aris
Kayıtlı Üye
- Katılım
- 3 Tem 2008
- Mesajlar
- 660
- Tepkime puanı
- 143
Kabalist Rav Yehuda Aşlag (Baal Hasulam)
Bu makalede üç konuya açıklık getirmek isterim:
A) Dinin mahiyeti nedir?
B) Dinin mahiyetinin bu dünyada mı yoksa sonraki dünyada mı edinildiğimi?
C) Dinin maksadının Yaratan için mi yoksa yaratılanlar için olduğumu?
Bu denemede ilk bakış da okuyucu bu ortaya koyduğum üç konuyu anlayamaya bilir. Zira kim dinin ne olmadığını bilmiyor ki? Ayrıca bu hayattan sonra mutlaka getireceği mükâfatları ve cezaları. Buna ek olarak üçüncü unsur var, zira herkes yaratılanların menfaati ve onlara haz ve mutluluk getirmek için olduğunu bilir ve başka ne ekleyebiliriz ki?
Aslında benim ekleyecek daha fazla bir şeyim yok. Ancak bu üç konu onlara çocukluklarından beri oldukça tanıdık ve bu nedenle bir eklemeye ve hayatın geri kalanında araştırılmalarına da gerek yok. Ve bu onların bu konulardaki bilgi eksikliğini gösteriyor ki dinin bütün temeli bunun üzerine inşa edilmiştir.
Öyleyse bana oniki, onüç yaşlarında bir çocuğun bu kavramları tamamıyla nasıl anlayabileceğinin mümkün olabileceğini ve hayatının geri kalanında bu konular hakkında daha fazla kavram ve bilgi ekleme ihtiyacı olmayacağı gibi şeyleri bana söyleyebilir misiniz?
Aslında sorun burada yatıyor! Bu düşüncesiz varsayım, bizim neslimizde pervasız ve çılgın sonuçlarla dünyamıza gelmiştir! Ve bu durum bizi öyle bir konuma getirdi ki, ikinci neslin neredeyse tümüyle ellerimizin arasından kayıp gitmesine neden oluyor.
Mutlak İyi
Okuyucuları uzun tartışmalarla yormak yerine, daha önceki makalelerde yazılı olanları yeniden düzenledim, özelliklede “Matan Tora – Yaratan’ın İfşası” isimli olan makalem işlediğimiz bu önemli konu için bir önsöz gibidir. Burada herkesin anlayabilmesi için kısa ve sade bir şekilde konuşacağım.
Her şeyden önce Yaradan’ın Mutlak İyilik olduğunu anlamalıyız. Şöyle ki O, hiçbir şekilde, hiçbir kimsenin, hiçbir acı çekmesine sebep olmaz. Ve ilk olarak ele almamız gereken kavram budur, zira mantığımız bizlere dünyada var olan kötülüklerin temelinin sadece “Kendimiz İçin Alma” isteğinden kaynaklandığını açıkça gösteriyor.
Bu da kişinin kendine fayda sağlama ve kendi zevki için istemesi sonucunda bir başkasına zarar vermesine neden olmaktadır. Dolayısıyla, eğer hiç bir varlık tatmini kendi içinde bulmasaydı, hiç bir varlık bir başkasına zarar vermezdi. Ve eğer bazen başkasına zarar veren bir varlık görürsek, hiçbir şekilde kişisel zevkleri için almayı istemeyen, bu kendi için alma arzusunun özünde oluşan eski bir alışkanlığından dolayıdır ve şimdi daha iyi bir neden bulmak için kendisini temizlemektedir.
Ve Yaradan içinde ve dışında bir bütün olup, tamamlanmak için hiçbir yardıma ihtiyacı olmadığının farkına varmalıyız, zira O her şeyden önce geldiği için O’nun almak arzusunun olmadığı çok açıktır. Ve O’nun alma arzusu hiç olmadığı için bir başkasına zarar vermek için bir sebebi yoktur, bu durum bu kadar basittir.
Bunun yanında, ilk kavramda olup da bizimde aklımıza yattığı gibi, O’nun sahip olduğu tek istek kendi varlıklarına iyilik ihsan etmektir. Ve bu O’nun yaratıp gözlerimizin önüne koyduğu açıkça gözükmektedir. Bu dünyada gereklilikten dolayı iyi ve kötü hisseden varlıklar vardır ve bu his Yaradan’dan gelir. Ve bir kere Yaradan’ın doğasında zarar verme amacı olmadığı açık olduğu zaman anlarız ki yaratılan Yaradan’dan sadece iyilik alır, çünkü O sadece onlara ihsan vermek için yaratmıştır.
Böylece O’nun tek isteğinin iyilik ihsan etmek olduğunu ve O’ndan hiç bir zarar gelemeyeceğini öğreniriz. Bu yüzden O’nu mutlak iyilik olarak tanımlıyoruz. Ve bunu öğrendikten sonra, O’nun rehberliğinde gerçeğe ve O’nun nasıl yaratılanlara iyilik ihsan ettiğine bir bakalım.
O’nun Yol Göstermesi Özel Bir Rehberliktir
Doğanın sistemini gözlemlersek her varlıkların toplam dört formu olduğunu görürüz; hareketsiz – bitkisel – canlı – konuşan, hem genel hem de kendi başlarına özel bir yönlendirme dâhilindedirler, şöyle ki neden ve sonuç ilişkisine dayalı yavaş ve kademeli bir şekilde gelişmektir, ağaç üstündeki meyvenin sonunda tatlı ve iyi gözüken bir meyveye dönüşmesindeki değerli yardım gibi.
