Diagramma
Kayıtlı Üye
İŞTE O
Nereden başlamalı? Nuh’a ve İbrahim’e kadar gidemem çok uzak, üstelik tanrıya ne isim verdiklerini de bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, tanrıya Allah demeyen toplumlardan bilinen en eskisi Yahudilerdir.
İşte Haz. Musa ve tanrısı Yahve!
“ Y.H.V.H tanrının Haz. Musa’ya bildirdiği özel adıdır. Yahudilikte tanrının adının açıkça söylenip yazılması yasak olduğu için, bu adı oluşturan dört ünsüzle anlatılmıştır. İbrani alfabesindeki bu dört sessiz harf, Yahve olarak okunur.
İÖ 6. yüzyıldaki Babil sürgününden ve özellikle İÖ 3. yüzyıldan sonra bu isim Yahudilerce kullanılmaz oldu. Bunun bir nedeni Tanrının kutsal isminin ağza alınmamasıydı. Diğer önemli nedeni Yunan ve Roma kültürlerini de etkisi altına alan İsrail tanrısının, diğer dillerde Elohim sözcüğü ile yaygınlaşmasıydı.
İS 6-10. yüzyıllar arasında Eski Ahit’i ilk hâliyle yazıya geçirmeye çalışan gelenekçi İbrani bilginleri, Y.H.V.H harflerini Elohim sözcüğünün sesli harfleri ile seslendirip YeHoVa biçiminde yeni bir sözcük geliştirdiler. Hıristiyan dünya Rönesans ve reform sonrası bu sözcüğü kullandı. Ancak 19 ve 20. Yüzyıllarda yeniden Yahve sözcüğü benimsendi.
İsrail tanrısının bu özel adının anlamı çeşitli biçimlerde yorumlanmıştır. Bir çok araştırmacı en uygun anlamın, (Var olan her şeyi yaratan) olduğunu öne sürer. Diğer taraftan bu adın gerçekte Haz. Musa’dan çok önceleri de bilindiği anlaşılmaktadır. Örneğin, Haz. Musa’nın annesinin adı Yoheved’ dir ve Yahve’den türemiştir.”
***
Yukarıda verilen bilgiler herhangi bir materyalist için anlamsızdır. Bilgilenmek bir yana, binlerce yıldır sorduğu ve cevap alamadığı sorulara şimdi yeni sorular eklenmiştir.
İbrani alfabesi bu dört sessiz harften mi ibarettir? Niçin Y.H.V.H oluyor da M.H.Y.L olmuyor?
Bütün dinlerde anlatılması istendiği halde tanrı hakkında konulan bu konuşma yasağı neden?
Soruların cevabı, Sina dağında Allah’ı arayan Haz. Musa’dadır. Gördüğü şey herkesin gördüğünden başka bir şey değildir ki yeni bir şey gördüğünü söyleyebilsin. Diğer taraftan anladığı şey, herkesin anladığı şeyler de değildir ki anlatabilsin! Musa şaşkındır ama, onun isminin niçin Y.H.V.H olduğunu artık bilmektedir.
“ Ve Musa Allah’a dedi,
- İsrail oğullarına, Beni size atalarınızın Allah’ı gönderdi dersem ve onlar bana onun ismi nedir derlerse ne diyeyim? Ve Allah Musa’ya dedi,
- Ben, benim! İsrail oğullarına şöyle diyeceksin; Beni size, Ben’im gönderdi. Tevrat çıkış 3/13”
Ve Musa dağdan indiğinde, yaratıcıyı soranlara şöyle cevap verdi.
- Yahve! (YHVH)
Bizim için ne kadar anlamsız değil mi? Ama o gün dinleyenler için o kadar anlamsız olmamalıdır ki hadi oradan dememişler, oturup dinlemişler. Dinlemekle kalmayıp inanmışlar, önemseyip taşlara yazmışlar.
Neydi binlerce yıl önce bu kadar önemsenen bu kelimenin anlamı?
Beş bin yıl önce Haz. Musa’nın anlatmaya çalıştığı Y.H.V.H’yi bugün başka birilerinin daha anlatmaya çalıştığını hiç duymuş muydunuz? Onlar Yehova Şahitleridir!
“Charles Taze Russell 1872 yılında Amerika’nın Pittsburgh şehrinde Kitabı Mukaddes öğrencileri adında bir dernek kurdu. Yehova Şahitleri bu derneğin uzantısıdır. Yehova şahitleri ismi, 1931 de derneğin başına geçen Joseph Franklin Rutherford tarafından verilmiştir. New York şehrinin Brooklyn semtindeki merkezinden idare edilen dernek, çeşitli yayınlarla gerçek Tanrının Yehova olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. İsa’nın tanrı tarafından yeryüzünde bir Tanrı krallığı kurmakla görevlendirildiğine inanırlar ve amaçları bu din devletini kurmaktır.
