Cennet ve Cehennem

aris

Kayıtlı Üye
Katılım
3 Tem 2008
Mesajlar
660
Tepkime puanı
142
Gazeteci S. Atia ile Röportaj

Ekim 19, 2003

Soru: Cennet ve cehennemden bahsedelim. Kabala ilmi Cennetin tüm dinler tarafından kullanılan bir nevi ağrı kesici ilaç olduğunu mu düşünüyor? Dinler Cennet Bahçesini ve Cehennemi imajlarla anlatarak inanları kullanıp idare ediyorlar.

Böyle yerler gerçekten var mı, bu tür boyutlar mevcut mu? Öldükten sonra her ruh ya Cehennem ateşinde yanacak ya da Cennet’te sonsuz zevkimi yaşayacak? Eğer gerçekten böyle boyutlar var ise, nasıl oluyor da Manevi bir bilim olan Kabala’da “ödül ve ceza” yok ve aslında insanoğlu yaptıklarından sorumlu değil.

Cevap: Size “Zohar Kitabına Yorumun Merdiveni” adlı kitaptan bir örnek vereyim. Bazı kişiler Kabala’da bulanıklık yaratmak için bu tür cümleleri kullanıyorlar. "İnsan bu dünyadan ayrılır ayrılmaz, üzerinde yanan bir mum vardır ve Cennet, haktan yana olanlar için ödül gösterilir ve ona Cehennem gösterilir, günahkârlar için cezalandırılacakları yer, bu dünyadaki günahları için yargılanacakları yer... "

“Zohar Kitabında” Cennet ve Cehennemi anlatan buna benzer birçok yazı bulabiliriz, ruhun gittiği yer, nerede ve ne kadar zaman kalacağı.

Gerçekten Cennet ve Cehennem gibi boyutlar var mı, yoksa bunlar maneviyatı anlatmak için kullanılan ruhani betimlemeler mi?

Yaratılış zevk alma arzusudur. Işık onu öyle bir şekilde yarattı ki Işığın kendisi ve bütün nitelikleri bu arzu tarafından zevk olarak hissedilir. Işıkta var olmayan nitelikler ise bu arzu tarafından hoş olmayan şeyler olarak algılanır, tahammül edilemeyen şeyler, kişinin kaçmak istediği koşullar. Bu demektir ki sadece zevk ve haz alma arzusu var ve duyulan zevk/haz üst Işık bu arzuyu yarattı ve dolayısıyla da arzu ışık’tan zevk olarak algılamakta ve hissetmekte.

Bizler bu Üst Işığa “Yaratan” diyoruz “Yaratılışın Düşüncesi” olan yaratılanlara mutluluk vermek. Aslında bizi yaratan bu Üst Güç’ten bizlere asla kötülük gelemez. Yaratan herkese eşit davranır: iyiye de – kötüye de, özgür iradesi olanlara da - yaptıklarının sorumlusu olmayanlara da, ve doğal içgüdülerine göre hareket edenlere de. Yaratan tüm yaratılanlara karşı aynı tutumda davranır ve bu nitelik de yaratılanlarına mutluluk vermek prensibiyle işlemektedir.

Bu tutum kişiye hayatının son yıllarında bariz olmaz, ya da Son Islah’dan sonra ve ayrıca her hangi yarım, eksik bir tutum da değildir. Yaratan tarafından hiç bir şey değişmez. Böyle bir nosyona maneviyatta kanun/yasa denir, şöyle ki Üst Işık daimi olarak her zaman mutlak sükûn, hareketsizlik konumundadır. Başka bir deyişle: Yaratan tüm insanlara yönelik, hem iyi hem kötülere, iyiliksever ve mükemmeldir, “İyi olan iyilik yapar.” Tüm yaratılışı yönelik bundan başka hiç bir tutumu yoktur.

Ancak, “İyi olan iyilik yapar” tanımında kendimize yönelik kullanımımızla Yaratan’a yönelik kullanım arasında çok büyük bir fark vardır. Yaratan’ın amacı bizlere “İyi olan iyilik yapar” tutumuyla davranmaktır ve bizleri bu özel ve mükemmel koşula getirmek istemektedir. Yaratan bizlere bu noktadan davranır, bu düşünce’den. Ancak bizlerin nitelikleri mutlak iyiliğe zıt olduğu sürece ve bizler en bozuk ve alçak seviyede olduğumuzdan, en içler acısı halde, bizler sanki bu yüce noktadan, düşünce’den bizlere kötülük geliyormuş gibi hissediyoruz.

Bu kategorileri Yaratan’ın iyi ve kötüyü gördüğü şekilde anlamaya yaklaştıkça, Yaratan’dan gelen iyiliği daha net bir şekilde hissederiz.

Bir bananın oğlunun bilim adamı, aktör, müzisyen, politikacı bir lider olmasını istemesi gibi… En önemli ve bilinen bir kişi, sanki bir Kral’ın oğluymuş gibi. O zaman baba oğluna birçok farklı şekilde, en iyi ve doğru metotları kullanarak gerekli olan her şeyi öğretir. Ama oğlu babasını yol gösterimini zorbalık ve baskıcı olarak görür.

