falaturi (London: Burns and Qates, 1979), 65; Mazheruddin Siddiqui, The Qur'anic Concept of History (Islamabad: Islamic Research Institute, 1993), 65.
30. Mazheruddin Siddiqui, The Qur'anic Concept of History, 65.
Risale-i Nur'a Göre Kur'an'da Zaman, Tarih ve İnsan - III
Kur'ân, geçmişte olan olaylarla bağlantılı olarak iki ana noktayı hedeflemiştir: 1) Hak ve hakikati bildirme ve 2) Bir teşvikte bulunma (mev'iza).
Geçmişten alınacak ahlaki dersler özellikle çok önemlidir. Buradan hareketle, anlatılan olaylardaki aktörler, yerler ve olayların meydana geliş anıyla ilgili ayrıntılı bilgiye Kur'ân'da yer verilmemiştir. Örneğin, Ashab-ı Kehf'e dair bahislerin geçtiği İbrahim Sûresi'nde ayrıntılı bilgi verilmemiştir. Bir başka örnek, Yasin Sûresi 20. âyettir. Kur'ân şöyle anlatır: "Derken şehrin öbür ucundan koşarak geldi. Ey kavmim, dedi. Bu elçilere uyun."31
Kur'ânî perspektife göre geçmiş zaman önemlidir. Çünkü orada gerçekleşen her şey, Allah'ın bir âyetidir.32 Geçmiş zaman sadece tarihçileri ilgilendirmez. Herkes, "Dünya üzerinde seyahat etmeye, onların sonlarını (akıbetlerini) düşünüp ibret almaya, geçmiş milletleri tanımaya ve "O'nun zatından başka her şey yok olacaktır" (Kasas Sûresi, 88) âyetinin hakikatini anlamaya" davet edilmiştir. Kur'ânı mesajı değerlendirirken, Said Nursî şunları söyler:
"Evet, her gün, her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, geçici her bir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla Lâ ilâhe illâllah cümlesini bin defa tekrar ile o değişen perdelerin her birisine Lâ ilâhe illâllah'ı lâmba yaptığı gibi, öyle de, o kesretli, geçici perdeleri ve o tazelenen seyyar kâinatları karanlıklandırmamak ve âyine-i hayatında in'ikâs eden sûretlerini çirkinleştirmemek ve lehinde şahit olabilen o misafir vaziyetleri aleyhine çevirmemek için, o cinâyetlerin cezalarını ve Padişah-ı Ezelînin şiddetli ve inatlarını kıran tehditlerini, Kur'ân'ı okumakla takdir etmek ve nefsinin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle, Kur'ân gâyet mânidar tekrar eder."33
Mazinin sürekli değişen yönünü ön plana çıkaran Kur'ânî tarih görüşü, Said Nursî'nin belagatlı ve geniş hayal gücünü yansıtan ifadeleriyle yukarıdaki pasajda ayrıntılı olarak dile getirilmiştir.
Bu tarih görüşü, Kur'ân'ın tarihi açıklamalar yaparken kullandığı dilde de kendini gösterir. Çok sıklıkla kullanılan terimlerden bazıları şunlardır: Nebe', Neml Sûresi, 3. âyet; Nebe Sûresi, 2-3. âyet; Hadis (bir şey hakkında konuşma). Zilzal Sûresi, 4. âyet; Zikir (hatırlatma, tekrarlayarak anma), Ahkaf Sûresi, 21. âyet; Kassa (anlatım, sunum), Yusuf Sûresi, 3. âyet, Nahl Sûresi, 118. âyet, Mü'min Sûresi, 78. âyet, Nisa Sûresi, 164. âyet, Hûd Sûresi, 120. âyet, Kehf Sûresi, 13 ve Tâha Sûresi, 99. âyet; İbra (ibret, ders) Yusuf Sûresi 111. âyet.
Kur'ân, anlatımlarında geçmişteki olaylar için tarih kelimesini hiç kullanmamıştır. Bu kelime, hem tarih hem de tarihî işler (historiografi) anlamını taşır. Bu kelime ayrıca hicri birinci yüzyılın ilk bölümlerinde Müslümanların lügatlerine girmiştir. Tarih kelimesinin etimolojisinin "Ayın hareketlerine göre meydana gelen her bir ayın göstergesi"34 şeklinde tanımlanan orijinal mânânın izlerini taşıdığı söylenebilir. Bundan dolayıdır ki tarih, zamanın insanî ölçülerle belirlenmesiyle bağlantılıdır.
Sonuç olarak tarih hakkındaki Kur'ânî ifadeler üzerinde yaptığımız analizler bizleri tarihin taşıdığı anlamları keşfetme noktasına getirmiştir. Buradan hareketle tarihin mânâsına, tarihten kastedilen maksat, onun taşıdığı değer ve önem açılarından bakılmalıdır.
