Kişinin tüm dikkati alana yöneldiği zaman, örneğim tüm dikkati zaman yöneldiğinde zaman kişiye yavaş geçiyormuş gibi gelir. Çünkü saniye saniye zamanın ilerleyişine odaklanılmıştır. Ama zihin meşgul ediliği zaman, dikkat dağıldığı zaman zihin zamanın akışını hesaplayamadığı için hızlı geçiyormuş hissi oluşur o kişide.
Bir de şöyle bir durum kişi zihnini dikkat çekici, önemsediği konularla meşgul etmelidir. Sıkıcı konular, alanlar kişinin zihninin meşgul olmasını engeller ve zihin yine zamanın akışına odaklanmaya başlar.
Bu durumu göz önünde bulundurursak önem verdiği, dikkat çekici konular ile zihnimizi meşgul edersek, zamanın hızlı geçiyormuş hissini tadabiliriz.
Şuan bu yazıyı yazmaya 00.40 ta başlıyorum şuan bununla meşgulüm beni oyalıyor eğer yazmasaydım bu süre çok aheste geçecekti düşünürken vakit çabuk geçiyor. Birşeylerle meşgul olmayıp zamanın geçmesini bekleyince on dakika üç saatmiş gibi uzun geliyor. Zaman kavramı insana özgü beyin meşgulken zamanı düşünemiyor ve vakit akıp gidiyor.
Zaman canlıdır. Bir kapsama ve etki alanı vardır. Bu alana ya isteyerek dahil olunur yada bu alana tabii koşullu var oluş vardır. İstek ve koşullu varoluş zamana enerji verir ve canlı kılar.
Koşullu var oluşa örnek bedenli insandır ve aynı zamanda istek kısmında ruh devreye girer. Ruh isteyerek tabidir, beden koşullu yaratılmıştır. Zira ruh zamandan bağımsız yapıdadır ve etki alanına girmez.
Bedenli halde iken, bu canlının etki alanından çıkamayız ama etkiyi azaltabiliriz. Bu etkiye müdahale edebilme potansiyeli ise, enerjinin ne kadarını bu canlıdan sakınabildiğimiz ve yönlendirebildiğimizle alakalıdır. Bu büyük ve önemli sırlardan biridir. Bu sırrı her gün açığa çıkarabiliriz ama önemli olan ne kadar bilincinde olduğumuzdur. Beyin organını her saniye kullanıp, henüz sırlarına vakıf olamamak gibi bir şey bu.
Uykuda, meditasyonda, ibadette vs. zaman-mekan boyutu belli ölçüde kırılabiliyor. Bu da %99.9 bedensiz formumuzla gerçekleşiyor, bedene (beyine) yansımaları düşüp deneyim halini alıyor. Zira ruhun deneyime de ihtiyacı yoktur o aşkındır, deneyim dediğimiz şey, ruhun sınırsızlığından beynimize düşen kırıntıların yansımalarını bilme halidir.
Tabii ki bunlar kendi düşüncelerimdir.
Aslında bu bile geliştirilmesi gereken bir durum olabilir mi? Bu durumu geliştirerek beynimize farklı bir olgu yaratabilir miyiz? Beyinin zamanı hızlı veya yavaş olarak algılamasının yöntemini değiştirerek, kendi lehimize olacak şekilde herhangi bir dış enerjiye maruz kalmadan bir sistem kurabilir miyiz? Bu sistemi ise bizim kontrol etmemiz sonucu kendi ufak isteklerimize çabuk ulaştığımızı hissettirecek bir yöntem mesela?
Evet var. Zamanda kaybolmak tanımını ne için kullandın bilmiyorum ancak böyle bir şey de var ve bu zaten en tehlikeli potansiyeli içeriyor. Zamana kaptırılan bir şey yok, zaman her şeyden eşit ölçüde alır-verir ve illa kaptırmak terimini kullanacaksak, zaten kaptırmak için bedenliyiz. Zamandan korunmak diye bir şey söz konusu değil zaten. Zaman seni korur yerine göre. Zaman olmasaydı, ruhun aşkın halinin bir önemi kalır mıydı yaratılanlar için? Karanlık olmadan aydınlığın bir tanımı veya amacı olmaması gibi. Zaten zaman ruh için bir illüzyondur. Beden için gerçekliğin ta kendisidir. Nereden bakıldığına bağlı yani zamanın canlı oluşu veya var olmayışı da.. Yaratanın dışında her şey bir varmış bir yokmuş..Yani enerjimizi zaman denilen canlıdan sakınmanın bir yolu mu var ? Peki bu bağlamda 'zamanda kaybolmak' ne anlama geliyor ? Olumlu-olumsuz veya kişinin bütün enerjisini zamana kaptırması gibi mi ? Şöyle bir şey çıkarabilir miyiz, meditasyon veya ibadet etmeyen biri sadece uyuyarak bile kendini zamandan koruyor ?
