GabrieL.
Kayıtlı Üye
Evet, bir nehir gibi akar zaman geçmişten geleceğe doğru. Ama bu geri çevirilmezlik Zaman’ın bir
karakteri değil onun dünyasallaşmış halidir. (ç.n. Orijinal metinde “il est la temporalité même du
temps“ Yani zamandan ve mekândan münezzeh bir Mutlak Zaman’ın dünyevi tecellisidir.) Peki ya
Zaman’ın içinde olan fiziksel olaylar? Geri çevirilebilirler mi? Fizik kanunlarının ters yönde işlemesi
meselesi hakkında ne diyebiliriz?
Zaman Fizik’te t simgesiyle “ete bürünür”. Yani tek boyutludur, tek bir sayı tarihi belirtmek için yeter.
Artı veya eksi ile yönü de değiştirilebilir. Fizikteki bu kullanım TEK BİR ZAMAN OLDUĞUNU ve
ZAMAN’IN SÜREKLİLİĞİNİ peşinen kabul eder. Aslında bu kabul bizim hislerimiz içinde en sağlam
olanına dayanır. Olaylar bazen aynı anda meydana gelebilir ama hiç bir zaman bir boşluk yoktur. Yani
Zaman’ın geçmediği bir zaman yoktur. Mekân’ın aksine Zaman’ın topolojisi çok fakirdir. İki ihtimal
var, ya düz bir çizgi ya da bir çember. Bir başka deyişle ya çizgisel, lineer bir zaman ya da bir çevrim,
döngüsel zaman.
Döngüsel Zaman modeli bir çok mitolojik anlatıda vardır ama sebep-sonuç ilkesine uymadığı için Fizik
Bilimi tarafından terk edilmiştir. Bu ilkeye göre sebeplerin sonuçlardan önce gelmesi zorunludur.
Haliyle Zaman sıralı bir yapıya sahip olmalıdır ki bir noktanın diğerine göre önde/arkada olduğunu
söyleyebilelim. Dairesel zaman kavramı ise zihnimizin ihtiyaç duyduğu sebep-sonuç zincirini
“bozar”.
Zaman’ı temsil eden parametre açık veya gizli olarak bütün fizik formüllerinde vardır. Bu tabi “nahoş”
bir durum zira daha önce de söylediğimiz gibi Fizik Bilimi Zaman’dan kurtulmaya çalışır. Zaman’dan
bağımsız, “mutlak” gerçekleri ifade etmek ister. Bu meseleye çare bulmak için “Tarih” kavramı
üzerinde düşünmek gerekir. Tarih dünyanın Zaman içinde değişime uğradığını varsayar. Oysa
Fizikçinin aradığı ve Zaman’dan bağımsız olan kanunlar değişmezliği peşinen kabul ederler. Peki
dünya bir sistem olarak mı görülmelidir yoksa bir tarih/hikâye olarak mı?
Bu bağlamda fizikçiler Yunan felsefesinin iki zıt ekseni arasında bölünmüşlerdir. Bir yanda
Parmenides, Varlık’ın ve Mutlak Değişmezlik’in düşünürü. Diğer yanda Heraklitos, hareketin,
dönüşümün filozofu.
Çağlar boyu süren bu tartışma iki grubu sürekli karşı karşıya getirdi:
1. Newton ve Einstein gibi Fizik’ten Zaman’ı tamamen silmek isteyenler,
2. Geri çevirilmezlik olgusunun Fizik’in her seviyesinde mevcut olduğuna inanan Fizikçiler.
Temel soru şu: Fizik Bilimi ne için vardır? Zaman’dan bağımsız, Mutlak’ı tarif etmek için mi vardır
yoksa değişimlerin, dönüşümlerin kanunlarını keşfetmek için mi?
Tabi bu noktada şu soruyu da sormak gerek : Her fizik formülünde bir zamana raslamamızın sebebi
nedir? Zaman’ın evrensel oluşu mu yoksa farklı şeylerin bir isim/kavram arkasında toplanması mı?
