Somuncu Baba

albus

Kayıtlı Üye
Katılım
1 Ara 2011
Mesajlar
1,049
Tepkime puanı
313
Hamidettin-i Aksarayi hazretleri Yıldırım Beyazıt zamanında Bursa'da ekmek yapar satardı. Onun ekmeklerini şehir halkı âdeta yağmalarcasına alırlardı. Nasıl bir hamur yoğuruyordu da, bu derece lezzetli ekmek yapıyordu, bu kimsenin malumu değil onun
"Somunlar ... Müminler ..." diye sokak aralarına, tatlı tatlı dökülen sesini duyunca , bütün Bursalılar birbirine girerdi.
Böylece Ulu Camii yapılırken orada çalışan işçilere kendi fırınında yaptığı somunlarını getirir ve dağıtırdı. O küçücük fırınında yapılan somunlar işçilere yeter ve herkes o somunlardan rızıklanırdı. Camide çalışan işçiler yemek saatinin gelmesini ve somuncu babalarının onlara taptaze sıcacık ve leziz somunlarından getirmesini dört gözle bekler, öğle saatini kollardı.
Nihayet Ulu Camii inşaatı bittiğinde; Yıldırım Beyazıt Emir Sultan Hz. lerine ilk hutbeyi okumasını söyler. Emir Sultan Hz. Padişaha burada Hamidettin-i Aksarayi hazretlerinin ikamet ettiğini ve o varken hutbeyi okumanın kendisine düşmeyeceğini anlatır. Padişahta Somuncu Baba ‘nın okumasını kendisinden rica etmesini söyler. Ve nihayet Israrlara dayanamayan Somuncu baba hutbeye çıkar.
Hutbe'de Fatiha süresinin yedi farklı tefsirini yapar. Tefsir bittikten sonra;
"Fatiha süresinin ilk tefsirini bütün cemaat anlar,
ikinci tefsiri cemaatin büyük bir kısmı anlar,
üçüncü tefsiri cemaatin yarısı anlar,
dördüncü tefsirini cemaatin küçük bir kısmı anlar,
beşinci tefsiri cemaatin çok azı anlar,
altıncı tefsiri birkaç kişi anlar,
ve yedinci tefsiri sadece kendisi anlar"
Cemaat Somuncu babalarının ne kadar büyük bir Allah dostu Evliya olduğunu görünce cami çıkışında onun elini öpmek isterler. O mübarek Zat cemaatin isteğini kıramaz ve Ulu Camiin üç kapısından çıkan cemaat'e elini öptürür. Böylece bütün cemaat Hazretin elini öpme şerefine nail olur.
Artık dağılmaya başlayan cemaat kendi aralarında konuşurken kendilerinin somuncu babanın elini öptüğünü anlatırken birden farklı kapılardan çıktıkları halde elini öptüklerini anlarlar. Kendilerinin Somuncu babalarının kerametini görünce Somuncu babalarına koşarlar. Oradaki görevi biten Hazret artık gitmiştir. O günden sonra bir daha Bursa yakınlarında görülmez. Hamidettin-i Aksarayi Hazretleri Soluğu Kayseri'de alır.

-----


Kutsal Balıklar”a Kefenli Cenaze Töreni

Ekli dosyayı görüntüle 5901Ekli dosyayı görüntüle 5901


Malatya’nın Arguvan ilçesine bağlı Kızık köyünde kutsal olduğuna inanılan balıklar öldüğünde cenaze töreni düzenlenerek dualar eşliğinde köy mezarlığına defnediliyor Kızık Köyü Muhtarı İbrahim Bozkurt: “İnancımıza göre kutsal balıkları, öldüklerinde kefene sarıp mezarlığa getirip defnediyoruz.

Malatya’nın Arguvan ilçesine bağlı Kızık köyünde kutsal olduğuna inanılan balıklar öldüğünde kefenlenip cenaze töreni düzenlenerek köy mezarlığına defnediliyor.

