aris
Kayıtlı Üye
Yaradılışta Yaradan'ın gücü'nden başka, hiç bir güç yoktur.
Yaradılış sürecinde, Yaradan'ın gücünden başka, her hangi bir şeyde değişiklik yapmaya muktedir hiç bir güç yoktur.
Buna rağmen bazen, bu gerçeğin tersini görmekteyiz. Yaradan'ın özelliğini ve yeryüzündeki hâkimiyetini inkâr eden güçlerin varlığını neden görüyoruz?
İnsanı onarmak için. Onarım bozuk bir şeyi tamir etmektir. Bozuk olan da Bencilliğimizin ölçüleridir. Yaradan bunu kendi isteği ile böyle yapmaktadır.
İnsanın doğasında var olan benlik duygusu, insana sanki her şeyi biliyor ve her şeye hakim olabiliyor hissini verir. Oysa durumun böyle olmadığını, aslında hâkimiyetin insanda olmadığını, insanın kendi doğal özyapısında en ufak bir değişikliği yapması bile, Yaradan'ın yardımı sayesinde gerçekleştiğini anlamamızı sağlamak içindir.
Biz insanlar maneviyat alanında henüz gelişmemiş, çocuk gibiyiz, kendi ayaklarımız üstünde duramıyoruz, henüz yürümesini değil ayakta kalmayı bile beceremiyoruz.
Her zaman, alışık olduğumuz dünyevi yaşantımıza döneriz, çünkü bu mücadele bir ikilem mücadelesidir, bir tarafta maneviyat, diğer tarafta hayatın dünyevi zevkleri. İnsan bu durumun sonsuz bir şekilde devam ettiğini görmektedir. Maneviyat alanında kısa bir müddet kaldıktan sonra oradan tekrar dünyevi zevklere itiliyoruz.
İnsan, maneviyata doğru ilerlemediğini görür, kendi iç dünyası dışında kalan manevi üst dünyalara varmak ve Yaradan'a yaklaşmak yerine, gerilediğini ve kendinde dünyevi zevklere karşı olan düşkünlüğü geçmişe nazaran daha kuvvetli olduğunu görür.
Manevi alandan itilmenin bize yararı şudur. İnsan bu itilmelerin ardından Mücadeleyi tamamen kaybettiğini hissederek, kendi gücü ile Yaradan'a yaklaşmanın imkânsız olduğunu anlar. Devamlı maneviyatın dışında kalmanın korkusuna kapıldığı için, Yaradan'dan başka ona yardımcı olabilecek kimsenin olmadığına karar verir. İnsan verdiği bu karar sayesinde yüreğinde Yaradan'a karşı gerçek bir talepte bulunur ve ondan, gözlerini ve kalbini açmasını isteyerek kendisini gerçek bir şekilde maneviyata yaklaştırmasını talep eder. Görülüyor ki insan bundan evvel manevi alanda hissettiği bütün itilmeler, Yaradan tarafından gelmişlerdir. Bütün bu itilişler insana yerinde saydığını hissini vermesine rağmen, aslında insanın bulunduğu durumdan yetinmesini önlemek için olup, insanın manevi yönden gelişmesini temin etmek içindir.
Bu İtilmeler insana gelen bozucu olgulara karşı koyamadığı için yapmış olduğu kötü şeylere ceza mahiyetinde gelmemiştir, sadece onun manevi yönden gelişmesini sağlamak için geçmesi gereken bir süreçtir.
Bu süreçte, Yaradan, kendisine yaklaştırmak istediği insanlara, söz konusu bu itilmeler aracılığı ile ve kendi inisiyatifini kullanarak o insana yukarı kattan yardım gönderir. Böyle bu yardımı yaradan, sadece bu dünya seviyesinden daha yüksek bir seviyeye gerçek anlamda yükselmek isteyenlere gönderir.
Yükselmek isteyen insana yapılan yardım, bizim mantığımızın aksine çalışır.