Termodinamik zaman ile mekanik zaman aynı mıdır? Ya kozmolojik zaman?
Geri çevirilmezlik olgusu ışığında bu konuya eğilelim şimdi: Geçmiş bize yazılmış, sabitlenmiş gibi
geliyor. Tabi ki hatırlayabiliyoruz ama geçmişi hissedemiyoruz. Gelecek ise bütün arzularımıza rağmen
belirsiz. Gerçek ile bir bağı yok, çok sayıda ihtimal var. Günlük hayatta geçmiş ile gelecek arasında bir
simetri yok.
Peki ya fiziksel olayların Geri çevirilebilirliği? Onlara göre de geçmiş ve gelecek arasında farklar var
mı? Belki sizi şaşırtacak ama “zamanın oku” (ç.n. = Zaman’ın akışı, fr. fleche du temps, ing. arrow of
time, timeline) adı verilen bu mesele henüz çözülmedi. Hatta son bilimsel gelişmeler hem soruyu
hem de muhtemel cevapları daha da karmaşık bir hale getirdi. Zaman’ın teorideki yeri sürekli
değişiyor.
Başlangıçta fizikçiler Zaman’ı tıpkı Mekân gibi olayların “içinde” olup bittiği doğal bir çerçeve gibi
düşünmüştü. Daha sonraları yine Fizik’in ihtiyaçlarına cevap vermek için bakış açısı tam tersine
çevrildi. Özellikle de Einstein’in rölativite teorisi ve kozmoloji doğurdu bu ihtiyaçları. Bu yeni bakış
açısına göre Zaman ve Mekân artık fizikî olayları içeren bir çerçeve ya da onların şekli değildi. Tersine
fizikî olaylar onları tanımlıyor ve belirliyordu.
Zaman’ın ölçülebilen temel fiziksel bir büyüklük olarak görülmesi ilk defa Galileo Galilei ile başladı.
Ölçülebilir ve temel fiziksel formülleri birbirine bağlayabilir, sıralayabilirdi. O döneme kadar Zaman
daha çok sosyal olayların bir parçasıydı. Sayılarla, formüllerle bu şekilde iç içe geçmesi nispeten
yeniydi. Galileo Galilei eğik düzlemler kullanarak cisimlerin düşmesini inceliyordu. Katedilen uzaklık
olarak Mekân yerine Zaman kullanıldığı takdirde düşen cisimlerin çok basit bir kurala tabi olduğunu
fark etti. Kazanılan hız düşme süresine orantılı olarak artıyordu.Modern dinamik doğmuştu.
Mekanik Zaman’ın tanımını ilk defa Newton Principia adlı kitabında verdi: Newton’a göre Zaman
homojen bir biçimde akıyordu. Evrensel bir Mutlak idi. Cisimlerin uzay içindeki hareketleri peş peşe
gelen anlardaki konumları olarak tarif edildi. Güzergâh (ç.n. = trajectoire) hesaplamalarında Zaman
dinamiğin dışında bir parametre olarak görünür. Geçmişten geleceğe doğru akan, homojen, mutlak…
Fakat ne gariptir ki Newton’un formüllerini kullanarak hem geçmişe hem de geleceğe doğru “gitmek”
mümkündür. Çünkü Zaman’ın *formül içindeki+ yönünü değiştirseniz dinamiğin temel kanunları
bozulmaz.
Bu matematiksel yönteme göre geçmişten geleceğe yönelik her değişim ve dönüşüm tersinin de
varlığını peşinen kabul eder. Yani tabiat her yaptığının tam tersini aynı süreç ile yapabilir. Newton’un
üzerinde çalıştığı fizikî olaylar (sürtünme ihmal edilirse) gerçekten de ters çevirilebilir. Newtoncu
Zaman ne yaratır ne de yok eder. Sadece olup biten şeylere bir tempo tutar ve güzergâhları işaretler.
Vasıfsız, pütürsüz, bütün anların birbirinin aynı olduğu bir zaman.
