İslam'da Kurban Gerçekten Var Mı?

phoibos

Kayıtlı Üye
Katılım
1 Eyl 2011
Mesajlar
122
Tepkime puanı
7
İş
Müzisyen
Cevaplar için tekrar teşekkür ederim..İnsanların yanlış bilgilerini düzeltmekten daha güzel bir şey olamaz..Bilgimi düzelttiğiniz için sağolun..
 

Salick

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Tem 2011
Mesajlar
269
Tepkime puanı
40
Neyin Bayramını kutluyoruz?

Kurban bayramı değil! HAC Bayramı! Hac'ca gidenlerin bayramı!
Hac'ca gidenler günâhlarından arınıyorlar. Bu arınmanın bayramını yapıyorlar.

Biz de onların bu sevincine, mutluluğuna iştirak ediyor, onlar bayram ettiği için biz de bayram ediyoruz.

Ve de, şükür olarak kurban kesip onların etini de kendimize hiç bir parça ayırmadan olduğu gibi ihtiyaç sahiplerine, yoksullara yetimlere, fakirlere dağıtıyoruz..

Bu, zahirde kesilen kurban!.

Bir de mânevi kurban var!.

Mânevi kurban nedir?.

Genelde, klasik anlatımda; “Nefsini kurban etmekten” söz ederler.

“Nefsini kurban et Allah yolunda!.” derler.

Bu söz ile, aslında başka bir şey anlatılmak istenmektedir.

Nedir bu anlatılmak istenen?..

“Kendine ait olarak kabul ettiği bedenin, istek ve arzu ve zevklerinden arın! Bedenini kurban et!.” Denmek istenmektedir.

Bedenini kurban etmekten mânâ, kafayı kesmek değil, bedenin aşırı istek ve hırslarını frenlemek!.

Doğal yaşamı için gerekli olanları verip onun ötesindeki şeylerden bedeni frenlemektir. Yani, tabiatı kontrol altına almaktır.

Bedenin doğasını, tabiatını kontrol altına almak!. Bedeni kurban etmek!.

Daha önemlisi; Allah’tan ayrı olarak var kabul ettiğin “ben”liğinin, gerçekte hiç bir zaman var olmadığını idrak etmek sûretiyle “benlik” kavramını kurban etmek. Daha da zoru!.

Bu durumda, Kurbanın üç derecesi çıktı ortaya!.

1-Zâhirdeki kurban.
2-Tabiatın, yani bedenin istek ve arzularını kurban.
3-Allah’tan ayrı saydığın, ayrı bir varlık olarak düşündüğün “ben” kavramını kurban.

Madem ki senin varlığın, Allah’ın varlığından meydana gelmiştir, varlığın Allah’a aittir. “sen” diye bir şey yok!..

Yapacağın şey;Bunu anlayıp idrak etmek sûretiyle “ben” kavramından kurtulmak…

İşte bu üç kurbanı kesebilen sırat’ı geçmiş , cehennemden kurtulmuş, cennet hayatına ermiş olur…

Cehennemin üstündeki Sırat, şu dünya yaşantısıdır.

Şu anda siz, Sırat’ın üstünde adım atıyorsunuz.

Bu attığınız adımlarla, yanlışlık yapıp, cehenneme düşüyorsunuz, bu defa yanmaya başlıyorsunuz, üzülüyor, sıkılıyor, bunalıyorsunuz, isyan diyorsunuz.

Ama, bütün bu isyan ve üzüntüler, sıkıntılar sizin azabınızı hafifletmiyor. Sonra tekrar o cehennemden, sıratın üstüne sıçrayıp gene yürümeye devam ediyorsunuz!.

Şimdi, burada bir nebze duralım ve, şunu anlamaya çalışalım!.

Bizim, cehennem azâbını şu dünyada iken çekmemizin sebebi, yanlış bilgilenmeler sonucu, bizde oluşan sahiplik duygusu ve hırstır.

