Ateist, dindar arkadaşım ve ben.

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

osqar

Kayıtlı Üye
Katılım
14 Eki 2013
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Aşağıdaki yazıyı baştan sona okuyun bayağı bir fikir elde edebilirsiniz yüksek ilmi bir yazı deniyor :

GÜNÜMÜZDEKİ BAZI İLAHİYATÇI PROFÖSÖRLER VE İLAHİYATÇILARIN DAVRANIŞ BİÇİMLERİ VE DÜŞÜNCE YAPILARININ İNCELENMESİDİR(1)بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين واصلاة و السلام على سيد المرسلين (Dikkat bu yazı rastgele hazırlanmış bir yazı değildir, ALLAH'ın yardımı inayetiyle ciddi bir ilmi çalışma neticesinde ortaya çıkmıştır)(Yazıyı mutlaka sonuna kadar okuyunuz, zira yazının içerisinde Ahireti kurtarmaya sebep olacak ve parayla satın alınamayacak ilmi bilgiler verilecektir İNŞAALLAH...)


“Ey iman edenler, ALLAH yolunda adım attığınız vakit, iyice anlayın, dinleyin. Size İSLÂM selâmı veren kimseye -dünya hayatının geçici metaına göz dikerek- "Sen mümin değilsin!" demeyin.” (Nisa-94) (Bazı İlahiyatçıların(sanki kendi itikatları çok düzgünmüş gibi) kabir ziyareti yapan temiz Mü'minleri müşrik ilan etmeleri çok vahimdir)“Ümmetim hakkında en çok korktuğum kişi, konuşmasını iyi bilen münafıktır” Hadis-i Şerif (Kaynak : Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned no:143, 1/289)
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelip günahlarına mağfiret dileselerdi, Peygamber de onların bağışlanması için dua ediverseydi, elbette ALLAH'ı tevbeleri kabul eden ve merhametli bulacaklardı.” Nisa-64 (Demek ki Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) huzuruna gidip mağfiret dileyince (ilahiyatçıların söylediğinin hilafına) müşrik olunmuyormuş.) Burada bu ilahiyatçıların ve vehhabi zihniyetinin anlayamadıkları şey mağfiret dilenenin ALLAH'u Teâla olduğudur...

Hz. Ömer رضى الله عنşöyle demiştir: "Bu ümmet için en çok, ilim bilen münafıklardan korkuyorum. Bunlar, ilimleri dillerinde olan, kalpleri cahil ve amelleri kötü kimselerdir." (İhya)

İlahiyatçı Abdulaziz Bayındır, Sahabe ve Evliya Kabriniرضى الله عنهم ziyaret edeni müşrik ilan etmekte ise de “Fatih Sultan Mehmed” şiirinde bakınız ne buyurmaktadır ;“Fazl-i Hakku himmet-i cünd-i ricalluLLAH ile , Ehl-i küfri serteser kahr eylemektür niyyetüm, Enbiya vü Evliyaya istinadım var benum , Lütf-i Hakk'tandur heman ümid-i fethü nusretüm, Nefsü mâl n'ola kılsam cihanda ictihad, HamdulİLLAH var gazâya sad hazeran rağbetum, Ey Muhammed mucizat-i Ahmed-i muhtar ile, Umarım galib ola â'dayı Dine devletüm”(Herhalde Fatih Sultan Mehmet işi anlamadı da bu üç-beş tane ilahiyat profösörü anladı!!!) FATİH SULTAN MEHMET

Önsöz : Sahabe-i Kiramın رضى الله عنهم ve Evliya-i Kiramın رحمهم الله kabrini ziyaret eden temiz Müslüman kardeşlerimizin son zamanda ekranlarda bazı ilahiyat profösörleri tarafından müşrik ilan edilmeleri üzerine bu yazıyı hazırlamak son derece elzem olmuştur... Şimdi burada siz sevgili Mü'min kardeşlerimiz, bu ilmi çalışmayı dikkatle defalarca okuyunuz ... Zira burada size ilahiyatçı profösörlerin sakat görüşlerine birkaç misal dışında tek tek cevap verilmeyecek ... Ancak üniversitede dahi size profların öğretemeyeceği bir takım kâidelerle bu tür birisiyle ya da bu fikirle karşılaştığınızda, fıkıh ilmine ya da akaid ilmine derinlemesine dalmadan onların sakat itikatlarını çürütmenin ipuçları verilecek.
Klasik sistem mi modernist görüşler mi ? :Dikkat ediniz ki “moda” kısa zamanda geçer ve değişir(aynı şekilde modernist dini yorumlar ve görüşlerde). Ancak dikkat ediniz ki klasik olanın modası geçmez ve her geçen gün daha da kıymetlenir (üzerinden zamanların geçmesi onun kıymetini daha çok artırır) . Bu sebeple modernist görüşleri dikkate almayalım ve eski büyük müctehitlerimizin, âlimlerimizin ve ecdadımızın klasik sisteminden ve gösterdikleri yoldan şaşmayalım...
(Derse başlamadan önce) Öncelikle bilinmesi mutlaka gereken ÇOK ÖNEMLİ BİLGİLER:
1) Kur'an-ı Kerimden ve Hadisi Şeriflerden Ahkam çıkartmak MÜCTEHİTLERİN işidir. İlahiyatçı profların değil.(Müçtehid'in şartlarının açıklaması aşağıdadır)
2) Akıl HUCCETi Baliğa değildir... Din Akılla değil, Nakilledir... Arapça lisanını en iyi bilen Sahabe رضى الله عنهم nazil olan Ayeti Celileyi ancak Efendimiz (صلى الله عليه وسلم) açıkladığı zaman anlayabiliyorlardı. Sahebenin رضى الله عنهم anlayamadığı Ayeti Celile hangi akılla anlanabilir...
Edille-i Şer'iyye dörttür ... Bunlardan üçü nakilledir (Kitap-Sünnet-İcma) bunlarla sabit olan hükmü inkar Dinden çıkar... dördüncüsü ise kıyasdır ki kıyasla sabit olan hükmü inkar etmek Dinden çıkarmaz .. Misal : bir kişi Kitap ile sabit olan ve Ayette geçen şaraba haram değil dese o anda kâfir olur(Ayeti Celilede olanı inkâr ettiğinden)... ancak (her ne kadar haramlığı kesin isede) haramlığı kıyas ile sabit olan rakı haram değil diyen kâfir olmaz... (Ancak günah, azab ve cezâ hususunda aynıdırlar)
3) Verilen fetvalar mutlaka muteber Ehl-i Sünnet kaynaklara dayandırılmalıdır. (Bu ilahiyat profösörlerinin muteber kaynakları ise ulvi !!! akıllarıdır)
4) Dalalet fırkalarıda davalarını isbatta Ayeti Celileleri delil getirmektedir. Çok Dikkat : Cehennemlik olduğu Hadisi Şerif ile bildirilmiş sapık fırkalar (şiî, vahhabi v.s.) veya hariciler de görüşlerini Ayeti Celilelerden çıkarttıkları manalara dayandırıyorlardı... Batıl davalarını ispat hususunda bir çok Ayeti Celileyi delil getiriyorlar...
7) Küfre nispet meselesi : Ehl-i Sünnet Alimleri insanları küfre nispet etmemek için son derece dikkat eder, küfür sadır olsa bile kâfir dememek için delil ararlar...
(Vahhabi gibi) Ehl-i Dalalet fırkaları ise insanların niyetlerini okumaya çalışıp hemen müşrik yaftasını yapıştırırlar...


İLMİ MÜNAZARA : İlahiyatçı Profların kendine en güvenenlerinden olan Abdulaziz Bayındır ile Medrese hocasının ilmi münazarası ;
Abdulaziz Bayındır ekranlarda çıkıp dini ve fıkhi bilgisi çok fazla olmayan insanları ilzam edip müşrik ilan etmektedir. Ancak Medrese tahsili görmüş bir hoca ile karşılaşınca son derece aciz duruma düştüğü müşahade edilmiş ve istisna kâidelerinden dahi haberinin olmadığı anlaşılmıştır. Hayrete şayandır ki eski Âlimlerin ayaklarının tozu etmeyecek bir medrese hocası ile başa çıkamayan ve münazaradan kaçarak kurtulan Abdülaziz Bayındır ne gariptir ki diğer diğer birçok ilahiyat profösörü gibi Müctehitliğe soyunmaktadır.

İlmi Münazara şu şekilde gerçekleşmiştir(Bu münazaranın ses kaydı internette mevcuttur dosya ismi :”abdulazizbayındirinzoranlari.mp3”)...Öncelikle kendisini müctehit sanmasından dolayı ve ayrıca ekranlarda “siz Dini ilimmi okudunuz da konuşuyorsunuz” gibi insanları aşağılamanın ne demek olduğunu öğrenmesi için kendisine bir ders vermenin gerektiğini düşünen bir medrese hocası uzun uğraşlardan sonra yakaladığı Abdulaziz Bayındıra istisna ile ilgili bir kâide soruyor, Tabii ki soru ciddi bir ilmi temel gerektiren şaşırtmacalı bir soru: لا تجرج الا ان آذن لك bu terkib caizmidir , değilmidir ? Caizse neden caizdir ? Değilse neden caiz değildir ?. Tabii sorulara cevapta akıllarını huccet aldıklarından ve mantık yürüttüklerinden hemen balıklama atlıyor Abdulaziz Bayındır :“sana ben izin vermeden dışarı çıkma” şeklinde terkibin ifade etmediği yanlış bir manayı da vererek(*) “neden caiz olmasın,” fetvasını yapıştırıyor.(tabiiki cevabı yanlış) medrese hocası : Bu caiz değildir : bu istisnai müfarrağ olduğundan caiz değildir.. Zira terkip istisnaya hamledilirse, istisnai müfarrağ'da da izin çıkma cinsinden olmadığından caiz değildir. Ancak şu şekilde caiz kılınabilir: İstisnaya değilde gayeye hamledilirse o takdirde caiz olur. Yukarıdaki şaşırtmacalı soru hakkında çok önemli bir açıklama :Terkib istisnai müfarrağ'dır. İzin çıkma cinsinden olmadığı için ve bu terkip tam bir istisna olmadığından istisnanın hakikatine hamledilemez. O takdirde mecaza gidilir, mastarlar vakit manasına geldiğinden gaye'ye hamledilir, o takdirde caiz olur. Sonra medrese hocası kısa bir açıklama ile : (Şefaati inkâr etmelerini kastederek) Meryem-87 Ayeti Celilesinde istisna kâidesi var burada (şefaat hakkına sahip olamayandan, söz almış kişi istisna edilmiştir.) istisna da müstesnanın(yani şefaatın) mevcut olduğuna delalet eder... Diyor ve yineAbdulaziz Bayındıra soruyor : Siz istisna kâidelerini dahi bilmeden bu Ayeti Celilelere nasıl mana verebiliyorsunuz ? Deyince , Bayındır : “Ooo amma da şey çıktın, yazarsın gönderirsin bakarız” diyor, medrese hocası ise hayır ben yüzyüze görüşmek istiyorum diyor. Sonra medrese hocası : “Sizin ekranlarda müfesser muhkemi açıklar dediğinizin kaydını gördüm (görüntü kaydı var) ” Halbuki usul kitaplarında böyle olmadığı sizede malumdur deyince, Bayındır inkâr ediyor “demedim” diyor medrese hocası : “Kaydını gönderebilirim” diyor . Sonra Bayındır kendisini kurtarabilmek için verdiği cevaptan daha beter batağa saplanıyor. Ve şöyle diyor “müteşabih muhkemi açıklar”. Asıl cevap her ikisi de değil, doğru cevap “müfesser mücmeli açıklar” olacak... Abdulaziz Bayındır başa çıkamayınca kızıp görüşmeyi kesmiştir... Açıklama ; Müteşabih lafzın kapalılık derecesine göre sınıflandırıldığı kısımdandır, muhkem ise lafzın açıklık derecesinin kısımlarındandır... Tvlerde ahkam kesen Abdulaziz Bayındır tv de muhkemi müfesser açıklar diyor(kayıt var) sonra çarkediyor demedim diyor ve kurtarayım derken “muhkemi müteşabih açıklar” diyor. Tabiiki buda büyük bir yanlış. Bu durumda kapalı/hafi lafız olan; müteşabih, açık lafız olan; muhkemi nasıl açıklar... Yani: “ALLAH herşeyi hakkıyla bilendir.”Enfal/75 (Muhkem) Ayetini, Elif-Lam-Mim(Müteşabih) Ayeti Celilesinin açıkladığını iddia etmiş oluyor. Ve bu gibi şeyleri milyonların önünde rahatça söylüyor. Ancak yanlışlarını ALLAH'ın yardımı inayetiyle yakalayan medrese ilimleri okumuş biri karşısında son derece sıkışmakta ve sıkışıncada çareyi kaçmakta bulmaktadır... Maalesef ilahiyat profösörlerimizin durumu bu, bazısının istisna kâidelerinden dahi haberi yok...Ayrıca şu akla gelmektedir : Siz daha müfesserin mücmeli açıkladığını bilmiyorsunuzda nasıl olupda Ayeti Celilelerden ”ahkâm” çıkartmaya ve müçtehitliğe soyunuyorsunuz. (Kendisine avukatlık yapan Bayraktar Bayraklı gibileriyle ise ilmi münazaraya lüzum dahi yok zira bu profösörlerin en cüretkarlarından olan Bayındırın durumu ortaya çıktıktan sonra diğerleri ile münazaraya lüzum yoktur. Bilindiği gibi ağaçta sorun varsa dalları budamakla uğraşmaktansa kökünden kesersiniz). Bu gibi profösörlerin, ilahiyatta talebe yetiştirmiş olmaları vahimdir ( (*)Yukarıdaki Abdulaziz Bayındırın yanlış mana verdiği terkibin doğru manası gayeye hamledilerek şudur : “izin verinceye kadar çıkma”) (Bir hatırlatma : İlahiyat mezunu Cevat Akşit gibi iyi hocalar mevzunun dışındadır...)