Kızık köyü merkezinde, su kaynağının olduğu yerde bulunan 2 havuzdaki balıklar, kutsal kabul ediliyor ve yenilmiyor. Köylüler, ölümleri halinde balıklar için cenaze merasimi düzenliyor. Ölen balıklar, diğer hayvanlar tarafından yenilmesin diye kefene sarılıp dualar eşliğinde köy mezarlığında toprağa veriliyor. Köylüler, taşlarla mezar düzenlemesi de yapıyor.

Köy muhtarı İbrahim Bozkurt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, balıkların hikayesinin çok eskiye dayandığını belirterek, şunları anlattı:

“Çok eski zamanlarda köyde yaşayan Hüseyin adında bir muhtar varmış. Köyde o zaman bir kaynak var. Bu kaynaktan köylüler su alıyorlar. Suyu içmek, çamaşır ve bulaşık yıkamak için götürüyorlar. Muhtar ve köydeki bir vatandaş, bu suyun kokusunun misafirlere geleceğini söylemiş. ‘Bu balıkların ne kerameti olacak’ demiş. ‘Biz bu balıkları götürüp atalım’ demiş. Köylüleri topluyor ve onları ikna ediyor. Bunlar balıkları bir torbaya topluyorlar. Sepetlere dolduruyorlar. Götürüyorlar. Çalılara, arklara döküyorlar. Döktükleri zaman tabii balıklar yok oluyor. Bu Hüseyin ismindeki muhtarın o zamanlar bir oğlu askerdeymiş. Bu olaydan biraz zaman geçtikten sonra muhtar oğlunun ölüm haberini alıyor ve peşinden bir kızı ölüyor, kendisi ölüyor. Altı ay içerisinde bu muhtarın nesli tükeniyor ve ondan sonra yöredeki bütün insanlar bu balıkları kutsal olarak tanımlar.”

1990′lı yıllarda köyde görev yapan bir astsubayın gece askerlerine 3-4 balığı yakalattığını dile getiren Bozkurt, şöyle konuştu:

“‘Hele bakalım biz ölecek miyiz’ diyor. Balıkları götürüyor. Arguvan’da bir askere temizlettiriyor. Asker, balığı pişirmek için tavaya koyuyor. O anda tavadaki balıklar komple kan kesiliyor. Asker gidiyor, komutanına durumu anlatıyor. Diyor ki, ‘tavada pişirirken balıklar kan kesti. Bunları ne yapalım.’ Komutan ‘hiç kimseye bildirmeyin’ diyor. ‘Bir çukur kazın, götürün o çukura koyun, çukurun üstünü kapatın’ diyor. Komutan bu olayı gidip Elazığ’da bir daire amirine anlatıyor. O daire amiri bize bu olayı anlattı.”

Balıklıgöl ve Somuncu Baba Türbesi’ndekilerle aynı türden

Muhtar Bozkurt, köydeki balıkların türünü belirlemek için yetkililerin birçok yere götürüp araştırma yaptırdığını ifade ederek, en son kendisine gelen yazıda Şanlıurfa’daki Balıklıgöl, Darende’deki Somuncu Baba Türbesi ve köylerindeki balıkların aynı türden olduğunun belirtildiğini söyledi. Bozkurt, “Buradaki balıklar kutsal. Bunlar yenmez. Ne köylü, ne de çevreden gelenler yemezler. Çünkü kutsaldır. Yine de yiyene karışmayız. Yiyen cesareti varsa gelsin, alsın, yesin. Ona da bir şey demeyiz” dedi.