Kant daha sonraları bu Zaman-Mekân çerçevesiyle çerçeve içindeki olayların ayrıştırılmasından
istifade edecektir. Kant’a göre Zaman-Mekân insan algısına göre a priori şekillerdir ve tecellîlerin
anlaşılması imkânını koşullandırır. (ç.n. tecellîler kelimesi fr. phénomènes‘in çevirisidir. Bilimsel
anlamda “fizikî olay” olarak da çevirilebilirdi ama kanaatimizce burada Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi adlı
eserindeki fenomen-numen eksenine referans yapılıyor)
Newtoncu kanunların geri çevirilebilirliği 19cu asırda tam bir skandal olarak değerlendirildi. Özellikle
Ludwig Boltzmann, Willard Gibbs, Ernst Zermelo, Joseph Loschmidt, ve daha sonraları Ilya Prigogine.
İlk bakışta fiziksel olayların bir film gibi geriye sarılması insana saçma gelmez belki. Ama 19cu yüzyıl
başında Sadi Carnot ısının mekanik enerjiye dönüşümünün tek yönlü (Sıcaktan soğuğa doğru)
olduğunu ispat etti. 1824′te yayınlanan “Ateşin hareket ettirici gücü üzerine düşünceler” (Réflexions
sur la puissance motrice du feu) isimli çalışması termodinamiğin ikinci ilkesinin bir taslağını içerir ki
son hali 1865′te Rudolph Clausius tarafından verilmiştir.
Öncelikle her fizikî sistem için entropi adlı bir büyüklüğün varlığını kabul edilir. Entropi sistemin
durumu tarafından belirlenir ve “düzensizlik-dağınıklık” derecesini temsil eder. Termodinamiğin ikinci
ilkesi entropi miktarının etraftan soyutlanmış bir sistemde (fiziksel olaylar neticesinde) sadece
artabileceğini söyler.
Meselâ bir küp şekerin ve şekersiz bir kahvenin toplam entropisi şekerli bir kahveninkinden azdır.
Şeker mutlaka eriyecektir ve kahve soğusa bile şeker bir daha eski küp şeklini ve beyazlığını
bulamayacaktır. Termodinamiğin ikinci ilkesi olayların geri çevrilemez olduğu yönündeki önsezimizi
doğrular gibi…
Ama her zaman olaylara biraz daha yakından bakmak gerekir. Fizik kanunları içinde bazıları “temel
kanunlardır”. Çünkü bunlar maddenin en temel “davranışları” ile ilgilidir, her şeyi açıklarlar. Bu
kanunlara mikroskopik denir zira en basit yapı taşlarının, atomların ve moleküllerin kanunlarıdırlar.
Önemli bir saptama yapmak gerekirse bu seviyedeki bütün formüller ters çevirilebilir. Bir parçacığın
güzergâhı hem geçmişte hem de gelecekte aynı biçimde, sadece zaman değişkenini ters çevirerek
hesaplanır.
Ama bu mikroskopik kanunların yanında maddenin davranışını daha genel olarak veren formüller
vardır. “Makroskopik” denen bu formüller büyüklük olarak bize yakın olan fizikî olayların modelidirler.
Ve geri çevrilemezler.Meselâ 1811′de Joseph Fourier tarafından ifade edilen sıcaklık formülü ters
çevrilemez. Sıcaklık tek bir yönde yayılır, sıcaktan soğuğa. Tersi doğru değildir.
Eğer bir hareket veya dönüşüm sadece ve sadece daha küçük hareketlerin birleşmesi ise makroskopik
formüller mikroskopik eşitliklerden yola çıkarak hesaplanabilmeli değil mi? Gelin görün ki
mikroskopik eşitlikler Zaman’a göre ters çevirilebilir iken Makroskopik olanlar değil. Zincirin iki ucunu
birleştirecek halka ne olabilir?