İLİMLER İKİ KISIMDIR (İmam-ı Gazali'den رضي الله عنه) : <<<ÇOK ÖNEMLi>>>Birincisi Şer'î ilimler(Din ilmi), ikincisi ise sosyal ilimler ve san'atlardır. Şer'î ilimler, Peygamberlerden عليهم السلام öğrenilirler. Bunlar akıl, tecrübe ve duyularla elde edilemezler. Sosyal ilimler ve sanatlar ise, bu yollarla kazanılırlar. Şer'î ilimler ise, Kur'ân, Sünnet, İcmâ ve Ashabın رضي الله عنهم sözleridir. Alimlerin bir konuda görüş birliği etmesi demek olan icmâın kaynağı Kur'ân ve Sünnettir. Onun ilim ve delil olması da bu yüzdendir. Ashâb'ın رضي الله عنهم sözlerinin ilim sayılması ise şundandır: ALLAH Rasûlü’nün (صلى الله عليه وسلم) din ve dava arkadaşları olan bu insanlar vahyin inişine şâhid olmuşlar ve ALLAH Rasûlü’nün (صلى الله عليه وسلم) onunla ilgili tefsir, yorum ve tatbikatını bizzat görmüşlerdir. Bu durum, onlara daha sonrakilerin bilemeyeceği bazı incelikleri bilme imkânını kazandırmıştır. Bu sebeple âlimler, dinî konularda onlara uymayı ve sözlerine tâbi olmayı Dinden saymışlardır. Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet Arapça metinlerdir. Bu Arapça metinlerdeki doğru mânaları anlamak, ancak Arapça dilini ve onun lügat, gramer ve edebiyatını bilmekle mümkündür. Bir şeyin gerçekleşmesi başka bir şeye bağlıysa, bu ikinci şey de birinci şeyin hükmünü alır. Âlet ilimlerinin Şer'î ilimlerden sayılması da bu yüzdendir.
( Huccetül İSLAM imam-ı Gazali رضي الله عنه - İhya-u Ulumiddin )
LAFZIN BAZI DURUMLARINI İNCELEYEN BAZI MİSALLER :(Dikkat edilsin ki lafzın zahirinden çok daha farklı boyutları olduğu aşağıdaki misallerde görülmektedir)“yer ağırlıklarını çıkardığında...” Zilzâl-2 Ayeti Celilesinde , yer ağırlıkları nasıl çıkarabilir ? İlmi Belağatta , mecazı akli vardır. Mecazi akli ; fiilin hakiki failine değilde , o failin mekan, zaman , sebep gibi alakası bulunduğu bir şeye isnad edilmesidir. Burada fiil hakiki faile değilde, fiilin mekanına isnad edilmiş ancak ALLAH'u Teâlâ murad edilmiştir...
انبت الربيع البقل (mana: bahar bitkiyi bitirdi), şimdi vahhabi kafalı ilahiyatçıya göre bunu diyen müşrik olur. Halbuki Kur'anı Kerimin belağat ilmini inceleyen, ilmi belağata göre : Bu lafzı kullanan kâfir fiili lafzın hakikatine hamletmektedir (Yani baharın bitirdiğini kastetmekte) Mümin'e hamledildiğinde ise lafız özürlendiğinden hakiki manasına hamletmek mümkün olmamakta (zira bahar bitiremez ALLAH bitirir), lafız hakiki manayı aşmakta dolayısıyla mecaza hamledilmektedir. Ve fiil hakiki fail olan ALLAH'u Teâlâya hamledilmektedir. Şimdi kabir ziyareti yapan insanı müşrik ilan edebilirmisiniz ? (Bu kâideleri bilmeden Ayeti Celilelere mana vererek nasıl hüküm çıkartmaya cür'et edebiliyorlar)
(Gerçi bu kâideleri bilsekte biz Ayeti Celilelerden hüküm çıkartamayız, bu iş müçtehitlerin işidir)
Şöyle bir dua etseniz “Ya Rabbi, bizi - Peygamberimizin (صلى الله عليه وسلم) 'kardeşlerim' dediği - kullarından eyle !” bu ilahiyatçı prof'lara göre müşrik oldunuz gitti...
Halbuki misalde “Cümle yapısında Fail olarak ALLAHu Teâlâyı yaparsanız ve zamiri O'na döndürürsünüz ki doğrusu ve her Müslümanın yapacağı budur” o zaman mana şu olur;
“Ya Rabbi bizi şu kullarından eyleki Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) onlara kardeşlerim dedi)” - Halbuki bu ilahiyatçı zevat Faili Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) yapıp Müslümanların şirke isnad etmektedir. Halbuki ilkokul çocuğu dahi bu farkı anlayabilir: Yani Ya Rabbi, bizi ....... kullarından eyle (boşluğu sen doldur)... (Kabir misali bu misalin benzeridir)
Daha ilerisini söyleyelim : Duayı : “Efendimizin kullarından eyle” şeklinde de etse kâfir olmaz, zira arapçada kul'un karşılığı ” عبد" (abd) yani köle demektir. Fıkıhta köleye “abd”,efendisine “rab” denir. Rab kelimesinin arapça lugat manasıda “terbiye eden” demektir. Demek ki cümlede kullanılan ve ilk anda zahirde çok ters gibi gözüken bazı lafızlar, ilahiyatçıların iddia ettiğinin aksine çok farklı anlamlar ifade edebiliyormuş...
Saptırıcı ilahiyat profösörlerini tesbit yöntemleri ve bunların ortak özelliklerinin ve hareket tarzlarının tahlili : (2) 1- Birşey anlatırken sakat görüşlerinin arkasından davalarını Ayeti Celilerle isbata çalışırlar : (Dikkat en önemli özelliklerinden biridir bu. Konuştuklarına sakat görüşlerine ikna etmek için onu hemen Ayeti Celile ile ispat ve takviye etmeye çalışırlar.) Dikkat ediniz ki bu ilimlere vakıf olmayan iyi niyetli vatandaşımız Ayeti Celileden kaynak gösterince Ayeti Celileye muhalefet etmekten korkmakta ve cevap verememektedir... Halbuki Kur'an ve Hadisi Şerifden ahkam çıkartma işi Müctehitlerin işidir... (bunlarda kendilerini her ne kadar müctehit sansalarda müctehit değildirler) Bunlara şöyle denilebilir : “Sen müctehitmisin Ayetten Ahkam çıkarıyorsun, fıkıh kitabından alınmış görüş olarak kaynak göster” Müctehitliğin şartları vardır bir şartıda ravileri ile beraber en az 300bin Hadisi Şerifi ezbere bilmektir(Ravilerle beraber milyonu bulabilir)... Dinimizi ve Dinimizin ahkamı yüzlerce yıldır nakledilmiş ve yetiştirdiği Âlimlerle bize ulaştırmış olan müctehitler bu prof'ların dediğini demiyor, bunlarında müctehit olmadığı aşikarken biz şimdi bu 3 profösöremi yoksa yaklaşık bin senedir binlerce büyük Âlimin kabul ettiği ve izinden gittiği Müctehitlere mi inanacağız.. Zamanımızdada müctehit bilindiği kadarıyla yoktur, zaten müçtehit kuşağı yaklaşık Efendimizin صلى الله عليه وسلمvefatından sonra ilk iki asır civarıdır, ictihat kapısı açıktır ancak giren yoktur, çünkü şartları çok ağırdır ...
2- Delille değil Akıllarıyla neticeye varmaya çalışır ve buna göre fetva verirler: Bu zevatın ilham kaynakları hocalarının hocaları İngilizlerin hususiyetle mısırda belli makamlara getirdiği Muhammed Abduh (bu zat masondur) gibi zatlardır... Öyleki Fil Suresindeki kuşların kuş değil sivrisinek, atılan taşlarında mikrop olduğu gibi kafadan bir yorum çıkarmıştır.. (Ayeti Celilede kuş buyuruluyor , taş buyuruluyor sen nereden çıkartıyorsun bu manayı). Dolayısıyla bu takipçileride buşekilde akıllarını yürütmektedirler...
3- Ahkamı Ayeti Celileden çıkartırlar : Dolayısıyla Ayeti Celilede görmedikleri şeyi de hemen aklını devreye sokarak reddederler. Mesela : (Abdulaziz Bayındır)Ayeti Celilede görmediği için hemen aklını devreye sokup “Kur'an-ı Kerimi abdestsiz tutabilirsiniz” şeklinde çarpık ve temelsiz fetvayı vermiştir (halbuki bunun böyle olmadığını sekiz yaşındaki çocuklar bile bilmektedir). Acaba hiç mızraklı ilmihalide mi okumadı bu zatlar ?
4- Verdikleri fetvalara dikkat edinizki genelde muteber hiçbir fıkıh kitabını kaynak göstermezler... : Çarpık görüşlerine ve fetvalarına Osmanlı Medreselerinde kabul görmüş bir tane muteber kaynak göstermezler. Fetva verirler ancak şu kitapta diye söylemezler(Zira kaynakları akıllarıdır)
5- Görüşleri ve ortaya koyduğu fikirleri İCMAYA muhaliftir : Edille-i Şer'iyye 4 tür : Kitap Sünnet İcma Kıyas. İcmaya delil teşkil eden Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) “Ümmetim hata üzere birleşmez”(dalalet üzere birleşmez diye de geçmektedir bir başka Hadis-i Şerifde) Hadisi Şerif mütevatirdir. Dolayısıyla Müctehitler dalalet ve hata üzere birleşmez. (Bu konuda öyle bir titizlik vardır ki, o asırda yaşayan “bir müctehit” ictihat edilen konuda muhalefet etse icma olmaz diye görüş vardır). Şimdi Bütün Müctehitler İmam Âzamlar, İmam-ı Ebu Yusuflar, İmam-ı Muhammedler, İmam-ı Şafii ler, İmam-ı Malikler, İmam-ı Ahmed ler رضى الله عنهم bilememişler, bu üç ilahiyat profösörü bilmiş !!! Yukarıda ki mütevatir Hadis-i Şerif Ümmetin (Müctehitlerin) hata üzere birleşmeyecekleri konusunda kat'i nass'ken, bu 3-4 ilahiyat profösörünün dalalet üzere birleştikleri açıktır
4- Hocalarınında kendilerininde arapçaları son derece zayıftır : (Çok inatçı bir ilahiyatçı profösör ile karşılaşırsanız önüne Molla Camii isimli Nahiv kitabını koyup açın ortadan herhangi bir sahifeyi ; Anlatmayı bırakın bakın bakalım okuyabilecekler mi... Bu arada okuduğu yeri kontrol etmesi için 15-16 yaşında bir medrese talebesi de alınır-sa iyi olur. Ekranlarda Ayeti Celileri okuyup mana vermelerine aldanılmasın zira, ilahiyatta Ayeti Celileyi manasıyla beraber ezberlemektedirler... Biraz bilgisi olan bir seyircinin e-mail ile bir edat ile ilgili bir kâideyi hatırlatması karşısında Abdülaziz Bayındırın son derece endişelendiği ve heyecanlandığı müşahede edilmiştir. (ve buna da cevap verememiş-tir). (İlmi yeterlilik tvlerde din ilminde mütehassıs olmayan kişilerin karşısında ortaya çıkmaz, müderris bir hocanın karşısına çıkarsın, o zaman ne bildiğini millette görmüş olur )
5- Bu ilahiyat proflarından bazısı “temiz Müslümanları” şirk ile itham ederler : (Hususiyetle vehhabi kafalı olanlardan Abdulaziz Bayındır) Tvlerde karşısına Dini bilgisi olmayan kişilerin karşısında kabir ziyaretinde ellerini açıp “ALLAH'ım bu Evliya kulunun hürmetine duamı kabul et” diyen temiz Müslümanı şirk ile itham etmektedirler (Bayraktar Bayraklı da sanki kendisi bir şeyden haberi varmış gibi ona avukatlık yapmaktadır). Birde Bayındır(kafa yapısı vahhabi olduğundan) edepsizce Ecdadımız Osmanlıya saldırmaktadır(Osmanlı iyi olsa çökmezmiş). (zira vahhabiler Osmanlıyı hiç sevmezler, bu zatta vahhabi görüşü üzeredir, bununla beraber vahhabiler dahi bunun kadar bozuk değildir denilmektedir)... Fatih Sultan , Dördüncü Murat, Aziz Mahmut Hüdai, Şah-ı Nakşibendi hazretleri, Ariflerin Sultanı Beyazıd-ı Bestami, 70 bin Evliyanın serdarı İmam-ı Rabbani قدس الله اسرارهم. İşi anlamadı da, yarım yamalak arapçalarıyla bu üç tane ilahiyatçı profösör anladı işi !!!
6- Bunların ilahiyat fakültesindeki hocaları : Bazı ilahiyat hocalarının çok cesur olması ve kendilerini müctehit sanmaları. Ayrıca talebelerini yetiştirirkende talebeye Ahkâm Hadislerini okutarak son derece cesaret vermeleri ileride mezun olduklarında günümüzdeki bu mezkur fetvalarıyla milletin başına bela olan ilahiyatçıların çıkmasına sebep olmaktadır...
7- Nefislerinin elinde oyuncak olmuşlar : İlim tahsili nefsi terbiye etmez... zaten nefis terbiye olmadığı içindir ki nefsin elinde esir olan proflar, fetvaları kitaptan nakil ile değilde nefislerinden akılla vermeye başlar.. Biraz bazılarının hoşuna gidecek fetvalar vermesiyle çevresindeki kalabalık artınca, artık kendileri Ûlema-i Rasihin'den görmeye başlarlar. Bayraktar Bayraklı'da olduğu gibi o kadar büyük alimlerin kurcalamadığı biz iman ettik dedikleri müteşabih ayetlere mana vermeye kalkar da Usul kitaplarında zikredilen “kalbi kayanların nasibi” olan bu hisseyi almış olur...
8-Yabancı devletlerin yetiştirip özellikle toplumun akaidini bozmak için yerleştirdiği adamlar : Şimdiki ismi İran olan safevi devletinin, Osmanlı zamanında sıkça uyguladığı bir yöntemdir bu ...İlahiyat fakültelerinde de şii profösörler olduğu söylenmektedir. Bunların nasıl adam yetiştireceği de malumdur...(Osmanlıda da Kanuni döneminde iki kazaskerin bile ilmi münazarada başa çıkamadığı şii ajanını şah yönetimi istanbulda Sünni Müslümanların akaidini karıştırmak için göndermiş , daha sonra Şeyhülislam olan İbni Kemal Paşazade Hazretleri münazarada onu paçavraya çevirmiş ve Sadrazam makbul/maktul ibrahim paşanın emriyle idam edilmiştir)
9-Sosyetik ve sosyalist liboşlara yaranmaya ve kendini sevdirmeye çalışmak : İstanbul müftüsü entelektüel çevreye veya sosyeteye yaranmak için İstanbuldaki camilerdeki ezan sesini kısmaya cür'et etmiş, gelen tepkilerden sonra geri adım atmıştır. (Bunu da bir kaç ilahiyatçının üsküdardaki sosyetik çevrenin rahatsız olduğunu ve ezanın kısılması ricası üzerine yapmaya yeltenmiştir.). Ancak tarihe “ezanın sesini kısmaya cür'et eden müftü” olarak geçmekten kurtulamamıştır. Hale bakın ki İstanbul işgal altındayken kâfirler dahi buna cür'et edememiştir...