Yehova şahitlerinin öteki mezheplerle hemen hiç ilişkisi yoktur ve günümüzde Türkiye dahil bir çok ülkede resmen ayrı bir din olarak kabul edilmektedir. Hükümetlerin ve siyasi partilerin bilmeden şeytanla işbirliği yaptığına inanır, hiçbir ulusal bayrağı selamlamaz ve askere gitmeyi reddederler. İnanışlarında papaz ve kilise gibi kavramlar da yoktur.”
Aşağıdaki satırlar, bizzat Yehova Şahitleri tarafından Amerika’da bastırılmış “Allah Hak olsun” isimli Türkçe bir kitaptan alınmıştır ve kendi ifadeleridir;
“ Hıristiyanlık tarihinden evvel kaleme alınmış olan mukaddes yazıların oldukça büyük bir kısmı İbranice, bir kısmı ise Arami dilinde yazılmışlardı. Yüce Yaratıcının ismini ifade eden Y.H.V.H, yani Yod, He, Vav, He harfleri bütün bu kitapların hepsinde açıkça bu şekliyle yazılmıştır. İbrani alfabesinin dört sessiz harfi ile ifade edilen bu kutsal isim, mukaddes kitaplarda 6823 defa tekrar edilmiştir.”
Eminim Kuran okuyabilen bütün Müslümanlar Yehova şahitlerinin söz ettiği bu harfleri hemen tanımışlar ve şaşırmışlardır. Çünkü aynı harfler, aynı anlamı taşıyan aynı kelimelerle bugün Kuran’da da görülmektedir.
He ve Vav harflerinden oluşan bu iki harf, Arapça’da yan yana geldiklerinde Hu diye okunur ve O demektir. Kuran’da Allah’ı ifade etmek üzere yirmi altı kez kullanılmıştır. Cümle içinde olmayıp müstakil olduğu zamansa Hüve diye okunur.
Enteresan değil mi? İsterseniz şimdi bu Hu’nun başına ya ekleyip bir daha bakın. Ya Hu!
Bir çok dergahın kapısında, bir çok caminin duvarlarında gördüğümüz bu süslü yazıyı siz de hatırladınız mı? Ya Hu! Yani, Ey Allah, ey O!
Yahve veya Ya Hu. Ya Hüve veya YeHoVa!
Artık bu kelimelerin aynı şey olduğunu ve aynı şeyi anlattığını anlayabiliyorum. Hâttâ dedikleri gibi bu kelimenin Haz. Musa’dan çok daha önceleri bilindiğine de inanıyorum.
Haz. Musa’dan önce nerede olduğunu hiç duymuş muydunuz? İşte çok klasik, ansiklopedik bir bilgi!
“ Hu eski bir Mısır tanrısıdır. Evrenin yaratılmasını ve sürekliliğini sağlayan temel güç, yaratıcı emir demektir.”
Yahudilerin Tanrısını anlamaya çalıştığım bu noktada görüyorum ki, onların inandığı Yahve bizim inandığımız Ya Hu’dur. Bizim inandığımız Ya Hu, eski Mısır’ın inandığı Hu’dur. İsimler birbirinden ilgisiz değildir.
Peki ya Allah?
Onu şu cümlelerle anlatıyorlar,
“ Allah, İslam dininde en yüce yaratıcının adıdır. İslam düşüncesine göre, başka sözcükler gibi herhangi bir kökten türememiştir. Başka bir dilde karşılığı olmadığı gibi, başka bir varlığa isim olarak ta kullanılamaz ve çoğulu olmaz.
İslam inancına göre Allah’ın altı zati, sekiz de görülen sıfatı vardır. Zati sıfatları; 1- Gerçekten var oluşu, 2- Bu var oluşta kendinden başka bir sebebe ihtiyacı olmayışı, 3- Ezeli oluşu, 4- Ebedi oluşu, 5- Tek oluşu ve 6- Hiçbir şeye benzememesidir.
Allah’a benzememekle birlikte, diğer varlıklarda da görülebilen diğer sekiz sıfatı ise şunlardır; 1-Hayat, 2-İlim, 3-İşitme, 4-Görme, 5-İrade, 6-Kudret, 7-İfade, 8-Yaratma.
Bu sıfatlarla ifade edilmeye çalışılan Allah insana çok yakındır ve onlarla kesintisiz birliktedir. Ne başı, ne de sonu yoktur. Olmadığı bir zaman da yoktur. Diridir ve her şey yok olmaya mahkum olduğu halde O hep vardır. Gizli açık her şeyi duyar ve bilir. Her şeyi görür. İnsanı en güzel biçimde yaratmış ve bütün evreni hizmetine vermiştir. Bir şeyin olmasını da, olmamasını da dileyen Odur ve hiçbir şey Ona engel olamaz. Varlığı ve insanı yaratmış, ama sonra kendi haline bırakmamıştır. Peygamberleriyle iyiyi güzeli göstermekte, kötülüklerden çekinmemizi bildirmektedir. Yarattığı her şeyi öldürmektedir ve kıyamet gününde tekrar diriltip hesap soracaktır.