Entropi denen şeyin varlığını nasıl kabul edebiliriz? Mikroskopik seviyede sistemin evirilişi Zaman’a
göre simetrik iken nasıl oluyor da makroskopik seviyede iken sistemin evirilişi dissimetrik (simetriyi
bozucu) bir fonksiyona tabi olabiliyor?
Bu sorgulamayı daha derinlere götürmek isteyen Ludwig Boltzmann Newtoncu mekanik ile
termodinamiğin ikinci ilkesi arasında bir bağlantı bulmak istedi. Çok sayıda parçacığın davranışını
eksiksiz olarak formüllere dahil etme imkânı olmadığından Boltzmann istatistikten istifade etti ve
kesin güzergâh hesaplamalarının yerine ihtimallere yöneldi.
1872′de gaz moleküllerinin konum ve hızlarının fonksiyonu olarak hesaplanacak matematiksel bir
büyüklük ihdas edilebileceğini keşfetti. Çok şaşırtıcı bir keşifti bu zira çarpışan moleküllerin etkisiyle
söz konusu büyüklük bir “denge” noktasına doğru evriliyordu. Şayet gaz denge halindeyse sabit
kalıyordu… sanki Zaman geçmiyormuş gibi. Bir başka deyişle (işaret farkı dikkate alınmazsa)
entropiye benzeyen bir büyüklüğü keşfetmisti Ludwig Boltzmann.
Böylece parçacıkların dinamiklerini hesaplamaya yarayan ters çevirilebilir formüller istatistik olarak
birleştirildiğinde ters çevirilemez makroskopik eşitliklere varılabiliyordu. Buna bakarak Boltzmann
ters çevirilemezlik olgusunu zayıf olasılıklı makro-durumdan daha yüksek olasılıklı makro-duruma
evirilmenin bir sonucu olarak yorumladı.
İzole bir sistemin entropisinin artması moleküler bazda daha muhtemel durumlara evirilmeyi ifade
eder. Termodinamik Zaman’ın oku (ç.n. = Zaman’ın akışı) “düzenli” halden “düzensiz” hale,
dağılmaya, bozulmaya gitmekten ibarettir.
karakteri değil onun dünyasallaşmış halidir. (ç.n. Orijinal metinde “il est la temporalité même du
temps“ Yani zamandan ve mekândan münezzeh bir Mutlak Zaman’ın dünyevi tecellisidir.) Peki ya
Zaman’ın içinde olan fiziksel olaylar? Geri çevirilebilirler mi? Fizik kanunlarının ters yönde işlemesi
meselesi hakkında ne diyebiliriz?
Zaman Fizik’te t simgesiyle “ete bürünür”. Yani tek boyutludur, tek bir sayı tarihi belirtmek için yeter.
Artı veya eksi ile yönü de değiştirilebilir. Fizikteki bu kullanım TEK BİR ZAMAN OLDUĞUNU ve
ZAMAN’IN SÜREKLİLİĞİNİ peşinen kabul eder. Aslında bu kabul bizim hislerimiz içinde en sağlam
olanına dayanır. Olaylar bazen aynı anda meydana gelebilir ama hiç bir zaman bir boşluk yoktur. Yani
Zaman’ın geçmediği bir zaman yoktur. Mekân’ın aksine Zaman’ın topolojisi çok fakirdir. İki ihtimal
var, ya düz bir çizgi ya da bir çember. Bir başka deyişle ya çizgisel, lineer bir zaman ya da bir çevrim,
döngüsel zaman.
Döngüsel Zaman modeli bir çok mitolojik anlatıda vardır ama sebep-sonuç ilkesine uymadığı için Fizik
Bilimi tarafından terk edilmiştir. Bu ilkeye göre sebeplerin sonuçlardan önce gelmesi zorunludur.
Haliyle Zaman sıralı bir yapıya sahip olmalıdır ki bir noktanın diğerine göre önde/arkada olduğunu
söyleyebilelim. Dairesel zaman kavramı ise zihnimizin ihtiyaç duyduğu sebep-sonuç zincirini
“bozar”.