Gidip bir Botanikçiye, bir meyvenin görünür bir olgunluğa gelene kadar geçirdiği safhaları sorun. Önceki safhalarının onun sonundaki görüntüsü ve tadıyla ilgili hiçbir kanıt taşımamaktadır. Üstüne üstlük can sıkıcı bir durum olarak son halden tamamen farklı özellikler gösterirler.
Meyve son halinde ne kadar tatlı olursa gelişiminin önceki safhalarında daha acıdır. Bu durum hareketli ve konuşan türler içinde geçerlidir; hayvan için düşünüldüğünde, gelişimi sonunda aklı küçüktür ve gelişimi süresinde çok istekleri yoktur. Ancak insan aklı gelişimi sonunda çok gelişmiştir ve gelişimi süresinde de çok isteklidir. “Bir günlük buzağı öküz olarak adlandırılır”, böyle söylenmesinin nedeni dört ayağının üstünde durabilmesi, yürüyebilmesi ve yolundaki tehlikelerden kaçabilecek zekâda olmasıdır.
Ama bir günlük çocuk hissizmiş gibi yatar. Ve bu dünyanın işleyiş şekline alışkın olmayan bir kişi bu iki yeni doğmuş canlıyı inceleyecek ve erdemliklerini değerlendirecek olsa, yeni doğmuş bebeğin hiç bir şeyi sonuçlandıramayacağını ve buzağının bir kahraman olduğu düşünür.
Dolayısıyla, O’nun yarattığı gerçek üzerindeki yönlendirmesi, özel rehberliği, gelişimin evrelerinin düzenini hesaba katmazsak, aldatılırız ve amacı anlamaktan alıkonuluruz, yaratılan her zaman son şeklinin tam tersindedir.
Bu söylediğimiz - “hiçbir insan tecrübe edenden daha akıllı değildir” konusundaki gibidir. Çünkü sadece tecrübe eden gelişimin her sürecini inceleyebilir. Tamamlanmaya doğru olan yolda kişi olayları sakinleştirebilir ve yaratılışın süreci sırasında devam eden bozuk imajlardan korkmaz ve sadece iyi ve eşsiz sonuca inanır.
Böylece, O’nun dünyamızdaki takdirinin davranışlarını göstermiş olduk ki bu sadece maksatlı bir bakım. Bu iyilik sıfatı yaratılan tamamlanmasını sonuçlandırana ve olgunlaşana kadar anlaşılır değildir. Aksine, algılayanların gözünde tamamen bir bozukluk olarak algılanır. Öyleyse, Yaradan’ın Kendi yarattıkları üzerindeki sadece iyilik ihsan etmesini görüyoruz ama bu iyilik sadece maksatlı bir ilgiyle gelir.
İki Yol: Acının Yolu ve Maneviyat’ın Yolu
Allah’ın sadece mutlak iyilik olduğunu gösterdik ve bizi bütün yardımseverliği ve özel rehberliğinde ufak bir zerre bile kötülük içermeden ile gözettiğini de. Bunun anlamı, O’nun rehberliği bizi, biz iyiliği arzulayacak kadar nitelik sahibi olana kadar sebep ve etki – neden ve sonuçlardan oluşan bir gelişim sürecine mecbur bırakmaktadır. Ve bundan sonra yaratılış amacımızı yaşayabiliriz, tıpkı olgunlaşmış ve güzel gözüken bir meyve gibi. Ayrıca görüyoruz ki amaç hepimiz için temin edilmiş, zira yoksa O’nun ilahi takdirinin amaca yönelik yetersiz olduğu kanaatine vararak hataya düşeriz.
Bilgelerimiz şöyle der: “Aşağıdakilerde ilahiyat, yüksek bir ihtiyaçtır”. Bunun anlamı, O’nun rehberliği bir amaca yönelik olduğudur ve bizi bütünleşmeye, birlikte olmaya yöneltir, bu çok önemli bir ihtiyaçtır. Eğer ki biz bu noktaya gelmezsek O’nun takdirini hatalı olarak görürüz.
Bu çok sevdiği bir oğlu olan yaşlı büyük bir krala benzer. Bu nedenle, oğlunun doğduğu günden beri sadece onun iyiliğini düşünmüştür. Onun için krallıktaki en bilge ve iyi adamların kitaplarını toplayıp oğluna eğitim hazırlamıştır. Ardından en iyi mimarlara oğlu için saraylar yaptırmıştır. Bütün müzisyenleri toplamış ve onun için konser salonları hazırlatmıştır. En iyi aşçıları ve şefleri toplayıp oğluna dünyanın en leziz yiyeceklerini sağlamıştır.
Ve oğlu büyür, olgunlaşır. Ama maalesef ki oğlu aptaldır, eğitim alma arzusu yoktur, kördür ve kalbi sarayların güzelliğini göremez. Üstelik sağırdır, şiirleri ve müziği duymamaktadır. Ayrıca, hastadır ve yalnızca işlenmemiş hamurdan yapılmış ekmek yiyebilmektedir ve bunların hepsi insanı çılgına döndürür.
Ancak, böyle bir şey et ve kandan oluşan bir krala olabilir, her şeye kadir Yaradan için bu mümkün değildir ve böyle bir aldanma olamaz. Bu nedenle, O bizim gelişimimiz için iki yol hazırlamıştır:
İlki Acının Yoludur, yaratılışın kendi idaresi ile gelişmesidir, doğanın yoluyla, sebep ve sonuçla ilişkisiyle zoraki izlenen, farklı bir sürü olayın bizleri yavaş yavaş geliştirmesiyle, ta ki bizler iyiyi kötüden seçebilene kadar ve O’nun arzusunun amacı için yeterli niteliklere sahip olana kadar olan yoldur.