Zaman canlıdır. Bir kapsama ve etki alanı vardır. Bu alana ya isteyerek dahil olunur yada bu alana tabii koşullu var oluş vardır. İstek ve koşullu varoluş zamana enerji verir ve canlı kılar.
Koşullu var oluşa örnek bedenli insandır ve aynı zamanda istek kısmında ruh devreye girer. Ruh isteyerek tabidir, beden koşullu yaratılmıştır. Zira ruh zamandan bağımsız yapıdadır ve etki alanına girmez.
Bedenli halde iken, bu canlının etki alanından çıkamayız ama etkiyi azaltabiliriz. Bu etkiye müdahale edebilme potansiyeli ise, enerjinin ne kadarını bu canlıdan sakınabildiğimiz ve yönlendirebildiğimizle alakalıdır. Bu büyük ve önemli sırlardan biridir. Bu sırrı her gün açığa çıkarabiliriz ama önemli olan ne kadar bilincinde olduğumuzdur. Beyin organını her saniye kullanıp, henüz sırlarına vakıf olamamak gibi bir şey bu.
Uykuda, meditasyonda, ibadette vs. zaman-mekan boyutu belli ölçüde kırılabiliyor. Bu da %99.9 bedensiz formumuzla gerçekleşiyor, bedene (beyine) yansımaları düşüp deneyim halini alıyor. Zira ruhun deneyime de ihtiyacı yoktur o aşkındır, deneyim dediğimiz şey, ruhun sınırsızlığından beynimize düşen kırıntıların yansımalarını bilme halidir.
Tabii ki bunlar kendi düşüncelerimdir.
Zaten insan bedeni derken aslında maddeyi yani evreni anlatmak istedim. Koşullu var oluş bütün madde alemi kapsıyor. İster big bang, ister ilk emir ''ol'' kim hangi açıdan açıklarsa açıklasın, maddenin oluştuğu an zamanın ilk kalp atışının 'TAK' dediği an, yani anın başladığı andır.Güzel bir bakış açısı, dediklerin mantıklı geldi Chillout. Beden zamanın tutsağıdır ama ruh değildir. Zamanı canlı kılan insan değilde başka bir olguysa? Ya zamanı biz değilde evren yaşatıyorsa? İnsan bu durum karşısında ne gibi bir faktör oluşturmalıdır ki zamana karşı bir farklılık yaratabilsin? Zamandan kaçmak imkansız olduğu için bu durumu varsayıyorum. Tabi ki bu evrenin sırrı niteliğinde ama fikrini almak isterim. Bu arada bu zamanın kapsama alanı dediğin durum insanların olmadığı yerde geçerli olamaz öyle ise.. Bu dünya dışı yaşamda zaman faktörünü değiştiren bir etken midir senin gözünde?
Zaten insan bedeni derken aslında maddeyi yani evreni anlatmak istedim. Koşullu var oluş bütün madde alemi kapsıyor. İster big bang, ister ilk emir ''ol'' kim hangi açıdan açıklarsa açıklasın, maddenin oluştuğu an zamanın ilk kalp atışının 'TAK' dediği an, yani anın başladığı andır.
Zaman zaten madde dışında yoktur, madde ile canlanır. Zamanın kapsama alanı dışında biz insanların bildiği iki hal var, biri atom altı (bilimsel), biri de ruh halidir yani çoklu boyut halidir. Dünya dışı yaşam bedenli ise o da zamana tabiidir. Bedensiz olup da tabii olanlar da vardır. Burada da foton, ışık hızı dediğimiz mesele devreye girer anlamak için. Yani aslında bedensizler de kendi aralarında ayrılırlar.
Işık hızı aşılamaz, aşılsa dahi ışık kendini tekrarlar (teoride). Ancak ışık yavaşlayabilir (zaman yavaşlayabilir). Kütle arttıkça zamanın değişmesi gibi ışık da değişir. Derin uzay teleskoplarıyla yaptığımız şey budur, yani gezegenlerin (büyük kütle) etrafında bükülen ışığı toplayarak görüş sıçraması yapar ve çok derinleri/uzakları görürüz.
Dünya dışı yaşam dediğimizde çok uzağa gitmeye gerek yok, Dünya'nın kütlesinden uzaklaştıkça bile zamandaki değişikliği görürüz. Dünya'dan 100 km uzaklaştığımızda zaman daha hızlı akar ama daha ağır kütleli bir gezegene yaklaşırsak da daha yavaş akar. Bu Dünya dışıların nerede ne kadar kaldıklarına göre değişken olur kısacası.