Allah zatı itibarıyla gizlidir. Kavranamaz, tasarlanamaz ve düşünülemez. Ancak isimleri ve eylemleri açısından apaçıktır. Öyle açıktır ki, kanıtlamayı bile gerektirmez.” 5
Allah hakkında yukarıda verilen bu açıklamaların, Haz. Musa’nın anlatmaya çalıştığı Yahve’ye çok benzediğini düşünüyorum.
Şu halde bizim ona Allah dememizin sebebi nedir? Dil ve din olarak aynı kökten geldiğimiz halde, ne zaman neler olmuş da bizler Yahve demekten vazgeçip Allah der olmuşuzdur?
Allah kelimesinin ifade ettiği anlamı şimdilik sonraya bırakıyor, önce bu farklılığın nedenlerini arıyorum. İşte bir klasik daha!
“ El, Sami dilinde bütün tanrıların babası olan en yüce tanrıdır. Eski Ahitte El, hem Tanrı anlamında, hem de Yehova olarak kullanılırdı.”
Birdenbire çocukluğumda gittiğim Kuran kursundaki ihtiyar bir imamı hatırlıyorum. Allahüekber derdim de, hayır derdi;
- Al değil, al ile el arasında bir ses çıkacak. Bak şöyle, Ellahüekber!
Şimdi anlıyorum, galiba söz ettiği o Elif, işte o El’di.
***
Allah’ın Al’ını buldum. Ya devamındaki Lah?
Büyük usta Muhiddin-i Arabi anlatıyor;
“ Evrende değişimin sonu yoktur. Değişim sonsuz olunca, meydana gelen varlıklar da sonsuzdur. Varlıkların sonsuz olması demek, isimlerin de sonsuz olması demektir. Bundan dolayıdır ki, yarattığı varlıklarla birlikte beliren yüce yaratıcının zatının belli bir ismi yoktur. Yarattığı hiçbir varlık Ona isim olacak bir etki doğuramaz. İsimler bizden çıkmaktadır ve bizim içindir. İsimler, ancak ayırt etmek ve anlayışı aktarmak içindir.”
Kelimeler ve isimler hakkında yukarıda verdiği bu açıklamalar, büyük usta Muhiddin-i Arabi’nin ön hazırlıklarıdır ve aslında çok önemli bir kelimeyi açıklamak üzeredir, Allah!
Allah, Latince’de olduğu gibi Arap dilinde de üç harften oluşur. A dediğimiz Elif, L dediğimiz Lam ve H dediğimiz He. Arapça’nın yazılışı Latince’den farklıdır. Elif Latince bir sayısına benzer dik ve düz bir çizgi, Lam tıpkı bir olta iğnesi ve He’de küçük bir yuvarlaktır.
İbranice yazı karakterleri eskiden aynı zamanda matematik işlemler için kullanılan rakamlarmış. Hem bir kelimeyi, hem de bir sayıyı ifade eden bu sisteme Arap dilinde Ebced denirmiş.
Bu sisteme göre Elif’in sayısal değeri Bir’dir ve Muhiddin-i Arabi Allah ismini oluşturan bu A ve L harflerini şöyle açıklar;
“ Nokta çizginin esası olduğu gibi, çizgi de şekillerin esasıdır. Çizginin esası ise eliftir. Rakamlar ve harfler, elifin değişik anlamlar ifade eden görüntüleridir. Böylece elif hem rakam hem de harf olarak, bütün sayıların ve bütün isimlerin esasını oluşturur. Lam harfi, elif harfinin elbisesi ve cennetidir. Lamelif harfindeki lam ile birleşen elif ise, Rabb’iyle birleşen kulun sırrı olmuş olur.”
Nelerden söz ettiğimizi belki siz anlamıyorsunuzdur ama, eminim birileri anlıyor. Muhiddin-i Arabi bu üstü kapalı cümleleri ile Allah isminin anlamını anlatmaktadır.
Elif; çizgilerin, şekillerin, sayıların ve harflerin, kısacası bilginin başlangıcıdır. Harf olarak A veya E sesi verirken, sayı olarak biri ve birliği ifade eder.
Nun harfi aklı ve insanı, Elifin Nunla birleşmesinden oluşan Lam harfi ise âlemi temsil eder.
“Allah” kelimesinin harfleri ve yazılış sırası, bu bilgiler ışığında bakıldığında bize şunları anlatıyor;
Başlangıçta sadece mutlak varlık vardı ve yapayalnızdı. Kendisiyle birlikte hiçbir şey yoktu.(1.Elif.)
Sonra, yine kendi varlığından olan âlemi ve insanı yarattı. Bu halen içinde yaşadığımız âlemin görünen hâlidir.(1.Lam.)