Zaman’ı temsil eden parametre açık veya gizli olarak bütün fizik formüllerinde vardır. Bu tabi “nahoş”
bir durum zira daha önce de söylediğimiz gibi Fizik Bilimi Zaman’dan kurtulmaya çalışır. Zaman’dan
bağımsız, “mutlak” gerçekleri ifade etmek ister. Bu meseleye çare bulmak için “Tarih” kavramı
üzerinde düşünmek gerekir. Tarih dünyanın Zaman içinde değişime uğradığını varsayar. Oysa
Fizikçinin aradığı ve Zaman’dan bağımsız olan kanunlar değişmezliği peşinen kabul ederler. Peki
dünya bir sistem olarak mı görülmelidir yoksa bir tarih/hikâye olarak mı?
Bu bağlamda fizikçiler Yunan felsefesinin iki zıt ekseni arasında bölünmüşlerdir. Bir yanda
Parmenides, Varlık’ın ve Mutlak Değişmezlik’in düşünürü. Diğer yanda Heraklitos, hareketin,
dönüşümün filozofu.
Çağlar boyu süren bu tartışma iki grubu sürekli karşı karşıya getirdi:
1. Newton ve Einstein gibi Fizik’ten Zaman’ı tamamen silmek isteyenler,
2. Geri çevirilmezlik olgusunun Fizik’in her seviyesinde mevcut olduğuna inanan Fizikçiler.
Temel soru şu: Fizik Bilimi ne için vardır? Zaman’dan bağımsız, Mutlak’ı tarif etmek için mi vardır
yoksa değişimlerin, dönüşümlerin kanunlarını keşfetmek için mi?
Tabi bu noktada şu soruyu da sormak gerek : Her fizik formülünde bir zamana raslamamızın sebebi
nedir? Zaman’ın evrensel oluşu mu yoksa farklı şeylerin bir isim/kavram arkasında toplanması mı?
Termodinamik zaman ile mekanik zaman aynı mıdır? Ya kozmolojik zaman?
Geri çevirilmezlik olgusu ışığında bu konuya eğilelim şimdi: Geçmiş bize yazılmış, sabitlenmiş gibi
geliyor. Tabi ki hatırlayabiliyoruz ama geçmişi hissedemiyoruz. Gelecek ise bütün arzularımıza rağmen
belirsiz. Gerçek ile bir bağı yok, çok sayıda ihtimal var. Günlük hayatta geçmiş ile gelecek arasında bir
simetri yok.
Peki ya fiziksel olayların Geri çevirilebilirliği? Onlara göre de geçmiş ve gelecek arasında farklar var
mı? Belki sizi şaşırtacak ama “zamanın oku” (ç.n. = Zaman’ın akışı, fr. fleche du temps, ing. arrow of
time, timeline) adı verilen bu mesele henüz çözülmedi. Hatta son bilimsel gelişmeler hem soruyu
hem de muhtemel cevapları daha da karmaşık bir hale getirdi. Zaman’ın teorideki yeri sürekli
değişiyor.
Başlangıçta fizikçiler Zaman’ı tıpkı Mekân gibi olayların “içinde” olup bittiği doğal bir çerçeve gibi
düşünmüştü. Daha sonraları yine Fizik’in ihtiyaçlarına cevap vermek için bakış açısı tam tersine
çevrildi. Özellikle de Einstein’in rölativite teorisi ve kozmoloji doğurdu bu ihtiyaçları. Bu yeni bakış
açısına göre Zaman ve Mekân artık fizikî olayları içeren bir çerçeve ya da onların şekli değildi. Tersine
fizikî olaylar onları tanımlıyor ve belirliyordu.
Zaman’ın ölçülebilen temel fiziksel bir büyüklük olarak görülmesi ilk defa Galileo Galilei ile başladı.
