Hayat, mutlak değer olarak gördüğümüz herseyin aslında değişebilir olduğunu bize göstermeye programlıdır.
Tek bir mutlak değer vardır, o da yaratıcının kendisidir.
Onun haricinde herşey döngüseldir. Değer alıp değer verir durumdadır.
Bir kişiyi ölümüne sevmek o kişinin değerlilik ortamalasına ihanettir. Ne o ölümüne sevilmeyi taşıyabilir, ne de sen kendini bozacak kadar sevmeyi sürdürebilir olarak tasarlanmadın.
O yüzden İslam kültüründe birini yaradandan ötürü sevmek tavsiye edilir. Sevgi denkleminin korunması, yaratıcıyı mutlak değer olarak bilip bilmemeye bağlıdır.
Bir kişiyi seviyorsak aslında yaratıcının kendi iyileștirici enerjisine ulașıyoruzdur. Bu enerji temelde yaratıcıdan geliyordur. Ama biz o çarpıcı enerjiyi sevdiğimiz kişiye maledersek yanılgıya düşeriz. Çünkü yaratıcı dönem dönem enerji retroları ile sınadığı zaman, azalan enerjiyi de tanrıdan değil, sevmeye çalıştığımız kişiden bilmeye bașlarız. Zaten tüm sorunlar bu noktada başlar.
Bazı durumlarda da sevilen kişi ruhsal kanala daha yatkın iken, biz ise ruhumuzdan vazgeçip, zihin bilincine düştüğümüz için aslında o sevgiye layık bile olamadan onu kendimize maletmeye çalışırız. Bazen bunu bașarırız. Ama sonrasında sevdiğimiz kişinin ruhundan yayılan şifayı tehlikeli görürüz bir süre sonra. Çünkü zihinde kalan kişi için ruh, zaptedilemezdir. Zihin, ruhu anlayamaz, onun tecelli noktalarına düşman kesilir ve kısıtlayıcı davranır, ruh ise zihni kendi çaresizliği içinde kolayca farkedebilir ama kozasından çıkması umudu tașır.
Ayrılıkların çoğu bu yüzden oluyor. Tutku cinayetleri de bu yüzden oluyor. Adam zihnine öyle hapsolmuș ki, ruhun heryerden taşan, zihni çaresiz bırakan tabiatına düşman oluyor birden.
Herkes tekamül edecek diye bisey de yok, her çiftin aynı dönemde beraber tekamül edecekleri diye bisey de yok. Kimisi çok geç açılır. Kimisi erken açılır ama durur. Gerisi gelmez.