hayırlı geceler arkadaşlar ne zamandır merak ettiğim bu soruyu sizlere sormak istedim umarım doğru yere konu açmışımdır kaderimizi çok dua ederek,bol bol hayır yaparak değiştirebilir miyiz?
buyrun bu yazıyı okuyun,özellikle birinci maddeyi dikkatlice....kafanızdaki soru işaretleri bir nebze gider umarım..
Kader ile Dua Çelişiyor mu ? Dua Kaderi Değiştirmek midir ? Dua etmek kadere isyandır diyenlere ne cevap vermeliyiz ?
Duayı daha önce tarif etmiştik.
Kader Allah Teala'nın ezelden ebede kadar olacak şeylerin zaman ve mekanını, vasıflarını, özelliklerini, kısaca ne şekil ve ne zaman olacaklarsa onların hepsini ezelde, daha onlar meydanda yokken bilip o şekilde takdir etmesine denir. Bu takdir Allah'ın ilim sıfatıyla ilgilidir.
Her şeyi takdir edip yaratan Allah'tır. Fakat çalışıp kazanan, işi yapan kulun kendisidir. İyi veya kötü taraflardan birini seçmek kula ait bir iştir. Aramak ve çalışmak kuldan, yaratmak Allah'tandır.
Bunun için insan işlediği her şeyden sorumludur. Hayır işlemişse mükafatını, şer işlemişse cezasını görür. Kadere ve kazaya iman etmek, insanların sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Yani bir insan Allah'ın takdiri olduğu için günah işlemeye kalkışamayacağı gibi, böyle bir fenalığı işledikten sonra da Allah'ın takdirinin böyle olduğunu, kendisinin elinden bir şey gelmeyeceğini ileri sürerek kendini mazur göremez. Zira insanların işleri ne olmadan önce ne olduktan sonra kaza ve kadere isnat olunamaz. Çünkü bu kaza ve kaderin işin gerçekleşmesine kadar ne şekilde olacağı belli değildir. Kaderin mahiyeti bir sırdır, Allah'tan başkası onu bilemez. Kendi istek ve irademizle yaptığımız işi, ne şekilde olduğunu bilemediğimiz kadere yükleyip kendimizi sorumluluktan kurtaramayız. Aksine; kendi istek ve irademizi o tarafa sevk etmek suretiyle ilahı takdirin bu şekilde tecelli etmesine kendimiz sebep olduğumuzdan dolayı sorumlu oluruz.
Dua ile ilgili önemli bir mesele de dua-kader ilişkisidir. Yani dua kaderi değiştirir mi? Değiştirirse, kaderin ne anlamı kalmaktadır? Değiştirmiyorsa niçin dua etmekteyiz? Çünkü Allah bir şeyin olacağını biliyorsa ve dilemişse o şey mutlaka olacaktır. Olmayacağını biliyorsa ve dilememişse olmayacaktır.
Onun ilmi de, takdiri de değişmez. Ayrıca Allah gizli-açık her şeyi, gönüllerdekileri ve zihindekileri bilir. Dua eden kulun hali zaten Allah tarafından bilinmektedir. Şu halde kulun isteğini sözlü olarak bildirmesine ne gerek vardır? Ayrıca kulun kadere razı olması ve teslim olması lazımdır. Dua, kulun kadere razı olmayıp kendi dileğini Allah'ın dileğine tercih olmuyor mu? Bütün bu gerekçeler ileri sürülerek, duanın gereksiz olduğunu, hatta yapılmamasının daha iyi olduğunu savunanlar olmuştur. Bu tereddütlere karşı şu cevaplar verilebilir:
ı. Allah kulun dua edip etmeyeceğini de önceden bilir. Bu yüzden dua ile kaderin değişmesi söz konusu değildir. Kader bizim açımızdan bağlayıcıdır. Allah bazı şeylerin meydana gelmesine bazı şartlara mesela duaya bağlı olarak takdir etmiş olabilir.
2. Allah kulun korkuyla ümit arasında olmasını, dolayısıyla ne ümitsizliğe ne de şımarıklığa kapılmasını ister. Kullarını, kulluk konusunda imtihan etmek gibi hikmetlerle kaderi gizlemiştir. Biz kaderi bilmediğimize göre kulluk gereği dua edeceğiz ve korku-ümit dengesi içinde bir hayat süreceğiz.
3. Kader değişmeyeceğine göre, dua etmeyelim, demekle hiçbir ibadet yapmayalım ve dünyada hiçbir idari tedbir almayalım, çalışmayalım demek arasında fark yokktur. Her ikisi de Cebriyeci bir görüştür. Hz. Peygamber'e "Herşey önceden takdir edilmişse yaptıklarımızın ne faydası var?" diye sorulunca, "Yapın, çalışın Herkes ne için yaratılmışsa kendisine o kolaylaştırılmıştır." buyurarak çalışmanın ve gayretin gereği ne dikkat çekmiş, cebir ile mutlak hürriyet arasında orta yolu tavsiye etmiştir.