Yaşlıların, balıkların Kıbrıs Barış Harekatı sırasında yaralandığını söylediğini ifade eden Bozkurt, bunun harekattan dolayı olduğunu düşündüklerini belirterek, “Yaşlı kadınlar bir gün geldiler, baktılar balıklar yok. Kaplarını yıkamak için gelmişler. Geldiler, dediler ki ‘balıklarımız yok.’ Geldik, baktık balıklarımızı kim götürebilir. ‘Burası kutsal bir inanç, kimse karışmaz’ dedik. Bekledik. Bir gün sonra balıklar peyderpey, grup grup gelmeye başlayınca birkaç tanesinde yara olduğu için inanç üzerine yaşlılar, ‘bu balıklar Kıbrıs Barış Harekatı’ndan dolayı yaralandılar’ şeklinde yorumlamaya başladı. Aslında biz balıkların harekata katılma durumunu bilmiyoruz. Kutsal olduğu için, inanç üzerine yaşlılar böyle yorumlarlar” ifadesini kullandı.

Kefenleyip defnediyorlar

Balıkların öldüğünü anonsla duyurduklarını aktaran Bozkurt, “İnancımıza göre kutsal balıkları öldüklerinde, kefene sarıp, mezarlığa getirip defnediyoruz. Bu balıkları defnetmemizdeki amaç bu balıkları kutsal saydığımız için kedilerin ve köpeklerin yemelerini istemiyoruz” diye konuştu.

Köy sakinlerinden Beril Emir de köylerinin balıklarını atalarından, anne, anneannelerinden, babalarından öğrendikleri kadarıyla kutsal olarak bildiklerini söyledi.

Balıklara Arguvan Türk Festivali zamanında ziyaretçi akını olduğunu kaydeden Emir, “Çocuğu olmayanlar, sarılık hastası olanlar, örneğin rüyasında görüp de ziyaret amaçlı gelenlerin sayısı oldukça fazla. Rüyalarında görüp de buraya gelen ve çocuğu olan anneler tekrar kurban kesmek amacıyla buraya geliyorlar. İstanbul, Eskişehir, Bursa’dan gelenlere rastladık. Burada kurbanlarını kesiyorlar, dağıtıyorlar, lokmalarını yiyip gidiyorlar” dedi.

Balıkların kendileri için çok önemli olduğunu ifade eden köy sakinlerinden Elif Bektaş, “Yemekleri pişirdiğimizde kazanları getirip buraya atıyoruz. Balıklara bırakıyoruz. Onlar yiyor. Bulaşık makinesi gibi temizliyorlar. Hamur işleri olsun, yemek olsun, bırakıp gidiyoruz. Hem balıkların karnı doyuyor. Hem de bizim bulaşıklarımız temizleniyor” ifadesini kullandı.

-----



Somuncu Baba'nın sırrı!

16 Ocak 1999 / PINAR SAVGI / AKSİYON

Ramazanı karşılayalı bir kaç gün olmuştu. İftara yetişmek düşüncesiyle Üsküdar iskelesinden otobüs duraklarına doğru ilerlerken, "Müminler! Somunlar!" diye bir nârâ duydum.

Yol kenarında park etmiş bir minibüsten ekmek dağıtılıyordu. Minibüsün etrafındaki kalabalık insan grubu ekmekleri kapışıyor, curcunayı görüp yaklaşanlar ise kendi aralarında konuşarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Meraklı kitleden yükselen, "Burada ne oluyor?", "Parayla mı dağıtılıyor?", "Allah Allah! Her gün zam geldiği bir devirde bedava ekmek mi olur!" şeklindeki konuşmaları duyunca ben de aralarına karıştım.

Bir süre kuyrukta bekledikten sonra güleryüzlü dağıtıcıların elinden bir ekmek aldım. Poşete konulmuş küçük bir somun ekmek ve içinde de bir broşür vardı. Broşürde ekmeklerin "Somuncu Baba" ve "Ekmekçi Koca" diye anılan Şeyh Hamid—i Veli'nin hâtırâsı olduğu belirtiliyordu. Hayret ettim, çünkü üç gün önce eşimin memleketi olan Bursa'da Somuncu Baba'nın evini ve fırınlarını ziyaret etmiş, yüzyıllardır kullanılmayan ibtidai fırınlarda o günlerde pişmiş ekmeklerin kokusunu duymuştum. Şimdi Üsküdar'daydım ve elimde Somuncu Baba ekmeği, şaşkın bir halde kalakalmıştım. "Ekmekçi Koca"nın tasarrufu demek ki, Üsküdar'a kadar uzanıyordu.