İnsanın cehennemde yanmasına; dünyada veya ahirette, kabir aleminde veya mutlak cehennemde yanmasına yol açan şey sahiplik duygusu ile hırs’tır.

Bir insanda kanaat varsa, cehennemin yarısından kurtulmuştur.

Bir insan sahiplik duygusunu atıp da;

“Mülkün sahibi Allah’tır!. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder!” diyebilirse, cehennemin tamamından kurtulmuştur, tamamından azâd olmuştur.

Madem ki, bu varlığı yaratan Allah!..

Ben, mülkün sahibi olarak şu kâğıdın üstünde istediğim gibi tasarruf edebiliyorum; ister yırtar, ister cebime koyar, ister başıma koyar, ister yere atarak üstüne basarım… Bu kâğıt benim olduğuna göre, dilediğim gibi tasarruf edebilirim,” diyebiliyorsam…

Madem ki, “Malik-el mülk,” yani "mülkün sahibi" Allah’tır diyorum; Allah mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, kimse O'na karışamaz, etkileyemez, hesap soramaz!..

Öyleyse, her birimizin üzerinde mutlak tasarruf sahibi olan Allah’tır!

Dilerse, vezir eder, dilerse rezil!.

Dilerse, başlara tâc eder, dilerse ayakkabı!.

Ona; “Niye beni aç bıraktın,” demeye benim hakkım yok!.

“Niye bu hazımsızlık” demeye de hakkım yok!.

Allah’ın mülkünün içinde isem ben, O'nun tasarrufu altında isem;“Allah dilediğini yapar!..”

Allah’a imân etmiş kişi olarak bize düşen şey; O'nun hükmüne ve takdirine razı olmaktır!.

“Ya Rabbi!.. Bu gün aç bıraktın, yarın da, dilersen doyurursun. Bugün rezil ettin, edersin!. Yarın, dilersen vezir edersin. Sen ne dilersen onu yaparsın. İçinde bulunduğum her hâl, senin hükmün ve tâkdirin gereğidir,” diyebilmek!..

Bunu diyebilirsek, işte o zaman, imân sahibi bir kişi olarak, Sırattan kolaylıkla geçer, ateşe, azâba düşmez, cennete ereriz.

Yok eğer bunu yaşayamazsak, “Ben mülkün yegâne sahibiyim! “derken Allah;

“O mülkün biraz da sahibi benim. Bana niye böyle davranıyorsun?“ diye Allah’a hesap sormaya kalkarsak, “göğe tüküren adam” a benzeriz. Bir yere ulaşmaz o tükürük, döner kendi yüzümüze gelir…

Akıllı adam, Allah’a isyan edilmeyeceğini idrâk eder.

Zira bu isyan ve itiraz, hiç bir şey kazandırmaz!. Senin hayatını cehenneme döndüren ateşin, biraz daha körüklenmesini sağlar.

İman, insanı cennete sokar.

İmansızlık ve isyan ise, insan hayatını cehenneme çevirir, daha dünyada iken.

Onun içindir ki, önce çok iyi bir biçimde neye iman edeceğimizi bilmemiz gerek!.

Allah’ın, mutlak kuvvet, kudret ve tasarruf sahibi olduğunu bilmek, imanın başıdır.

Her an her zerrede tasarruf edenin Allah olduğunu bilmek ise, imanın kemâlidir.

Karşındakinin fiilini ve hâlini Allah’tan bilmediğin anda, Allah’ı inkâr durumuna düşersin.

Hâlin, “şirk-i hafî” denilen gizli şirk hâlidir.

Şirk hâlinde ölenin âkıbeti ise önce, kabir cehennemidir.

Dünyada yaşarken cehennem azâbını yaşamanın, yanmanın sebebi, şirki hafî denilen, gizli şirktir.

Ancak, gizli şirki atmış olabilenin ateşi, azâbı, cehennemi biter.

“Ey mümin, üzerimden çabuk geç!. Nûrun ateşimi söndürüyor!” şeklindeki hitabı cehennemin; imân ehli kişinin inancının, azâp ortamını ortadan kaldırdığını, anlatmaktadır.