Ölçülebilir ve temel fiziksel formülleri birbirine bağlayabilir, sıralayabilirdi. O döneme kadar Zaman
daha çok sosyal olayların bir parçasıydı. Sayılarla, formüllerle bu şekilde iç içe geçmesi nispeten
yeniydi. Galileo Galilei eğik düzlemler kullanarak cisimlerin düşmesini inceliyordu. Katedilen uzaklık
olarak Mekân yerine Zaman kullanıldığı takdirde düşen cisimlerin çok basit bir kurala tabi olduğunu
fark etti. Kazanılan hız düşme süresine orantılı olarak artıyordu.Modern dinamik doğmuştu.
Mekanik Zaman’ın tanımını ilk defa Newton Principia adlı kitabında verdi: Newton’a göre Zaman
homojen bir biçimde akıyordu. Evrensel bir Mutlak idi. Cisimlerin uzay içindeki hareketleri peş peşe
gelen anlardaki konumları olarak tarif edildi. Güzergâh (ç.n. = trajectoire) hesaplamalarında Zaman
dinamiğin dışında bir parametre olarak görünür. Geçmişten geleceğe doğru akan, homojen, mutlak…
Fakat ne gariptir ki Newton’un formüllerini kullanarak hem geçmişe hem de geleceğe doğru “gitmek”
mümkündür. Çünkü Zaman’ın *formül içindeki+ yönünü değiştirseniz dinamiğin temel kanunları
bozulmaz.
Bu matematiksel yönteme göre geçmişten geleceğe yönelik her değişim ve dönüşüm tersinin de
varlığını peşinen kabul eder. Yani tabiat her yaptığının tam tersini aynı süreç ile yapabilir. Newton’un
üzerinde çalıştığı fizikî olaylar (sürtünme ihmal edilirse) gerçekten de ters çevirilebilir. Newtoncu
Zaman ne yaratır ne de yok eder. Sadece olup biten şeylere bir tempo tutar ve güzergâhları işaretler.
Vasıfsız, pütürsüz, bütün anların birbirinin aynı olduğu bir zaman.
Kant daha sonraları bu Zaman-Mekân çerçevesiyle çerçeve içindeki olayların ayrıştırılmasından
istifade edecektir. Kant’a göre Zaman-Mekân insan algısına göre a priori şekillerdir ve tecellîlerin
anlaşılması imkânını koşullandırır. (ç.n. tecellîler kelimesi fr. phénomènes‘in çevirisidir. Bilimsel
anlamda “fizikî olay” olarak da çevirilebilirdi ama kanaatimizce burada Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi adlı
eserindeki fenomen-numen eksenine referans yapılıyor)
Newtoncu kanunların geri çevirilebilirliği 19cu asırda tam bir skandal olarak değerlendirildi. Özellikle
Ludwig Boltzmann, Willard Gibbs, Ernst Zermelo, Joseph Loschmidt, ve daha sonraları Ilya Prigogine.
İlk bakışta fiziksel olayların bir film gibi geriye sarılması insana saçma gelmez belki. Ama 19cu yüzyıl
başında Sadi Carnot ısının mekanik enerjiye dönüşümünün tek yönlü (Sıcaktan soğuğa doğru)
olduğunu ispat etti. 1824′te yayınlanan “Ateşin hareket ettirici gücü üzerine düşünceler” (Réflexions
sur la puissance motrice du feu) isimli çalışması termodinamiğin ikinci ilkesinin bir taslağını içerir ki
son hali 1865′te Rudolph Clausius tarafından verilmiştir.
Öncelikle her fizikî sistem için entropi adlı bir büyüklüğün varlığını kabul edilir. Entropi sistemin
durumu tarafından belirlenir ve “düzensizlik-dağınıklık” derecesini temsil eder. Termodinamiğin ikinci
ilkesi entropi miktarının etraftan soyutlanmış bir sistemde (fiziksel olaylar neticesinde) sadece
artabileceğini söyler.
Meselâ bir küp şekerin ve şekersiz bir kahvenin toplam entropisi şekerli bir kahveninkinden azdır.
