“Hz. Mevlânâ Celâleddin Rûmî (ks), ailesini, bazı akraba ve yakın dostlarını da alarak ılıcaya gittiler. Ilıca, yeşillikleri ile meşhur olan Ilgın’da bir yerdeydi. Ebulhasan (Şimdiki adı Bulasan’dır) Köprüsüne geldiklerinde Hanımı Mevlânâ’nın kulağına eğilerek şunları söyledi:
-Efendim, bu suyun kenarına yalnız varmanın tehlikeli olduğu söyleniyor. Çünkü bu suda bir canavar varmış, her yıl bir insan veya bir hayvanı kaparak suyun altına götürüp öldürdükten sonra dışarı atıyormuş. Hanımından bu sözleri işiten Mevlânâ Hazretleri:
-Bu haberi vermeniz iyi oldu. Ben de o canavarı çoktan beri görmek istiyordum, dedi. Sonra su kenarına varıp:
-Ey bu yöreyi tehlikeye düşüren yaratık. Nerede isen hemen gel! Diye seslendi. Az bir süre sonra sudan garip bir yaratık çıktı. Yüzü insan yüzüne benziyor, fakat ayakları bir at ayağını andırıyordu. Mevlânâ Hazretlerine açık ve seçik bir şekilde selam verdi. Sonra:
-Sultanımız! Biz sizin dervişleriniz olalı bir hayli zaman olmuştur. Siz bir zaman bu suyun derinliklerini şereflendirerek bizi imana ve sema’a çağırmıştınız. İşte biz o zamandan beri sizin dervişleriniziz. Yalnız sizden büyük bir ricamız var. Bizden bir hata meydana geldi. İstemeyerek bir delikanlıyı öldürdük. Şu anda suçumuzun bağışlanması için size yalvarırız, dedi. Bunun üzerine Mevlânâ Hazretleri o canavarın suçunun bağışlanması için dua etti ve şefaatçi oldu. Canavar da tekrar tövbe ederek bağlılığını gösterdi. Bu arada Mevlânâ Hazretlerine son derece parlak ve iri bir inci hediye etti ki, görenlerin gözleri kamaşırdı. Canavar, bağlılık ve sevgi belirtileri gösterdikten sonra suyun derinliklerine dalarak kayboldu.”
Ariflerin tanıklık ettiği bu olayları reddedemeyiz. Çünkü bunlar geçmişin masalları veya hayal fantezileri değil, Yüce Hakk’ın arif kullarına gösterdiği gerçek olaylardır.