aris
Kayıtlı Üye
Büyünün Teşhis Edilmesi
Büyü bozduğunu öne süren herkesin önündeki en zor soru bir büyünün hangi kriterlere dayanarak teşhis edileceğidir. Gerçek bir tedavinin en önemli önkoşulu doğru teşhistir.
Fakat söz konusu büyü olduğunda konu o kadar karmaşık bir hal alır ki işin uzmanları bile kolaylıkla çuvallayabilir. Çünkü büyünün ortaya çıkardığı etkiler ya ciddi psikolojik rahatsızlıklara neden olur ya da tam tersine ciddi bir psikolojik rahatsızlık büyü maskesi ardına saklanabilir. İşin daha da kötü tarafı, büyünün etkileri ile psikololojik kaynaklı rahatsızlıkların etkilerinin hemen hemen aynı olmasıdır.
Peki aradaki fark nedir? Net olarak söyleyebiliriz ki, aradaki tek fark aurik bedende ortaya çıkan enerji dengesizliğidir. Buraya çok dikkat edilmesi gerekir: Psikololojik kaynaklı bir rahatsızlık sahibi olan insanın enerji dengesi tamamıyla normaldir fakat kendisine büyü yapılan insanın enerjisi yoğun olarak negatiftir.
Ne yazık ki enerjiyi ölçmek zannedildiği kadar kolay değildir. Bu farkı hiç hesaba katmadıkları için psikolog ve psikiyatristler tüm hastaları psikolojik kaynaklı hastalar sınıfında değerlendirir ve büyünün varlığını katiyyen kabul etmezler. Takındıkları bu muhafazakar tutum adına çalıştıkları bilime uygun olmamakla birlikte hastaların iyileşmesine de engel teşkil eder.
Diğer yandan büyüyü tedavi edenler gördükleri her belirtiyi büyüye bağlayarak psikolojik kökenli rahatsızlıkları ciddiye almaz ve psikolog ile psikiyatristlerin yaptığının tam zıddını yaparlar ki, bu gerçekten çok tehlikelidir. Çünkü psikolojik kökenli bir rahatsızlığa sahip olan hastayı büyü bozarak tedavi etmek imkansız olup, hastayı daha beter bir hale getirmek ise an meselesidir.
Bu nedenle büyüyü tedavi etmeye girişecek olan şifacının her şeyden önce sağlam bir psikoloji bilgisine sahip olması ve aura ölçümü yapabilmesi gerekir.
Büyünün varlığından emin olmak için kesinlikle enerji ölçümü yapılması şarttır. Bununla birlikte büyünün karakteristik özelliği kişinin ruhsal dengesini bozmak olduğu için, kendisine büyü yapılmış hastanın enerjetik yoldan tedavisi de yeterli değildir. Hastanın üzerinde oluşan psikolojik dengesizlikler de mutlaka ciddiye alınmalı ve gerektiğinde ortaya çıkan problemlerin çözümünde yardımcı olacak uzman bir psikologa yönlendirilmesi gerekir.
Bununla birlikte, uzun süren ve şiddetli büyü atakları kişinin hormonal dengesini de bozarak, halüsinasyon, suicidal düşünce bozukluğu, paranoya ve hatta psikotik ataklar yaşamasına neden olabilir. Konuyla ilgilenen şifacının bunları çok iyi tespit etmesi ve bu tarz belirtiler gösteren hastaları uzaman bir psikiyatriste yönlendirerek tedaviye birlikte devam etmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü büyü bozulsa dahi hastanın üzerinde bu tarz hasarlar bırakmışsa, hastanın sıkıntıları devam edecektir.
Büyünün bozulması ise hastanın ilaç kullanması (farmakoterapi) arasında çoğu zaman olumlu bir etkileşim vardır ve şifacının hastayı bu konuda kesinlikle kandırmaması gerekir.
Enerjetik yöntemler kullanarak psikiyatrik ve/ya psikolojik problemleri çözebileceğimize inanmak büyük bir gaflettir ve hem şifacı hem de hasta için büyük bir tehlike arz etmektedir.
