BEn Kimim?

aris

Kayıtlı Üye
Katılım
3 Tem 2008
Mesajlar
660
Tepkime puanı
142
BEN KİMİM?

“Bana yüreğinde iğne ucu kadar yer aç, ben de sana gök kuşağının kapılarını açayım”

BEN KİMİM, Denildiğinde, ben kelimesini sadece bedensel bir varlık olarak anlamaktan çok, herkesin bir iç dünyaya sahip olduğunu, kendine özgü, özel bir benliği olduğunu ve bu benliğin öz'üne bağlantılı olarak bir ruh taşıdığının önce bilincine varmamız gerekmektedir. İnsan benliğinin yapısını, çeşitli olguların bir araya gelerek ve bu olguların birlikte ahenkli bir şekilde çalışması, sıhhatli bir benliğin yapısını oluşturduklarını kavramamız temel bir bilgi olduğu için bunları açıklamak ihtiyacını duyduk.

İnsanoğlu ezelden beri varlığımızın temel sorularına cevap aramıştır.

Bu soruların başında, Ben kimim?

Varlığımın amacı nedir?

Bu dünya’ya nereden geldim ve nereye gidiyorum?

Daha önce bu dünya’da bulunmuş muydum?

Ne diye bu Dünya’ya geldim?

Gerçeklerin tümünü anlamaya muktedir miyim?

Kendimi acı çekmekten kurtarabilir miyim?

Huzura – Mutluluğa – Rahatlatıcı sükûnete ve tatmin edici doyuma nasıl erişebilirim?

Tarih boyunca her nesilde, insanlar, evren’in sonsuz muammasını çözmek istemişlerdir. Bu nedenle bilimsel ve başka birçok yolu deneyerek, bu sorulara sürekli cevap aramışlardır. Bu soruların hala nesilden nesle geçmiş olması da, henüz tatmin edici cevapların bulunamadığını gösterir. Buna rağmen, mutlu – huzurlu – Tatmin edici ve sevgi dolu bir hayat sürmek, hepimizin ümit ettiği bir olgudur. Doğa ve evren araştırmaları etrafımızdaki her şeyin bir yaratılış nedeni olduğunu ve değişmeyen, SABİT ve MUTLAK kurallar zincirine uygun bir şekilde işlediğini göstermektedir. Kendimizi doğanın yarattığı üstün bir varlık olarak kabullenip, insanoğlunu bu düzenin dışındaymış gibi görüyoruz. Örneğin, bilgi ve mantıklı bir inceleme sonucunda, doğanın organlarımızı nasıl yarattığını ve işlevlerinin detaylarını her bir hücresine kadar görebiliyoruz, ama hala bir soruya cevap veremiyoruz: Bu yaşayan varlığın yaratılış nedeni nedir?

Etrafımızı saran her şeyi sebep - sonuç ilişkisi içinde filtre ediyoruz, yani yaratılan hiçbir şey nedensiz yaratılmadı. Fiziksel bedenlerin dünyasında, kesinleşmiş hareket, hareket gücü ve dönüşüm kuralları mevcuttur. Bu yasalara benzer yasalar, bitki ve hayvan âlemleri için de geçerli. Esas soru, “neden yaratıldılar?” Sadece biz değil ama etrafımızdaki her şey neden yaratıldı? Hala cevabı olmayan bir soru! Bu âlemde bu soruyu kendine sormayan biri var mıdır? Mevcut bilimsel teoriler dünyanın bizim etkileyemediğimiz sabit fizik kuralları ile yönetildiğini göstermekte. Bizim tek amacımız bu yasaları akıllıca kullanıp, gelecek nesillere, üzerinde yürüyebilecekleri temel taşları olarak onlar için hazırlamaktır. Evet, ama neden? İnsanlık evrim teorisiyle en basit formdan mı gelişti, ya da hayat başka gezegenlerden mi getirildi?

İki tarih var; doğum tarihi ve ölüm tarihi. İkisinin arasında olan olaylar çok özel ve herkese hastır, dolayısıyla çok değerlidir. Ya da tam tersine: eğer hayatın bitimi bir son ise, sonsuz bir karanlık ise, hayat aslında hiçbir şey demektir. Peki, o zaman, hiçbir şeyi nedensiz yaratmayan, bilge, erdemli ve mantıklı Doğa nerede? Ya da hala keşfedilmemiş doğa kanunları veya farkında olmadığımız başka bir amaç mı var? Esas dünyayı araştırmamız, sadece dünyanın hareketlerimize gösterdiği tepkilerden ibaret oluyor. Bu tepkileri beş duyumuzla algılıyoruz, ya da bu duyularımızı arttıran cihazları kullanıyoruz: dokunmak, koklamak, görmek, duymak ve tatmak. Bu araştırmalarımızı yaparken beş duyularımızın ötesinde kalan hiçbir şeyi algılayamıyoruz ve doğal olarak da varlığının ihtimalini kabullenmiyoruz. Daha da ötesi, eksik olan altıncı duyumuzun eksikliğini de hissetmiyoruz, tıpkı altıncı bir parmağın eksikliğini hissetmediğimiz gibi. Doğuştan kör bir insana görmeyi anlatamadığımız gibi. İşte bu yüzden, insan kendisinden gizlenmiş olan doğa varlıklarını elindeki mevcut beş duyu’ya dayanan metotlarla şimdiye kadar bulamadı ve asla bulamayacaktır.