İlahiyat profösörlerinin ;
Şefaati inkâr etmelerinin sebepleri :
İstisna edatı ve bununla ilgili nahiv kâidelerini iyi bilmemeleri : Yarım yamalak arapçalarıyla Ayet-i Celilelere mana verirken hususiyetle Medreselerde okutulan nahvi kâideler konusunda son derece zayıf olduklarından dolayı ve müstesna , müstesna minh ve istisna kavramlarını tam olarak ayırdemediklerinden şefaat yoktur diye yanlışa düşüyorlar. Zira Ayeti Celilede : “Rahman'ın katında bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.”Meryem-87. Halbuki burada söz almış kimse şefaat edemeyecek olanlardan istisna edilmiştir. Bunu 15 yaşındaki Medrese talebesine okutsanız o bile bunu size gösterebilir... Bununla beraber en Sağlam kaynak olan Hadisi Şerif kitaplarında Şefaat ile ilgili Hadisi Şerifler çoktur... Misal: "İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi Peygamberini takip edip: "Ey falan! bize şefaat et, ey falan bize şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur." Buhari, Tefsir, Benû İsrail, 11, Zekât 52. (Kimsenin şefaat edemeyeceği buyurulan kâfirlerle ilgili Ayeti Celileyi insanlara okuyorlar ve bunun kâfirler ile ilgili olduğunuda söylemiyorlar, insanlarda Ayeti Celile olduğunu duyunca saygısından muhalefetten korkuyor ve gerçekten şefaat yok sanıyor. Şefaat ile ilgili Hadis-i Şerifleri burada zikretmiyoruz zira çoktur. Ulaşılabilir)


Miracı inkar etmelerinin sebepleri :
1- Miracın Mescidi Aksadan sonraki kısmını inkâr etmek, sapık mutezile fırkasının görüşüdür.... (İlahiyatta bunları yetiştiren hocalarının içinde mu'tezile görüşü üzere olan çok hoca olduğu söylenir. Dolayısıyla onlardan etkilenmeleri muhtemeldir.)
2- Herkese malumdur ki ebu Cehil ve adamlarıda Miracı inkâr etmişti. Mirac yoksa Hz Ebu Bekir Sıddık (رضى الله عنه) Efendimiz, “SIDDIK” lakabını nerede aldı o zaman ...
Halbuki herkesin bildiği gibi (bu ilahiyatçıların kabul etmediği gibi) inkar eden müşriklerin “yedi kat göklere çıktığını söylüyor” demeleri neticesinde “O dediyse doğrudur” dediği için “SIDDIK” lakabını almıştır. Ayrıca : Buhari, Müslim, Tirmizi gibi Sahih Hadis-i Şerif kaynakları Miracla ilgili Hadis-i Şeriflerle doludur...
3- Tabi bunlar akılcı taife oldukları içindir ki Mirac gibi aklın almayacağı bir şeyi kabullenmekte zorlanıyor da olabilirler.
4- Sapık görüşlerini isbatta devamlı delil olarak Ayeti Celileleri getirdiklerinden ve Ayeti Celilelerde da detaylı bir şekilde bulamadıklarından (Zira Mirac hadisesinin detaylı olan hususiyetle Mescidi Aksa dan sonraki kısmı Hadisi Şeriflerde anlatılmaktadır) inkar ediyor olabilirler ...
Sure-i Necm: 15-16-17-18 Ayetlerine bakınız ve sorunuz; Efendimiz (صلى الله عليه وسلم) Miraca çıkmadıysa Cennetül Me'va yı ve Sidretül Müntehayı nerede gördü o zaman ?


İsa عليه السلامın ineceğini inkâr etmeleri : Akılla hükme gitmeye çalıştıklarından, İsa عليه السلام ında ikinci kat semada bulunmasına da akılla bir izah getiremediklerinden birçok konuda olduğu gibi yoktur deyip kestirip atmaktadırlar. Halbuki “nakil” söz konusu olduğu zaman “akıl” devre dışı kalır, Din ise nakilledir.) Aşağıdaki Hadis-i Şerifin kaynaklarına bakılırsa daha fazla konuşmaya lüzum olmadığı görülecektir... "Meryem'in oğlu İsa Dimeşk (Şam-ı Şerif) de beyaz minarenin yanına inecektir." Hadis-i Şerif
(Müslim, Fiten:20, No:2937-110 ,4/2253 , Ebu Davud, Melahim :14, No:4321, 2/520 Taberani, Mucem-i Kebir:440, 19/196,590,1/217, Buhari, Tarih-i Kebir:1002,7/233)

Kaderi inkâr etmeleri :“Şüphesizki , BİZ herşeyi bir kaderle yarattık.” Kamer Sûresi:49 ---> Müşrikler kader hususunda Efendimiz (صلى الله عليه و سلم) ile çekişmek için geldiklerinde bu Ayet-i Kerime nazil oldu (Ahmed İbn-i Hanbel Müsned:2/444) ... “Her ümmetin bir mecûsisi(ateşe tapanı) vardır, bu ümmetin mecûsileri ise “kader yok” diyenlerdir. Onlardan herkim ölürse cenazesinde bulunmayın, hasta olanları da ziyaret etmeyin, onlar deccal'in şi'asıdır, onları deccala ilhak etmek ALLAH üzerine bir haktır.” Hadis-i Şerif (Kaynak: Ebu Davud, Sünnet:17, no:4692,4691, 2/634)

Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) parmaklarından su akıtmasını inkâr : Bayraktar Bayraklı da yukarıda izah ettiğimiz gibi yine ulvi !!! aklını devreye sokuyor ve “Peygamberleri onlara: "Evet biz de ancak sizin gibi bir beşeriz, fakat ALLAH kullarından dilediğine nimetini lutfeder ve ALLAH'ın izni olmadıkça size bir mucize ve delil getirmek bizim haddimiz değildir.”İbrahim-14 Ayeti Celilesinin sadece “Bizde sizin gibi beşeriz” kısmını okuduktan sonra cambazlık yapmaya başlıyor. Halbuki Ayeti Celilenin devamında yine şark kurnazlığıyla izne bağlı bir istisna olan kısımdan hiç bahsetmiyor (yani ALLAH izin verirse mucize ve delil getirebileceklerinden) Ve Peygamber de (صلى الله عليه وسلم) bizim gibi beşerdir , parmaklarından su akıtamaz diye basıyor fetvayı...Ancak Hadis-i Şeriflerde öyle buyrulmuyor: Abdullah b. Mes’ûd (رضى الله عنه)’den rivâyet : “RASULULLAH (s.a.v.) elini suyun içersine koydu parmakları arasından su fışkırmaya başladı. RASULULLAH (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Haydin abdest almaya... Gökten inen berekete geliniz... Hepimiz o sudan abdest aldık.” (Buhârî, Menakıb: 27) Tirmizî Parmaklarından su akıtması mucizesi mütevatirdir. (Mütevatir Hadis-i Şerifi inkâr edenin Dinden çıkmasından korkulur, mütevatir : kalabalık Sahabi topluluğunun رضى الله عنهم rivayet ettiği derecesi en kuvvetli Hadis-i Şeriflerdir.)
Hangi ilahiyat profösörünün hangi dalâlet fırkasına ya da görüşüne mensup olduğunu nasıl anlarız :Mu'tezile fırkası : Mirac yoktur ya da Ahirette ALLAH'u Teâla görülmeyecek diyorsa v.s. (bu fırka şuan yok ancak bu görüş üzere olanlar var. Bu görüş üzere olan çok ilahiyat profösörü olduğu söyleniyor) ...
Vehhabi : Kabir ziyareti yaparsan , Efendimizden (صلى الله عليه وسلم) şefaat istersen müşrik olursun...Camilerde tespih çekilmesine , camilerin çevresine kabir yapılmasına son derece karşıdırlar. Osmanlıya son derece düşmandırlar (Abdülaziz Bayındırın “Osmanlı iyi olsa çökmezdi” sözü düşündürücüdür. Halbuki MEVLA Teâla herşeye ecel takdir etmiştir.). Vahhabi fırkası : ALLAH ın Celle Celalühü (haşa) semada bulunduğuna inanan Tarikat ve Tasavvuf büyüğü Evliyaya (haşa) “Evliyaü'ş-şeytan” diyen bir taifedir. İngilizler tarafından Muhammed bin Abdülvehhâb'a(1703-1792) kurdurulmuşdur .İbn-i Teymiyye’nin akâid ve fıkha dâir eserlerini ciddiyetle incelemiş, onun çarpık görüşlerinin etkisi altında kalmış, katı bir taassupla büyük bir bağlılık göstermiştir. Daha sonra da kendisini müçtehid zannedip çıkmıştır.(Şu andaki Arabistan yönetimi vehhabilik itikadı üzeredir). Vehhabilik yaklaşık son 250 senedir İSLÂM âleminin başına belâ olmuşdur. Bu fırka 17nci yüzyıldan evvel yoktu, ingilizler tarafından Abdulvehhab'a kurduruldu ...
Akılcı taife : Genelde bunların çoğu akıl yürütür , hocaları mason Abduhun izini sadakatle takib ediyorlar ... mesela Abdulaziz Bayındır Kur'an-ı Kerimde; Kur'ana abdestsiz (3) ellenmez diye Ayet göremeyince (malumdur ki Ahkâmı devamlı Ayeti Kerimelerden çıkartıyor müctehit efendi !) abdestsiz ellenebilir diye basıyor fetvayı ...
Dikkat :Bunların ekserisi Ayeti Celileden delil bulamadıkları için ; hayızlı kadın namaz kılar ya da oruç tutar diyorlar. Halbuki ikisinide yapamayacağı Hadis-i Şeriflerle sabittir. Bu mesele 1400 senedir bu şekildedir. Ne namaz kılabilir ne oruç tutabilir ne de cima edebilir. (Peygamber Süleyman على نبينا وعليه السلام zamanından dahi kıssalar vardır bu konuda)

Tavsiye : Dikkat ediniz ki bazıları arapça ilimlere vakıf insanları bile şu veya bu şekilde kendi görüşlerine inandırmak için çeşitli cambazlıklar yapılmaktadır. Mesela alır kitabı Arapça kaynak eserden size bir şey gösterir(muteber kaynak olduğu halde), halbuki bu gösterdiği butlan edilmiş bir itiraz olabilir. Size bak bu kitapta var diye gösterebilir. Dolayısıyla ilmi seviyesi yüksek dünyalığa makam ve mevkiye kıymet vermeyen hususiyetle sultanlardan uzak duran ehli sünnet hocalara danışılması tavsiye olunur...