Karşılıklı yardımlaşma ile, şifacı, psikolog ve psikiyatrist ortaklığı sayesinde çözülemeyecek çok az büyü vardır ve şifacının amacı her şeyden önce hastanın tedavi edilmesidir.
Yanlış teşhis bizi felakete götürür. Bu önemli nokta bir an bile akıldan çıkartılmamalı ve hastanın tedavisi her türlü menfaatin ve kişisel kompleksin ötesinde tutulmalıdır.
Psikolog/psikiyatristlerin şifacıları reddetmeleri ne kadar yanlış ve kabul edilemez ise, şifacıların da bu müspet ilimleri reddetmeleri ve çalışmaları sırasında bu ilimleri ortaya koyduğu gerçekleri görmezden gelmeleri bir o kadar yanlış ve kabul edilemezdir.
Büyünün teşhisi noktasında yapılan bir diğer yanlış ise büyüyü kimin yaptığını söylemektir. Buna genellikle hastanın ısrarlı soruları neden olur fakat kesinlikle emin olunsa dahi (ki emin olmanın hiçbir geçerli yolu yoktur) hastaya kendisine büyü yapan/yaptıran kişi söylenmemelidir.
Bacağına göremediği bir yerden kurşun sıkılan hasta acil servisteki doktora kurşunu kimin sıktığını sormaz çünkü doktorun bunu bilmesine imkan yoktur. Doktorun görevi kurşunu çıkartmak ve hastayı sağlığına kavuşturmaktır.
Aynı şekilde şifacı da büyüyü tespit etmiş olsa bile bunu kimin gerçekleştirdiğini bilemez. Şifacının görevi büyüyü bozarak hastayı sağlığına kavuşturmaktır.
Ayrıca hastaya "sana şu kişi büyü yapmış" demek, kesin bir kanıt bulunmaksızın günahsız olma ihtimali bulunan bir insanı zan altında bırakmaktır ve insanlar arasında nefret oluşmasına, kavgalara küfürleşmelere ve hatta cinayetlere bile neden olabilir. Bu nedenle şifacının bu konudaki sorumluluğu gerçekten çok büyüktür.
alıntı
Büyü bozduğunu öne süren herkesin önündeki en zor soru bir büyünün hangi kriterlere dayanarak teşhis edileceğidir. Gerçek bir tedavinin en önemli önkoşulu doğru teşhistir.
Fakat söz konusu büyü olduğunda konu o kadar karmaşık bir hal alır ki işin uzmanları bile kolaylıkla çuvallayabilir. Çünkü büyünün ortaya çıkardığı etkiler ya ciddi psikolojik rahatsızlıklara neden olur ya da tam tersine ciddi bir psikolojik rahatsızlık büyü maskesi ardına saklanabilir. İşin daha da kötü tarafı, büyünün etkileri ile psikololojik kaynaklı rahatsızlıkların etkilerinin hemen hemen aynı olmasıdır.
Peki aradaki fark nedir? Net olarak söyleyebiliriz ki, aradaki tek fark aurik bedende ortaya çıkan enerji dengesizliğidir. Buraya çok dikkat edilmesi gerekir: Psikololojik kaynaklı bir rahatsızlık sahibi olan insanın enerji dengesi tamamıyla normaldir fakat kendisine büyü yapılan insanın enerjisi yoğun olarak negatiftir.
Ne yazık ki enerjiyi ölçmek zannedildiği kadar kolay değildir. Bu farkı hiç hesaba katmadıkları için psikolog ve psikiyatristler tüm hastaları psikolojik kaynaklı hastalar sınıfında değerlendirir ve büyünün varlığını katiyyen kabul etmezler. Takındıkları bu muhafazakar tutum adına çalıştıkları bilime uygun olmamakla birlikte hastaların iyileşmesine de engel teşkil eder.
Diğer yandan büyüyü tedavi edenler gördükleri her belirtiyi büyüye bağlayarak psikolojik kökenli rahatsızlıkları ciddiye almaz ve psikolog ile psikiyatristlerin yaptığının tam zıddını yaparlar ki, bu gerçekten çok tehlikelidir. Çünkü psikolojik kökenli bir rahatsızlığa sahip olan hastayı büyü bozarak tedavi etmek imkansız olup, hastayı daha beter bir hale getirmek ise an meselesidir.