Bir süre, bir ekmek sebiline dönüşen minübüsün başında bekledim. Ekmek dağıtımı bittikten sonra, "Selamünaleyküm" diyerek dağıtıcıların yanına yaklaştım. Sohbet sırasında öğrendim ki, bu hayır erleri, somunları genel merkezi Darende'de bulunan ve çeşitli illerde şube ve temsilcilik olarak faaliyet gösteren "Es—Seyyid Osman Hulûsi Vakfı" adına dağıtıyordu. Davete icabet ederek Doğancılar'daki vakıf şubesine gittik.

Bizi gayet samimi bir şekilde karşılayan Vakıf Şube Müdürü Ahmet Aydın beyin verdiği bilgiler beni daha da şaşırttı. Dile kolay; Bursa, Ankara, Darende (Malatya) ve İstanbul'da Ramazan ayı boyunca yaklaşık 100 bin adet ekmek dağıtılıyordu. Yüz bin ekmek demek, gariban sofralarında yüz bin ışık yakmak demekti.

Yüzlerce yıllık sır Aksiyon'a açıklandı

Somuncu Baba meşalesini çağlardan çağlara taşıyan vakfın başkanı Ahmet Aydın, bu anlayışın bundan sonra da devamını amaçladıklarını söylüyor. Ekmeğin özel bir terkibi vardı ve yüzyıllardan beridir bir sır olarak saklanıyordu. Ve aynı zamanda da şifalı idi. Terkibin sırrını öğrenme isteğimi önce kabul etmeyen Ahmet Aydın, daha sonra ısrarlarıma dayanamayarak Somuncu Baba ekmeğinin sırrını Aksiyon'a açıklamayı kabul etti.

Bin ekmeğin içine '80 kilo patates, 5 kilo macun haşhaş, 5 kilo bal' karıştırıldığını, Somuncu Baba'nın himmetiyle yoğurulan somunların manevi iklimlerden buhurlar ve lezzetler geterdiğini öğrendik böylece.

Hayr ve bereket mevsimi olan Ramazan aylarını asırlardır şenlendiren ve müminlerin kaynaşmasına vesile olan "Somuncu Baba Ekmeği" iftar sofralarını ihya eden şifalı bir o kadar da manevi değeri olan önemli bir hatıra. "Bir lokma ekmeğin kırk yıl hatırı vardır".

Kutup Somuncu Baba

Halk arasında Somuncu Baba ve Ekmekçi Koca diye anılan Şeyh Hamid—i Veli, çeşitli medreselerde ilim tahsil etmiş, dünyevi ve uhrevi ilimlerde yüksek mertebelere erişmiş, Kayseri, Darende, Aksaray ve Bursa'da irşat vazifelerinde bulunmuş bir Hak dostu. Müderrislik vazifesinden ayrılarak 14. yüzyılda Bursa'da yaşadığı mahalledeki fırınında ekmek pişirerek 'Somun müminler somun' diye seslenerek halka dağıtan, hâl ve hareketleriyle Bursa halkının büyük sevgisini kazanan Somuncu Baba'nın ışığı asırlar sonra bile insanlığı aydınlatıyor.