Hangi ilahiyat Profösörü hangi sakat fetvayı veriyor :
Abdulaziz Bayındır : Vehhabi görüşü üzeredir. EvliyaULLAH'ı ve kabir ziyareti yapanı müşrik ilan eder, şefaati inkar eder. (Mecazı mürselin alakalarını sorsan yada birkaç tanesini sayıp misaller istesen yüzünüze bakakalırlar da, tvlere çıkıp yarım yamalak arapçalarıyla temiz Müslümanları müşrik olmakla itham ederler...)
Evliyayı duada vesile kılmayı, gider arada hiçbir teşbih alâkası yokken müşriklerin putlarını vesile kılmasına kıyas eder... Bu zat, ilahiyat proflarının içinde itikadı en sakat olanlarındandır. Zira Evliyayı(ALLAH dostlarını) müşrik olmakla nitelendirmektedir (haşa).

Hayrettin Karaman : Yahudi ve hristiyanlar Cennete girecek , onlar için imanın şartı ikidir diyor(imanın iki şartına inansın tamam; Peygamberimize صلى الله عليه و سلم ve Kur'an-ı Kerime inanmasada, Cennete girermiş, polemik değil diyalog kitabından)...


Süleyman Ateş : hristiyan ve yahudilerin de (Efendimize (صلى الله عليه و سلم) inanmasa da) Cennete gireceğini iddia etmektedir. “ALLAH’a inanan ve O’na ibadet eden iyi ahlak sahibi insanlar hangi Dinden olursa olsun, Cennete giderler.” diyor. İsa عليه السلام ın ineceğini inkâr ediyor ve ikinci kat semada oksijen olmadığı ve orada nasıl yaşayacağı gibi komik şeyler söylemektedir.) <<<"(Yahudiler) Onu (İsa A.S.) hakikaten öldürmediler, bilakis ALLAH onu kendisine yükseltti, ALLAH Azizdir ,Hakim'dir" Nisa-158-159 >>>

Mustafa İSLAMOĞLU : “Kadere iman tartışmalı fazlalıktır” (iman bilinci sh17.) Cennet ve Cehennemin zamanı gaybi bir konudur. bu konuda konuşmak gaybı taşlamaktır. “bunu ALLAH bilir” diyor(acaba hiç mi Kur'anı Kerim okumadı bu zat): Halbuki: Birçok Ayeti Celile de Cennet ve Cehennemin Ebedi olduğu bildirilmiştir bu zatın dediği gibi gaybi bir konuda değildir. Ayeti Celile'de açıklanan bir şey nasıl gaybi bir konu olabilir ? “Girin Cehennemin kapılarından, içlerinde ebedi kalmak üzere.” Mü'min Sûresi/76Bu zatın hareket tarzı Osmanlı zamanında Müslümanların akâidini bozmak için şii safevi(iran) devleti tarafından dersaadet olan İstanbul'a gönderilen ilmi seviyesi yüksek şii ajanlarının hareket tarzı gibidir. Kendisini Sünni gösteren görevli bir şii olmasından korkulmaktadır...


Bayraktar Bayraklı : 1)Bu zat, Abdulaziz Bayındır gibi, Evliyaya müşrik dememekle beraber Bayındır'ın birçok sapık görüşüne destek vermektedir. Söyledikleri sapık mu'tezile fırkasının görüşleri ile örtüşmektedir. Miracı kabul etmemekte (göklerdeki kısmını), mütevatir olan parmaktan su akıtma mucizesini inkar etmektedir. Ayeti Celileleri kendi kafasına göre en çok kafasından te'vil edenlerdendir... Ayetlere yanlış mana verdiği de müşahede edilmiştir...(Rahman Sûresinde). İlmi seviyesi son derece düşüktür...
2) Deccal yoktur hurafedir diyor. Ancak Hadis-i Şerifler onun söylediği gibi demiyor: (Aşağıdaki Hadis-i Şerifin kaynaklarına dikkat ediniz...) "ALLAH-u Tealâ , Adem A.S. ın zürriyetini yarattığı andan beri yeryüzünde Deccal'ın fitnesinden daha büyük bir fitne olmadı ve ALLAH-u Tealâ' nın gönderdiği her peygamber ümmetini mutlaka Deccal fitnesinden sakındırdı. Ben Peygamberlerin sonuncusuyum , sizde ümmetlerin sonuncususunuz ve O (Deccal) çare yok sizin aranızda (bu ümmetin döneminde) çıkacaktır. Eğer ben aranızda iken çıkarsa , her müslüman için onu ben yenip defederim. Şayet Benden sonra çıkarsa , herkes kendi nefsini savunarak onu yenmeye çalışır. ALLAH' ta her Müslüman hakkında Benim halifem (koruyucu ve yardımcım) dır.” Hadis-i Şerif uzun bir Hadis-i Şerifdir, burada zikredilen kısa bir bölümüdür. (Kaynaklar: İbni Mace , Fiten:33, No:4077 ,2/1359 ,İbni Mace , 4075, 4076, Tirmizi, Fiten:59, No:2240,4/510) (Ebu Davud, Melâhim:14, No:4321, 2/520) (Müslim, Fiten:20, No:2937/110, 4/2250)
3)Miracın MEVLA nın (جل جلاله) huzuruna çıktığını kabul etmemektedirler. Mescidi Aksaya kadar olan kısmı inkar edemiyorlar. Zira oraya kadar olan kısım İsra Sûresinde geçtiğinden inkar eden kâfir olur, göklere yükselmeyi inkar etmek ise sapık mu'tezile mezhebinin görüşüdür, ilahiyat proflarından bu mu'tezile görüşü üzere olanlar bir hayli vardır. Miracın Mescidi Aksadan sonraki kısmını inkâr edene ise “mübtedi” denir.
Tarihçi Doç. Dr. E.Afyoncu dan çok önemli bir tesbit:“Asırlardır o kadar Âlim geçmiş Ebu Suud Efendiden İmam-ı Maturidiye kadar bunların hiçbiri anlamamış, şimdi bizim üç tane ilahiyat profösörü anlıyor.O kadar İSLAM Âlimi geçmiş bu profösörleri kulağından tutsa suya götürür susuz getirir bin kere, onlar anlamamışlar bunlar (ilahiyat profösörleri) üç kuruşluk arapçalarıyla Kur'anı onların (fetvalarının) aleyhine yorumluyorlar”

Dikkat: Problemin temelinde ilahiyat proflarının bir çoğunun kendisini ictihata ehliyetli ve müctehit sanmaları yatmaktadır...


Bu ilahiyat profları sebebiyle “İlahiyat fakültelerini” ve ayrıca Mısır el-Ezherini son yüzyılda görüşleriyle etkisi altına alan, ilahiyat profösörlerinin hocaları :Cemalüddin Afgani : (Selefiye) İngiliz casusu olduğu vesikalarla ispat edilmiştir ve masondur. Gerçekte Afkanistanlı değildir, İranın Esedabad şehrinden olup şii'dir. İSLAM dünyasını ve Müslümanları kandırabilmek için Afkanistanlı ve Sünni olarak tanıtılmıştır(zira Afkanistanda şii ler fazla barınamıyor). Kendisinin şii olduğunu saklaması, şii'liğin temel prensiplerinden olan takiyye icabıdır... Bu bozuk ve tehlikeli zat hakkında Amerikalı Araştırmacı Profösör Nikki R. Keddie (Tarih Profösörüdür) 479 sahifelik bir eser neşr etmiştir.(Sayyid Jamal adDin al-Afgani, a political biography by Nikk R. Keddie) University of Clifornia Press, 1972, Sh:18)

Mason Abduh :(Selefiye) İsmi Muhammed Abduh dur masondur. Muhammed Abduh, 1849'da Mısır'da doğdu. 1905'te yine burada öldü. 1899'da İngilizlerin desteği ile Mısır müftüsü oldu. İbn-i Teymiyenin Ehl-i Sünnet'e aykırı fikirlerine sıkı bir bağlılığı vardı. “Avrupalı müsteşriklerin” ve “felsefî fikir ve yorumlarla yazılmış kitapların” tesirinde kaldı. Hocası Efgânî gibi mason olup masonluğun Ezher'e girmesini temin etti.Yazdığı yazıların Arap milliyetçiliği fikirlerinin uyandırılmasında büyük tesiri oldu. Bu şekilde Mısır ile bazı Arap ülkelerinin Osmanlı Devleti'nden ayrılmasında -kısmen de olsa- rol oynamıştır. Mezheb imamlarını taklit etmeyi bırakıp serbest bir akılla hareket edilmesini istedi ve mezhepsizliği körükledi. •Fîl Sûresi (âyet 3)'nde bildirilen ebâbil kuşlarına "sivrisinek", attıkları taşlara "mikrop" dedi. Zilzâl Sûresi'nin 7. âyetindeki "Zerre ağırlığında hayır yapan, karşılığına kavuşur." meâlindeki âyet-i kerîmeyi tefsir ederken; "Müslüman olsun, kâfir olsun, sâlih amel işleyen herkes Cennet'e girecektir." diyerek Ehl-i Sünnetten ayrıldı. Dikkat edilirse ilahiyat profösörlerinin akıl yürütmede , mason abduh gibi hocalarının izini nasıl titizlikle takip ettikleri anlaşılmaktadır...

Reşid Rıza : İngiliz taraftarıdır. Mason Abduh'un yolundan gitmekte onu üstad kabul etmektedir. Buna rağmen telfik-i mezahib isimli kitabı Diyanet tarafından yayınlanması, bunların taraftarlarının Diyanetin içinde dahi olduğu şüphesini doğurmaktadır... Bu kitap Dinimizdeki fıkhı yıkmak ve ahkâmı oyuncak haline getirmektedir.


Mevdudi : Pakistanlı gazeteci ve politikacıdır, kitaplarında İSLAMın temel inanç esaslarından KADERE İMAN a (imanın temel bir rüknü olarak) yer vermemek suretiyle Ehli Sünnetten sapmıştır. Mevdudi icazetli Din alimi değildir Pakistanda 1970 seçimlerinde 300 milletvekili çıkaracağını iddi etmiş ancak dört milletvekili çıkarabilmiştir.


Seyyid Kutub : Ateşli bir muharrirdir, Ancak bir Din alimi değildir. Kitabından alıntı : “Namazlar, dualar kişisel olup toplumsal karektere sahip değildir. İster belli duaları okumak şeklinde... Bütün bunlar tembellik çağının ürünleridir. Hayat ve hareket çağları böyle şeylere önem vermemiştir.(Seyyid Kutup, İSLAM-kapitalizm çatışması isimli kitabından)”


İbn-i Teymiye :Bu yukarıda zikrediler ilahiyat proflarının görüşlerinden etkilendiği zatlardan olan ve hususiyetle hindistan vahhabilerinin kendilerine bayrak yaptığı İbn-i Teymiye' nin sözlerine bakınca, ilahiyat proflarının bu sözlerinin kaynağı ve kimleri üstad edindikleri biraz olsun ortaya çıkmış oluyor : Meşhur İbn-i Teymiye ne diyor bakalım :
1- RASULULLAH'ın (صلى الله عليه وسلم) diğer insanlardan farkı yoktur. Onu vasıta kılarak dua etmek caiz olmaz diyor.
2- RASULULLAH (صلى الله عليه وسلم) ziyaret etmeğe niyet ederek Medîne şehrine gitmek günahtır diyor. 3- Şefaat istemek için gitmek de haramdır diyor.

Müderris hoca ile ilahiyat profösörü arasındaki fark neden kaynaklanıyor :Fark en başta eğitim aşamasında başlıyor. Mesela medrese sisteminde 500 ya da 1000 sene önce ki orijinal yazma nüshanın matbu nüshası okunur hocadan hocaya intikalle arada nokta fark olmaz. Böylece 500 sene önce okutulduğu şekilde okutuluyor, ecdad neyi nasıl okuttuysa aynı sistem. Modernist görüşler yol bulamıyor. Ayrıca ilmi seviyeleri çok yüksek Medrese hocaları dahi müctehitliğe soyunmaz biz ancak naklederiz der. Dini meselelerde akıl yürüterek eski kitapların aleyhine yeni buluşlar peşinden koşulmaz...
İlahiyat profları ise,müctehitlerin ve büyük âlimlerin görüşlerini beğenmiyor ve ayrıca müctehidin şartllarını, ne hocaları nede kendileri bilmediğinden kendilerini müctehid sanıyorlar (İmam-ı Âzamda bir adam, bende bir adamım – 1000 sene önce yaşamadım diye ictihat edemeyecekmiyim gibi edepsizce konuşuyorlar).
Bazı Kavramların açıklanması :
Müctehitlik : Müctehitlik Efendimizden (صلى الله عليه وسلم) sonra ilk iki veya üç asır gibi kısa bir dönemdir. Şartları çok ağırdır. Mesela sadece bir şartı 300 bin Hadisi Şerifi ravileriyle beraber ezbere bilmektir ki bu sayı milyonları bulabilir . Bununla beraber Müctehitlerin bir işide külli kâideler ortaya koymaktır. Öyle külli kâidelerki yaklaşık 1000 senedir nakzedilemiyor ve o kâideler halen geçerliliğini koruyup okutuluyor.. Bu ilahiyatçılara ise külli kâide nedir diye sorsanız tanımını dahi yapamazlar... Ayrıca müctehitliğin şartları o kadar ağırdır ki, çok meşhur yüzlerce Âlim ve Şeyhülislamlar dahi müctehitlik seviyesine çıkamamıştır ... (imam-ı Birgiviler,Taftazaniler, Molla Cami hazretleri ve dahi Ebu Suud Efendiler , Zenbilli Ali Efendiler رحمهم الله gibi büyük Alimler bile Müctehitlik kapısından girememiştir) Ki bu ilahiyatçı proflar bu müctehit olmayan Alimlerimizin kitaplarını anlamayı bırakın hatasız okuyamazlar bile... Soru :Müctehidler de akıl ile neticeye gitmiyor mu ? El-Cevap : Müctehitler illeti müşterek ile kıyas yapılan hükmü, kâidelere dayandırıyorlar, o külli kâidelerden neticeye ulaşıyorlar, yoksa bu ilahiyat profları gibi kuru akılla değil...


