aris
Kayıtlı Üye
Yaratan’a Neden ‘‘Yaratan’’ Diyoruz?
Michael R. Kellogg
Yaratan’a neden ‘‘Yaratan’’ denir? İlk bakışta, cevap barizmiş gibi görünüyor: Yaratan diyoruz, çünkü yaratılmışları yarattı... Ama bu da, hemen akabinde akıla başka bir soruyu getiriyor: ‘‘Nasıl yarattı?’’. Bu sorunun, neredeyse yeryüzündeki insanların sayısı kadar cevabı var. Bunların içinde, maneviyatı gerçekten edinmiş (Kabala ilmi vasıtasıyla) kişiler tarafından verilmiş cevaplar da var. Bu kişiler (Kabalistler) tarafından yazılıp, bizlere bırakılmış kaynaklar olduğu için çok şanslıyız.
Kabalistlere göre, Yaradılış, ‘‘Yaratma fikri’’ tabir edilen bir düşünce ile başladı. Bu düşünce, ‘‘yaratılanlara iyilikle ihsanda bulunmak’’ idi. Kabalistler bunu, nasıl mı keşfettiler? Tabi ki deneyim yoluyla, yaşayarak... Sonra da, hissettiklerini etraflıca yazdılar. Asıl soru şu:
Tecrübe ettikleri neydi ve bu edinime nasıl ulaştılar?
Bir varlığa iyilikle ihsanda bulunmak için, öncelikle, ihsanda bulunacak bir ‘‘varlık’’ olması gerekir. Takdir edersiniz ki, verileni alacak biri yoksa vermek mümkün değildir. Bu yüzden, ‘‘ihsan eden’’, ‘‘ihsanda bulunulanı’’ ya da Kabalistlerin deyimiyle ‘‘haz alma arzusunu’’ yarattı. Bu arzu, yaratıldı ve zevkle dolduruldu; aklımıza gelebilecek en harikulade haz ile hatta hayal edebileceğimizden çok daha fazlasıyla...
Alma isteğimiz (bundan sonra ‘‘Arzu’’ olarak bahsedeceğimiz), oturmuş bir güzel keyfine bakarken, birdenbire, başka bir şey hissetmeye başladı. Bu hazzı ona veren ‘‘birisi’’ olduğunu hissetmeye başladı. Onun ‘‘alan’’ olduğu resimde, bir de ‘‘veren’’ vardı...
Arzu, bundan önce, sadece haz duyuyordu. Hazzın, belli bir yerden ya da birisinden geldiği duygusu yoktu. Vereni (Yaratan’ı) keşfetmesiyle, Arzu’da yeni bir istek uyandı. Ona zevk vereni, Yaratan’ı arzulamaya başladı. Hatta Arzu’nun Yaratan’ı keşfi, onda Yaratan gibi olma isteğini uyandırdı. Yaratan’ın yaptığını yapabilmeyi, sonsuz zevkle doldurulmaya tercih edecek kadar çok istedi.
Arzu’nun düşüncesini anlamak zor değil aslında: “Sonuçta,” dedi Arzu, ‘‘eğer Yaratan bu kadar çok verebiliyorsa, kim bilir O nasıl bir zevk içinde! Haz alma isteği olduğuma göre, neden bu hazzı da almayayım ki?’’ İşte, bütün resmi tepe taklak eden, bu yeni isteği oldu.
Yaratan’ın sahip olduğunu edinebilmek için, alma isteği, Yaratan’ın yaptığını yapmaya karar verdi (aynen çocukların ebeveynlerine benzemek istedikleri gibi). Ama Arzunun(yaratılanın) vermesi mümkün değildi, çünkü verecek bir şeyi yoktu. O da, vermeye en yakın olabilecek şeyi yaptı; almaktan vazgeçti. Bu şekilde, Yaratan’ın yaptığını yapmış olmuyordu. Ama Arzu, Yaratan gibi olmaya en fazla bu kadar yaklaşabileceğini düşündü.
Ama, o da ne?!! Çok büyük bir sorun vardı. Artık Yaratan, yapması gerekeni yapmıyor, yani vermiyor; Arzu ise kendi üzerine düşeni yapmıyor, yani almıyordu. Bu karmaşanın farkına varan Arzu, şöyle düşündü: ‘‘Hem yaradılışımın amacını gerçekleştirip, hem de Yaratan gibi olmak için ne yapabilirim?’’ Arzu, yeni bir planla sahnedeydi. Hem de, ne plan!..
Arzu, verebilmek istiyordu; aynen ona Veren gibi... Yaratan ve yarattığı alma arzusu dışında bir şey var olmadığından, Arzu, Yaratan’a vermenin bir yolunu bulmalıydı. Hedefi buydu... Peki, Yaratan ne istiyor? Yeni bir Volvo mu? Dünya barışı mı? Gösterişli bir golf kulübüne üyelik mi istiyor yoksa? Ya da Dünya Kupası maçlarına bilet mi?
İhsan edici güç olan Yaratan, yalnızca vermek istiyor.
‘‘Tamam, buldum!’’ dedi Arzu kendi kendine, ‘‘Haz alarak, ama sadece ve sadece, Yaratan’a vermemin TEK YOLU bu olduğu için alarak; amacıma ulaşabilirim. O zaman, O’na zevk vermiş olurum!’’ Ve Arzu, aynen öyle yaptı...