Ve bu yol oldukça uzun ve ızdıraplıdır. Bu nedenle O bize hoş ve yumuşak bir yolda hazırlamıştır. Maneviyat ve Islah’ın Yolu. Bizleri amaç için yeterli niteliklere kısa zamanda ve acısız ulaştıracak bir yol.
Sonuç olarak anlaşılıyor ki bizlerin son ve asıl amacı O’nunla bütünleşebilmek ve O’nun içimizde ikamet etmesi. Bu amaç kesindir ve bundan ayrılmanın bir yolu yoktur. Çünkü O’nun rehberliği bizi her iki yolda da yönlendirir, hem Acının Yolunda hem de Maneviyat’ın yolunda. Ama gerçeğe bakarsak, O’nun bu yönlendirmesi iki yolda da aynı anda gelir ki bizim bilgelerimiz bunlara Dünyanın Yolu ve Maneviyat’ın Yolu derler.
Dinin Özü İçimizdeki Kötülüğü Tanıma Hissini Geliştirmektir
Bilgelerimiz der ki: “Tanrı boğazdan mı yoksa enseden mi keserek öldürülmesi konusuna neden aldırsın? Her şeyden öte, sevap sadece insanları arındırmak amacı ile verildi”. Bu arınma, Matan Tora makalesinde açıkça anlatılıyor. Ama ben burada Maneviyat ve ıslaha ulaşma yoluyla bu gelişimin özünü iyice açıklamak istiyorum.
Aklınızda olsun, bu içimizdeki kötülüğü tanıma ve fark etmedir. Sevap, kişiyi derece derece onları araştırarak ortaya çıkaranı arındırır. Ve arınmanın derecelerini ölçmek aslında içimizdeki kötülüğün derecelerinin farkına varmamızdır.
Her varlığın içinde içindeki kötüyü reddetmek için doğal bir arzu vardır. Ancak iki insan arasında fark birinin diğerine oranla bu kötünün farkındalığıdır. Daha gelişmiş bir insan, içindeki kötüyü daha fazla oranda fark eder ve bu yüzden daha büyük bir oranda onu reddeder ve kendinden uzaklaştırır, bu sırada daha az gelişim göstermiş kişi kötünün daha az bir kısmını fark eder ve bu nedenle sadece daha ufak bir kısmı reddedebilir. Sonuç olarak, onun pisliğini fark etmediği için, içinde kötünün pisliğini bırakmaya devam eder.
Ve okuyucuyu daha fazla yormamak için, iyinin ve kötünün tanımını genel olarak açıklayacağız. Kötü, genel olarak, egoizm/benlik olarak adlandırılan, Yaratan’ın özelliğine zıt olan, kişinin kendisine olan sevgisinden daha fazla bir şey değildir ve Yaradan tam tersine Kendi için hiçbir arzu taşımaz, sadece ihsan eder.
Matan Tora’da söylediğimiz gibi, keyif ve yücelik Yaradan’la form eşitliğinin kapsamı ile ölçülür. Ve acı ile tahammülsüzlük Yaradan’la form farklılığı kapsamı ile ölçülür. Bu yüzden; egoizm Yaradan’ın tam tersi bir form olduğu için tiksindiricidir ve bize acı verir.
Ancak bu tiksindiricilik bütün ruhlara eşit şekilde dağılmamıştır ve farklı ölçülerde verilmiştir. Zalim için, gelişmemiş bir insan egoizmi kötü bir özellik olarak görmez ve bunu açık bir şekilde hiç utanma ve sınırlama göstermeden kullanır. Eğer mümkünse, gün ışığında hırsızlık yapar, cinayet işler. Ancak biraz gelişmiş bir insan egoizminin kötülük olduğunu ölçebilir ve sonunda bunu halk içinde kullanmaya utanır, açık olarak çalmaz, öldürmez. Ama gizlilik içinde suçlarını işlemeye devam eder.
Daha da gelişmiş bir insan egoizminin iğrençliğini derinlerde hisseder ve bu duruma katlanamayacak ve sonunda tamamen onu reddedecek duruma gelinceye kadar bu devam eder, ne kadar çok farkına varırsa diğerlerinin yaptıklarından dahi zevk alamaz. Sonra başkaları için olan sevgi zerreleri ortaya çıkarmaya başlar, bu özgecilik olarak adlandırılır ve bu iyi bir özniteliktir.
Ve bu da insanda kademe kademe gelişir. İlk başta, ailesi ve akrabaları için sevgi ve ihsan etme arzusu gelişir, tıpkı dizede olduğu gibi “kendi etinden olanı görmemezlikten gelme”. Ve daha sonra kişi daha da gelişince ihsan etme niteliği çevresindeki insanları da kapsar, bunlar içinde - yaşadığı şehir ve ülkedir. Son olarak kişi tüm insanlık için sevgi geliştirene kadar bu devam eder.
Bilinçli Gelişme ve Bilinçsiz Gelişme
Aklınızda şunu bulundurun, iki güç bizi sözü edilen merdivenin basamaklarından yukarı itmek için çalışıyor, gökteki en tepesine ulaşana ve amaç olan kendi formumuzu Yaradan’ın formuyla eşit olma noktasına gelene kadar. Ve bu iki güç arasındaki fark, ilkinin Acının / Dünyanın Yolunun bizi arkadan iten yol olmasıdır.
Bu yoldan etik dediğimiz filozofik ahlakı doğmuştur ki bu deneysel bir bilgilenmeye dayanır. Pratik zekânın incelenmesiyle, egoizmin nükleonları sonucunda olan görünür zararların özetidir.