Felsefe : Şimdi bazı ilahiyatçıların (her ne kadar bu sakat kısım ilahiyatçılar gibi olmasada) felsefeye merak saldığı müşahade edilmiştir (felsefenin küfür olduğunu bilmeyen bu zatlar acaba hiçmi eski Ûlemanın kitaplarını karıştırmadı?). Felsefe küfürdür : İmam-ı Gazali'nin رضي الله عنه İbni Sinâ'nın “akıl kâdimdir” demesi sebebiyle küfrüne fetva verdiği rivayeti vardır. İlk felsefe yapan şeytandır "ben ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan." Araf/12 . Felsefecilerin atası Eflatun Hz İsa'nın عليه السلام Peygamber olduğunu bilmiş, ancak “biz yolumuzu bulmuşuz” diye ittibayı reddetmiştir. Bu iş akılla olsaydı izafiyet teorisini bulan ünlü fizikçi Einstein kurtulurdu. Akıl çok sevgili birşeydir, ancak sınırlar vardır, o sınırlar aşılmamalıdır... Mesela ALLAH'u Teâlânın ZAT'ını düşünmek haramdır, sana verilmemiş o kabiliyet, niye uğraşıyorsun keskin kayalıkların bulunduğu uçurumun kenarında...
Bakınız Hûccetül İSLÂMİmam-ı Gazali رضي الله عنه “felsefe” hakkında ne buyuruyor;Felsefenin en sakıncalı kısmı ;ALLAH Teâlâ’nın ZAT ve sıfatlarını akıl gücüyle anlama-ya çalışmaktır. Çünkü, bunun kurcaladığı ilahiyat, akıl yoluyla değil, yalnızca vahiy yoluyla bilinebilir. Akıl bu alanda, karanlıkta yürüyen bir yabancı gibidir. Başka ilimlerin konu-larını felsefe adı altında bir araya getiren felsefeciler, kendilerine özgü ciddî, tutarlı ve makul fikirler ortaya koyamamışlardır. Yaptıkları şey, yanlışlardan, küfürlerden ve tabiat üzerinde mülahaza-lardan oluşan bir takım mezhepler ve ekoller oluşturmaktan ibaret kalmıştır. (İhya-u Ulumiddin)
Din nakilledir, akıl huccet değildir :Bu konu birçok insanın sürçtüğü bir konudur. Bazıları Dini ahkâmı akılla bulabileceklerini zannetmektedirler.Halbuki akıl huccet değildir (4) Şu misale bir bakalım : Zekâtta; 5 devede 1 koyun, 10 devede 2 koyun, 15 devede 3 koyun zekat verilir. 40 koyunda ise 1 koyun verilir... Şimdi aklımızı kullanarak deve misalin-den sonuca ulaşırsak, 80 koyunda 2 koyun, 120 koyunda 3 koyun verilir gibi mantık yürütülür. Halbuki iş böyle değildir: 40 koyunda 1 koyun, 120 ye kadar da 1 koyun zekat verilmektedir. Bakın akıl nasıl durdu. Nakl'in söz konusu olduğu yerde akıl yürütülemez. Ancak nakli bir delil bulunamazsa o takdirde şartlara ve kâidelere riayetle kıyasa gidilir.

Bakalım Sahabe-i Kiram, Mezheb imamlarımız, Müctehitler ve Evliya ile (haşa ) bu 3-5 ilahiyatçı profösör ve görüşleri arasında bir benzerlik var mı ? :
İmam-ı Şafiiرحمه الله buyuruyor : “Bir ihtiyacım olduğunda iki rekat namaz kılar, Ebu Hanifenin رحمه اللهkabrine gider ve orada dua ederdim. O'nun bereketiyle ihtiyacım derhal karşılanırdı”... El Heytemi, el- Hayratü'l-Hisan s.94
İmam-ı Malikرحمه الل: Abbasi Halifesi Ebu Cafer Hacca gittiği zaman Hz Peygamberin (صلى الله عليه وسلم) kabrine ziyarete vardığında orada bulunan İmam Malik'e رضى الله عنه "Ya Eba AbdİLLAH ! Yönümü kıbleye dönüpte mi dua edeyim?” dediğinde “Niçin yönünü ondan çevireceksin Bilakis RasulULLAH'a yönünü dön Onun şefaatini iste” buyurdu. İmam-ı Malik Ademعليه السلام ın yaptığı tevessülü kabul edip fıkhi bir mes'elede delil getirmiştir. (Kaynaklar: Şifâü's-Sikam, Vefa'ül Vefa, El-Mevâhibü'l-Ledünniyye) (Adem عليه السلام hata işlediğinde “Ey Rabbim Muhammedin(صلى الله عليه وسلم) hakkı için SEN'den istiyorum” demiştir.)
Ahmed bin Hanbel : Tevessülü kabul etmektedir. Mensek adlı eserinde yazılıdır.
(Yukarıdaki bilgilerden sonra şimdi; Bazı ilahiyat Prof'larının sakat görüşlerine delil olarak gösterdikleri Sûre-i Fatiha'daki “iyyake na'büdü ve iyyake nes'teîn”(yalnız SEN'den isteriz) Ayeti Kerimesini bu büyük Müctehitler olan Mezheb İmamlarımız anlayamadılar da, yarım yamalak arapçalarıyla bu 3-5 ilahiyatçı profösör mü anladı ? )


Evliyanın kerâmeti mes'elesi :
Akâid okuyanlar bilirler;Akâidde “Evliyanın kerâmeti haktır” geçer.Soru : İlahiyat Profları Evliyanın kerâmetini neden kabul etmiyorlar? El-Cevap : Adamlar, kalabalık Sahabe topluluğunun رضى الله عنهم rivayet ettiği mütevatir rivayetle gelen Peygamberimizin (صلى الله عليه وسلم) mucizesini kabul etmiyorlar bunu nasıl kabul etsin ?
Evliyanın kerâmetini inkâr eden vehhabi zihniyetli ilahiyatçı proflar, keramet yoksa aşağıdaki Ayeti Celileri nasıl izah edecekler ?
1) Seba Melikesi Belkısın tahtını Süleyman على نبينا وعليه السلام ın veziri o kadar uzak mesafeden nasıl göz açıp kapayıncaya kadar getirmiştir?(Neml Suresi-39)
2) Zekeriyya على نبينا وعليه السلام mihrabta kilitli Meryem validemizin yanına ne zaman girse orada o mevsimde bulunmayan yiyecekler bulurdu...(Al-i İmrân-37)
Asaf ve Meryem validemiz Peygamber olmadıklarına göre Ayeti Celilelerde geçen bu kerametleri nasıl izah edebilirler?
Dikkat ediniz ki Süleyman على نبينا و عليه السلام harikulade olarak getirilecek olan tahtı insan ve cinden istiyor, şimdi bu vahhabi kafalılara göre şirkmi işlemiş oluyor (haşa)...
("Ey Heyet kendileri teslimiyyet gösterip bana gelmeden önce, o kadının tahtını bana kim getirir?" dedi. Neml-38)Bu taktirde İlahiyatçı profların kafa yapılarına göre şunusöyleme durumuna düşülmez mi? :Süleyman على نبينا و عليه السلام a niçin ALLAH'tanجل جلاله değilde insandan ya da cinden istiyor ?
Hz Ömer رضى الله عنه hutbe esnasında yüzlerce kilometre ötede İranın Nihavent bölgesinde düşmanla savaşan İSLÂM askerlerini ve Kumandan Sariye'yi رضى الله عنه görmüş “Sâriye dağa, dağa” diye nida etmiştir ve buna Sahabe-i Kiram رضى الله عنهم şahit olmuştur. Sesi duyan Sariye رضى الله عنه tedbiri almış ve geri döndüğünde Hz Ömer'in رضى الله عنه sesini duyduğunu söylemiştir. (İbn-i Kesir Te sir el-Bidâye c.7 sh131)
Hz Yusuf على نبينا و عليه السلامAyeti Celilede “Şu gömleği götüründe (gözleri ona üzüntüsünden ağlamaktan kör olan) babamın yüzüne sürün, görücü hale gelir” (Yusuf Sûresi-93) Şimdi ALLAH'u Teâlâ جل جلاله gömleği şifaya vesile kılıyorsa, o gömlekten çok daha kıymetli olan bir ALLAH dostunu neden vesile kılmasın ?
Adem عليه السلام ın iki oğlu ALLAH'u Teâlâya yaklaşmak maksadıyla O'na kurban sunmuşlardı. ALLAH'u Teâlâya yaklaşmak için garip bir hayvan vesile ediliyor da, vahhabi kafalı ilahiyatçılara göre ise her nedense ALLAH'u Teâlânın kulları olan Evliya-ı Kiram'dan رحمهم الله vesile olmuyor...


Bununla beraber : Vahhabi ve selefilerin görüşlerinin kaynağı ve hocası İbn-i Teymiye devlet ve ulemanın önünde tevessül(vesile kılmanın) haramdır görüşünden dönmüş ve mübah olduğunu kabul etmiştir... el-Bidaye ve'n Nihaye c:14/47 (ancak her nedense bunlar hala dönememektedir.)


Çok Önemli : Hanefi Fıkhı Alimleri altı kuşağa ayrılmıştır (Bu bilgiyi zayi etmeyin kolay bulunacak bir bilgi değildir) :
1- İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed gibi , İmam-ı Âzamın talebeleri olan müctehitler kuşağı . Bunlar İmam Âzamın tesbit ettiği kâidelerden fıkıh âhkamı çıkarma gücüne
sahip kimselerdir...
2- Hassaf, Tahavi, Kerhi, Serahsi, Hulvani, Pezdevi ve başkaları gibi mesheb sahibinden herhangi bir rivayet gelmeyen meselelerde içtihat eden kimseler. Bunlar ne usul ne de
füru da, yani ne delil ve kâidelerde ve ne de delil ve kâidelerden çıkan hükümlerde İmam'ın görüşünden ayrılmaya yetkili değillerdir. Ancak İmam'dan bir rivayet bulunmayan
hükümleri, İmam'ın tesbit ettiği usule göre çıkartma yetkisine sahiptirler.
3-Sadece tahriç, yani kapalı bir sözü açıklamaya veya birden çok manaları verebilen bir sözün hangi manada kullanıldığını kestirme gücünde olan “tahriç sahibi” kimseler
4-Kuduri sahibi ve İmam-ı Merginani gibi, yine tahriç sahibi olup dirayet gücü ile ancak bir rivayeti diğer bir rivayetten üstün görme yetkisinde olanlar...
5-Mukallitler kuşağı. Bunlar -muteber olan dört metin sahipleri gibi- güçlü, zayıf , seçkin ve gevşek görüşleri birbirinden ayırt edebilen kimselerdir...
6-Bunlardan sonra gelen kuşak ki bunlar, semizi, cılızı, sağı , solu ayırt edemiyen kimselerdir... (el-Fevaid-ül behiyye fi teracimil Hanefiye)