Tarihin amacı, "tarihi sürecin sonunda veya bu sonun ardında belirlenmiş veya tespit edilmiş bazı neticeleri keşfedebilme"35 olarak ifade edilebilir. Bu tanım, tarihin sadece geçmişteki ve şimdiki zamandaki olayları değil, gelecekteki olayları da aynı şekilde kapsamı içine aldığını gösterir. Tarihin bu amacından hareketle sadece bir tek varlığın, tarihin dışında ve ötesinde olduğunu buluruz. Bu varlık Allah 'tır. İnsanlığın varlığı ise tarihin mânâsından ayrı olduğunda bir değer ifade etmez.
Kur'ân'a göre, göklerin ve yerin, hayatın ve ölümün yaratılış sebebi, insanların imtihan edilmesidir (belâ, fitne). (Hûd Sûresi, 7; Mülk Sûresi, 2)
Fertler tıpkı milletler gibi farklı şekillerde imtihana tabi tutulmaktadır. Zenginlik, güç, acı ve ızdırap, çeşitli olaylar, nesneler ve imkânlar gibi unsurlar bu imtihanın araçlarındandır.36Said Nursî, tarihin amacını aşağıdaki ifadelerle şöyle yorumlar:
"Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizâsı ile, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış. Ve tecrübe ve imtihan ise neşv ü nemâya sebeptir. O neşv ü nemâ ise, istidadların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezâhürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezâhürü ise hakaik-ı nisbiyenin zuhuruna sebeptir. Hakaik-ı nisbiyenin zuhuru ise Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubât-ı Samedâniye sûretine çevirmesine sebeptir. İşte şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffî eder, ayrılır."37
Sonuç olarak, Kur'ân'a göre, tarihin gayesi bizleri tarihî olmayan alana, Allah'a dönüş zamanına (masır, rüc'a) ulaştıracaktır. "Masîr" kavramı Kur'ân'da yirmi sekiz defa zikredilmiştir ve sözlük mânâsı "ulaşma yeri"dir. Dinî anlamı ise "Allah'a dönüş" veya "Allah'a ulaşma"38 şeklinde ifade edilmiştir. Aynı gaye, bir başka Kur'ânî terim olan rüc'a ve rücû' terimleri için de geçerlidir. "Kuşkusuz dönüş Rabbinedir." (Alak Sûresi, 8)
Bu ikinci unsur, Kur'ân'da dünyevî tarih sürecine isnad edilen pozitif değerlerle açıklanmış tarih mânâsının-tarihin değerinin-keşfedilmesi açısından da önemlidir. Tarih doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayıracaktır. Kur'ân bu konuda şöyle buyurur: "Allah mü'minleri şu içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda çirkini güzelden ayırt edecektir..." (Al-i İmran Sûresi, 179)
Moral değerler bakımından tarihi süreci elekten geçirecek olursak, Kur'ânî anlatımlarda geçmiş milletlerin ve medeniyetlerin yükseliş ve düşüşleriyle ilgili önemli ipuçlarına rastlarız. Onların gelişmesi veya gerilemesi Allah'ın kanunlarına uyup uymamalarıyla doğrudan ilişkili olmuştur. Temel olarak, zulüm (adaletsizlik, hata, hakların çiğnenmesi) tarihteki cezalandırmaların önemli bir sebebidir. (Bakınız; En'am Sûresi, 45; A'raf Sûresi, 162, 165; Enbiya Sûresi, 11 vb.)
Tarihi sürecin rolü Said Nursî tarafından aşağıdaki ifadelerle yorumlanmıştır: "Evet, Kur'ân'ın hitabı, evvelâ Mütekellim-i Ezelînin rububiyet-i âmmesinin geniş makamından, hem nev-i beşer, belki kâinat namına muhatap olan zâtın geniş makamından, hem umum nev-i beşer ve benî âdemin bütün asırlarda irşadlarının gâyet vüs'atli makamından, hem dünya ve âhiretin, arz ve semavatın, ezel ve ebedin ve Hâlık-ı Kâinatın rububiyetine ve bütün mahlûkatın tedbirine dair kavânin-i İlâhiyenin gâyet yüksek ihatalı beyanatının makamından aldığı vüs'at ve ulviyet ve ihâta cihetiyle, o hitap öyle bir yüksek i'câzı ve şümûlü gösterir ki, ders-i Kur'ân'ın, muhataplarından en kesretli taife olan tabaka-i avâmın basit fehimlerini okşayan zâhirî ve basit mertebesi dahi, en ulvî tabakayı da tam hissedar eder. Güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradı olarak her asırda ve her tabakaya hitap ederek taze nazil oluyor. Ve bilhassa çok tekrarla deyip tehditleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine, kavm-i Ad ve Semûd ve Fir'avunun başlarına gelen azaplarla baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imânâ, İbrahim ve Mûsâ Aleyhimesselâm gibi enbiyanın necatlarıyla tesellî veriyor."39
Tarih örneği, tarihin bütün bunları nasıl üzerinde toplayacağına yol gösteren bir tarzdır. Burada şu sual sorulabilir: Kur'ân'a göre örnek nedir ve dünyevî tarih hakkında hangi ölçü takip edilecektir? Pek çok Müslüman alim, Kur'ân üzerinde yaptıkları çalışmalar sonucu, devrî bir model çerçevesinde sonuca ulaşmışlardır. Bu modele göre, tarih sürekli olarak aynı minval üzerinde ve mükerrer yükseliş ve düşüşlerle dolu bir mahiyet taşır ve bu özelliğiyle insana tarihin gayesini ciddi mânâda gerçekleştirme imkânını ve fırsatını vermez. Bu etkiye, aşağıdaki Kur'ân âyeti işarette bulunur: "O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz. Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahidler edinsin..." (Al-i İmran Sûresi, 140)