Bu deneyler bize şans eseri gelir, yani bilinçli bir seçimin sonucu değildir. Buna rağmen bizleri amaca ulaştırmaları kesin olmasına rağmen, zira kötülüğün şekli aklımızda iyice belirginleşir ve zararını fark ettikçe kendimizi ondan uzaklaştırarak merdivende daha yüksek bir basamağa tırmanırız.
İkinci yol ise bizi bilinçli olarak iter, bu bizim kendi seçimimizdir. Bu güç bizim önümüzde durur ve bizi ileri doğru çeker. Ve bu Maneviyat’ın ve Sevabın Yolu’dur. Maneviyat ve sevabı Yaradan’a memnuniyet vermek için yapmak kötüyü fark etme hissimizi hızla geliştirir, tıpkı Matan Tora makalesinde gösterdiğimiz gibi. Ve bizler iki kez fayda sağlarız:
A) Arkamızdan itenin hayattaki çileleri için beklemek zorunda kalmayız. Üstelik onların itme gücü yıkım ve çektirdikleri acı ile ölçülür. Aksine, O’nun için samimiyetle çalışırken hissettiğimiz narin yumuşaklıkla, kişisel sevginin zerreciklerinin aşağılığını fark eder ve Yaradan’a ihsan etmenin eşsiz tadını hissetme yolunda bize nasıl engel olduğunu fark ederiz.
B) Zaman kazanırız. O bizi ‘aydınlatmak’ için çalışır, dolayısıyla çabamızı arttırıp zamanı kendi isteğimize göre hızlandırırız.
Din İnsanın İyiliği için Değildir, Çalışanın İyiliği İçindir
Birçok insan hata yapar ve kutsal kitapları Ahlak Sistemi ile karşılaştırır. Ama bu onlara hayatlarında hiç dini tatmadıklarından öyle gelmektedir. Ben onlara söylüyorum: “Tadın ve Yaradan’ın iyi olduğunu görün.” Bu hem dinin hem de ahlakın aynı şeyi amaçlamasındandır – insanı kişisel sevginin pis sığlığından çıkarıp başkaları için olan sevginin zirvesine çıkarmak.
Ama onlar birbirlerinden uzak, tıpkı Yaradan’ın düşüncesi ile insanın düşüncesi arasındaki uzaklık gibi. Zira din Yaradan’ın düşüncelerinden gelir ve ahlak ise etin ve kanın düşünceleri ve hayat tecrübelerindendir. Bu nedenle, aralarındaki fark hem pratikte hem de son amaçta barizdir. İçimizde gelişen iyi ve kötüyü fark etme, ahlakı kullanışımıza göre ölçülür ve başarısı nispeten topluma bağlıdır.
Fakat din ile, iyi ile kötünün farkındalığı içimizde sadece Yaradan’a bağlı gelişir. Bu, Yaradan’ın formuna değişimdir, O’nunla eşit formda olmaktır ve bütünleşmek olarak adlandırılır.
Ve bunlar amaca ilişkin olarak birbirlerinden oldukça uzak mesafededirler. Ahlak, amacında gündelik hayatta olan olaylarda, pratik zekânın incelemesi sonucu toplumun iyiliğiyle ilgilenir. Ama sonuçta, bu amaç doğanın sınırları üzerine yükselmeyi temin etmez, dolayısıyla hala eleştirilebilir, zira kim herhangi bir kişiye, toplumun iyiliği için kendisini belli bir dereceye kadar toplumun kurallarına boyun eğerek küçültmeye, ikna edebilir ki?
Dinsel amaç ise, onu izleyenler için birey olarak iyi bir varlık olmayı vaat eder. Daha öncede gösterdiğimiz gibi, kişi başkalarını sevmeye döndüğünde bütünlük halindedir ve bu Yaradan ile formunun eşitliğidir ve bununla birlikte insan kendi dar, acı ve engel dolu dünyasından geçerek, Yaradan’a ve insanlara ihsan ettiği sonsuz dünyaya girer.
Ayrıca desteğe baktığınızda da oldukça büyük bir fark görürsünüz. Çünkü ahlak insanlar ile desteklenir. Ve ne zaman ki kişi böyle çalışmaya alışırsa, ahlak seviyesinin üzerine yükselemez ve bu toplumda iyi ödüllendirilir.
Ama Yaradan’ın memnuniyeti için Maneviyatı ve sevabı, hiçbir ödül beklentisi olmadan, tam olarak edinmek istediği dereceye kadar uygularsa, ahlakın basamaklarını tırmanır, zira bu yolda kişiye hiçbir ödeme yoktur. Ve biriktirilen her kuruş büyük bir hesaba eklenir. Ve sonuç olarak, kendi hayatının basit ihtiyaçları hariç kişisel hiç bir çıkarı olmadan, ikinci bir doğa olan başkalarına ihsan etme özelliğini edinir.
Şimdi, insan yaradılışın hapsinden özgürlüğüne kavuştuğunu görür. Ne zaman ki kişi kendine almaktan iğrenirse ve ruhu saygı ile fiziksel zevklerden bir parça daha istemez hale gelirse, kendini Allah’ın dünyasında serbestçe dolaşırken bulur. Ve hiçbir zaman bir zarar veya mutsuzluk gelmeyeceğine emindir çünkü kişiye bütün zararlar kendi içindeki alma arzusunun baskısıyla gelir.
Böylece, dinin amacının sadece onu araştırıp, derinlemesine inceleyenler için olduğunu gördük, genel insanların faydası veya kullanması için değil, ancak bütün davranışlarının insanların faydası için olduğunu ve bu davranışlarla ölçüldüğünü. Ama amaç Yaradan ile eşitlik sağlamaktır. Ve şimdi bizler, bu dünyada yaşarken dinin amacını anlayabiliriz. Ayrıca Matan Tora’yı inceleyerek bütünlüğün ve bireyin amacının konusunu daha yakından araştırabiliriz.
alıntı
Bu makalede üç konuya açıklık getirmek isterim:
A) Dinin mahiyeti nedir?
B) Dinin mahiyetinin bu dünyada mı yoksa sonraki dünyada mı edinildiğimi?
C) Dinin maksadının Yaratan için mi yoksa yaratılanlar için olduğumu?
Bu denemede ilk bakış da okuyucu bu ortaya koyduğum üç konuyu anlayamaya bilir. Zira kim dinin ne olmadığını bilmiyor ki? Ayrıca bu hayattan sonra mutlaka getireceği mükâfatları ve cezaları. Buna ek olarak üçüncü unsur var, zira herkes yaratılanların menfaati ve onlara haz ve mutluluk getirmek için olduğunu bilir ve başka ne ekleyebiliriz ki?
Aslında benim ekleyecek daha fazla bir şeyim yok. Ancak bu üç konu onlara çocukluklarından beri oldukça tanıdık ve bu nedenle bir eklemeye ve hayatın geri kalanında araştırılmalarına da gerek yok. Ve bu onların bu konulardaki bilgi eksikliğini gösteriyor ki dinin bütün temeli bunun üzerine inşa edilmiştir.
Öyleyse bana oniki, onüç yaşlarında bir çocuğun bu kavramları tamamıyla nasıl anlayabileceğinin mümkün olabileceğini ve hayatının geri kalanında bu konular hakkında daha fazla kavram ve bilgi ekleme ihtiyacı olmayacağı gibi şeyleri bana söyleyebilir misiniz?
Aslında sorun burada yatıyor! Bu düşüncesiz varsayım, bizim neslimizde pervasız ve çılgın sonuçlarla dünyamıza gelmiştir! Ve bu durum bizi öyle bir konuma getirdi ki, ikinci neslin neredeyse tümüyle ellerimizin arasından kayıp gitmesine neden oluyor.
Mutlak İyi
Okuyucuları uzun tartışmalarla yormak yerine, daha önceki makalelerde yazılı olanları yeniden düzenledim, özelliklede “Matan Tora – Yaratan’ın İfşası” isimli olan makalem işlediğimiz bu önemli konu için bir önsöz gibidir. Burada herkesin anlayabilmesi için kısa ve sade bir şekilde konuşacağım.
Her şeyden önce Yaradan’ın Mutlak İyilik olduğunu anlamalıyız. Şöyle ki O, hiçbir şekilde, hiçbir kimsenin, hiçbir acı çekmesine sebep olmaz. Ve ilk olarak ele almamız gereken kavram budur, zira mantığımız bizlere dünyada var olan kötülüklerin temelinin sadece “Kendimiz İçin Alma” isteğinden kaynaklandığını açıkça gösteriyor.
Bu da kişinin kendine fayda sağlama ve kendi zevki için istemesi sonucunda bir başkasına zarar vermesine neden olmaktadır. Dolayısıyla, eğer hiç bir varlık tatmini kendi içinde bulmasaydı, hiç bir varlık bir başkasına zarar vermezdi. Ve eğer bazen başkasına zarar veren bir varlık görürsek, hiçbir şekilde kişisel zevkleri için almayı istemeyen, bu kendi için alma arzusunun özünde oluşan eski bir alışkanlığından dolayıdır ve şimdi daha iyi bir neden bulmak için kendisini temizlemektedir.
Ve Yaradan içinde ve dışında bir bütün olup, tamamlanmak için hiçbir yardıma ihtiyacı olmadığının farkına varmalıyız, zira O her şeyden önce geldiği için O’nun almak arzusunun olmadığı çok açıktır. Ve O’nun alma arzusu hiç olmadığı için bir başkasına zarar vermek için bir sebebi yoktur, bu durum bu kadar basittir.
Bunun yanında, ilk kavramda olup da bizimde aklımıza yattığı gibi, O’nun sahip olduğu tek istek kendi varlıklarına iyilik ihsan etmektir. Ve bu O’nun yaratıp gözlerimizin önüne koyduğu açıkça gözükmektedir. Bu dünyada gereklilikten dolayı iyi ve kötü hisseden varlıklar vardır ve bu his Yaradan’dan gelir. Ve bir kere Yaradan’ın doğasında zarar verme amacı olmadığı açık olduğu zaman anlarız ki yaratılan Yaradan’dan sadece iyilik alır, çünkü O sadece onlara ihsan vermek için yaratmıştır.
Böylece O’nun tek isteğinin iyilik ihsan etmek olduğunu ve O’ndan hiç bir zarar gelemeyeceğini öğreniriz. Bu yüzden O’nu mutlak iyilik olarak tanımlıyoruz. Ve bunu öğrendikten sonra, O’nun rehberliğinde gerçeğe ve O’nun nasıl yaratılanlara iyilik ihsan ettiğine bir bakalım.
O’nun Yol Göstermesi Özel Bir Rehberliktir
Doğanın sistemini gözlemlersek her varlıkların toplam dört formu olduğunu görürüz; hareketsiz – bitkisel – canlı – konuşan, hem genel hem de kendi başlarına özel bir yönlendirme dâhilindedirler, şöyle ki neden ve sonuç ilişkisine dayalı yavaş ve kademeli bir şekilde gelişmektir, ağaç üstündeki meyvenin sonunda tatlı ve iyi gözüken bir meyveye dönüşmesindeki değerli yardım gibi.
Gidip bir Botanikçiye, bir meyvenin görünür bir olgunluğa gelene kadar geçirdiği safhaları sorun. Önceki safhalarının onun sonundaki görüntüsü ve tadıyla ilgili hiçbir kanıt taşımamaktadır. Üstüne üstlük can sıkıcı bir durum olarak son halden tamamen farklı özellikler gösterirler.