Hûccetül İSLÂM İmam-ı Gazali'den رضى الله عنهPERDELER :
Başka bir fırka ise bu rütbeyi geçmiş ve tarikat yoluna girmeye başlamışlar, marifet kapuları kendilerine açılmıştır. Marifet başlangıçlarından her koku aldıkça hayretler içinde kalmışlardır. Buna sevindi ve bu garib haller kendilerini şaşırttı da, gönülleri hep o tarafa aktı. Başkalarına kapalı olan bu kapıların kendilerine açılmasını düşünür ve ona bağlanırlar. İşte bütün bunlarda kalplerinin buna bağlanmasını ve buna iltifat etmesiyle aldanmış kimselerdir. Sâlikin seyr'ü sülûk'unda en büyük perde böyle bir noktada saplanıp kalmaktır. Zira ALLAH'u Teâlâ'ya giden yolun hayranlığının nihayeti yoktur. Her noktada böyle şaşıp duraklasa adımları kısalır ve maksadına ulaşamaz. Bu hükümdarın birini görmek için sarayına giderken, sarayın önünde bir meydan, meydan içinde bir bahçede öyle çeşitli çiçekler ve aydınlıklar görür ki, bundan önce böyle şeyler görmemiştir. Hayranlık içinde bunlara baka kalıp da randevu saatini geçiren gibidir.
Diğer bir fırka bunları da geçti. Yoldaki parlaklıklara ve ikramlara aldırış etmedi, yoluna devam etti ve kurb-i Hakk'a vasıl oldu. Ancak bunun tamamen vuslat olduğunu sandılar. Burada durdu ve işi karıştırdılar. Halbuki ALLAH'u Teâlâ'nın nurdan yetmiş bin perdesi vardır. Sâlik bu perdelerden birine yükseldiğinde, tam vuslata eriştiğini sanır. İbrahim aleyhisselâm'ın sözü ile buna işaret edilmiştir. Nitekim ALLAH'u Teâlâ : «İşte o, üstünü gece bürüyüp örtünce bir yıldız görmüş "Bu benim Rabbim!" demiş» (En'âm:76) buyurmuştur. Bundan murad, gökte parlayan cisimler değildir. Zira İbrahim âleyhisselâm, onları küçüklüğünde de görüyor ve onların ilâh olmadığını biliyordu. Aynı zamanda gökte parlayan tek değil, daha bir çok cisimler de vardır. Cahil bir bedevi bile yıldızları ilâh tanımadığı halde, yüce mevkii ve şerefiyle İbrahim âleyhisselâm, yıldızı Rab kabul edermiydi ? Bunlardan murad, ALLAH'u Teâlâ'nın nur perdelerinden biridir. Bu perdeki sâlikin yolu üzerindedir. Bu perdeler aşılmadan vusûl olmaz. Bunlar birbirinden büyük nurâni perdelerdir. En küçüklerin Kevkeb ve en büyüklerine Şems, aradakilere de Kamer denir. Bu perdelere istiâre olarak yıldız, ay ve güneş adı verilmiştir.
İbrahim aleyhisselam'a göklerin Melekutu, gizlilikleri durmadan gösterildi. Nitekim ALLAH'u Teâlâ : «Biz İbrahim'e kat'i ilme erenlerden olması için göklerin ve yerin mülkünü de öylece gösteriyorduk» (6-En'âm:75) buyurmuştur. Birinden diğerine geçerek yükseldi. Her mülâki olduğu hicapta vâsıl olduğunu sandı. Sonra ilerde daha büyük hicap olduğunu görünce, hemen oraya terakki eder ve orada da aynı şekilde vuslat'ı Hakk olduğunu sanır. Sonra daha ilerde başka bir perde görünce o perdeye ve nihayet en yakın olan son perdeye vardığında bu hicâbı daha da büyük görerek vâsıl olduğunu sandı. Sonra bunda da kemâl derecesinden eksiklik görünce; «Hayır, ben böyle geçici şeyleri sevmem. Yer ve gökleri yoktan var edene yönümü çevirdim» dedi. İşte bu yolun yolcusu, bazı hicâplarda aldanabilir. Meselâ, ilk hicapta duraklayabilir ki, bu ilk hicâp, kulun kendisi ile Rabbi arasındaki zâtıdır. Bu da ALLAH'ın جل جلاله nurlarından bir nur ve emr-i Rabbanidir. Yani Hakk'ın topyekûn hakikatinin tecelligâhı olan sırr'ı kalb'dir. O, bütün âlemi ihâta eder, herşeyin sûreti orada tecelli eder, işte o zaman orası alabildiğine parlar. Zira bütün varlıklar olduğu gibi orada açıklanır. Bu Sırr'ı Kalb evvelemirde üzerine perde çekilmiş bir pencere gibidir. ALLAH'ü Teâlâ'nın nuru kalbde parlayıp perde kalktıktan sonra, bu kalbin sahibi kalbine bakınca, onun üstün cemâlinden hayretlere düşer ve "E'NEL HAKK" demeğe başlar. İşte burası ayakların sürçtüğü bir yerdir.Şayet bunun daha ilerisi kendisine açıklanmazsa buna aldanır, burada kalır ve helâk olur da ilâhi nurlardan olan küçük bir yıldız'ın tecellisine aldanmış olur. Bundan sonra Güneş şöyle dursun, Ay'a bile yükselemez. Burası sâlikin aldandığı bir yerdir. Çünkü burada parlayan ile parladığı yer birbirine karıştırılıyor. Aynaya akseden bir rengi ayna da gören kimsenin, bunu aynanın kendi rengi sanması ve bardağın içine konan şey ile bardağın renklerinin birbirine karışması gibidir. Nitekim şair : "Bardak inceldi, şarap inceldi, birbirine benzediler ve iş karıştı”.- "Sanki şarap var, bardak yok veya bardak ve şarap yoktur" dedi
İşte hristiyanlar da bu göz ile Hz İsâ'ya baktılar. İlâhi nurun kendisinde parladığını görünce şaşırdılar. Yıldızı aynada veya suda görenler gibi. Onu aynada veya suda zannedip elleri ile almak istediler. İşte bunlar aldanmışlardır.
ALLAH yoluna sülûk edenlerin aldandıkları yerler, cildlere sığmayacak kadar çoktur. Bunları son haddine kadar açıklamak bütün mükaşefe ilimlerini izâh ile mümkündür ki, buna ruhsat yoktur. Hatta buraya kadar anlattıklarımızı da açıklamaya lüzûm yok denebilir. Zira ALLAH yoluna sülûk eden kimsenin, bunları başkasından duymasına muhtaç olmadığı gibi, bu yola girmeyenlere de bunları duymak bir fayda sağlamaz, belki zarar verir. Çünkü anlamadığı şeyleri duymakla dehşete kapılır. Ancak bunları duymak, içinde bulunduğu gurur ve aldanıştan kurtarması bakımından faydalı olabilir ve işin kendi zannettiği kısa görüş ve muzahraf mücadelesinden daha mühim olduğunu anlar da, Evliyâullah'ın mükaşefelerinden hikaye edilenleri tasdik eder. Bununla gurur ve aldanışı büyük olanlar yine de eskisi gibi inkârlarında ısrar edebilirler.
Emr-i Rabbani olan şeyleri anlatmaya aklın tahammülü yoktur. Ekseriyetin akılları burada şaşırır kalır. Hele evham ve hayal sahipleri, gözün sesleri anlamayacağı gibi bunu anlamaktan tamamen âcizdirler. Cevher ve arazla mukayyed olup bunların arasında sıkışan akıllar Emr-i Rabbaninin vasıflarının daha başlangıcında sarsılır ve tezelzüle uğrarlar. Akıl ile O'nun vasıflarından bir şey bilinemez. Emr-i Rabbani akıldan başka ve ondan daha üstün bir şey ile bilinir ki o nur, Nübüvvet ve Velayet kandilinde parlar... ALLAH'u Teâlâ'ya vasıl olmak için bir merkez bu merkezin önünde geniş bir meydan, bu meydanın önünde bir eşik ve bir merdiven vardır. Burası Emr-i Rabbaninin merkezidir. Buradaki kapucu ile münasebet kurmayanlar, bu sahaya bile giremez. Nerde kaldı onun sonudaki müşahedeler... (İhya-u Ulumiddin)
Sofiyenin Fena makamı ile tabir ettiği şey; ALLAH'tanجل جلاله başkasından ve kendisinden yok olmuş ve öyle bir hale gelmiş ki, ALLAH'tan جل جلالهbaşka bir şey görmez olmuştur. Bunu anlamayanlar bunu reddederler ve bir doksan boyunda bir adam nasıl yok olur? der de sözlerini anlamadıklarından onlara gülerler. Zaten Âriflerin sözlerinin, cahiller için gülünç olması zaruridir. (Yarasa kuşunun güneşi görememesi , güneşdeki bir kusurdan değil kendi gözündeki kusurdandır)
Bazılarıda yer ve göklerdeki ilahi nurdan lambalarını doldurdu. Zaten ateş değmese bile onların yakıtları parlak olduğu için ışık veriyordu. Sonra yakıta kibriti değdirdikleri anda nûr üzerine nûr olarak parladı da Rabbisinin nûru ile beraber yer ve gök aydınlandı. Hatta Melekut âleminin sırları ortaya çıktı ve herşeyi olduğu gibi gördüler . Sonra onlara ALLAHu Teâlânın edebi ile edeplenerek sükut edin, denildi. Zira yerin kulağı var çevrenizde görüş ve anlayışı zaif olan insanları var. En zayıfınızın durumuna göre konuşun. Yarasanın gözünden perdeyi kaldırmayın. Çünkü o buna dayanamaz. Güneşin geride bıraktığı izinden istifade eden yarasa kuşu gibi, sizinde parlayan nurunuzun döküntülerinden geride kalanlar istifade etmiş olsunlar. Şair: “iyiler meclisinde iyi şarap içtik, zira iyilerin şarabı iyi olur” “içtik ve bardak artığını yere döktük, zira büyüklerin bardağından yerinde nasibi vardır” . Gerçi körü götürmek mümkündür, fakat o da bir hadde kadardır. Yol daralıp kıldan ince kılıçtan keskin olduğu vakit, üzerinden ancak kanadı olan kuşlar geçebilir. (İmam-ı Gazali رضى الله عنه / İhya-u Ulumiddin ) (Alıntı - medresedersleri)


bu arada senin ALLAH'ın şeyt.. olmuş kelimesi adamı Dinden çıkarabilecek çok tehlikeli bir kelimedir...
 

Lavander

Moderator
Katılım
5 Kas 2011
Mesajlar
1,052
Tepkime puanı
322
İş
Öğretmen
Tüm yorumları başından sonuna kadar okudum.Diğer kullanıcıların yaptıkları yorumlara istinaden herhangi bir şey yazmak istemiyorum.Ancak sürekli olarak merak ettiğim şeyler vardır.Müslüman olan arkadaşlarım ile de bunları konuşur tartışırım.Şimdi Müslüman bir aileden geliyoruz büyük bir çoğunluk.Bilinçli olarak Müslüman olmayı seçmiyoruz.Doğuyoruz ve bize ailemiz Müslüman olduğumuzu söylüyor okulumuz da din dersi alıyoruz ve bize söylenen öğretilen bizim birer Müslüman olduğumuzdur.Bu konuda diğer arkadaşlar da bana katılacaktır diye düşünüyorum.Bu şekil de Müslüman olmayı biz mi seçmiş oluyoruz ? Bana kalırsa kesinlikle hayır.Peki farklı bir açıdan ele alalım.İngiltere'de doğdun hristiyan bir ailenin çocuğusun.Şimdi Hristiyan olmayı yine sen seçmedin ? Eğer şöyle bir avuntuya düşecek olursak araştırırdım Müslümanlığın gerçek ve son din olduğunu öğrenir ve Müslüman olurdum diyor isen diğer dinleri araştırıp araştırmadığını sorarım.Aslında tüm kutsal olarak hitap edilen kitaplarda aynı şeyler anlatılır.Bir Müslümanın düşüncesine göre cennete Müslümanlar bir Hristiyanın düşüncesine göre cennete hristiyanlar gidecektir.Sayfalarca bu konu hakkında yazabilirim de bunun gibi bir çok şey var.Ancak kendi açımdan şunu söylemeliyim ki şu zamana kadar çok iyi gelmiş gerçekten tüm kitaplar zekice tasarlanmış ve halen günümüzde devamlılığını sürdürmektedir.Bunları yazan kişilerin gerçekten zeki olduklarına inanmamak elde değil.Düşünün bir ülkede mahkemeler yok kanunlar yok.İnsanları nasıl birşeylerden uzak tutabilirsiniz ? İnsanları en iyi nasıl baskı altına alabilirsiniz ? Senaryo mükemmel tamam bu kadar zaman da devam etti oda tamam.Ama artık insanlar sorgulamaya başladı ve bir şeylerde terslik olduğunu fark etti.İnanmak kabullenmek yıllarca öğrendiğin doğru olarak var olduğuna tamami ile kayıtsız şartsız inandığın şeyleri sorgulamak yahut var olmadığını düşünmek akla yatkın gelmeyecektir bu çok normal.Neyse kalın sağlıcakla

Benim yazımı okumadınız demekki ilk sayfada tam da bunu sorgulayan birşeyler yazmıştım:)
 

biard

Kayıtlı Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
311
Tepkime puanı
7
Ben herkesin kendi doğrusunun olduğuna inanıyorum. Arkadaşınız sizi yola sokamaz. İslam dininin kutsal kitabı kuran "biz istediğimizin kalbini imanla doldurur istemediklerimizin de kalbini kapatırız" diyor zaten. Yani islama göre arkadaşınız ne yaparsa yapsın islam tanrısı allah istemezse inanmanız mümkün değil. Ben size kalbinizi ve mantığınızı dinlemenizi tavsiye ederim. Onlar zaten size kendi doğrularınızı gösterir. Ve ben de her dinin doğru olduğunu düşünüyorum çünkü dediğim gibi herkesin yolu farklı.
 

albus

Kayıtlı Üye
Katılım
1 Ara 2011
Mesajlar
1,049
Tepkime puanı
313
Ateist arkadaşının Hz. Muhammed (sav), Kuran'ı yazdı sözüne cevaben;
Bu sözler çok basit bir mantık ürünüdür. Kur’an ayetlerinin belli sorulara cevap vermek, problemleri çözmek, belli olaylara ışık tutmak ve benzeri konuları açıklamak üzere indiğine dair gerçek, hem Kur’an’ın, hem Peygamber (asv)'in, hem İslam alimlerinin seslendirdiği bir hakikattir. Tefsir usulü literatüründe buna“esbab-ı nüzul” adı verilir.