Yaratan ile Arzunun hikâyesi, Kabalistlerin, Yaratan’la nasıl bir ilişki kurmamız gerektiğini gösteren bir modeli… Bu ilişkiyi düzenlemenin yollarını öğreten kitaplar yazdılar ve metotlarına, ‘‘Kabala İlmi’’ adını verdiler… Almanın ilmi, yani hazzın ilmi…
alıntı
Michael R. Kellogg
Yaratan’a neden ‘‘Yaratan’’ denir? İlk bakışta, cevap barizmiş gibi görünüyor: Yaratan diyoruz, çünkü yaratılmışları yarattı... Ama bu da, hemen akabinde akıla başka bir soruyu getiriyor: ‘‘Nasıl yarattı?’’. Bu sorunun, neredeyse yeryüzündeki insanların sayısı kadar cevabı var. Bunların içinde, maneviyatı gerçekten edinmiş (Kabala ilmi vasıtasıyla) kişiler tarafından verilmiş cevaplar da var. Bu kişiler (Kabalistler) tarafından yazılıp, bizlere bırakılmış kaynaklar olduğu için çok şanslıyız.
Kabalistlere göre, Yaradılış, ‘‘Yaratma fikri’’ tabir edilen bir düşünce ile başladı. Bu düşünce, ‘‘yaratılanlara iyilikle ihsanda bulunmak’’ idi. Kabalistler bunu, nasıl mı keşfettiler? Tabi ki deneyim yoluyla, yaşayarak... Sonra da, hissettiklerini etraflıca yazdılar. Asıl soru şu:
Tecrübe ettikleri neydi ve bu edinime nasıl ulaştılar?
Bir varlığa iyilikle ihsanda bulunmak için, öncelikle, ihsanda bulunacak bir ‘‘varlık’’ olması gerekir. Takdir edersiniz ki, verileni alacak biri yoksa vermek mümkün değildir. Bu yüzden, ‘‘ihsan eden’’, ‘‘ihsanda bulunulanı’’ ya da Kabalistlerin deyimiyle ‘‘haz alma arzusunu’’ yarattı. Bu arzu, yaratıldı ve zevkle dolduruldu; aklımıza gelebilecek en harikulade haz ile hatta hayal edebileceğimizden çok daha fazlasıyla...
Alma isteğimiz (bundan sonra ‘‘Arzu’’ olarak bahsedeceğimiz), oturmuş bir güzel keyfine bakarken, birdenbire, başka bir şey hissetmeye başladı. Bu hazzı ona veren ‘‘birisi’’ olduğunu hissetmeye başladı. Onun ‘‘alan’’ olduğu resimde, bir de ‘‘veren’’ vardı...
Arzu, bundan önce, sadece haz duyuyordu. Hazzın, belli bir yerden ya da birisinden geldiği duygusu yoktu. Vereni (Yaratan’ı) keşfetmesiyle, Arzu’da yeni bir istek uyandı. Ona zevk vereni, Yaratan’ı arzulamaya başladı. Hatta Arzu’nun Yaratan’ı keşfi, onda Yaratan gibi olma isteğini uyandırdı. Yaratan’ın yaptığını yapabilmeyi, sonsuz zevkle doldurulmaya tercih edecek kadar çok istedi.
Arzu’nun düşüncesini anlamak zor değil aslında: “Sonuçta,” dedi Arzu, ‘‘eğer Yaratan bu kadar çok verebiliyorsa, kim bilir O nasıl bir zevk içinde! Haz alma isteği olduğuma göre, neden bu hazzı da almayayım ki?’’ İşte, bütün resmi tepe taklak eden, bu yeni isteği oldu.
Yaratan’ın sahip olduğunu edinebilmek için, alma isteği, Yaratan’ın yaptığını yapmaya karar verdi (aynen çocukların ebeveynlerine benzemek istedikleri gibi). Ama Arzunun(yaratılanın) vermesi mümkün değildi, çünkü verecek bir şeyi yoktu. O da, vermeye en yakın olabilecek şeyi yaptı; almaktan vazgeçti. Bu şekilde, Yaratan’ın yaptığını yapmış olmuyordu. Ama Arzu, Yaratan gibi olmaya en fazla bu kadar yaklaşabileceğini düşündü.
Ama, o da ne?!! Çok büyük bir sorun vardı. Artık Yaratan, yapması gerekeni yapmıyor, yani vermiyor; Arzu ise kendi üzerine düşeni yapmıyor, yani almıyordu. Bu karmaşanın farkına varan Arzu, şöyle düşündü: ‘‘Hem yaradılışımın amacını gerçekleştirip, hem de Yaratan gibi olmak için ne yapabilirim?’’ Arzu, yeni bir planla sahnedeydi. Hem de, ne plan!..
Arzu, verebilmek istiyordu; aynen ona Veren gibi... Yaratan ve yarattığı alma arzusu dışında bir şey var olmadığından, Arzu, Yaratan’a vermenin bir yolunu bulmalıydı. Hedefi buydu... Peki, Yaratan ne istiyor? Yeni bir Volvo mu? Dünya barışı mı? Gösterişli bir golf kulübüne üyelik mi istiyor yoksa? Ya da Dünya Kupası maçlarına bilet mi?
İhsan edici güç olan Yaratan, yalnızca vermek istiyor.
‘‘Tamam, buldum!’’ dedi Arzu kendi kendine, ‘‘Haz alarak, ama sadece ve sadece, Yaratan’a vermemin TEK YOLU bu olduğu için alarak; amacıma ulaşabilirim. O zaman, O’na zevk vermiş olurum!’’ Ve Arzu, aynen öyle yaptı...
Yaratan ile Arzunun hikâyesi, Kabalistlerin, Yaratan’la nasıl bir ilişki kurmamız gerektiğini gösteren bir modeli… Bu ilişkiyi düzenlemenin yollarını öğreten kitaplar yazdılar ve metotlarına, ‘‘Kabala İlmi’’ adını verdiler… Almanın ilmi, yani hazzın ilmi…
alıntı