Said Nursî de 1911 yılında telif ettiği Hutbe-i Şamiye isimli eserinde devrî modeli şöyle ifade eder: "Evet, bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehâsı birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazan tedennî içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir. Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşaallah. Hakikat-i İslâmiyenin güneşiyle, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi rahmet-i İlâhiyeden bekleyebilirsiniz."40
Said Nursî'nin bu sözleri, felsefe tarihinde yer alan ve "Arketikal Örnek" şeklinde ifade edilen devrî modele benzer unsurlar taşır. Bu model, "tabiat ve ondaki ritimden hareketle ortaya çıkmıştır. Bu ritim gezegenlerin hareketleri, gece ve gündüzün ve bir yıl içindeki mevsimlerin sabit bir sırayı takip etmeleri şeklinde kendini gösterir."41
Said Nursî'ye göre doğru süreci (terakkiyi) yakalama, üzerinde durulması gerekli bir noktadır. Şems Sûresinin 1-10. âyetlerini yorumlarken şöyle der: "Evet, hakiki terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hatta hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine layık hususi bir vazife-i ubudiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalaletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hatta en süflisini tatmak için bütün letaifini ve kalb ve aklını nefs-i emmareye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur."42
Risâle-i Nur'da Said Nursî'nin, tarih hakkındaki Kur'ânî yaklaşımları değerlendiren diğer alimlerin arasında, ortaya koyduğu çerçeve; amaç, değer ve model açısından farklı bir konuma sahiptir. Bu meseleler, tarih hakkındaki İslamî yorumlar açısından muazzamdır.
Sonuç
Zaman üzerindeki Kur'ânî yaklaşım çok farklı bir terminolojinin kullanılması şeklinde karakterize edilebilir. Bu bağlamda iki farklı zaman türünün varlığından söz edebiliriz: Metafizik ve fiziksel zaman.
Kur'ân, insan açısından fiziksel veya dünyevi zamanın önemi üzerinde çok vurgu yapmıştır. Said Nursî de Risâle-i Nur'da her iki zamanı müzakere etmiştir. Metafizik alanda zamanla İlahi İlim, Kudret, İrade ve Yaratıcılık arasında bağlantı kurmuştur. Fiziksel alanda ise, özellikle zamanın insan ve dünya üzerindeki etkisi ile geçmiş zamanın tekrar ele geçirilemeyeceğinden hareketle şimdiki zamanın önemi üzerinde durmuştur.
Tarih hakkındaki Kur'ânî yaklaşım, özellikle insan için önemli olan olaylar açısından çok zengin bir terminolojiye sahiptir. Bu olaylar insanların dünyevi hayatları, dünyevi tarih ve eskatoloji açısından önceliğe sahip unsurlardır. Kavramsal açıdan farklı zaman türleri, farklı tarih türlerini ortaya çıkarmıştır. Metafizik tarih meta-historik (tarih ötesi) tarihle, fiziksel zaman ise dünyevi tarihle ilişkilidir. Kur'ân, dünyevi tarihe, insanın imtihan edilmesi hakikati çerçevesinde bir anlam yükler. Bu imtihan, tarihin olmadığı bir alanda, Allah'a dönüşle son bulacaktır. Dünyevî tarih sürecine, iyiyle kötünün birbirinden ayırt edilmesi gibi pozitif bir anlam yüklenmiştir. Said Nursî, bu konuların hepsini, kendisinin herkesçe bilinen belagatı ve derinliğiyle çözüme ulaştırmış ve ayrıntılı olarak ele almıştır.
—SON—
Dipnotlar
31. Ahmad Mahmud Subhi, Fi Falsafa al-Tarikh (Al-Iskandariyya: Dar al-Ma'rifa al-Jam'iyya, 1995). 102.
32. Sachio Murata and William C. Chittick, The Vision of Islam, 324.
33. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1998, s. 225.
34. Franz Razenthal, A History of Muslim Histography (Leiden: E. J: Brill, 1968), 13-14.
35. Rolf Gruner, Philosophies of History: A Criticial Essay (Hants: Gower, 1985), 6.
36. Mustansir Mir, Dictionary of Qur'anic Terms and Concepts (New York and London: Gerland Publishing, 1987), 204-205.
37. Sözler, s. 491.
38. Jacques Berque, "The Expression of Historicity in the Koran", Arab Civilization: Challenges and Responses: Studies in Honor of Conctantine K. Zaryak içinde, Editör: George N. Atiyeh and Ibrahim M. Oweiss (Albany: State University of New York Pres, 1988), 79.
39. Şualar, s. 218-219.
40. Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1996, s. 43.
41. Rolf Gruner, Philosophies of History: A Critical Essay, 13.
42. Sözler, s. 291.