Kabala’ya göre bir ruh âlemi var, ancak bu âlem, bizim beş duyu organımız tarafından algılanamaz. Bizim Evrenimiz, bu âlemin merkezinde, çok küçük bir parça ve gezegenimiz Dünya da bu merkezin iç merkezi. Bu bilgi, düşünce ve hisler dünyasında materyal bazda bize etki eden doğa kanunları ve olasılıklar, nasıl hareket edeceğimizi belirler. Ne zaman ve nerede doğacağımız, ya da ne olacağımız konusunda, kiminle tanışacağımız ve hareketlerimizin karşılığının ne olacağı hakkında hiçbir etkimiz yok.

Kabala’ya göre, insanoğluna dört çeşit bilgi verilmiş ve insan bunların hepsini anlamak zorunda:

1. Yaratılan: Yaratılanın ve dünyaların gelişiminin incelenmesi. Yaratan’ın nasıl yarattığı, materyal ve ruh âleminin kesişimi, insanın yaratılmasının nedeni.

2. İşleyiş: İnsanın doğasının incelenmesi, ruh âlemiyle olan bağı, pratik Kabala diye adlandırılan.

3. Ruhların Yolu: Her ruhun doğası ve gittiği yolun incelenmesi. İnsanın hem bu dünyada, hem de sonraki dünyalarda nasıl davrandığı. Ruhun bedene inmesinin nedeni ve neden bedende ona has bir ruh verildiğinin incelenmesi. Bu bölümde insanoğlunun tarihi ve ruhların geçişlerinin sıralaması da incelenmekte.

4. Yasa: Bizim Dünyamızın incelenmesi – hareketsiz, bitkisel, hayvansal, doğaları, rolleri ve ruh âleminden nasıl yönetildikleri.


Yüce yönetim ve insanın Doğa, Zaman ve Yer kavramlarını algılayışı. Üst güçlerin incelenmesi, materyal bedenlerin amaçlarına doğru yönlendirilmesi.


İnsan hayatının gizemini, kökenini sorgulamadan kavramak mümkün mü? Zamanı geldiğinde Bu soruyu her insan düşünür, er ya da geç.

İnsanın Manevi hayatı arayışının temelindeki soru, hayatının amacı ve anlamının ne olduğudur. Yirminci yüzyılın ortalarından beri insanoğlunun dini kavramları hayat koşulları çerçevesinde yeniden şekillendirdiğine şahit oluyoruz. Teknolojik gelişmeler ve küresel afetler pek çok felsefi teori doğurmakta, ancak insana ruhsal tatmin kazandıramamaktadır. Kabala’nın açıkladığı gibi, mevcut tüm zevklere karşılık dünyamıza sadece küçük bir kıvılcım düştü. Bu kıvılcımın materyal objelerdeki varlığı bize zevk veriyor. Başka bir deyişle, insanın zevk aldığı tüm hisler ve farklı koşullarla yaşadığı tecrübeler sadece bu küçük kıvılcımın varlığından kaynaklanıyor. Buna ek olarak, zaman geçtikçe, insan sürekli yeni zevklerin ve tecrübelerin umudu içerisinde, bu objelerin farklı maddeler olduğunu ve özündeki kıvılcımın aynı olduğunu anlamadan, yeni arayışlar peşinde koşuyor.

Ruhun materyali aşması gerektiğini anlaması ve tatmin olabilmesi için iki yol var:

1. Kabalanın ilmiyle

2. Hayatın acı tecrübeleriyle

İlk metot, Kabala çalışarak ve sonuç olarak zamanla egoistlikten sıyrılmak. İkinci metot standart olup, bir anda ruhun açlığını ve yeni bir arayış içerisinde yeni bir kaynak bulma çabasına girmesidir. Bu açlığı hayatın acılarını tecrübe ederek beklemektense, biz kabala çalışmayı tavsiye ediyoruz.
alıntı
 
Üst