Meyve son halinde ne kadar tatlı olursa gelişiminin önceki safhalarında daha acıdır. Bu durum hareketli ve konuşan türler içinde geçerlidir; hayvan için düşünüldüğünde, gelişimi sonunda aklı küçüktür ve gelişimi süresinde çok istekleri yoktur. Ancak insan aklı gelişimi sonunda çok gelişmiştir ve gelişimi süresinde de çok isteklidir. “Bir günlük buzağı öküz olarak adlandırılır”, böyle söylenmesinin nedeni dört ayağının üstünde durabilmesi, yürüyebilmesi ve yolundaki tehlikelerden kaçabilecek zekâda olmasıdır.
Ama bir günlük çocuk hissizmiş gibi yatar. Ve bu dünyanın işleyiş şekline alışkın olmayan bir kişi bu iki yeni doğmuş canlıyı inceleyecek ve erdemliklerini değerlendirecek olsa, yeni doğmuş bebeğin hiç bir şeyi sonuçlandıramayacağını ve buzağının bir kahraman olduğu düşünür.
Dolayısıyla, O’nun yarattığı gerçek üzerindeki yönlendirmesi, özel rehberliği, gelişimin evrelerinin düzenini hesaba katmazsak, aldatılırız ve amacı anlamaktan alıkonuluruz, yaratılan her zaman son şeklinin tam tersindedir.
Bu söylediğimiz - “hiçbir insan tecrübe edenden daha akıllı değildir” konusundaki gibidir. Çünkü sadece tecrübe eden gelişimin her sürecini inceleyebilir. Tamamlanmaya doğru olan yolda kişi olayları sakinleştirebilir ve yaratılışın süreci sırasında devam eden bozuk imajlardan korkmaz ve sadece iyi ve eşsiz sonuca inanır.
Böylece, O’nun dünyamızdaki takdirinin davranışlarını göstermiş olduk ki bu sadece maksatlı bir bakım. Bu iyilik sıfatı yaratılan tamamlanmasını sonuçlandırana ve olgunlaşana kadar anlaşılır değildir. Aksine, algılayanların gözünde tamamen bir bozukluk olarak algılanır. Öyleyse, Yaradan’ın Kendi yarattıkları üzerindeki sadece iyilik ihsan etmesini görüyoruz ama bu iyilik sadece maksatlı bir ilgiyle gelir.
İki Yol: Acının Yolu ve Maneviyat’ın Yolu
Allah’ın sadece mutlak iyilik olduğunu gösterdik ve bizi bütün yardımseverliği ve özel rehberliğinde ufak bir zerre bile kötülük içermeden ile gözettiğini de. Bunun anlamı, O’nun rehberliği bizi, biz iyiliği arzulayacak kadar nitelik sahibi olana kadar sebep ve etki – neden ve sonuçlardan oluşan bir gelişim sürecine mecbur bırakmaktadır. Ve bundan sonra yaratılış amacımızı yaşayabiliriz, tıpkı olgunlaşmış ve güzel gözüken bir meyve gibi. Ayrıca görüyoruz ki amaç hepimiz için temin edilmiş, zira yoksa O’nun ilahi takdirinin amaca yönelik yetersiz olduğu kanaatine vararak hataya düşeriz.
Bilgelerimiz şöyle der: “Aşağıdakilerde ilahiyat, yüksek bir ihtiyaçtır”. Bunun anlamı, O’nun rehberliği bir amaca yönelik olduğudur ve bizi bütünleşmeye, birlikte olmaya yöneltir, bu çok önemli bir ihtiyaçtır. Eğer ki biz bu noktaya gelmezsek O’nun takdirini hatalı olarak görürüz.
Bu çok sevdiği bir oğlu olan yaşlı büyük bir krala benzer. Bu nedenle, oğlunun doğduğu günden beri sadece onun iyiliğini düşünmüştür. Onun için krallıktaki en bilge ve iyi adamların kitaplarını toplayıp oğluna eğitim hazırlamıştır. Ardından en iyi mimarlara oğlu için saraylar yaptırmıştır. Bütün müzisyenleri toplamış ve onun için konser salonları hazırlatmıştır. En iyi aşçıları ve şefleri toplayıp oğluna dünyanın en leziz yiyeceklerini sağlamıştır.
Ve oğlu büyür, olgunlaşır. Ama maalesef ki oğlu aptaldır, eğitim alma arzusu yoktur, kördür ve kalbi sarayların güzelliğini göremez. Üstelik sağırdır, şiirleri ve müziği duymamaktadır. Ayrıca, hastadır ve yalnızca işlenmemiş hamurdan yapılmış ekmek yiyebilmektedir ve bunların hepsi insanı çılgına döndürür.
Ancak, böyle bir şey et ve kandan oluşan bir krala olabilir, her şeye kadir Yaradan için bu mümkün değildir ve böyle bir aldanma olamaz. Bu nedenle, O bizim gelişimimiz için iki yol hazırlamıştır:
İlki Acının Yoludur, yaratılışın kendi idaresi ile gelişmesidir, doğanın yoluyla, sebep ve sonuçla ilişkisiyle zoraki izlenen, farklı bir sürü olayın bizleri yavaş yavaş geliştirmesiyle, ta ki bizler iyiyi kötüden seçebilene kadar ve O’nun arzusunun amacı için yeterli niteliklere sahip olana kadar olan yoldur.
Ve bu yol oldukça uzun ve ızdıraplıdır. Bu nedenle O bize hoş ve yumuşak bir yolda hazırlamıştır. Maneviyat ve Islah’ın Yolu. Bizleri amaç için yeterli niteliklere kısa zamanda ve acısız ulaştıracak bir yol.