Şeker mutlaka eriyecektir ve kahve soğusa bile şeker bir daha eski küp şeklini ve beyazlığını
bulamayacaktır. Termodinamiğin ikinci ilkesi olayların geri çevrilemez olduğu yönündeki önsezimizi
doğrular gibi…
Ama her zaman olaylara biraz daha yakından bakmak gerekir. Fizik kanunları içinde bazıları “temel
kanunlardır”. Çünkü bunlar maddenin en temel “davranışları” ile ilgilidir, her şeyi açıklarlar. Bu
kanunlara mikroskopik denir zira en basit yapı taşlarının, atomların ve moleküllerin kanunlarıdırlar.
Önemli bir saptama yapmak gerekirse bu seviyedeki bütün formüller ters çevirilebilir. Bir parçacığın
güzergâhı hem geçmişte hem de gelecekte aynı biçimde, sadece zaman değişkenini ters çevirerek
hesaplanır.
Ama bu mikroskopik kanunların yanında maddenin davranışını daha genel olarak veren formüller
vardır. “Makroskopik” denen bu formüller büyüklük olarak bize yakın olan fizikî olayların modelidirler.
Ve geri çevrilemezler.Meselâ 1811′de Joseph Fourier tarafından ifade edilen sıcaklık formülü ters
çevrilemez. Sıcaklık tek bir yönde yayılır, sıcaktan soğuğa. Tersi doğru değildir.
Eğer bir hareket veya dönüşüm sadece ve sadece daha küçük hareketlerin birleşmesi ise makroskopik
formüller mikroskopik eşitliklerden yola çıkarak hesaplanabilmeli değil mi? Gelin görün ki
mikroskopik eşitlikler Zaman’a göre ters çevirilebilir iken Makroskopik olanlar değil. Zincirin iki ucunu
birleştirecek halka ne olabilir?
Entropi denen şeyin varlığını nasıl kabul edebiliriz? Mikroskopik seviyede sistemin evirilişi Zaman’a
göre simetrik iken nasıl oluyor da makroskopik seviyede iken sistemin evirilişi dissimetrik (simetriyi
bozucu) bir fonksiyona tabi olabiliyor?
Bu sorgulamayı daha derinlere götürmek isteyen Ludwig Boltzmann Newtoncu mekanik ile
termodinamiğin ikinci ilkesi arasında bir bağlantı bulmak istedi. Çok sayıda parçacığın davranışını
eksiksiz olarak formüllere dahil etme imkânı olmadığından Boltzmann istatistikten istifade etti ve
kesin güzergâh hesaplamalarının yerine ihtimallere yöneldi.
1872′de gaz moleküllerinin konum ve hızlarının fonksiyonu olarak hesaplanacak matematiksel bir
büyüklük ihdas edilebileceğini keşfetti. Çok şaşırtıcı bir keşifti bu zira çarpışan moleküllerin etkisiyle
söz konusu büyüklük bir “denge” noktasına doğru evriliyordu. Şayet gaz denge halindeyse sabit
kalıyordu… sanki Zaman geçmiyormuş gibi. Bir başka deyişle (işaret farkı dikkate alınmazsa)
entropiye benzeyen bir büyüklüğü keşfetmisti Ludwig Boltzmann.
Böylece parçacıkların dinamiklerini hesaplamaya yarayan ters çevirilebilir formüller istatistik olarak
birleştirildiğinde ters çevirilemez makroskopik eşitliklere varılabiliyordu. Buna bakarak Boltzmann
ters çevirilemezlik olgusunu zayıf olasılıklı makro-durumdan daha yüksek olasılıklı makro-duruma
evirilmenin bir sonucu olarak yorumladı.
İzole bir sistemin entropisinin artması moleküler bazda daha muhtemel durumlara evirilmeyi ifade
eder. Termodinamik Zaman’ın oku (ç.n. = Zaman’ın akışı) “düzenli” halden “düzensiz” hale,
dağılmaya, bozulmaya gitmekten ibarettir.
Tüm bunların ötesinde peki sizce zaman nedir?