Ancak şüphesiz ki oluşumlar ve değişimler sonsuzdur. Bu değişim, bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam edecek ve bir gün kıyamet denilen diriliş gerçekleşecektir. Bu nokta değişimin bittiği yer değildir. Bu nokta, bizim ölümü ölümsüzlükle değiştirdiğimiz yerdir. Bu noktada Lam yine aynı Lam, âlem yine aynı âlemdir ama, görüntüler değişmiştir. Ve henüz oluşmamış bir şeyi bilemeyeceğimiz için bu âlem şimdilik bilinmezliktedir.(2. Lam.)
Zaman ezelden ebede akan kesintisiz bir sürekliliktir ve bu ikinci Lam birinci Lama bu nedenle bitişiktir. Ve o gün tüm insanlar dirilmiş, Yaratıcı kullarına görünmüştür. Cennet veya cehennem kim neyi hak etmişse ödemiş ve artık onlardan razı olmuştur. Âdemin indirildiği ilk cennette olduğu gibi artık Yaratan kulları ile, kulları da Yaratan ile birleşmişlerdir. (2. Elif.) Birinci Elif birinci Lamdan ayrı olduğu halde, ikinci Elifin ikinci Lama bitişik olması bu nedenledir.
Ve yine geldik He, ya da Hu’ya. He’nin derin bir nefes ve sonsuzluk olduğunu artık biliyorum. Bu demektir ki, artık dünyadaki yaşamımız boyunca süren imtihanımız bitmiş ve biz neyi hak etmişsek elde etmişizdir. Bugün baş gözüyle göremediğimiz halde, akıl gözüyle görüp inandığımız Yaratıcımız belirmiştir. Ölüm öldürülmüş ve Yaratanla birlikte sonsuza uzanan gerçek yaşamımız başlamıştır.(He.)
***
Bugünlerde kederliyim. Allah’ın ismini anladığım gün tüm sırların çözüleceğini ve onu göreceğimi umuyordum. Ancak görüyorum ki isminin arkasında da saklanmıyormuş, işte yine yok!
Demek ki bilmekle iş bitmiyor. Kim bilir, belki de kıyamete kadar hiç göremeyeceğim.
Ancak Ömer Hayyam aynı fikirde değil,
“ Yaşamın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da bilirdin.
Bugün aklın var bir şey bildiğin yok,
Yarın akılsız, neyi bileceksin? ” 9
Ömer Hayyam vazgeçmememi, Allah’ı bugünden arayıp bulmamı tavsiye etmektedir. Bugün bir şey göremiyorsam, o gün de görebileceğim bir şey yoktur. Söz ettiği, Allah’ın Kuran’daki bir ayetidir.
“ Hayatta iken Allah’ı görmeyenler, yeniden dirildikleri ahret günü de göremezler. İsra 17/72 ”
Tıpkı Tevrat’ın da söylediği gibi,
“ Rabb’i bulunabilirken arayın, Onu yakınken çağırın. İşaya 55/6 ”
Allah’ı dünyada görmek için nereye bakmamız ve neyi görmemiz gerektiğini en çıplak olarak İncil’de Haz. İsa bildirir. Çünkü O kıyametin sırrıdır ve bu nedenle Haz. İbrahim’in saklamaya çalıştığını saklamamıştır.
“ Filipus ona dedi;
- Bize Babayı göster, O bize yeter. İsa ona dedi;
- Bu kadar zamandır sizin ile beraberim de, beni tanıyamadın mı ey Filipus? Beni görmüş olan Babayı görmüş olur! Sen nasıl olur da Babayı bize göster diyorsun! Anlamıyor musun ki ben Babadayım, Baba da bendedir! Yuhanna 14/8
Ya Son Peygamber?
O bu konuda kardeşi İsa kadar cesur değil ama, büyükbabamız İbrahim gibi de ketum görünmüyor,
“Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Nisa 4/80”
Haz. İsa ve Haz. Muhammet yoksa Tanrı olduklarını mı söylemek istiyorlar? Kuran olası bir yanlış anlamayı şu ayetle durdurur,
“ Onlar Onun korkusundan titrerler. İçlerinden biri, ben ilahım demiş olsaydı onu korkunç bir şekilde cezalandırırdık. Enbiya 21/28”
Şu halde Haz. İsa’nın ve Haz. Muhammet’in ben dedikleri kimdir?
Bir peygamberin insan suretinde görünen varlığından benliğini çekip atarsanız, geriye kalan insanlığıdır. Ve Muhiddin-i Arabi’ye göre insan, Yaratıcı Allah’ın belirdiği en büyük mekan ve en yüksek mertebedir. İnsan tanrı değildir ama, tanrısaldır!
Bugünlerde kederliyim, çok kederliyim. Artık nerede saklandığını biliyorum ama, ne yazık ki hâlâ bulamıyorum.