Sonuç olarak anlaşılıyor ki bizlerin son ve asıl amacı O’nunla bütünleşebilmek ve O’nun içimizde ikamet etmesi. Bu amaç kesindir ve bundan ayrılmanın bir yolu yoktur. Çünkü O’nun rehberliği bizi her iki yolda da yönlendirir, hem Acının Yolunda hem de Maneviyat’ın yolunda. Ama gerçeğe bakarsak, O’nun bu yönlendirmesi iki yolda da aynı anda gelir ki bizim bilgelerimiz bunlara Dünyanın Yolu ve Maneviyat’ın Yolu derler.
Dinin Özü İçimizdeki Kötülüğü Tanıma Hissini Geliştirmektir
Bilgelerimiz der ki: “Tanrı boğazdan mı yoksa enseden mi keserek öldürülmesi konusuna neden aldırsın? Her şeyden öte, sevap sadece insanları arındırmak amacı ile verildi”. Bu arınma, Matan Tora makalesinde açıkça anlatılıyor. Ama ben burada Maneviyat ve ıslaha ulaşma yoluyla bu gelişimin özünü iyice açıklamak istiyorum.
Aklınızda olsun, bu içimizdeki kötülüğü tanıma ve fark etmedir. Sevap, kişiyi derece derece onları araştırarak ortaya çıkaranı arındırır. Ve arınmanın derecelerini ölçmek aslında içimizdeki kötülüğün derecelerinin farkına varmamızdır.
Her varlığın içinde içindeki kötüyü reddetmek için doğal bir arzu vardır. Ancak iki insan arasında fark birinin diğerine oranla bu kötünün farkındalığıdır. Daha gelişmiş bir insan, içindeki kötüyü daha fazla oranda fark eder ve bu yüzden daha büyük bir oranda onu reddeder ve kendinden uzaklaştırır, bu sırada daha az gelişim göstermiş kişi kötünün daha az bir kısmını fark eder ve bu nedenle sadece daha ufak bir kısmı reddedebilir. Sonuç olarak, onun pisliğini fark etmediği için, içinde kötünün pisliğini bırakmaya devam eder.
Ve okuyucuyu daha fazla yormamak için, iyinin ve kötünün tanımını genel olarak açıklayacağız. Kötü, genel olarak, egoizm/benlik olarak adlandırılan, Yaratan’ın özelliğine zıt olan, kişinin kendisine olan sevgisinden daha fazla bir şey değildir ve Yaradan tam tersine Kendi için hiçbir arzu taşımaz, sadece ihsan eder.
Matan Tora’da söylediğimiz gibi, keyif ve yücelik Yaradan’la form eşitliğinin kapsamı ile ölçülür. Ve acı ile tahammülsüzlük Yaradan’la form farklılığı kapsamı ile ölçülür. Bu yüzden; egoizm Yaradan’ın tam tersi bir form olduğu için tiksindiricidir ve bize acı verir.
Ancak bu tiksindiricilik bütün ruhlara eşit şekilde dağılmamıştır ve farklı ölçülerde verilmiştir. Zalim için, gelişmemiş bir insan egoizmi kötü bir özellik olarak görmez ve bunu açık bir şekilde hiç utanma ve sınırlama göstermeden kullanır. Eğer mümkünse, gün ışığında hırsızlık yapar, cinayet işler. Ancak biraz gelişmiş bir insan egoizminin kötülük olduğunu ölçebilir ve sonunda bunu halk içinde kullanmaya utanır, açık olarak çalmaz, öldürmez. Ama gizlilik içinde suçlarını işlemeye devam eder.
Daha da gelişmiş bir insan egoizminin iğrençliğini derinlerde hisseder ve bu duruma katlanamayacak ve sonunda tamamen onu reddedecek duruma gelinceye kadar bu devam eder, ne kadar çok farkına varırsa diğerlerinin yaptıklarından dahi zevk alamaz. Sonra başkaları için olan sevgi zerreleri ortaya çıkarmaya başlar, bu özgecilik olarak adlandırılır ve bu iyi bir özniteliktir.
Ve bu da insanda kademe kademe gelişir. İlk başta, ailesi ve akrabaları için sevgi ve ihsan etme arzusu gelişir, tıpkı dizede olduğu gibi “kendi etinden olanı görmemezlikten gelme”. Ve daha sonra kişi daha da gelişince ihsan etme niteliği çevresindeki insanları da kapsar, bunlar içinde - yaşadığı şehir ve ülkedir. Son olarak kişi tüm insanlık için sevgi geliştirene kadar bu devam eder.
Bilinçli Gelişme ve Bilinçsiz Gelişme
Aklınızda şunu bulundurun, iki güç bizi sözü edilen merdivenin basamaklarından yukarı itmek için çalışıyor, gökteki en tepesine ulaşana ve amaç olan kendi formumuzu Yaradan’ın formuyla eşit olma noktasına gelene kadar. Ve bu iki güç arasındaki fark, ilkinin Acının / Dünyanın Yolunun bizi arkadan iten yol olmasıdır.
Bu yoldan etik dediğimiz filozofik ahlakı doğmuştur ki bu deneysel bir bilgilenmeye dayanır. Pratik zekânın incelenmesiyle, egoizmin nükleonları sonucunda olan görünür zararların özetidir.
Bu deneyler bize şans eseri gelir, yani bilinçli bir seçimin sonucu değildir. Buna rağmen bizleri amaca ulaştırmaları kesin olmasına rağmen, zira kötülüğün şekli aklımızda iyice belirginleşir ve zararını fark ettikçe kendimizi ondan uzaklaştırarak merdivende daha yüksek bir basamağa tırmanırız.