Bu insana yaptıklarının ne kadar yanlış olduğunu ve maneviyata yaklaşamadığını gösterirler ve Yaradan'ın özellikleri hakkında yanlış düşünce ve fikirler ileri sürmesini sağlarlar, tüm bunları insanın Yaradan'la özdeşleşmemiş olduğunu görmesini sağlamak içindir. İnsan hissettiği tüm bozucu olgulara karşı ne kadar direnç gösterirse ve maneviyat yolunda ne kadar ilerlemek istiyorsa da, Kutsiyetten adım adım uzaklaştığını görür.
Bu insan her zaman Yaradan'a karşı her çeşit taleplerde bulunarak halini şikâyet eder ve Yaradan'ın kendisine karşı davranışını ve Yaradan'ın neden her zaman kendisini ret ettiğini anlamaz. İnsan sonuçta, maneviyat alanında bir yeri olmadığına hatta böyle bir ümit bile olmadığına kanaat getirir İnsan bu safhaları geçtikten sonra, ben maneviyata sadece Yaradan'ın yardımı ile yaklaşabilirim kanaatine varır.
Açıkça görülüyor ki, onarım, Yaradan'ın hâkimiyetine karşı, insana gönderilen düşüncelerin içinde var olduğudur.
Derler ki, çocuk düşe kalka yürümesini öğrenir.
Biz insanlar da çocuklar gibiyiz, bu düşüşlerimiz, manevi kalkışlarımızdan daha fazla olmasına rağmen, maneviyata her giriş ve çıkış bizi ileriye doğru itmektedir. Aynen çocuklar gibi düşe kalka yürümesini öğrendikleri gibi, biz insanlar da maneviyata girerek ve çıkarak Yaradan'ın yardımları ile ulaşabiliyoruz.
Tüm bozucu işaretlere rağmen insan, devamlı olarak bütün varlığıyla ve tüm düşünceleriyle Yaradan'a bağlı kalmalıdır. İnsan bu bağlılığını, kendini en kötü şartların etkisi altında bulduğu zaman bile korumalıdır ve Yaradan'ın dışında hiç bir gücün hüküm sürmediğini, tek hükümdarın Yaradan olduğunu, ondan başka hiç bir gücün bizi iyi veya kötü yönde etkileyemeyeceğini bilmek mecburiyetindeyiz. İnsan bazen dünyada Yaradan'dan başka güçlerin var olduğu düşüncesine kapılarak, sadece kendi iradesi ile hareket ettiğini düşünür, şöyle ki daha dün maneviyat üzerinde düşüncelere sahip olmak istemediğini düşünerek, Yaradan'ın dünyayı yönettiğine inanmadığını gösterir ve başka Tanrılara inananlardan birisi gibi olur.
İnsan her şeyin Yaradan tarafından yapıldığını düşünmelidir, böyle düşünmüyorsa, tersini düşündüğü için pişmanlık ve hüzün duymalıdır.
Bu aşamada neye karşı pişmanlık ve hüzün duyduğunu anlamak mecburiyetindedir: Yaradan onu maneviyat alanından, dünyevi düşüncelere ittiği için mi üzülmeli, yoksa kendisine, hor gördüğü düşüncelerle eğlenmek için vermiş olduğu arzu yüzünden mi, yoksa geçmişte değersiz bulduğu şeylerle tekrar uğraşmaya başlamak için heveslendiği için mi pişmanlık duymalıdır.
Aynı şekilde, insan kendini yükselmekte olduğunu görünce, şöyle ki Maneviyatın tadını hissettiği zaman ve maneviyata hevesli olduğu zaman bile, maneviyata varmak için her şeyi bir kenara bırakmak gerektiğini anladığını düşünmemelidir. Sadece şimdi Yaradan'ın beğenisini kazanmış olduğunu bilmelidir. Yaradan onu bu nedenle kendisine yaklaştırmaktadır ve bu nedenle Maneviyatın tadını hissetmektedir.
Yaradan'ın dışında dünyayı işleten başka güçlerin olduğu düşüncesine kapılmamak için dikkat etmelidir.
Bundan anlaşılıyor ki, Yaradan'ın beğenisini kazanmak veya bunun tersi, biz insanların elinde olan bir şey değildir, bu sadece Yaradan'ın elindedir.
Neden belirli bir insan Yaradan'ın beğenisini kazanıyor ve neden şimdi Yaradan onu kendisine yaklaştırıyor, sonra da bırakıveriyor?
Manevi akıl sahibi olmayan bir kişi bunları anlayamaz, ancak maneviyata girdikten sonra insan bunları anlamaya başlar.
Yaradan, insanı kendisine yaklaştırmaması nedeniyle, insan şuna dikkat etmelidir ki, maneviyattan uzak kaldığı için duyduğu üzüntüyü kendi üzüntüsü olarak algılamamalıdır. Daha doğrusu insan, böylesine bencil düşüncelerle Yaradan'a acı verdiğini bilmelidir.
Diğer taraftan insan maneviyata yaklaşmış ve Yaradan'ın beğenisini kazandığı için duyduğu sevinci de bencil duyguların dışında tutarak, Yaradan'ı sevindirmeye layık bulunduğu için sevinmelidir. Hatta Yaradan'ı sevindiren bir başkası olsa bile kendisi için mühim olan Yaradan'ı sevindirmek olmalıdır.
İnsan böyle hesaplaşmalar sayesinde kendi bencil düşüncelerinden arınır.
Bencillik insanın özündedir, insanda bencillikten başka bir özyapısal değer yoktur, çünkü bencilliği ve almak arzusunu Yaradan yaratmıştır, yaradılışı ve dünyaları dolduran, bencillik ve almak arzusudur.
Yaradan, insanı yaratmasında amaç edindiği hedef şudur: İnsanı bütünleştirmek ve insanı ebedi kılmaktır ki böylece insan Yaradan'la özdeşleyebilecektir. İnsan bütünleşebilmesi için bencilliği reddetmek mecburiyetindedir. İnsan bencilliğinden kurtularak sadece bir tek şeye sevinmelidir, Yaradan'ın amacı yerine geldiği için sevinmelidir. Yaradan'ın amacı insanların durumunu iyileştirmektir. Bu amacın yerine geldiğini gören insan Yaradan'la bütünleşerek onunla ebediyen birleşir.
alıntı
Yaradılış sürecinde, Yaradan'ın gücünden başka, her hangi bir şeyde değişiklik yapmaya muktedir hiç bir güç yoktur.
Buna rağmen bazen, bu gerçeğin tersini görmekteyiz. Yaradan'ın özelliğini ve yeryüzündeki hâkimiyetini inkâr eden güçlerin varlığını neden görüyoruz?
İnsanı onarmak için. Onarım bozuk bir şeyi tamir etmektir. Bozuk olan da Bencilliğimizin ölçüleridir. Yaradan bunu kendi isteği ile böyle yapmaktadır.
İnsanın doğasında var olan benlik duygusu, insana sanki her şeyi biliyor ve her şeye hakim olabiliyor hissini verir. Oysa durumun böyle olmadığını, aslında hâkimiyetin insanda olmadığını, insanın kendi doğal özyapısında en ufak bir değişikliği yapması bile, Yaradan'ın yardımı sayesinde gerçekleştiğini anlamamızı sağlamak içindir.
Biz insanlar maneviyat alanında henüz gelişmemiş, çocuk gibiyiz, kendi ayaklarımız üstünde duramıyoruz, henüz yürümesini değil ayakta kalmayı bile beceremiyoruz.
Her zaman, alışık olduğumuz dünyevi yaşantımıza döneriz, çünkü bu mücadele bir ikilem mücadelesidir, bir tarafta maneviyat, diğer tarafta hayatın dünyevi zevkleri. İnsan bu durumun sonsuz bir şekilde devam ettiğini görmektedir. Maneviyat alanında kısa bir müddet kaldıktan sonra oradan tekrar dünyevi zevklere itiliyoruz.
İnsan, maneviyata doğru ilerlemediğini görür, kendi iç dünyası dışında kalan manevi üst dünyalara varmak ve Yaradan'a yaklaşmak yerine, gerilediğini ve kendinde dünyevi zevklere karşı olan düşkünlüğü geçmişe nazaran daha kuvvetli olduğunu görür.
Manevi alandan itilmenin bize yararı şudur. İnsan bu itilmelerin ardından Mücadeleyi tamamen kaybettiğini hissederek, kendi gücü ile Yaradan'a yaklaşmanın imkânsız olduğunu anlar. Devamlı maneviyatın dışında kalmanın korkusuna kapıldığı için, Yaradan'dan başka ona yardımcı olabilecek kimsenin olmadığına karar verir. İnsan verdiği bu karar sayesinde yüreğinde Yaradan'a karşı gerçek bir talepte bulunur ve ondan, gözlerini ve kalbini açmasını isteyerek kendisini gerçek bir şekilde maneviyata yaklaştırmasını talep eder. Görülüyor ki insan bundan evvel manevi alanda hissettiği bütün itilmeler, Yaradan tarafından gelmişlerdir. Bütün bu itilişler insana yerinde saydığını hissini vermesine rağmen, aslında insanın bulunduğu durumdan yetinmesini önlemek için olup, insanın manevi yönden gelişmesini temin etmek içindir.
Bu İtilmeler insana gelen bozucu olgulara karşı koyamadığı için yapmış olduğu kötü şeylere ceza mahiyetinde gelmemiştir, sadece onun manevi yönden gelişmesini sağlamak için geçmesi gereken bir süreçtir.
Bu süreçte, Yaradan, kendisine yaklaştırmak istediği insanlara, söz konusu bu itilmeler aracılığı ile ve kendi inisiyatifini kullanarak o insana yukarı kattan yardım gönderir. Böyle bu yardımı yaradan, sadece bu dünya seviyesinden daha yüksek bir seviyeye gerçek anlamda yükselmek isteyenlere gönderir.
Yükselmek isteyen insana yapılan yardım, bizim mantığımızın aksine çalışır.
Bu insana yaptıklarının ne kadar yanlış olduğunu ve maneviyata yaklaşamadığını gösterirler ve Yaradan'ın özellikleri hakkında yanlış düşünce ve fikirler ileri sürmesini sağlarlar, tüm bunları insanın Yaradan'la özdeşleşmemiş olduğunu görmesini sağlamak içindir. İnsan hissettiği tüm bozucu olgulara karşı ne kadar direnç gösterirse ve maneviyat yolunda ne kadar ilerlemek istiyorsa da, Kutsiyetten adım adım uzaklaştığını görür.
Bu insan her zaman Yaradan'a karşı her çeşit taleplerde bulunarak halini şikâyet eder ve Yaradan'ın kendisine karşı davranışını ve Yaradan'ın neden her zaman kendisini ret ettiğini anlamaz. İnsan sonuçta, maneviyat alanında bir yeri olmadığına hatta böyle bir ümit bile olmadığına kanaat getirir İnsan bu safhaları geçtikten sonra, ben maneviyata sadece Yaradan'ın yardımı ile yaklaşabilirim kanaatine varır.
Açıkça görülüyor ki, onarım, Yaradan'ın hâkimiyetine karşı, insana gönderilen düşüncelerin içinde var olduğudur.
Derler ki, çocuk düşe kalka yürümesini öğrenir.
Biz insanlar da çocuklar gibiyiz, bu düşüşlerimiz, manevi kalkışlarımızdan daha fazla olmasına rağmen, maneviyata her giriş ve çıkış bizi ileriye doğru itmektedir. Aynen çocuklar gibi düşe kalka yürümesini öğrendikleri gibi, biz insanlar da maneviyata girerek ve çıkarak Yaradan'ın yardımları ile ulaşabiliyoruz.
Tüm bozucu işaretlere rağmen insan, devamlı olarak bütün varlığıyla ve tüm düşünceleriyle Yaradan'a bağlı kalmalıdır. İnsan bu bağlılığını, kendini en kötü şartların etkisi altında bulduğu zaman bile korumalıdır ve Yaradan'ın dışında hiç bir gücün hüküm sürmediğini, tek hükümdarın Yaradan olduğunu, ondan başka hiç bir gücün bizi iyi veya kötü yönde etkileyemeyeceğini bilmek mecburiyetindeyiz. İnsan bazen dünyada Yaradan'dan başka güçlerin var olduğu düşüncesine kapılarak, sadece kendi iradesi ile hareket ettiğini düşünür, şöyle ki daha dün maneviyat üzerinde düşüncelere sahip olmak istemediğini düşünerek, Yaradan'ın dünyayı yönettiğine inanmadığını gösterir ve başka Tanrılara inananlardan birisi gibi olur.