Bu nedenle büyüyü tedavi etmeye girişecek olan şifacının her şeyden önce sağlam bir psikoloji bilgisine sahip olması ve aura ölçümü yapabilmesi gerekir.
Büyünün varlığından emin olmak için kesinlikle enerji ölçümü yapılması şarttır. Bununla birlikte büyünün karakteristik özelliği kişinin ruhsal dengesini bozmak olduğu için, kendisine büyü yapılmış hastanın enerjetik yoldan tedavisi de yeterli değildir. Hastanın üzerinde oluşan psikolojik dengesizlikler de mutlaka ciddiye alınmalı ve gerektiğinde ortaya çıkan problemlerin çözümünde yardımcı olacak uzman bir psikologa yönlendirilmesi gerekir.
Bununla birlikte, uzun süren ve şiddetli büyü atakları kişinin hormonal dengesini de bozarak, halüsinasyon, suicidal düşünce bozukluğu, paranoya ve hatta psikotik ataklar yaşamasına neden olabilir. Konuyla ilgilenen şifacının bunları çok iyi tespit etmesi ve bu tarz belirtiler gösteren hastaları uzaman bir psikiyatriste yönlendirerek tedaviye birlikte devam etmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü büyü bozulsa dahi hastanın üzerinde bu tarz hasarlar bırakmışsa, hastanın sıkıntıları devam edecektir.
Büyünün bozulması ise hastanın ilaç kullanması (farmakoterapi) arasında çoğu zaman olumlu bir etkileşim vardır ve şifacının hastayı bu konuda kesinlikle kandırmaması gerekir.
Enerjetik yöntemler kullanarak psikiyatrik ve/ya psikolojik problemleri çözebileceğimize inanmak büyük bir gaflettir ve hem şifacı hem de hasta için büyük bir tehlike arz etmektedir.
Karşılıklı yardımlaşma ile, şifacı, psikolog ve psikiyatrist ortaklığı sayesinde çözülemeyecek çok az büyü vardır ve şifacının amacı her şeyden önce hastanın tedavi edilmesidir.
Yanlış teşhis bizi felakete götürür. Bu önemli nokta bir an bile akıldan çıkartılmamalı ve hastanın tedavisi her türlü menfaatin ve kişisel kompleksin ötesinde tutulmalıdır.
Psikolog/psikiyatristlerin şifacıları reddetmeleri ne kadar yanlış ve kabul edilemez ise, şifacıların da bu müspet ilimleri reddetmeleri ve çalışmaları sırasında bu ilimleri ortaya koyduğu gerçekleri görmezden gelmeleri bir o kadar yanlış ve kabul edilemezdir.
Büyünün teşhisi noktasında yapılan bir diğer yanlış ise büyüyü kimin yaptığını söylemektir. Buna genellikle hastanın ısrarlı soruları neden olur fakat kesinlikle emin olunsa dahi (ki emin olmanın hiçbir geçerli yolu yoktur) hastaya kendisine büyü yapan/yaptıran kişi söylenmemelidir.
Bacağına göremediği bir yerden kurşun sıkılan hasta acil servisteki doktora kurşunu kimin sıktığını sormaz çünkü doktorun bunu bilmesine imkan yoktur. Doktorun görevi kurşunu çıkartmak ve hastayı sağlığına kavuşturmaktır.
Aynı şekilde şifacı da büyüyü tespit etmiş olsa bile bunu kimin gerçekleştirdiğini bilemez. Şifacının görevi büyüyü bozarak hastayı sağlığına kavuşturmaktır.
Ayrıca hastaya "sana şu kişi büyü yapmış" demek, kesin bir kanıt bulunmaksızın günahsız olma ihtimali bulunan bir insanı zan altında bırakmaktır ve insanlar arasında nefret oluşmasına, kavgalara küfürleşmelere ve hatta cinayetlere bile neden olabilir. Bu nedenle şifacının bu konudaki sorumluluğu gerçekten çok büyüktür.
alıntı