Mürit Kefer
Nereden başlamalı? Nuh’a ve İbrahim’e kadar gidemem çok uzak, üstelik tanrıya ne isim verdiklerini de bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, tanrıya Allah demeyen toplumlardan bilinen en eskisi Yahudilerdir.
İşte Haz. Musa ve tanrısı Yahve!
“ Y.H.V.H tanrının Haz. Musa’ya bildirdiği özel adıdır. Yahudilikte tanrının adının açıkça söylenip yazılması yasak olduğu için, bu adı oluşturan dört ünsüzle anlatılmıştır. İbrani alfabesindeki bu dört sessiz harf, Yahve olarak okunur.
İÖ 6. yüzyıldaki Babil sürgününden ve özellikle İÖ 3. yüzyıldan sonra bu isim Yahudilerce kullanılmaz oldu. Bunun bir nedeni Tanrının kutsal isminin ağza alınmamasıydı. Diğer önemli nedeni Yunan ve Roma kültürlerini de etkisi altına alan İsrail tanrısının, diğer dillerde Elohim sözcüğü ile yaygınlaşmasıydı.
İS 6-10. yüzyıllar arasında Eski Ahit’i ilk hâliyle yazıya geçirmeye çalışan gelenekçi İbrani bilginleri, Y.H.V.H harflerini Elohim sözcüğünün sesli harfleri ile seslendirip YeHoVa biçiminde yeni bir sözcük geliştirdiler. Hıristiyan dünya Rönesans ve reform sonrası bu sözcüğü kullandı. Ancak 19 ve 20. Yüzyıllarda yeniden Yahve sözcüğü benimsendi.
İsrail tanrısının bu özel adının anlamı çeşitli biçimlerde yorumlanmıştır. Bir çok araştırmacı en uygun anlamın, (Var olan her şeyi yaratan) olduğunu öne sürer. Diğer taraftan bu adın gerçekte Haz. Musa’dan çok önceleri de bilindiği anlaşılmaktadır. Örneğin, Haz. Musa’nın annesinin adı Yoheved’ dir ve Yahve’den türemiştir.”
***
Yukarıda verilen bilgiler herhangi bir materyalist için anlamsızdır. Bilgilenmek bir yana, binlerce yıldır sorduğu ve cevap alamadığı sorulara şimdi yeni sorular eklenmiştir.
İbrani alfabesi bu dört sessiz harften mi ibarettir? Niçin Y.H.V.H oluyor da M.H.Y.L olmuyor?
Bütün dinlerde anlatılması istendiği halde tanrı hakkında konulan bu konuşma yasağı neden?
Soruların cevabı, Sina dağında Allah’ı arayan Haz. Musa’dadır. Gördüğü şey herkesin gördüğünden başka bir şey değildir ki yeni bir şey gördüğünü söyleyebilsin. Diğer taraftan anladığı şey, herkesin anladığı şeyler de değildir ki anlatabilsin! Musa şaşkındır ama, onun isminin niçin Y.H.V.H olduğunu artık bilmektedir.
“ Ve Musa Allah’a dedi,
- İsrail oğullarına, Beni size atalarınızın Allah’ı gönderdi dersem ve onlar bana onun ismi nedir derlerse ne diyeyim? Ve Allah Musa’ya dedi,
- Ben, benim! İsrail oğullarına şöyle diyeceksin; Beni size, Ben’im gönderdi. Tevrat çıkış 3/13”
Ve Musa dağdan indiğinde, yaratıcıyı soranlara şöyle cevap verdi.
- Yahve! (YHVH)
Bizim için ne kadar anlamsız değil mi? Ama o gün dinleyenler için o kadar anlamsız olmamalıdır ki hadi oradan dememişler, oturup dinlemişler. Dinlemekle kalmayıp inanmışlar, önemseyip taşlara yazmışlar.
Neydi binlerce yıl önce bu kadar önemsenen bu kelimenin anlamı?
Beş bin yıl önce Haz. Musa’nın anlatmaya çalıştığı Y.H.V.H’yi bugün başka birilerinin daha anlatmaya çalıştığını hiç duymuş muydunuz? Onlar Yehova Şahitleridir!
“Charles Taze Russell 1872 yılında Amerika’nın Pittsburgh şehrinde Kitabı Mukaddes öğrencileri adında bir dernek kurdu. Yehova Şahitleri bu derneğin uzantısıdır. Yehova şahitleri ismi, 1931 de derneğin başına geçen Joseph Franklin Rutherford tarafından verilmiştir. New York şehrinin Brooklyn semtindeki merkezinden idare edilen dernek, çeşitli yayınlarla gerçek Tanrının Yehova olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. İsa’nın tanrı tarafından yeryüzünde bir Tanrı krallığı kurmakla görevlendirildiğine inanırlar ve amaçları bu din devletini kurmaktır.