4. Allah'ın kulun durumunu nasıl olsa bildiği ve duaya gerek kalmadığı meselesine gelince, duanın illa söz ile yapılması şart değildir. Kulun içten Allah'a yönelip "Halimi biliyorsun, işimi sana havale ettim" diye içinden geçirmesi de duadır ve belki daha ihlaslıdır.
5. "Duada kadere razı olmamak var" iddiası da geçersizdir. Bir kere ileriye yönelik isteklerimizde kaderi bilmiyoruz ki isteğimize aykırı olup olmadığı bilinsin. Kaderin ortaya çıkmasından sonraki dua da kadere razı olmamak değil, en iyi kulluk belirtisidir. Kaderin tespit edicisi ve en üstün kudret sahibine karşı acizlik ve güçsüzlük duygularıyla yalvarmaktır, Allah'ın kudretini itiraftır. Kul başına bir şey gelince Allah'tan istekte bulunmayacak da kimden bulunacaktır? Allah'tan daha kudretli bir varlık var mı ki ona yakarsın?
Ayrıca duayı emreden pek çok ayet mevcuttur. Yani dua eden Allah'ın emrine uyuyor ve ibadet ediyordur. Dua kişinin başı sıkışınca veya ihtiyacı ortaya çıkınca yapılan istekler olarak değil, Allah'a karşı acizliği ortaya koyan bir ibadet olarak yapılmalıdır. Kur'an'da insanın darda kalınca Allah'a yakardığını belirten ayetlerden, sadece sıkışınca Allah'ın hatırlanmasının doğru olmadığını, mutlu anlarda da Allah'a yakarmanın ve dua etmenin gerektiğini anlıyoruz. Zaten darda kalıp yapışacağı dal kalmayınca Allah'a yakarmak insanın psikolojik bir özelliğidir.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerım'de şöyle buyuruyor:
"İnsana bir zarar dokunsa hemen içtenlikle Rabbine yönelerek dua eder. Sonra Allah, katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir; Allah'ın yolundan saptırmak için ona eşler koşar." (Zümer: 6)
Gazali ve Fahreddin er-Razî'ye göre kader-dua ilişkisi şöyle açıklanmıştır:
Razî'nin belirttiğine göre bazı kişiler duanın faydasız olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bunların iddiasına göre, dua ile talep edilen durumun vukû bulacağı Allah katında biliniyorsa, bunun için dua etmeye gerek yoktur, nasıl olsa vuku bulacaktır. Eğer vuku bulmayacağı Allah tarafından biliniyosa, bunun için dua etmek faydasızdır; çünkü vukûu imkansızdır. Allah'ın meydana geleceğini ezelde takdir ettiği şeyin vukûunu önlemek, takdir etmediğinin meydana gelmesini sağlamak mümkün değildir; şu halde dua, takdir'i değiştirmez. Allah nezdinde her şey malum olduğuna göre, dua ile bir bakıma ihtiyaçlarımızı O'na hatırlatmak kulluğa yakışmaz. Nitekim dini bakımdan en yüksek makamda olan sıddıklar bu makama "takdire rıza" ile ulaşmışlardır. Ayrıca dua, nefsin muradını Allah'ın muradına tercih etmek anlamına geldiğinden edebe aykırıdır.
İslam alimlerinin pekçoğu bu iddialara karşı çıkmışlardır. Onlara göre kadere dayanarak duayı reddetmek yerine duayı da takdirin bir parçası saymak daha makuldur. Ezelde duaya bağlı olarak takdir edilmiş şeyler yine dua ile hasıl olacaktır. Kaderin olaylara göre önceliği varsa, Allah'ın da kaza ve kadere önceliği vardır. Bunun aksini düşünmek, Allah'ı da kaza ve kadere mahkum farzetmek sonucuna götürür. Ayrıca duadan maksat, Allah'ın bilmediği bir şeyi O'na hatırlatmak değil, kişinin kulluğunu göstermesi, aczini ve ihtiyacını Allah'a arzetmesidir. Bundan dolayıdır ki, dua büyük bir kulluk makamıdır. Bütün bu aklî deliller yanında pek çok ayet ve hadisle de duanın gerekliliği, fayda ve tesirleri açıkça bildirilmiştir. (Razî, 5/97)
İmam Gazali, "Allah'ın takdiri değişmeyeceğine göre duanın ne faydası vardır?" sorusuna şöyle cevap vermektedir
"Olaylar önceden sebep-sonuç ilişkisiyle birbirine bağlanmıştır. Sebeplerin sonuçları doğurması zaman içinde meydana gelir. İyilik veya kötülüğü takdir eden Allah, bunlar için bir sebep de takdir etmiştir. Dua kötülüğün giderilmesi veya iyiliğin sağlanması için bir sebeptir. Duanın bir faydası da kalpte Allah inancının kökleşmesini sağlamasıdır ki, bu da ibadetin hedefidir." (Gazali, İhya: 1/328)
Kaynak : Rauf Pehlivan - Duanın Esrarı