İkinci yol ise bizi bilinçli olarak iter, bu bizim kendi seçimimizdir. Bu güç bizim önümüzde durur ve bizi ileri doğru çeker. Ve bu Maneviyat’ın ve Sevabın Yolu’dur. Maneviyat ve sevabı Yaradan’a memnuniyet vermek için yapmak kötüyü fark etme hissimizi hızla geliştirir, tıpkı Matan Tora makalesinde gösterdiğimiz gibi. Ve bizler iki kez fayda sağlarız:
A) Arkamızdan itenin hayattaki çileleri için beklemek zorunda kalmayız. Üstelik onların itme gücü yıkım ve çektirdikleri acı ile ölçülür. Aksine, O’nun için samimiyetle çalışırken hissettiğimiz narin yumuşaklıkla, kişisel sevginin zerreciklerinin aşağılığını fark eder ve Yaradan’a ihsan etmenin eşsiz tadını hissetme yolunda bize nasıl engel olduğunu fark ederiz.
B) Zaman kazanırız. O bizi ‘aydınlatmak’ için çalışır, dolayısıyla çabamızı arttırıp zamanı kendi isteğimize göre hızlandırırız.
Din İnsanın İyiliği için Değildir, Çalışanın İyiliği İçindir
Birçok insan hata yapar ve kutsal kitapları Ahlak Sistemi ile karşılaştırır. Ama bu onlara hayatlarında hiç dini tatmadıklarından öyle gelmektedir. Ben onlara söylüyorum: “Tadın ve Yaradan’ın iyi olduğunu görün.” Bu hem dinin hem de ahlakın aynı şeyi amaçlamasındandır – insanı kişisel sevginin pis sığlığından çıkarıp başkaları için olan sevginin zirvesine çıkarmak.
Ama onlar birbirlerinden uzak, tıpkı Yaradan’ın düşüncesi ile insanın düşüncesi arasındaki uzaklık gibi. Zira din Yaradan’ın düşüncelerinden gelir ve ahlak ise etin ve kanın düşünceleri ve hayat tecrübelerindendir. Bu nedenle, aralarındaki fark hem pratikte hem de son amaçta barizdir. İçimizde gelişen iyi ve kötüyü fark etme, ahlakı kullanışımıza göre ölçülür ve başarısı nispeten topluma bağlıdır.
Fakat din ile, iyi ile kötünün farkındalığı içimizde sadece Yaradan’a bağlı gelişir. Bu, Yaradan’ın formuna değişimdir, O’nunla eşit formda olmaktır ve bütünleşmek olarak adlandırılır.
Ve bunlar amaca ilişkin olarak birbirlerinden oldukça uzak mesafededirler. Ahlak, amacında gündelik hayatta olan olaylarda, pratik zekânın incelemesi sonucu toplumun iyiliğiyle ilgilenir. Ama sonuçta, bu amaç doğanın sınırları üzerine yükselmeyi temin etmez, dolayısıyla hala eleştirilebilir, zira kim herhangi bir kişiye, toplumun iyiliği için kendisini belli bir dereceye kadar toplumun kurallarına boyun eğerek küçültmeye, ikna edebilir ki?
Dinsel amaç ise, onu izleyenler için birey olarak iyi bir varlık olmayı vaat eder. Daha öncede gösterdiğimiz gibi, kişi başkalarını sevmeye döndüğünde bütünlük halindedir ve bu Yaradan ile formunun eşitliğidir ve bununla birlikte insan kendi dar, acı ve engel dolu dünyasından geçerek, Yaradan’a ve insanlara ihsan ettiği sonsuz dünyaya girer.
Ayrıca desteğe baktığınızda da oldukça büyük bir fark görürsünüz. Çünkü ahlak insanlar ile desteklenir. Ve ne zaman ki kişi böyle çalışmaya alışırsa, ahlak seviyesinin üzerine yükselemez ve bu toplumda iyi ödüllendirilir.
Ama Yaradan’ın memnuniyeti için Maneviyatı ve sevabı, hiçbir ödül beklentisi olmadan, tam olarak edinmek istediği dereceye kadar uygularsa, ahlakın basamaklarını tırmanır, zira bu yolda kişiye hiçbir ödeme yoktur. Ve biriktirilen her kuruş büyük bir hesaba eklenir. Ve sonuç olarak, kendi hayatının basit ihtiyaçları hariç kişisel hiç bir çıkarı olmadan, ikinci bir doğa olan başkalarına ihsan etme özelliğini edinir.
Şimdi, insan yaradılışın hapsinden özgürlüğüne kavuştuğunu görür. Ne zaman ki kişi kendine almaktan iğrenirse ve ruhu saygı ile fiziksel zevklerden bir parça daha istemez hale gelirse, kendini Allah’ın dünyasında serbestçe dolaşırken bulur. Ve hiçbir zaman bir zarar veya mutsuzluk gelmeyeceğine emindir çünkü kişiye bütün zararlar kendi içindeki alma arzusunun baskısıyla gelir.
Böylece, dinin amacının sadece onu araştırıp, derinlemesine inceleyenler için olduğunu gördük, genel insanların faydası veya kullanması için değil, ancak bütün davranışlarının insanların faydası için olduğunu ve bu davranışlarla ölçüldüğünü. Ama amaç Yaradan ile eşitlik sağlamaktır. Ve şimdi bizler, bu dünyada yaşarken dinin amacını anlayabiliriz. Ayrıca Matan Tora’yı inceleyerek bütünlüğün ve bireyin amacının konusunu daha yakından araştırabiliriz.
alıntı