Gizli Yeraltı Labirentleri

Mu__

Kayıtlı Üye
Katılım
17 May 2009
Mesajlar
35
Tepkime puanı
3
Konum
Ankara
Piramitler'den sonra Antik Mısır Mimarisi'nin en gizemli yapılarından bir diğeri de yeraltı tüneller ve galeriler sistemleridir. Fakat bu konu diğerine nazaran çok daha az bilinir. Çünkü Piramider devasa boyutlarıyla gökyüzüne yükselirken labirentler yer altında kendilerini gizlemiş durumdadırlar.

Atlantisliler'ce Tufan'dan önce başlatılan çalışmalar sonucunda. Mısır çok önemli inisiyatik bir merkez haline getirilmişti. Bu merkezi, yeraltı tüneller ve galeriler sistemleriyle Dünya'nın çeşitli noktalarındaki merkezlere de bağladılar. Ancak yaklaşmakta olan Tufan'dan haberdardılar ve bunun için çeşitli önlemler almaları gerekmekteydi. Bu önlemlerden biri de, bu yeraltı tüneller sistemlerinin sularla kaplanmasına engel olmaktı. Orta Yucatan ve Mısır düz bir araziye sahip olduğu için, buralarda söz konusu amaca yönelik olarak tünellerin içine su dolmasına engel olacak bariyerlere ihtiyaç vardı. İşte bu bariyerlik görevini görmek de piramitlere düşmüştü.

Piramitlerin yapılmasının bir diğer nedeni de buydu... Gizli yeraltı merkezlerini su baskınlarından kurtarabilmek...Böylelikle piramitler, bu gizli yeraltı tünellerinin giriş noktalarına yerleştirildi.

Herodot'un Tarihi Kayıtlan da aynı şeyi söylüyor...

Ezoterik kaynaklarda dile getirilen bu bilgilere benzer sözlere, Herodot'un kayıtlarında da rastlamak mümkündür. Herodot Mısır'la ilgili tuttuğu tarihi kayıtlarında, yeraltında inşa edilmiş olan ve onu bir dünya harikası olarak tanımladığı bir labirentten sözeder. Herodot labirenti bulduğunda, bu muazzam yapının toprak üstünde kalan bölümleri yıkılmış durumdaydı. Labirent'in piramitlerden çok daha görkemli olduğunu belirtmiş ve görebildiği kısmını ayrıntılı bir şekilde tarif etmiştir. Herodot, Labirent'te yarısı yeraltında, öteki yarısı ise yer üstünde bulunan 3000 odaya rastladığından bahseder:

Üst odaları bizzat gezdim ve ayrıntılı olarak inceledim. Binanın bekçileri yeraltı odalarına girmeme izin vermediler. Labirente üzerinde büyük şekiller işlenmiş olan 40 kulaç yüksekliğindeki bir piramidin altındaki muazzam bir yeraltı galerisinden girilerek geçilebiliyordu.

Herodot'un "Labirent" dediği bu yeraltı yapısının iyice yıpranmış haldeki kalıntılarının küçük bir kısmı, Gize'nin Güney-Batısı'nda yer alan Fayum yöresinin Güney-Doğu ucunda bulunan Hauwaret el Maqta yakınlarında Arkeologlarca ortaya çıkartılmıştır. Arkeologlar elde ettikleri bulguların, Herodot'un anlattıklarına uyduğunu da açıklamışlardır.

Yılanoğulları Üçgen biçimli taşların altında...

Çok geniş bir alanı kaplayan yeraltı tüneller sistemlerinin ve bunların ana giriş noktalarında inşa edilmiş olan piramitlerin Tufan Öncesi Kültür tarafından gerçekleştirilmiş olduğundan, Ezoterizm'in tanınmış yazarlarından Mme. Blavatsky de bahsetmiştir.

Mme. Blavatsky "Dzyan Kitabı"na ait olduğunu ileri sürdüğü gizli bir kayıttan bahseder. Bu kayıtta şunlar yazılıdır:

"Bilgelik yılanların inleri şimdi üçgen biçimli taşların altındadır. "

Ezoterizm'de Bilgelik Yılanları ya da Yılanoğulları tanımlamaları Galaktik Irka ait gelişmiş kozmik varlıkları ifade eder. Bu varlıkların bir zamanlar yeryüzüyle irtibata girdikleri tüm eski geleneklerde çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. Mu ve Atlantis Uygarlıkları da bu ırkın torunlarıdır. Yukarıda sözü edilen üçgen taşlar ise piramitler için kullanılmış bir tanımlamadır.

Gize Piramitleri'nin (Keops, Kefren, Mikerinos) binlerce yıllık bir de bekçisi vardır... Bu bekçiliği yapan aslan bedenli insan başlı Sfenks'tir. Tarih boyunca birçok kez kumlar altında kalan Sfenks, en az piramitler kadar sırrını muhafaza eden Mısır'ın bir diğer bilmecesidir. Sfenks sadece Gize'nin kumları üzerinde yükselen dev piramitlerin değil, bunların yanı sıra kumların altında uzanan yeraltı galerileri ve tüneller sistemlerinin de bekçiliğini yapmış ve yapmaya bugün de devam etmektedir. Bir zamanlar iki ayağının altındaki bir noktadan bu yeraltı galerilerine geçilebiiiyordu. Bugün için bu giriş kapalı bulunmaktadır.
sfenks.jpg


Tufan Oncesi'nin Şahidi

Sfenks ilk kez Batı Dünypası tarafından farkedildiğinde büyük bir bölümü çölün kumlarıyla kaplanmış durumdaydı. Napolyon ve askerleri Sfenks'i ilk kez 18. YY'in başında gördüklerinde, anıtın sadece başı ve omuzları çöl kumlarının üstündeydi. Uzun yıllar boyunca Sfenks bu şekilde kaldı. 1816 - 1818 yılları arasında yapılan titiz kazı çalışmalarıyla bedeninin büyük bir bölümü kum altından çıkartıldı. Ancak pençeleri ile pençelerinin önündeki mabetlerin kum altından çıkartılması farklı zamanlarda gerçekleştirilen sistematik çalışmalarla gerçekleştirildi.

Böylelikle 7.3 metre uzunluğunda ve 19.8 metre yüksekliğindeki boyutlarıyla Sfenks yeniden çöl kumlarının üzerinde yükelebildi. Ve o gün bugündür, tüm dünyanın ilgisini üzerinde toplamayı başardı.

Sfenks kendi sakladığı sırlar kadar, başka bilinmezliklere de ışık tutmaktadır. Bunlardan biri de dünya tarihini değiştirecek kanıtlara sahip olmasıdır. Bu kanıtlardan biri, aşınmasının nedenlerinde gizlidir. Günümüzde yapılan birçok araştırma Sfenks'teki aşınmanın rüzgar ya da kumdan çok, su nedeniyle olduğunu göstermektedir. Buna ilk dikkatleri çeken araştırmacılardan biri Schvvaller de Lubicz olmuştur. Bir diğer ünlü araştırmacı J.A. West "Serpent in the Sky" isimli kitabında şu görüşlere yer vermiştir:

Prensip olarak Sfenk'in su erozyonuna maruz kaldığına itiraz etmek mümkün değildir. Eski Mısırın köklü iklim değişikliklerine ve dönemsel su ile ilgili felâketlere maruz kaldığı ispatlanmıştır. Bugünkü kronolojik hesaplamalara göre Mısır'da meydana gelen en son su baskım MÖ. l0.000lerde gerçekleşmiştir.

Bu son derece önemli bir tespittir. Peki bu bize neyi gösterir? J.A. West, bunu tek bir cümleyle şöyle özetlemiştir:

Sonuçla şunu düşünebiliriz Eğer su tarafından tahrip edilmişse, bu erozyona sebebiyet veren Tufan ya da Tufanlar öncesinde Sfenks'in yapılmış olması gerekir.

Evet, J.A. West'in de söylediği gibi Sfenks'in su nedeniyle zarar görmüş olması öncelikle bu yapının Tufan öncesinde yapılmış olduğunu göstennektedir. Çünkü ortaya çıkan tarih, Tufan'ın meydana geldiği tarihe denk gelmektedir. Bu aynı zamanda, Atlantis'in de tarih sahnesinden silindiği tarihtir.

Böylelikle ortaya çıkan bu tarihsel veri, Mısır Tarihin'nin de yeni baştan ele alınması gerektiğini bir kez daha göstermektedir. Hatta sadece Mısır Tarihi'ni değil, tüm Dünya Tarihi'ni de...

Kaynak: Antik Mısır Sırları-Ergun Candan
 

Mu__

Kayıtlı Üye
Katılım
17 May 2009
Mesajlar
35
Tepkime puanı
3
Konum
Ankara
*Agarta ile ilgili ezoterik araştırmalarıyla tanınan araştırmacı yazar Andrew Tomas, Himalayalar'ın altındaki yeraltı galerilerileriyle ilgili görüştüğü Tibetli bir rahiple olan konuşmasını şöyle anlatır:

A.T. - Dağiar'ın altındaki yeraltı galerilerini ziyaret etmiş olan herhangi bir kimse tanıdınız mı?

Rahip - Yüzyıllar boyunca lamalar, gurular ve hatta dışarıdan gelen bazı kişiler buralara girmişlerdir. Fakat birçok şeye tanık olmalarına rağmen, bunlardan pek az bahsetmişlerdir.

A.T. - Oralara nasıl girmişlerdir? Yolu nasıl bulmuş olabilirler?

Rahip - Bir rehber olmaksızın hiç kimse buralara giremez.

A.T. - Çok ender kullanılan bir taş kapıyı açmak çok zor olsa gerek?

Rahip - Tuhafınıza gidecek belki ama, hiç de öyle değildir. Yaşlı bir Lama'dan öğrendiğime göre kapılar sanki yağlanmış makaralar üzerinde hareket ediyormuşcasına kolayca yana doğru kayarmış. Ne var ki, girişin ötesindeki geçit, soğuk mavimsi
alevlerden oluşan bir perde tarafından kapatılmıştır. Buraya ulaşan kişilerin oradan geçmesi gerekmektedir. Uygun bir eğitimden geçmiş olanlar bunu başarır, yeterli olmayanlar ise ölürler... Ateş üzerinde yürüyen ve demir çubukları eriten sıcaklığın etki****lemediği kimselerden haberiniz var sanırım.

A.T. - Evet, biliyorum. Bu anlattıklarınız çok ilginç. Çünkü, yıllar önce Gize'ye gitmiş olan bir arkadaşım gizli bir tarikatın üyesi olan bir Arap tarafından Sfenks'in altındaki bir yeraltı galerisine götürülmüş ve orada sizin anlattığınıza benzer türden bir alev engeli görmüştü. Böyle bir engelle yeraltı galerilerinin korunmuş olduğunu gösteren çok sayıda kaynak vardır.

Rahip - Gizemli harikalar sayısızdır ama onları anlayabilenler pek az sayıdadır.
 

dmkol

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
4,907
Tepkime puanı
529
İş
Web Master
Burada bahsedilen mavi alev ve benzerlerinde, çalışma prensibi çok ilginçtir. Söz konusu mavi alev, sizden beslenir. Siz eğer o alevin sadece bir ışık oyunu olduğuna inanırsanız, elinizde tuttuğunuz fener ışığı kadar zararsız olur fakat siz onu korku veya şüphe ile beslerseniz, nükleer füzyon açığa çıkarabilecek şiddette ve güçte bir enerji akımıyla karşılaşmış olursunuz. Sizin niyetiniz ve inanç otoritenize göre değişir ve muhafız alev değil, kendiniz olursunuz. Orayı koruyan muhafız da, oradan geçmeye çalışan yolcu da sizsinizdir. Hepsi için geçerli değildir muhakkak ama bu da bir çeşididir.
 

Yavuz

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Haz 2010
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Kanımca aslında maddenin bir enerji formu olduğunu tam olarak idrak ettiğimizde, asıl yaman çelişki olan, enerjinin enerjiyle beslenmesi prensibinin üstesinden gelebilecek kudrete erişmiş olacağız. Nasıl ki, çekirdek, içindeki muazzam enerjinin yoğunlaşması sonucu etrafındaki elektronlarla bir denge olusturuyor ise, düşüncelerimizin maddesel varlığımızla uyumu, akıllara durgunluk verecek büyüklükteki enerji potansiyelimize hükmetme gücünü bize verecektir.
 
Üst