Oğlu gençken, henüz aklı, anlayışı ve zorla bir şeyi edinme durumunda olduğu bilinciyle gelişmemiştir, neden bunların hepsi eğitimi için geçerli… Oğul babasını bir türlü haklı görememektedir; bu yüzden ona “kötü olan” (günahkar) denir. Babasına cani der, çünkü yaşının seviyesindeki şeylerle oynamasına izin vermez ve sürekli kendisini daha da iyileştirmesi için zorlar.

Ancak baba oğluna yaptığı her uygulamayı sevgiyle yapar ve yaptıklarından dolayı oğlunun çektiği sıkıntıları gördükçe kendisi bundan daha fazla acı ve hüzün duyar. Ancak babasının başka bir seçeneği yoktur; oğlunu en yüce seviyeye yetiştirmeli ve en iyi koşula getirmelidir. Oğlunu gelişmemiş bir şekilde sadece oyuncaklara oynarken mutlu olduğu bir halde bırakamaz.

Dolayısıyla oğul, kendi hayatını Cehennem gibi hissetmeye başlar ve top oynamak sanki onun için Cennettir. Ama babası her şeyi farklı görür. Bu koşulda ne yapılacak?

Oğlunun önüne ulaşması gereken bir amaç var: Yaratılışın Düşüncesi’ni edinmek, bu yaratılanları mutlu etmek demektir ve o zaman babasıyla hem fikir olabilir. Oğul babasının bu yaptıklarına anlam veremese bile onun dediklerini yerine getirir; kabul etmek için kendisini zorlarlar, görür ki başka çıkış yolu yoktur: babası kendisinden daha yetişkin olduğu için onun dediklerine uymak zorundadır, zira babası hem erdemli hem de yücedir. Bu demektir ki oğlu şu anki bildiğinin üzerine çıkmaya çalışmaktadır, Yaratan’dan ve O’nun tasarımından uzak haldeyken. Yoksa oğul Cehenneme gider.

Kişi Yaratan’ın varlığını hissettiği zaman iç hisleri çok kuvvetli, canlı, yoğun ve berrak olur. Kişinin içerisinde formasyonlar oluşturur, imajlar ve resimler. Aslında, Kabala kitapları bunlarla doludur. Kişi henüz manevi bir edinimi, manevi his ve algısı olmadan bazı dünyevi ve tümüyle yanlış imajlar hayal eder. Bu imajlar kişinin sadece aklını karıştırır.

İnsanoğlu maneviyatın Yaratan ile insan arasındaki ilişkisi ve Yaratan’ın yaratılanın içerisinde algılanması olduğunu hala anlamamakta ve kafasında bir sürü imaj ve hayal yaratmaktadır. Bizler Yaratanı algılamadan manevi bir dünya var olamaz. Üst Dünyalar dediğimiz şeyler Realiteyi saran ve dolduran düşünce’nin (Yaratan) içimizde uyandırdığı ruhani hislerdir.

Bu tür hisleri içimizde keşfederek, Yaratan’ı bu dünyada ifşa ederiz, aramızda, başka bir âlemde değil.

Kafamızda imajlar, resimler ya da mabut, ya da ruh tarzı imajlar oluşturmak yasaktır, çünkü bu tür şeyler yoktur ve kişi bunlara inanarak gerçeği algılamaktan daha da uzaklaşmaktadır.

Bu unsur Baal HaSulam’ın kitaplar yazmasına neden olmuştur. Ancak, tüm çabasına rağmen kitaplarının sadece bazı bölümlerinde kişinin kafasında imaj yaratamayacağı şekilde anlatımlar ve tarifler yazabildi. Özellikle “Zohar Kitabına Yorumun Merdiveni” kitabında Baal HaSulam, Kabalistik bir dil kullanarak, Sefirot, Partzufim, basamaklar, dünyalar ve perdeler gibi nosyonlar kullanmakta ki kişinin aklı imajlara kayıp karışmasın diye. O biliyor ki burada yazılanlar perde vasıtasıyla yaratılanın Yaratan ile olan ilişkileri, Yaratan’a ihsan etmek isteği ve Yaratan’ı sevmek arzusu.

Ancak Baal HaSulam’ın yorum getirmediği yerlerde sadece Aramikçe’den İbranice’ye tercüme yaptı ve dolayısıyla kişinin aklı karışmakta. Kişinin aklına bir sürü hayal ve imaj, resim gelir ve bunların hiç birinin maneviyatla ilgisi yoktur. Her kim realiteyi beş duyusuyla algılıyorsa manevi dünyayı da bu aynı beş duyusuyla algılar.

Soru: Herhangi bir kişi bu makaleyi okuduktan sonra şöyle bir sonuca varıp: “nasıl olsa Cennet ve Cehennem yok gidip istediğim gibi eğlenmeme bakiyim” diye bir sonuca varabilir.