Aynı sıkıntılı ortamı paylaşan iki kişiden biri imanlıdır; “Allah böyle takdîr etti, böyle oluyor, bunda da bir hikmet var,” der, azâbı, sıkıntıyı duymaz!.

Diğeri ise, Allah’ı görmez. Gizli şirk ehlidir, cehenneminde yaşar.

O başına gelen işin Allah’tan olduğunu bilmez… “Falanca yaptı da onun için bu iş başıma geldi,“ der. Ve bu sefer kendini, kendi eli ile ateşe atar.

Bilmez ki, başına gelenlerin tümü, falanca veya filânca kişinin yapmasından değil; Allah’ın ona, o olayı yaşamasını tâkdîr etmesinden, o hâli yaşamasını dilemesindendir.

O yaşadığı kötü olay, tecrübedir.

İnsan, bu dünyaya belli tecrübeleri yaşayarak, belli bir kemâle ulaşmak için gelir.

Yaşanılan her kötü olayda da bir ibret vardır.

Bu ibreti, ya o olayı yaşarken alırsın, ya da, aradan üç ay, beş ay, bir sene, beş sene geçtikten sonra alırsın. Ama neticede, yaşanılan her olayda bir ibret vardır.

Yaşanılan her azap ve sıkıntı bir takım yanlış, eksik bilgilerin giderilmesine vesile olur.

Yaşanılan olaylar, “insan”ı gerçeğin dünyasına yönlendirir. İnsanı, hayâl dünyasından çıkartır.

En önemli nokta burasıdır!.

Hepimiz kendi kafamızda bir hayâli dünya yaratırız. Hayâli değerler oturturuz. Hayâli kavramlar meydana getiririz. Ve, öyle bir dünyada yaşar, orada kendimizi hapsederiz!.

Halbuki, yaşanılan gerçekler öyle değildir.

İnsanın hayâl dünyasındaki değerleri ne kadar çoksa, yaşamın gerçekleri ile karşılaştığı zaman duyacağı azap da o kadar fazla olur.

Ne kadar gerçekçi yaşarsan, Allah’ın yarattığı bu Sistem ve Düzeni, ne kadar gerçekçi bir biçimde anlayıp değerlendirebilirsen, olaylar karşısında o kadar az etkilenirsin. Olaylar seni o kadar az sarsar.

Ve, kendini o kadar sağlam bir geleceğe hazırlarsın!.

Dolayısıyla, gerek dünyada yaşarken, gerek daha sonrasında; çeşitli azap ve sıkıntılardan, yanmalardan kurtulmak; dünyada yaşarken huzura ermek, ancak ve ancak Allah’ı bilmek, O'nun var ettiği Sistem ve Düzeni idrâk etmekle mümkün olur.

Kim, Allah’ı ötede bir tanrı gibi düşünüyorsa, o anda veya o düşüncesi devam ettiği sürece, dünyada da, âhirette de azâp çekmeye mahkûmdur. Kendi azâbını kendisi oluşturuyordur.

Nitekim, Hadis-i Şerifte ;

“Cehennemde ateş, odun yoktur! Herkes kendi ateşini, odununu dünyadan kendi götürür,” buyuruluyor.. Dünyada edindiğin yanlış değerler, yanlış şartlanmalar, yanlış kabuller, senin bu dünyada da yanmana, azâp çekmene sebep olur, öbür dünyada da!..

Öyle ise…

Biz, zâhiren ve bâtınen kurban edebilirsek benliğimizi; benliğimizdeki yanlış bilgileri, yanlış bilgilerden kaynaklanan yanlış duygu ve düşünceleri atıp arınabilirsek, kendimizi o kadarıyla cehennemden kurtarır, cennete yaklaşmış oluruz.