Zihin başka konular için algısını yoğun bir biçimde açmışsa zamanı algılamayı bırakır. Fakat çok mutlu olduğumuzda zamanın kısa gelmesi acı çektiğindeyse uzun gelmesi biraz daha farklı yaklaşım sağlıyor bende. Çünkü mutluykende algılarımız açık acı çekerken de. Birinde zihnimiz mutlu olduğu konuyla sarhoş olurken acı çektiğimizde ise o acı verici olayla son derece uyanık durup düşünür ve bedenimize iğneler sokuluyormuş gibi hissettirir. Her iki durumda da zihin meşgul ise o zaman acı çekerken zaman hızlı geçmiyor? Sizin sorunuzda bana bu soruyu getirdi
Bilimsel teoride ışıktan hızlı hiçbir şey olamaz denir. Yani zamanın hızı ışık hızını aşamaz, bu canlının nabzı saniyede yaklaşık 300 milyon metre hızda titreşir. Kabaca insan kalbi 1,5 metre diyelim. Yani tam böyle değil de örnekleme yapıyorum.Burada ışıkla zaman kavramını biraz daha açar mısın rica etsem Chillout? Işığın kendini tekrarlaması demek o zamanın kendini tekrarlaması mıdır? Eğer dediğin buysa insanoğlu zamanı aşmanın bir yolunu buldu diyelim bunun sonucunda bu teoriye göre zaman kendini mi tekrarlayacak?
Şuan beyninin ek oksijene ihtiyacı olabilir. Uyku, nefes egzersizleri, fiziksel düzenli aktivite ile beyninin daha fazla oksijen almasını sağlayabilirsin. Gün içinde uykuyu almış, beynin oksijen düzenlemesi yapılmış bir bünye ile, gece yorulmuş bir bünyenin, beyin mekanizmasındaki sağlıklı işleyişe etkileri direk orantılı.Neden her mesajı üç kere okuduktan sonra anlıyorum...
Bilimsel teoride ışıktan hızlı hiçbir şey olamaz denir. Yani zamanın hızı ışık hızını aşamaz, bu canlının nabzı saniyede yaklaşık 300 milyon metre hızda titreşir. Kabaca insan kalbi 1,5 metre diyelim. Yani tam böyle değil de örnekleme yapıyorum.
Işığın kendini tekrarlaması olayı ise, teorik olarak ışık hızının aşıldığı bir deneyde ışığın kendini tekrar edeceğinin saptanmasıdır. Kısaca net değil. Işık hızı teoride aşıldı yani. Aşıldı da yine aynı yere dönüldü.
Bu da teoride zamanı bedensel olarak aşmak mümkün değildir sonucuna getirir ki, zaten ilk yazıda bahsettiğim de buna benzer bir durumdu. Zaman kendini madde oldukça tekrarlıyor yani deviniyor zaten. Bu bir canlı demiştik. Bu canlının birinci özelliği doğması-yaşaması-ölecek olması. Yaşam kısmı ise, maddenin bölgesel olarak kütle arttırması ve azalması ile oluşan devinimsel farklılık biçimiyle sürmesi. Yani hücre (yumurta), tırtıl, koza, kelebek çok basit bir başkalaşım örneği.
Zaman var, yaşıyor. Kendi içinde ise kütlenin yoğunlaştığı yerlerde yavaşlıyor, diğer halde hızlanıyor.
Şimdi bu aynı zihin ve beyin gibi. Yukarıda Azdaka'nın yorumuna da açıklık getirir böylece.
Zihin bizimle doğdu, yaşıyor bizimle ölecek (ruhun yansımalarından biridir zihin de). Yaşamı ise, yer yer farklı duygulara göre yavaşlayıp hızlanması, öğrendikçe(kütle arttıkça) yavaşlaması ve kontrollü hale gelmesi veya yaşlandıkça ölen nöronlarla (kütle azalması) hızlanması başı boş ve kontrolsüz olması gibi bir şey.
Duyguların beyin içinde oluşturduğu elektrik akımı, fotonik iletişim ağı, ortaya çıkarılan hormon salgıları vs. ile kütlesel değişimi söz konusu ve biliyoruz ki zaman kütleye göre eğilip bükülür. Bu kütlesel değişim mili gram veya nano gram ölçülerinde bile olsa, zaman gibi aşırı seyreltilmiş, daha doğrusu seyrekliği bile saptanamamış aşırı hassas bir mekanizmada etkiler yaratması elbette mümkündür..