Yehova şahitlerinin öteki mezheplerle hemen hiç ilişkisi yoktur ve günümüzde Türkiye dahil bir çok ülkede resmen ayrı bir din olarak kabul edilmektedir. Hükümetlerin ve siyasi partilerin bilmeden şeytanla işbirliği yaptığına inanır, hiçbir ulusal bayrağı selamlamaz ve askere gitmeyi reddederler. İnanışlarında papaz ve kilise gibi kavramlar da yoktur.”
Aşağıdaki satırlar, bizzat Yehova Şahitleri tarafından Amerika’da bastırılmış “Allah Hak olsun” isimli Türkçe bir kitaptan alınmıştır ve kendi ifadeleridir;
“ Hıristiyanlık tarihinden evvel kaleme alınmış olan mukaddes yazıların oldukça büyük bir kısmı İbranice, bir kısmı ise Arami dilinde yazılmışlardı. Yüce Yaratıcının ismini ifade eden Y.H.V.H, yani Yod, He, Vav, He harfleri bütün bu kitapların hepsinde açıkça bu şekliyle yazılmıştır. İbrani alfabesinin dört sessiz harfi ile ifade edilen bu kutsal isim, mukaddes kitaplarda 6823 defa tekrar edilmiştir.”
Eminim Kuran okuyabilen bütün Müslümanlar Yehova şahitlerinin söz ettiği bu harfleri hemen tanımışlar ve şaşırmışlardır. Çünkü aynı harfler, aynı anlamı taşıyan aynı kelimelerle bugün Kuran’da da görülmektedir.
He ve Vav harflerinden oluşan bu iki harf, Arapça’da yan yana geldiklerinde Hu diye okunur ve O demektir. Kuran’da Allah’ı ifade etmek üzere yirmi altı kez kullanılmıştır. Cümle içinde olmayıp müstakil olduğu zamansa Hüve diye okunur.
Enteresan değil mi? İsterseniz şimdi bu Hu’nun başına ya ekleyip bir daha bakın. Ya Hu!
Bir çok dergahın kapısında, bir çok caminin duvarlarında gördüğümüz bu süslü yazıyı siz de hatırladınız mı? Ya Hu! Yani, Ey Allah, ey O!
Yahve veya Ya Hu. Ya Hüve veya YeHoVa!
Artık bu kelimelerin aynı şey olduğunu ve aynı şeyi anlattığını anlayabiliyorum. Hâttâ dedikleri gibi bu kelimenin Haz. Musa’dan çok daha önceleri bilindiğine de inanıyorum.
Haz. Musa’dan önce nerede olduğunu hiç duymuş muydunuz? İşte çok klasik, ansiklopedik bir bilgi!
“ Hu eski bir Mısır tanrısıdır. Evrenin yaratılmasını ve sürekliliğini sağlayan temel güç, yaratıcı emir demektir.”
Yahudilerin Tanrısını anlamaya çalıştığım bu noktada görüyorum ki, onların inandığı Yahve bizim inandığımız Ya Hu’dur. Bizim inandığımız Ya Hu, eski Mısır’ın inandığı Hu’dur. İsimler birbirinden ilgisiz değildir.
Peki ya Allah?
Onu şu cümlelerle anlatıyorlar,
“ Allah, İslam dininde en yüce yaratıcının adıdır. İslam düşüncesine göre, başka sözcükler gibi herhangi bir kökten türememiştir. Başka bir dilde karşılığı olmadığı gibi, başka bir varlığa isim olarak ta kullanılamaz ve çoğulu olmaz.
İslam inancına göre Allah’ın altı zati, sekiz de görülen sıfatı vardır. Zati sıfatları; 1- Gerçekten var oluşu, 2- Bu var oluşta kendinden başka bir sebebe ihtiyacı olmayışı, 3- Ezeli oluşu, 4- Ebedi oluşu, 5- Tek oluşu ve 6- Hiçbir şeye benzememesidir.
Allah’a benzememekle birlikte, diğer varlıklarda da görülebilen diğer sekiz sıfatı ise şunlardır; 1-Hayat, 2-İlim, 3-İşitme, 4-Görme, 5-İrade, 6-Kudret, 7-İfade, 8-Yaratma.
Bu sıfatlarla ifade edilmeye çalışılan Allah insana çok yakındır ve onlarla kesintisiz birliktedir. Ne başı, ne de sonu yoktur. Olmadığı bir zaman da yoktur. Diridir ve her şey yok olmaya mahkum olduğu halde O hep vardır. Gizli açık her şeyi duyar ve bilir. Her şeyi görür. İnsanı en güzel biçimde yaratmış ve bütün evreni hizmetine vermiştir. Bir şeyin olmasını da, olmamasını da dileyen Odur ve hiçbir şey Ona engel olamaz. Varlığı ve insanı yaratmış, ama sonra kendi haline bırakmamıştır. Peygamberleriyle iyiyi güzeli göstermekte, kötülüklerden çekinmemizi bildirmektedir. Yarattığı her şeyi öldürmektedir ve kıyamet gününde tekrar diriltip hesap soracaktır.