Cevap: Doğru, insan elbette eğlenebilir. Gitsin keyfine baksın… Eğlenebildiği kadar eğlensin… Daha önce Cennet ve Cehennem kendisine bir şey yapması için baskı mı yaptı?

Maneviyata yaklaşan bir kişi maneviyata Cehenneme gideceğim korkusuyla gelmez. Kişi insanları öldürüp, Cehennemden korkup Cennete gitmeyi arzulayabilir. Ya da, kişi dünyevi hayatında bir sürü iyi davranışlarda bulunabilir, örneğin hayır yardımları yapar, fakirlere yemek dağıtır, arkadaşına komşusuna yardım eder, hayvanları korur… Bu davranışlarının hiç birisi kişiyi maneviyata, Yaratılışın amacına yaklaştırmaz. Yaratılışın amacı Yaratan’a benzemektir, bu dünyada sadece insanlara şefkatli davranmak değil.

Bu tür iyilik yapma hevesiyle insanoğlu çok büyük hatalar yapmıştır. Bakın Ruslar neler yaptı, komünizm inşa etmek istediler, sonuç ne oldu? Ve kendileri için iyilik yapmak isteyen ve “Kibbutzim” (İsrail’de komün hayatı yaşamak amacıyla bir araya gelen bir grup insan – oluşturdukları köy, kasaba tarzı yerde komün hayatı yaşayan bir grup insan) leri oluşturan o hevesli insanlara bir bakın?

Eğer gerçekten iyiliğe gelmek istiyorsak, şunu anlamalıyız ki “iyilik” eşittir Yaratan. Tıpkı bir çocuğun kendine göre iyi olanın ne olduğunu anladığı gibi, ama babasının iyi olarak tanımladığını öğrenmesi gerektiği gibi. Bu şekilde ilerlersek kafamız karışmaz ve yolun tersine gitmeyiz. Yoksa kişinin tüm hayatı kâbusa döner, zira karşı koydukça babası sürekli kendisine bağırıp çağırmak zorunda kalacaktır. Böyle bir hayat kişi için cehennemdir.

Şu anki modern Kabala ilmi anlayışımızla bu ilmi net, konsantre bir formda şu soruya cevap verecek şekilde sunuyoruz: “kişinin hayatının manası ve amacı nedir, kişi neden yaratıldı, insanlar neden ızdırap çekiyor, nasıl acı çekmekten kurtulabilir ve mutlak şefkatle gelebiliriz, sükuneti ve sonsuzluğu burada nasıl edinebiliriz, bu hayatta, şimdi.” Her halükarda insan doğası neredeyse herkesi hayatın anlamına bir cevap bulmaya itecektir. Sonuç olarak doğanın baskısı arttıkça, bu soru herkesin içinde sürekli tutuşacak.

Baal HaSulam’ın “son nesil” dediği nesil bizim neslimiz – Mesih’in nesli. “Son nesil” ne demektir? Kimse mucize falan beklemesin demektir. Manevi hocalarımızın tavsiyelerini uygulamalıyız. Zira zaman da bir faktördür. Bugün olmazsa, bir gün ya da iki gün sonra, koşullar kötüleştiği zaman, Yaratılışın Düşüncesi ile aramızdaki mesafe arttığı zaman ve bu koşullarda çok daha fazla acıya ve ızdıraba tahammül etmek zorunda kalacağız. Bu nedenden dolayı kişinin acele etmesi iyi bir şeydir. Başımıza gelen tüm kötü olaylar sadece Yaratılışın amacını yanlış anladığımızdan kaynaklanıyor.

Sanmayın ki bu dünyadan daha kötü bir yer var. Burada gerçek Cehennem var ve bundan daha korkunç bir şey yok.

Cehennemi bizi Yaratan’dan ayıran bir takım kötü güçler olarak tanımlayarak, sadece aklımızı daha da karıştırıyoruz ve kendimizi yoldan çıkartıyoruz ve Yaratan’a yönelik çalışmıyoruz, bizi daha da sükûnet ve sonsuzluğun yolundan uzak tutmakta ve bu hayatımızı ölümden beter yapmaktadır, Kabalistler önce bozuk olan arzuları ifşa ederler ve sonra ıslaha başlarlar. Bu bozuk, kirli arzulara, hayvansal heveslerimize Klipot (kirli güçler) denir ve maneviyatta buna “Cehennem” denir.

Soru: O zaman hayatı boyunca yaratılışın amacına ulaşamamış bir kişi, buna önceki reenkarnasyonları dâhil, bu dünyada daha büyük acılara maruz kalmaktadır?

Cevap: Kişi bu dünyada yaşarken, Babasının kendisinden talep ettiği her şeyi yaparak O’nun seviyesine ulaşana kadar, yani, Yaratan’ın seviyesine gelene kadar, başka bir deyişle, Yaratan’la bütünleşene kadar, bu dünyaya reenkarne olaraktan geri gelmek zorunda.

Cennet ve Cehennem koşulları hem Yaratan hem de insanın kendisi tarafından tayin edilir. Bu iki formu doğru şekilde bir araya getirerek bir bütünlük oluşturmak gerekmektedir.
alıntı
 
Üst