Burada asıl mesele, Kur’an’a inanıp inanmama meselesidir. Kur’an’ın Allah tarafından Hz. Muhammed (a.s.m)’e indirilen bir kitap olduğuna inanan kimse “Bu sorunlara yerli yerince çözüm getirenin Allah olduğunu”söyler. Kur’an’ın Hz. Muhammed (a.s.m) tarafından -hâşa, yüz bin defa hâşa- uydurulduğunu düşünen bir kâfir ise, ister istemez bu çözümleri getirenin Hz. Muhammed (a.s.m) olduğunu söylemek zorundadır. Zaten bunun başka bir izahı da olamaz.

Elimizde, kırk yönden mucize, 114 suresinden en kısa bir suresinin bile bir benzerini getirmenin hiç kimsenin gücü dahilinde olmadığını söyleyerek, bin yıldan beridir bütün insanlara, hatta cinlere de meydana okuyan, kâinatın yaratışından tutun, ta kıyametin nasıl kopacağına kadar ontolojik, kozmik, arkeolojik bilgilere işaret eden, zaman içerisinde doğruluğu ispatlanmış bir çok gaybî haberlere imza atan ve üstelik okuma-yazması olmayan ümmî bir zatın alinde ortaya çıkan bir Kur’an vardır. Bunu yok saymanın imkânı olmadığına göre, kâfir olanların elinde tek bir seçenek kalır; Kur’an’ın yazarı -haşa- Hz. Muhammed’dir.

Aslında bu tür inkarcıların kafalarını daha iyi çalıştırmaları için onlara kısa bir yol tavsiye etmeyi düşünüyoruz.

“Şöyle oldu da Hz. Muhammed bunun için filanca ayeti Kur’an’a yazdı” türünden çok uzun ve bir çok yönden de tutarsız olduğu ispat edilebilen bir iddia yerine, kısaca “Hz. Muhammed (a.s.m) Hz. Musa (as) ve Hz. İsa (as)’a bakarak o da peygamberliğini ilan etti” deseler, daha kestirmeden bir yol alırlar. Yalnız burada bir tek problemleri var; o da bunların hiçbir peygambere inanmamalarıdır.

Şu ayet-i celile ile bir hatırlamada bulunmayı vicdanî ve insanî bir görev olarak görüyoruz:

“Resulüm! (kıyamet gününde) bir görsen o suçluları: Rablerinin huzurunda, mahcupluktan başları önlerine eğilmiş şöyle derken: “Gördük, işittik ey Rabbimiz! Ne olur bizi dünyaya bir daha gönder! Öyle güzel, makbul işler yaparız ki! Çünkü gerçeği kesin olarak biliyoruz artık!”(Secde, 32/12).

----

Diğer arkadaşını dindarlığa timsal olarak görmemelisin. Çünkü her insan dört dörtlük değildir. Mesela din mantığa uygundur ve mantığı önerir ama arkadaşın tam tersiniz söylüyor.
İyi niyetli de olsa "mantık demek nefis demektir" sözü tamamen yanlış. Nefisin mantıkla uzaktan yakından alakası yok. Nefis istediğin her şeydir, mantıksa sonuçlarını düşünerek doğru karar verme olayıdır.

Diğer sözü "Şeytanın bu dünyada Allah'ın öbür tarafta kazandıracağı" iddiası da tamamen yanlıştır;
1.si; Bu dünyada da kazandıran Allah'tır. İnkar edenede etmeyenede.
2.si; Şeytan bu dünyada da kazandıramaz, bir karı varsa milyarlarca belki daha fazla zararı vardır. Bu konu hakkında binlerce örnek verilebilir.

Sizin düşüncenize gelecek olursak;
Tanrı yarattı bıraktı, bi'nevi Deizm.
-Bunu da alıntı ile cevaplıyorum-

Dinlerin deistler ve deizm hakkındaki düşüncesi nedir? Yaratıcının kurallar koyduğunu söylemek basit bir düşünce değil midir?

Sorunun Detayı;

Dinlerin deistler ve deizm hakkındaki düşüncesi nedir? Yaratıcının kurallar koyduğunu söylemek basit bir düşünce değil midir?


Cevap

Deizm, Yaratanın varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlikte, akla dayalı bir tabii din anlayışı çerçevesinde peygamberliği, ahireti şüphe ile karşılayan veya inkâr eden felsefî ekolün adıdır. Bu düşünceye sahip olanlara da deist denilmektedir.
Soruda geçen konunun anlaşılması için ciddi bir altyapıya ihtiyaç vardır. Bu sebeple konuyu kısa birkaç satırda özetlemek gibi bir imkânımız yoktur. Çünkü, bu konunun anlaşılması, Allah’ı bütün isim ve sıfatları ile tanımak, bu sıfatların neyi gerekli gördüklerini kavramak, ölümden sonraki hayatın varlığına inanmakla mümkündür. Burada birkaç noktaya işaret etmekle yetineceğiz.
Şimdi birkaç noktaya şöyle işaret edebiliriz:
Her konunun kendine has bir uzmanlık alanı vardır. Uzaktan bakmakla bazen bir yıldız, bir yıldız böceği görülebilir. Konuyu yakından bilmeyen kimselerin bir matematik, kimya, fizik formülünü saçma olarak görmesi normaldir. Semavî dinlerin hikmetlerini yakından bilmeyenlerin de bunların saçma olarak değerlendirmeleri kaçınılmazdır.
Bizzat gözümüzün önünde cereyan eden insanların yaratılması, mevsimlerin değişmesi, gece-gündüzün nöbetleşe yer değiştirmeleri, çekirdeklerin meyve veren ağaçlar olması, bir tane mısırdan bin tane alan mısır başaklarının bitirilmesi gibi binlerce olaylar -birer realite olarak- ortadadır. Bu olayların nasıl meydana geldiğini bilimsel olarak anlayıp kavrayan kaç insan vardır. Özellikle üç yüz yıl önce bunların mahiyetini bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Şu var ki, bu olayların, bu gerçeklerin çoğu insanlar tarafından bilinmemesi, bunların gerçekliğine zerre kadar tesir etmemiş ve bu gerçekler yollarına devam etmişlerdir. Dinî konuların bazı kimseler tarafından anlaşılamaması, akıl erdirilememesi, bu gerçeklerin durumunu değiştirmez.
Her devletin, her saltanatın, her sultanın yurttaşlarını -devlete itaat eden ve isyan edenler- diye ikiye ayırması, adalet ve merhametin bir gereği ve sosyolojik bir zorunluluktur. Çünkü, itaakâr vatandaşlar ile isyankâr vatandaşları aynı kefeye koymak büyük haksızlıktır. İnsanları öldüren bir seri katil ile, öksüzleri, yoksulları doyuran, huzurevleri inşa eden vatansever bir hayır sahibini aynı kefede değerlendirmek ne adalete, ne insanlığa, ne de büyüklüğe sığacak bir tarafı vardır. Din olmazsa, iyi ile kötü insanı birbirinden kim ayıracak? Ahiret hayatı olmazsa, zalime kim ceza verecek, mazlumun hakkını kim alacak?
Her padişahın, her sultanın, her hükümdarın kendine itaat eden, nimetlerine karşı teşekkür eden raiyelerini mükâfatlandırması, memurlarına maaş vermesi, yurttaşlarını himaye etmesi, bunun aksine davranışlarda bulunan canileri, katilleri, zalimleri, hırsızları cezalandırması, onları hapse atması, toplumda anarşinin olmaması, otoritenin sağlanması için elbette çok gereklidir. Mevcut otoritenin masumları himaye etmesi onun şefkat ve merhametinin bir gereği olduğu gibi, zalimleri cezalandırması da bu otoritenin izzet ve haysiyetinin korunmasının gereğidir.
Ezelî sultan, ebedî padişah olan yüce Allah’ın sonsuz merhametini göstermek için mahluklarına bin bir çeşit nimet verdiği gibi, otoritesinin haysiyetini muhafaza etmek için de edepsizlere hakkettiği cezayı vermesi de o kadar önemlidir. Hz. Adem (as)’den beri genel prensip olarak kendisine itaat eden peygamberleri ve onlara iman edenleri koruyup kollayan, onların davalarını üstün kılan, kendisine itaat etmeyen inkârcı nankörleri helak eden Allah’ın bu prensibinin varlığı, dinlerin bir vaka olarak var olduklarını göstermektedir.
Eğer ölüm zalim ile mazlumu eşitliyorsa, katil ile maktulü aynı akıbete yolluyorsa, her ikisi de ölmekle ebedi olarak yok oluyorlarsa, hiçliğe gidiyorlarsa, o zaman dünyada numunelerini dünyada gözle gördüğümüz Allah’ın sonsuz adaletini, merhametini bile bile inkâr etmek gerekir.
Adalet, dengelerin gözetilmesi manasına gelir. Gökleri ve yeri, atomları ve molekülleri, yıldızları ve sistemleri ve galaksileri harika bir düzen ve denge üzerine kurmakla sonsuz adaletini gösteren Allah’ın, öbür dünya hayatını yaratmayıp, zalim ile mazlumu aynı kefeye koyması mümkün müdür? Elbette her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı olduğu gibi, ölüm gecesinin de bir mahşer sabahı ve kıyamet kışının da bir haşir baharı olacaktır. Bu da hak dinlerin doğruluğunun en açık kanıtıdır.
Diğer taraftan, kainatın yaratıldıktan sonra kurulmuş bir saat gibi çalıştığını iddia etmek de yersizdir.

Güneşin ışıklarını gösteren bir ayna bu ışıkları sürekli göstermesi için her an güneşin ışığına, ısısına ve renklerine muhtaçtır. Güneş ışıklarını keser kesmez aynanın kendisi karanlığa gömülecektir. Bunun gibi Allah, bizde ve kainatta tecelli eden isimlerini çekse kainat yok olacaktır. Bu nedenle her şey her anında Ona muhtaçtır.

Buna bilimsel bir örnek olarak kendimizi verebiliriz:

Vücudumuz, bir ilaç gibi bir defa yapılan ve sonra öylece bırakılan bir şey değil, daima yenilenen bir terkiptir. Bir sene boyunca bağırsaklarımızda ölen ortalama toplam hücre ağırlığı 90 kg’dır. Ölen deri hücrelerimizin ağırlığı ise 45 kg’dır. Her gün vücudumuzda 200 milyar alyuvar ölür ve saniyede 10.000 alyuvar yaratılır. Vücudumuz altı ayda bir tamamen yenilenen harika bir terkiptir. İnsandaki bu muazzam derecedeki faaliyetin bir salise bile çekilmesi insan hayatının bitmesi için yeterlidir.

Acaba Allah bu kainatı bir kere yapsın ve bütün işleri şuursuz, kör ve sağır sebeplere havale edip çekilmesi mi daha mantıklıdır.

Yoksa bu kainatı sonsuz gücü ile yaratması ve her an tecelli edip kullarını duyması, görmesi ve cevap vermesi mi yaratılış maksadına daha uygundur. Zaten deizmin yaratılış gayesi konusunda bir fikri olmadığı da bilinmektedir. Örneğin, görmeyen, duymayan, aklı olmayan, bir kimseye bir bisikleti bisikletin bir milini bile yaptırmak bile mümkün değildir. Akıllı olan bir kimse, akılsız, kör ve sağır bir kimseye bu işi yaptırabilir mi?

Aynen öyle de Külli bir Şuur sahibi olan Allah, kainattaki bu muazzam derecede cereyan eden düzeni, akılsız, şuursuz ve kör sebeplere havale eder mi?

Bulutlar, denizler, yıldızlar, balıklar, arılar, ağaçlar, havadaki oksijen dengesi, karbon dengesi vücudumuzdaki bu muazzam sistem ve bunları meydana getiren atomlar, akılsız, kör ve sağır oldukları halde bu işi nasıl yapabilsinler?

Kısacası, her şeyi her an yaratan, bilen, gören, varlılarına devam ettiren ve devam etmeleri için her türlü ihtiyaçlarını her an karşılayan bir Allah’ı kabul etmemek, bütün bunların akılsız, kör, sağır, merhamet duygusu olmayan sebepler yapıyor anlamına gelir ki; buna şeytan bile inanmaz.

Ayrıca, Kur’an-ı Kerimin Allah kelamı olduğunu ispat eden binlerce delil deizm fikrini çürütür.

Çünkü deizm dinleri kabul etmiyor. 40 yönle mucize olan Kur’an’ın, sadece bir yönü olan gaybdan haber vermesi ile ilgili 100’den fazla delil vardır. Bunların bir kısmını *** sitemizdeki Kur’an’ın gaybi haberleri başlığı altında izleyebilirsiniz.