Allah zatı itibarıyla gizlidir. Kavranamaz, tasarlanamaz ve düşünülemez. Ancak isimleri ve eylemleri açısından apaçıktır. Öyle açıktır ki, kanıtlamayı bile gerektirmez.” 5
Allah hakkında yukarıda verilen bu açıklamaların, Haz. Musa’nın anlatmaya çalıştığı Yahve’ye çok benzediğini düşünüyorum.
Şu halde bizim ona Allah dememizin sebebi nedir? Dil ve din olarak aynı kökten geldiğimiz halde, ne zaman neler olmuş da bizler Yahve demekten vazgeçip Allah der olmuşuzdur?
Allah kelimesinin ifade ettiği anlamı şimdilik sonraya bırakıyor, önce bu farklılığın nedenlerini arıyorum. İşte bir klasik daha!
“ El, Sami dilinde bütün tanrıların babası olan en yüce tanrıdır. Eski Ahitte El, hem Tanrı anlamında, hem de Yehova olarak kullanılırdı.”
Birdenbire çocukluğumda gittiğim Kuran kursundaki ihtiyar bir imamı hatırlıyorum. Allahüekber derdim de, hayır derdi;
- Al değil, al ile el arasında bir ses çıkacak. Bak şöyle, Ellahüekber!
Şimdi anlıyorum, galiba söz ettiği o Elif, işte o El’di.
***
Allah’ın Al’ını buldum. Ya devamındaki Lah?
Büyük usta Muhiddin-i Arabi anlatıyor;
“ Evrende değişimin sonu yoktur. Değişim sonsuz olunca, meydana gelen varlıklar da sonsuzdur. Varlıkların sonsuz olması demek, isimlerin de sonsuz olması demektir. Bundan dolayıdır ki, yarattığı varlıklarla birlikte beliren yüce yaratıcının zatının belli bir ismi yoktur. Yarattığı hiçbir varlık Ona isim olacak bir etki doğuramaz. İsimler bizden çıkmaktadır ve bizim içindir. İsimler, ancak ayırt etmek ve anlayışı aktarmak içindir.”
Kelimeler ve isimler hakkında yukarıda verdiği bu açıklamalar, büyük usta Muhiddin-i Arabi’nin ön hazırlıklarıdır ve aslında çok önemli bir kelimeyi açıklamak üzeredir, Allah!
Allah, Latince’de olduğu gibi Arap dilinde de üç harften oluşur. A dediğimiz Elif, L dediğimiz Lam ve H dediğimiz He. Arapça’nın yazılışı Latince’den farklıdır. Elif Latince bir sayısına benzer dik ve düz bir çizgi, Lam tıpkı bir olta iğnesi ve He’de küçük bir yuvarlaktır.
İbranice yazı karakterleri eskiden aynı zamanda matematik işlemler için kullanılan rakamlarmış. Hem bir kelimeyi, hem de bir sayıyı ifade eden bu sisteme Arap dilinde Ebced denirmiş.
Bu sisteme göre Elif’in sayısal değeri Bir’dir ve Muhiddin-i Arabi Allah ismini oluşturan bu A ve L harflerini şöyle açıklar;
“ Nokta çizginin esası olduğu gibi, çizgi de şekillerin esasıdır. Çizginin esası ise eliftir. Rakamlar ve harfler, elifin değişik anlamlar ifade eden görüntüleridir. Böylece elif hem rakam hem de harf olarak, bütün sayıların ve bütün isimlerin esasını oluşturur. Lam harfi, elif harfinin elbisesi ve cennetidir. Lamelif harfindeki lam ile birleşen elif ise, Rabb’iyle birleşen kulun sırrı olmuş olur.”
Nelerden söz ettiğimizi belki siz anlamıyorsunuzdur ama, eminim birileri anlıyor. Muhiddin-i Arabi bu üstü kapalı cümleleri ile Allah isminin anlamını anlatmaktadır.
Elif; çizgilerin, şekillerin, sayıların ve harflerin, kısacası bilginin başlangıcıdır. Harf olarak A veya E sesi verirken, sayı olarak biri ve birliği ifade eder.
Nun harfi aklı ve insanı, Elifin Nunla birleşmesinden oluşan Lam harfi ise âlemi temsil eder.
“Allah” kelimesinin harfleri ve yazılış sırası, bu bilgiler ışığında bakıldığında bize şunları anlatıyor;
Başlangıçta sadece mutlak varlık vardı ve yapayalnızdı. Kendisiyle birlikte hiçbir şey yoktu.(1.Elif.)
Sonra, yine kendi varlığından olan âlemi ve insanı yarattı. Bu halen içinde yaşadığımız âlemin görünen hâlidir.(1.Lam.)
Ancak şüphesiz ki oluşumlar ve değişimler sonsuzdur. Bu değişim, bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam edecek ve bir gün kıyamet denilen diriliş gerçekleşecektir. Bu nokta değişimin bittiği yer değildir. Bu nokta, bizim ölümü ölümsüzlükle değiştirdiğimiz yerdir. Bu noktada Lam yine aynı Lam, âlem yine aynı âlemdir ama, görüntüler değişmiştir. Ve henüz oluşmamış bir şeyi bilemeyeceğimiz için bu âlem şimdilik bilinmezliktedir.(2. Lam.)
Zaman ezelden ebede akan kesintisiz bir sürekliliktir ve bu ikinci Lam birinci Lama bu nedenle bitişiktir. Ve o gün tüm insanlar dirilmiş, Yaratıcı kullarına görünmüştür. Cennet veya cehennem kim neyi hak etmişse ödemiş ve artık onlardan razı olmuştur. Âdemin indirildiği ilk cennette olduğu gibi artık Yaratan kulları ile, kulları da Yaratan ile birleşmişlerdir. (2. Elif.) Birinci Elif birinci Lamdan ayrı olduğu halde, ikinci Elifin ikinci Lama bitişik olması bu nedenledir.
Ve yine geldik He, ya da Hu’ya. He’nin derin bir nefes ve sonsuzluk olduğunu artık biliyorum. Bu demektir ki, artık dünyadaki yaşamımız boyunca süren imtihanımız bitmiş ve biz neyi hak etmişsek elde etmişizdir. Bugün baş gözüyle göremediğimiz halde, akıl gözüyle görüp inandığımız Yaratıcımız belirmiştir. Ölüm öldürülmüş ve Yaratanla birlikte sonsuza uzanan gerçek yaşamımız başlamıştır.(He.)
***
Bugünlerde kederliyim. Allah’ın ismini anladığım gün tüm sırların çözüleceğini ve onu göreceğimi umuyordum. Ancak görüyorum ki isminin arkasında da saklanmıyormuş, işte yine yok!
Demek ki bilmekle iş bitmiyor. Kim bilir, belki de kıyamete kadar hiç göremeyeceğim.
Ancak Ömer Hayyam aynı fikirde değil,
“ Yaşamın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da bilirdin.
Bugün aklın var bir şey bildiğin yok,
Yarın akılsız, neyi bileceksin? ” 9
Ömer Hayyam vazgeçmememi, Allah’ı bugünden arayıp bulmamı tavsiye etmektedir. Bugün bir şey göremiyorsam, o gün de görebileceğim bir şey yoktur. Söz ettiği, Allah’ın Kuran’daki bir ayetidir.
“ Hayatta iken Allah’ı görmeyenler, yeniden dirildikleri ahret günü de göremezler. İsra 17/72 ”
Tıpkı Tevrat’ın da söylediği gibi,
“ Rabb’i bulunabilirken arayın, Onu yakınken çağırın. İşaya 55/6 ”
Allah’ı dünyada görmek için nereye bakmamız ve neyi görmemiz gerektiğini en çıplak olarak İncil’de Haz. İsa bildirir. Çünkü O kıyametin sırrıdır ve bu nedenle Haz. İbrahim’in saklamaya çalıştığını saklamamıştır.
“ Filipus ona dedi;
- Bize Babayı göster, O bize yeter. İsa ona dedi;
- Bu kadar zamandır sizin ile beraberim de, beni tanıyamadın mı ey Filipus? Beni görmüş olan Babayı görmüş olur! Sen nasıl olur da Babayı bize göster diyorsun! Anlamıyor musun ki ben Babadayım, Baba da bendedir! Yuhanna 14/8
Ya Son Peygamber?
O bu konuda kardeşi İsa kadar cesur değil ama, büyükbabamız İbrahim gibi de ketum görünmüyor,
“Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Nisa 4/80”
Haz. İsa ve Haz. Muhammet yoksa Tanrı olduklarını mı söylemek istiyorlar? Kuran olası bir yanlış anlamayı şu ayetle durdurur,
“ Onlar Onun korkusundan titrerler. İçlerinden biri, ben ilahım demiş olsaydı onu korkunç bir şekilde cezalandırırdık. Enbiya 21/28”
Şu halde Haz. İsa’nın ve Haz. Muhammet’in ben dedikleri kimdir?
Bir peygamberin insan suretinde görünen varlığından benliğini çekip atarsanız, geriye kalan insanlığıdır. Ve Muhiddin-i Arabi’ye göre insan, Yaratıcı Allah’ın belirdiği en büyük mekan ve en yüksek mertebedir. İnsan tanrı değildir ama, tanrısaldır!
Bugünlerde kederliyim, çok kederliyim. Artık nerede saklandığını biliyorum ama, ne yazık ki hâlâ bulamıyorum.
Mürit Kefer