Somuncu Baba devrinin en önemli velilerinden biri. Bursa Ulucami'nin açılışında ilk hutbeyi okuma görevi Emir Sultan Hazretlerine teklif edilmiş, Emir Sultan 'Zamanımızın kutbu aramızdayken bu vazifeyi kabul etmemiz münasip olmaz' buyurmuş. Bursa halkının ve idarecilerin şaşkın bakışları arasında o zamana kadar küçük fırınında yaptığı lezzetli ekmekleriyle tanıdıkları Somuncu Baba yerinden kalkmış, vakur adımlarla Ulucami'nin bir sanat şaheseri ceviz minberine yönelmiş. Emir Sultan Hazretlerinin önünden geçerken kendi ifadesiyle 'Hay Emir, bizi fâş (ifşa) ettin' demiş. Hutbede Fatiha Sûresini yedi vecihle tefsir eden Somuncu Baba namaz çıkışında insanların yoğun iltifatına mazhar olmuş. Aynı anda camiin üç kapısından çıkan cemaatin hepsi bizler de elini öptük diyerek bu yüce velînin kerametini dile getirmişler. Molla Fenari Hazretleri bu hutbe üzerine Fatiha Tefsirini kaleme almış.

Manevi mertebesini ve ilmî derinliğini halkın o ana kadar bilmediği Somuncu Baba sırrı açığa çıkınca şöhret tehlikesi sebebiyle müridlerinden Hacı Bayram'ı ve Ak Bedrettin'i alarak şehirden ayrılır.. Aksaray'a giden Somuncu Baba, büyük oğlu Yusuf Hakiki'yi burada bırakıp Hacc'a gider. Hac dönüşünde ise bugün Malatya'nın ilçesi olan Darende'ye yerleşir. Somuncu Baba bu dönemde Hacı Bayram—ı Velî Hazretlerini Ankara'da irşad çalışmaları için görevlendirir. Miladi 1412 yılında Darende'de vefat eder. Kendi ismiyle anılan Şeyh Hamid—i Veli (Somuncu Baba) Camii'ne defnedilir.

Somuncu Baba'nın yüksek talebesi Hacı Bayram—ı Veli de kendisinden sonra tasavvuf aleminde izler bırakan bir çok halife yetiştirir. Bunlar arasında İnce Bedrettin, Akbıyık Sultan, Kızılca Bedreddin, Baba Nühas Ankaravi, Salahattin Mevlevi, Muslihuddin Halife, Yazıcı—zade Mehmed Efendi, Akşemsettin, Molla Zeyrek, Ramazan Halife, Hızır Dede, Şeyh Oğlu Edhem Baba zikredilmesi gereken isimlerden bir kısmıdır. Hacı Bayram—ı Veli ile devam eden Bayramiye yolu iki ayrı koldan Anadolu'nun her tarafına yayılmış. Birinci kol Fatih Sultan Mehmet'in hocası Akşemseddin ile devam eden Bayramiye kolu, ikinci kol ise Hızır Dede ile devam eden Celvetiyyedir. Üftade, Aziz Mahmut Hüdâî ve Bursalı İsmail Hakkı bu kolun meyveleri arasında yer alırlar.

Somuncu Baba'nın Darende'deki vakfiyesi Osmanlı Devleti döneminde dua vakfiyesi olarak büyük önem verilen birkaç vakıftan birisi. Onun temiz neslinin meydana getirdiği silsile asırlar boyu manevi himmetleri ve dualarıyla devletin, milletin hizmetinde bulunmuşlar. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz tarafından kaleme alınan 'Somuncu Baba, Şeyh Hamid—i Veli ve Neseb—i Alisi' isimli kitap bu konuda yeterli bilgiyi veriyor. Şeyh Hamid—i Veli'nin adına izafeten kurulan külliye ve vakfın hizmetleri bugün de devam ediyor. Somuncu Baba'nın on ikinci batından torunu Es—Seyyid Osman Hulusi Efendi (1914-—1990) tarafından 1986 yılında kurulan vakıf Şeyh Hamid—i Veli külliyesinin restorasyonu başta olmak üzere birçok sosyal hizmeti yerine getirmeye çalışıyor.

Ramazan aylarında Somuncu Baba'nın terkibiyle pişirilip dağıtılan somunlar da vakfın hayırlı bir hizmeti. Eğer yolunuzun üzerinde 'Somun, müminler' diye bağırıp ekmek dağıtan birilerini görürseniz mutlaka o şifalı ekmeklerden alıp yiyin.
 

AJA

Elit Üye
Katılım
15 Haz 2010
Mesajlar
3,097
Tepkime puanı
548
Annemler gitmişti sanırım bu adı duyuyordum çok eskiden onlardan.
Birde bir şey dikkatimi çekti ve bu konu gerçekten de ilginç.Bazı insanların önemli zaatların türbelerine vs rüyalarında çağırıldıklarını duyuyoruz.Bir falcı bana anlatmıştı; Konyaya mevlanın türbesine çağrılmış bir yer gösterilip oradan bir kitap gömülü olduğunu çıkarması gerektığini söylemişler.Gidip almış.Bir nevi şifacı kendisi.Çocukları olmayan kadınlar ona gidiyordu,çok iyi falda bakıyordu ayrıca.Kitabı neden sormamışım şimdi aklıma geliyor görmek isterdim.
Büyük ihitmalle bu şekidle çağrı alan seçilmiş insanlar oldukça var..
 

albus

Kayıtlı Üye
Katılım
1 Ara 2011
Mesajlar
1,049
Tepkime puanı
313
Annemler gitmişti sanırım bu adı duyuyordum çok eskiden onlardan.
Birde bir şey dikkatimi çekti ve bu konu gerçekten de ilginç.Bazı insanların önemli zaatların türbelerine vs rüyalarında çağırıldıklarını duyuyoruz.Bir falcı bana anlatmıştı; Konyaya mevlanın türbesine çağrılmış bir yer gösterilip oradan bir kitap gömülü olduğunu çıkarması gerektığini söylemişler.Gidip almış.Bir nevi şifacı kendisi.Çocukları olmayan kadınlar ona gidiyordu,çok iyi falda bakıyordu ayrıca.Kitabı neden sormamışım şimdi aklıma geliyor görmek isterdim.
Büyük ihitmalle bu şekidle çağrı alan seçilmiş insanlar oldukça var..

Lise bitti bize Anadolu gezisi yaptılar. Okulla Darendere'ye de gittik. Sonra bir türbeye götürdüler bizi Arap Baba türbesiymiş. Cesedi 1200 lü yıllardan beri çürümemiş. Cesedi eskiden gösteriyorlarmış ama şimdi örtülü bir camın içinde. Kafası kesik. 2 tane rivayet var. Bundan çok yıllar önce Harput'ta bir kıtlık çıkmış bir kadının rüyasına Arap Baba girmiş ve "Eğer kafamı kesip dereye atarsan kıtlık biter" demiş. Kadında öyle yapmış. Felaket yağmur yağıyormuş sonra bir daha rüyasına girmiş kadının ve "Şimdi başımı yerine koy, yağmurlar dinsin" demiş. Kadın başını yerine koymuş.
2. rivayet; harput kalesinde savaşırken kafası kesilmiş ve kesik kafasıyla savaşmış. Şu anki türbenin olduğu yere kadar gelmiş. Ve türbe çok değişik, otantik bir yer.
Harput'ta Darendere'de gezilmesi geren yerler. Hulusi Ağabey'in mezarlığıda Harputta..
 

AJA

Elit Üye
Katılım
15 Haz 2010
Mesajlar
3,097
Tepkime puanı
548
Darendeden geçtim ama hiç bilmiyordum bunları yoksa uğrardım görmek için..
 

DreamDuality

Kayıtlı Üye
Katılım
19 Ara 2009
Mesajlar
1,067
Tepkime puanı
150
Bir türbeye, bir tarikata, bir yere rüyada çağırılma veya gerçekte çağırılma kısmına katılıyorum.
Gerçekte çağırılmaktan kastettiğim o kişi hakkında sürekli tesadüfi bir şekilde bişeyler okumak, konuşmada geçmesi,
videoda denk gelmek gibi şeyler. Ancak gitmek nasip olur mu bilmiyorum.

Kutsal balıklar kısmı dikkatimi çekti. Halen yaşıyor muymuş balıklar?
Yaşıyorsa diye ömrümde birgün gitmek isterim.
Fırsat olsa hem tarihi hem mistik yerlere gitmek isterim.

Kutsal balıklar hikayesi bana Urfa balıklı gölü hatırlattı. O balıkların da kutsal olduğuna inanıyorlar.
Elinle tutarsan sudan çıkarırlarsan bunları tahta oluyormuş. Suya geri bırakınca canlanıyorlarmış.
Eti yenmiyormuş. Balıklı göl de çok güzel görülmesi gereken yerlerden.

Bu mistik olaylarda en büyük keşkem istediğim gibi seyahat edememek.
Belki gezme imkanımız olsaydı çözülürdü bazı gizemler. Antika eşyalar, kitaplar belki hazineler bulurduk.
İstediği gibi gezebilen insan hayaletleri, vampirleri, kurtadamları, özel yetenekli insanları bulurdu.
Hiçbirşey bulamasa da en azından birsürü anı ve o mistik havayı solumak bile yeter.
Bu türlü bekleyeceğim de vampirin teki camımdan girecek, uzaylı balkonuma, çatıma uzay dairesini park edecek.
Ohoo milyonda, trilyonda bir ihtimal. İnsanlar bile merak edip gelmez buralara.
 

albus

Kayıtlı Üye
Katılım
1 Ara 2011
Mesajlar
1,049
Tepkime puanı
313
Bir türbeye, bir tarikata, bir yere rüyada çağırılma veya gerçekte çağırılma kısmına katılıyorum.
Gerçekte çağırılmaktan kastettiğim o kişi hakkında sürekli tesadüfi bir şekilde bişeyler okumak, konuşmada geçmesi,
videoda denk gelmek gibi şeyler. Ancak gitmek nasip olur mu bilmiyorum.

Kutsal balıklar kısmı dikkatimi çekti. Halen yaşıyor muymuş balıklar?
Yaşıyorsa diye ömrümde birgün gitmek isterim.
Fırsat olsa hem tarihi hem mistik yerlere gitmek isterim.

Kutsal balıklar hikayesi bana Urfa balıklı gölü hatırlattı. O balıkların da kutsal olduğuna inanıyorlar.
Elinle tutarsan sudan çıkarırlarsan bunları tahta oluyormuş. Suya geri bırakınca canlanıyorlarmış.
Eti yenmiyormuş. Balıklı göl de çok güzel görülmesi gereken yerlerden.

Bu mistik olaylarda en büyük keşkem istediğim gibi seyahat edememek.
Belki gezme imkanımız olsaydı çözülürdü bazı gizemler. Antika eşyalar, kitaplar belki hazineler bulurduk.
İstediği gibi gezebilen insan hayaletleri, vampirleri, kurtadamları, özel yetenekli insanları bulurdu.
Hiçbirşey bulamasa da en azından birsürü anı ve o mistik havayı solumak bile yeter.
Bu türlü bekleyeceğim de vampirin teki camımdan girecek, uzaylı balkonuma, çatıma uzay dairesini park edecek.
Ohoo milyonda, trilyonda bir ihtimal. İnsanlar bile merak edip gelmez buralara.

Balıklar yaşıyor. Ama dokunmak bile yasak. Gerçekten havası çok farklı. Bir an kendimi başka bir dünyada hissettim. Mesela Arap Baba'nın türbesine aşağı yukarı 1 metrelik bir kapıdan giriyorsunuz, emekleyerek yani.
İçeriyede farklı bir koku sürmüşler, sorduk ne bu diye. Şeytanı uzak tutan bir kokuymuş, ilk defa böyle bir şey duydum.
Koku felan hepsi çok farklı yani :D Solumaya bile gidilir bu gibi yerlere :)
 
Üst