İnsan her şeyin Yaradan tarafından yapıldığını düşünmelidir, böyle düşünmüyorsa, tersini düşündüğü için pişmanlık ve hüzün duymalıdır.
Bu aşamada neye karşı pişmanlık ve hüzün duyduğunu anlamak mecburiyetindedir: Yaradan onu maneviyat alanından, dünyevi düşüncelere ittiği için mi üzülmeli, yoksa kendisine, hor gördüğü düşüncelerle eğlenmek için vermiş olduğu arzu yüzünden mi, yoksa geçmişte değersiz bulduğu şeylerle tekrar uğraşmaya başlamak için heveslendiği için mi pişmanlık duymalıdır.
Aynı şekilde, insan kendini yükselmekte olduğunu görünce, şöyle ki Maneviyatın tadını hissettiği zaman ve maneviyata hevesli olduğu zaman bile, maneviyata varmak için her şeyi bir kenara bırakmak gerektiğini anladığını düşünmemelidir. Sadece şimdi Yaradan'ın beğenisini kazanmış olduğunu bilmelidir. Yaradan onu bu nedenle kendisine yaklaştırmaktadır ve bu nedenle Maneviyatın tadını hissetmektedir.
Yaradan'ın dışında dünyayı işleten başka güçlerin olduğu düşüncesine kapılmamak için dikkat etmelidir.
Bundan anlaşılıyor ki, Yaradan'ın beğenisini kazanmak veya bunun tersi, biz insanların elinde olan bir şey değildir, bu sadece Yaradan'ın elindedir.
Neden belirli bir insan Yaradan'ın beğenisini kazanıyor ve neden şimdi Yaradan onu kendisine yaklaştırıyor, sonra da bırakıveriyor?
Manevi akıl sahibi olmayan bir kişi bunları anlayamaz, ancak maneviyata girdikten sonra insan bunları anlamaya başlar.
Yaradan, insanı kendisine yaklaştırmaması nedeniyle, insan şuna dikkat etmelidir ki, maneviyattan uzak kaldığı için duyduğu üzüntüyü kendi üzüntüsü olarak algılamamalıdır. Daha doğrusu insan, böylesine bencil düşüncelerle Yaradan'a acı verdiğini bilmelidir.
Diğer taraftan insan maneviyata yaklaşmış ve Yaradan'ın beğenisini kazandığı için duyduğu sevinci de bencil duyguların dışında tutarak, Yaradan'ı sevindirmeye layık bulunduğu için sevinmelidir. Hatta Yaradan'ı sevindiren bir başkası olsa bile kendisi için mühim olan Yaradan'ı sevindirmek olmalıdır.
İnsan böyle hesaplaşmalar sayesinde kendi bencil düşüncelerinden arınır.
Bencillik insanın özündedir, insanda bencillikten başka bir özyapısal değer yoktur, çünkü bencilliği ve almak arzusunu Yaradan yaratmıştır, yaradılışı ve dünyaları dolduran, bencillik ve almak arzusudur.
Yaradan, insanı yaratmasında amaç edindiği hedef şudur: İnsanı bütünleştirmek ve insanı ebedi kılmaktır ki böylece insan Yaradan'la özdeşleyebilecektir. İnsan bütünleşebilmesi için bencilliği reddetmek mecburiyetindedir. İnsan bencilliğinden kurtularak sadece bir tek şeye sevinmelidir, Yaradan'ın amacı yerine geldiği için sevinmelidir. Yaradan'ın amacı insanların durumunu iyileştirmektir. Bu amacın yerine geldiğini gören insan Yaradan'la bütünleşerek onunla ebediyen birleşir.
alıntı