Bunun en kısa formülü de;

Başımıza gelen, karşılaştığımız her olayın, Allah’ın hükmü ve takdiri olarak başımıza geldiğini, gelmemesinin mümkün olmadığını. Bunun zaten takdir gereği yaşanacak olduğunu, değiştirmenin asla mümkün olmadığını, anlayıp idrâk etmektir. O an için gereken… Allah’ın bunu takdir edip, bunu yaşattığını, daha sonra da daha güzel şeyler yaşatabileceğini kabul edip, anlayıp, idrâk edip, bunun gereği bir biçimde adım atmaktır. Selâmet, Allah’a mutlak teslim olup, hükmünden ve tâkdirinden razı olmaktır.

Hepinizin Hac Bayramı mübarek olsun!

Kebapçılardan çıkmayanların, barbeküde bonfile, pirzola çevirenlerin, stres atmak için çıktığı balıktan dönenenlerin oturup kurbanlara acıdıklarını söylemelerini “timsahın gözyaşları” olarak nitelesek sanırım hiç yanlış olmaz!.

“Hac Bayramı”, zaman içinde “Kurban bayramına” dönünce, halkın dilinde “kavurma bayramı” niye olmasın ki?

Oysa gözden kaçırılmaması son derece önemli olan bir gerçek var?

“DİN”deki kurallar uzaydaki bir tanrının, bizim yaptıklarımızla eğlenip zevklensin diye, keyfi kararlarından mı oluşmuştur?

Yoksa…

Her birinde yüz milyarlarla yıldızın yer aldığı Milyarlarca galaksinin yüzdüğü evreni Yaratan ve “ALLAH” adıyla işaret edilenin, oluşturduğu SİSTEM ve DÜZEN bilinsin; onun şartlarına göre yaşanarak, geleceğimiz cehennem olmasın; diye mi Allah Rasülü tarafından bize bildirilmiştir “DİN” ?

Bu ikisi arasındaki farkı anlayacak çalışır beyin kapasitesi olmayanların; “DİN”deki konuları değerlendirip, günün şartlarına göre gerekli çözümleri bulup açıklamaları mümkün değildir!.

Gök tanrısına tapınmaktan arınmamış sarıklı-cüppeli veya aydınsı görünümlü “din adamlarının” sunacakları çözümler, mukallitlere sorunlar yumağından başka bir şey getirmeyecektir!.

Gerçeği kabullenilip; olay bu sistem ve düzen içinde değerlendirilmedikçe; ne göktanrı kavramından arınılır; ne şirkten kurtulunur; ne “Hakikat” görülür; ne “İSLÂM DİNİ”nin yüceliği ve uyulası zorunluluğu farkedilir; ne de güncel sorunlara cevap bulunabilir!.

Tek kurtuluş yolu, “DİNİ ANLAMADA REFORM” yapıp; “İSLÂM DİNİ”ni ve “Allah Rasülü”nü gerçeğiyle anlayarak, gereklerini günlük hayatımızda yaşamaktır!.

“Hac”cetmek suretiyle anasından yeni doğmuşçasına tüm günahlarından arınan mümin kardeşlerimizin bayramını paylaştığımız bu günde; hepimizin böyle bir bayram yaşamasını diler... “ALLAH”tan, “ego”muzu kurban etmeyi bize kolaylaştırmasını; gelecekte yanmamıza sebep olacak her şeyden uzak kalmayı; ve hepimizin sonsuz mutluluğa ulaşmasına vesile olacak şeyleri bize nasip etmesini niyâz ederim.

Selam Sevgi ve Dua Ile...

ALINTIDIR
 

blcknghtmr

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Ağu 2011
Mesajlar
944
Tepkime puanı
91
Konum
uzay
Yorumları okudum, aklı daha çok karışıyo insanın.
 

dmkol

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
4,907
Tepkime puanı
529
İş
Web Master
Kurban kesmeye imkanın varsa farz yoksa zorunlu değildir.
 

dmkol

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
4,907
Tepkime puanı
529
İş
Web Master
Kurban kesmeye imkanın varsa farz yoksa zorunlu değildir.
kurban kesme hz.ismail den bu yana gelen bir ibadettir
 
Üst