Örneğin, Kur’an, Lut gölünün dünyanın en alçak yeri olduğunu yaklaşık 1400 sene önce söylüyor ve bunu bilim dünyası son yüzyılda teknolojinin gelişmesiyle ancak keşfedebiliyor.
Bunun gibi yüzlerce delil, deizm’i çürütür..
Sonuç:

İslâm'a göre alem&shy;deki kanunilik, Allah'ın isterse değiştire&shy;bileceği "meşîet"inden ibaret olduğu için gerek mikro gerekse makro planda mut&shy;lak olarak Allah'ın yaratıcı gücüne ba&shy;ğımlıdır. Dolayısıyla Allah ile âlem ara&shy;sındaki yaratan-yaratılan ilişkisi, deiz&shy;min bir defa olup bitmiş ve artık söz ko&shy;nusu edilmemesi gereken bir yaratan-yaratılan ilişkisi değildir.
Allah'ı âlemden ve insandan uzaklaştıran yanlış bir aşkınlık anlayışına sahip deist iddianın ak&shy;sine Allah "yerin ve göklerin nurudur" (Nür 24/35) ve İnsana "şah damarın&shy;dan daha yakındır". (Kaf 50/16)


***Site ismi vermek yasak olduğundan...

------

Her şeye rağmen iş sende bitiyor ori.
Daha üç gün önce deist bir arkadaşım müslüman oldu.
Dinle hiç bir alakası olmayan ve eskiden İslamiyet ile dalga geçen biriydi.
Neden olmasın?
Mutsuzdu. Hep mutsuzdu. Namaz kılmış, huzur bulmuş. Vesaire....

------

Not: Bende aynen Lavander gibi dün yazdım yazdım sonra birden site dondu, bilgisayarı resetlemem gerekti. Sonra siteye girmeye çalıştım ama bura hep dondu. Ne oluyor lan? diye tepki versemde :D Belkide Gizlimabet'te bu tür konuların açılmasını hiç mi hiç desteklemediğimdendir...


Hayırlısı.
 

osqar

Kayıtlı Üye
Katılım
14 Eki 2013
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Bir zamanlar bir materyalist bir ateist ile birkaç şey konuşmuştum adam inanmıyor. dedim inanırsın incir ağacının dibine gece közü dök , üzerine idrar yaparsan (ağzı arkaya dönerde çarpılınca cinlere) o zaman görünce bazı şeylere inanırsın...

o ateiste şunu söyle , gece yatacağın zaman git aynaya bir bak ve bu halde ölürsem cehennemden hiçbir zaman çıkamayacağım , ebediyen azab ve işkence göreceğim...
 

STiNG44

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Ağu 2013
Mesajlar
105
Tepkime puanı
55
Din dünyanın en güzel ahlaki değeridir din insana neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretir o yüzden dindar bir insanımdır ve insanı dinden uzaklaştıracak tüm felsefeleri araştırdım hepsi çirkinliğe ve pisliğe dayalı bunun farkına varmak insanı dine bağlar o yüzden dine ve tanrıya inanırım tanrı insanın tek sahibidir ....selametle
 

Demir.D

Banlı Kullanıcı
Katılım
22 Ağu 2010
Mesajlar
675
Tepkime puanı
1
Bir zamanlar bir materyalist bir ateist ile birkaç şey konuşmuştum adam inanmıyor. dedim inanırsın incir ağacının dibine gece közü dök , üzerine idrar yaparsan (ağzı arkaya dönerde çarpılınca cinlere) o zaman görünce bazı şeylere inanırsın...

o ateiste şunu söyle , gece yatacağın zaman git aynaya bir bak ve bu halde ölürsem cehennemden hiçbir zaman çıkamayacağım , ebediyen azab ve işkence göreceğim...

Size güvendim ve bu dediklerinizi yaptım.Ama birşey olmadı. Bence siz inancınızı biraz sorgulamalısınız tabi bu dediklerinize gercekten inanıyorsanız.
 

eeemreee

Kayıtlı Üye
Katılım
11 May 2013
Mesajlar
52
Tepkime puanı
0
6 ay olmuş olmamış,hort sayılır belki ama bir mesaj yazmadan duramayacağım. Ben de müslümandım eskiden. Ailem dindar olduğu için bir süre öyleydim. Ama felsefeyi çok severdim ve tanrı insana sorgula demiş dediler bir zaman. İlk başlarda sorgulama yoluna çıkardım, giderdim bir süre; ne zaman tanrıyı kim yarattı sorusuna varsam töbe töbe allahım falan derdim geçerdim. Cevabı olmasa da -en azından bana hiç mi hiç yetmese de- kuranda eksik yok gibi şeylerle kendimi avuturdum. Bir gece artık yeter sevap işliyorum zaten diye başladım araştırmaya. İp koptu orada. Zaten çok eskiden kopmuştu da ben kendimi kandırıyordum(aslında herşeyi affeden allahın kuranla çelişen ama çok iyi birisinin ağzına kaynar metal falan dökmesi bahanesiyle birazda küçüklükten beri aşılanan o korku yüzündendi). Tartışma konusu şu an açmak istemiyorum ama eğer özeleştiri yapmak egomu sarsmaz diyorsanız Efe Aydal diye bir sanatçının Külçe altın dini adıyla çektiği bir videosu var. Geber kafir töbe töbe demeden izlerim diyorsanız çok güzel. Bu arada sitede çok fazla müslüman var,bu kişiler sitenin kalitesini çok düşürüyor. Adminler gerçekten çok çok iyiler ama her başlığın altına da bunu yapan kafirdir,allah birdir non-muslim herkes yanacak bi biz cenette sonsuza kadar parti yapcaz diğerleri ayağımızı yalayacak da yazılmaz ki bre müminler el insaf. Bu arada hiç bir dine hakaret etmedim eğer dikkat ettiyseniz sadece insanlara tepkim.
 

Mahrusa

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Nis 2014
Mesajlar
97
Tepkime puanı
21
Mucizesine şahit olduğum ayetler var ve ne zaman Allah a yönelsem gördügum haberci rüyalar artıyor (ki öyle olmasa da inanırım dünyanin kusursuz insanin harika yaratılısı..) ve ben tesadüflere inanmam. İnanmak için aklı ikna etmeye calısırsak inanamayız akıl tam manasıyla ikna olmaz deştikce deşer inanmak kalbin işidir. Ve bir arkadaş akıl nefs benzetmesi yapmıs katılıyorum bende. Elbette ki dünyadaki herkesin tek ve aynı dine inanması beklenemez. Islamiyete göre de bu böyle . O yüzden tartisarak icinden çıkılacak bir konu oldugunu düsünmüyorum.
 

cassiopaea

Kayıtlı Üye
Katılım
29 May 2014
Mesajlar
120
Tepkime puanı
5
İş
Kasyopya Celseleri
ne düşünüyoruz;
bizde çok derin ve güçlü bi biçimde inanıyorduk, Çocukluğumuzdan itibaren her gece yatmadan belki dakikakalarca ve bazen belki saatlerce Tanrı ile konuşurduk; Sonra ilk gençlik yılları sorgulamlar, Kuran okumaları; Dİğer okuamlar-araştırmalar, İnacanımızın oldukça sarsıldığı ve gidip geldiği dönemler oldu;
Çoğu zaman dinlere inanmayı bıraksak bile, dinlerin anlattığı tanrıya inanmayı bıraksak bile hatta iyi ve başka bi Tanrıya inanmayı sürdürdük, daha iyi-kusursuz, eylemsiz, cezalandırmayan bi tanrıya inanmayı sürdürdük;
Hatta Einstein'in Vİkipedi Panteizm sayfasında da geçen bi sözü vardır, İnsanların eylemleriyle ilgilenen bi Tanrıya inanmıyorum; Evrenin düzeni ve uyumunda kendini gösteren Spinoza'nın tanrısına inanıyorum der;
Sonuç olarak elimizde bugünlerde, Yunus Emre, Mansur, Maharaj ya da Arabi anlatımlarındaki gibi bi varlık ve tanrı anlayışı kaldı;
Tüm varolan birdir ve hepsi ve her şey yarataıcıdır, yaratıcı ile birdir ve aynıdır, Ayrılık ve ikilik yoktur, Yaratıcı ve yaratılmış ikiliği ve ayrılığı yoktur;
 

cassiopaea

Kayıtlı Üye
Katılım
29 May 2014
Mesajlar
120
Tepkime puanı
5
İş
Kasyopya Celseleri
Kuran kitabına ve benzerlerine gelince ise bu çok karmaşık bi konudur bizim içinde inanın;

Neredeyse tüm hayatımızı bu konuları anlamaya ve anlamlandırmaya ve cevaplar bulmaya adadık bizler;
Biz bu konuda Muhammed'in iyi niyetli olduğunu ve evrensel zeka ile ya da bilinçaltı-bilinçdışı ile, ya da dünyadışı bilinmeyen zeka ve zekalar ile içsel iletişim, trans medyumluk, açık trans iletişim benzeri yollarla iletişim kurduğunu/geliştirdiğini düşünüyoruz, Bunun bugünde pratik açıklamaları ve benzerleri mevcuttur; Yan ibizler bu dini bilerek ve isteyerek kurdu demiyoruz; O tanrı ile konuştuğunu düşündü ya da sandı gerçekten ve bunun gerek evrensel-akılsal karşılıkları gerekse psikolojik-dinamiksel karşılıkları ve açıklamları vardır;

Yine bu iletişimleri varlığı anlamak, insanlara yardım etmek/sunmak ve yardım geliştirmek gibi iyi niyetlerle geliştirdiğine inanıyoruz;
ve kendininde bi çok zaman iyi niyetle iletişim geliştirdiği zekaları Tanrı olarak düşündüğü/adlandırdığı ya da sandığını da düşünüyoruz, Ki geçmişte de bunun örnekleri var, İnsan zihni-aklı ya da zekasının tüm bunları geliştirme ve üretme/yapma dinamikleri vardır,

Sonuç olarak ortada bi metin var ve metnin büyük bölümü sembolizmik ögeler ve anlatımlar içermektedir, Bizim için o metin yine de evrensel zeka ile; farkl ızeka kaynakları ile herhangi biçimde iletişimin farklı yansımalarıdır; Bu bizim için-mistik-sembolizmik benzeri veridir ve veri değeri taşır sadece;

Analtılanların tümüne sorgulamaksızın inanmayız ve oradan da o kaynaktanda faydalanırız yeri gelirse;
Ancak biz yine de bize orada analtılan gibi cezalandırıcı, hükmedici-kötücül bi Tanrı biçimlemeyiz ya da buna inanmayız özetle;

Ancak örneğin ateist olarak vb. de tanımlayamayız çünkü; Bütüncül bi tanrı ve kendini bilen yaratmış olan zeka ve sonsuz hayat gibi anlayışlarımız var;
Bize de ister deist deyin, ister-panteist-monist, İsimlendirmeler önemli değil ama aslında bizler gerçek dindarlarız;
Gerçeğin peşinde dinine inanıyoruz ve hiç bırakmadık inanmayı ve aramayı;
ARabi demiş ki ben aşk dinini vaz ediyorum, o dine inanıyoruz;
Yunus demiş ki ışk mezhebi dinimdir benim, o dine de inanıyoruz;

Sonuç olarak bizlerde birlik felsefesine ve birliğe inanıyoruz ve bize dinden ötedir bu; Felsefemiz inancımız dinimi 'bir'dir bizim;
 

veli219

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Ara 2012
Mesajlar
32
Tepkime puanı
0
bütün yorumlari okudum cok güzel yorumlar
bence din demek inanc demek hz muhemmet paygamberimiz olsun ondan daha önce gelen paygamberlerimiz olsun hepsi kötü bir sey yapmamiski kötü bir yazida birakmamis allahin kitaplarida ne diyor harama bulasma günah isleme onu yapma iyilik yap diyor bunlar cok güzel seyler bunlara inanmaktan ne zararimiz olacakki paygamberimiz bütün kafirleri öldürün deseidi yan komsusu yehudi olmazdi , mesela hiristiyanlik sadece hz eysayi taniyor yehudi hz musa ya biz müsülmanlar? bütün paygamberlere inaniyoruz kabul ediyoruz ben bütün paygamberleri ögretmen gibi düsünüyorum onlar bize allahi insanligi dünyayi ögretti . cennet cehennem icin iyilik yada kotülük yamayizki mesela normal hayattada ülkeniz icin iyi bir sey yaparsaniz sizi ödüllendirir cinayet islerseniz kanun cezalandirir biz iyilik yaparsak allahta ödüllendirir kötülük yaparsak cezalandirir en önemlisi yinede kendimiz icin allahin günah dedigi seyler mesela alkohol zina bunlari yaparsak kim zarar görür ? biz allah bizim icin iyi oldugu herseyi sewap diye tanimlamis kendimize zarar veren seyleri günah demis , bu kadar basit düsünüyorum .
aslinda ben inanmiyorum ama iyi insan olacam iyilik yapacam dedigi herkes allaha inaniyor cünkü iyi insan olmak icin allahin dediklerini yapariz seytanin degil .
 

garip_02

Kayıtlı Üye
Katılım
23 Ara 2011
Mesajlar
11
Tepkime puanı
0
Şimdi iki yol vardır bir de mantık vardır..İnsanın mantığı insanı götürdüğü yere kadardır.İnaçlar farklı olsalar bile her inanca sahip insanların iyi ve kötü olmak üzere 2 yol olduğunu bilirler,başka bir durum ise vicdan ve acıma duygusudur...bir çok müslümanım diyenlerde vicdan yoktur,bir çok ateasit insanda vicdan ve merhamet duygusu vardır..yani kısacası senin beynin neyi kabul ediyorsa nasıl yaşamına yön veriyorsa öyle davranmalısın...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst