aris
Kayıtlı Üye
- Katılım
- 3 Tem 2008
- Mesajlar
- 660
- Tepkime puanı
- 143
Yolculuk ve İnisiyasyon
Gezgin, filozof, tüccar, serüvenci, turist, ozan, hacı, öğrenci… kim olursa olsun, yola düşmeye karar verip de, yolculuğun ruhunda ve bedeninde bırakacağı silinmez izleri keşfetmeye karar verenler… ulaşmayı amaçladığınız uzakların birden fazla anlam boyutunda var olduğunu bilmelisiniz.
(Derleyen: Gülüm Omay)
Önce düşünüzde canlandırdığınız uzaklar vardır; sonra tarihsel ve kültürel bir gerçeklik olarak gizlerini çözümleyeceğiniz uzaklar vardır; en sonunda sizi kendinizden başkası durumuna getirecek olan değiştirici, dönüştürücü aşkın uzaklar vardır. İşte yolculuklar bu uzakları ve kendinizi bulmak için yapılır.
Bu cesaret isteyen deneyimlerin kesiştiği yerde yolculuğun doğası ve gerçek anlamı, tıpkı ham mermere biçim veren bir yontucu gibi, kişiliğinizi biçimlendirecektir. Ne var ki, bu biçimlendirmenin denetimi asla sizin elinizde olamaz, çünkü varlığınızın yeniden yaratılma eylemi her an hiç umulmadık, hiç beklenmedik yeni anlamlarla zenginleşecektir. Bu yüzden, yolculuk deneyiminin özünde, bir değişim, bir farklılaşma, bir başkalaşım vardır; kısmen silinen bilgisizlik ile hep daha yetkinin ardında olan bilginin oluşum sürecidir yolculuk.
Yaşanan gerçek bir deneyim olarak yolculuk, usun evrene doğru giderek artan biçimde açılmasını, evrenselleşmesini; gerçek yurdumuz, asıl vatanımız olan dünyamızı kucaklayabilmemiz için, göbek bağı ile bağlı olduğumuz kişisel gerçeklerimizden uzaklaşmamızı sağlar.
Yolculuk, zaman ve uzam içinde basit bir yer değiştirme eylemine indirgenemez. Daha engin, daha evrensel, ancak yine de kişisel olabilecek bir bilginin keşfedilmesinin göstergesidir. Böylece, insanoğlu ile yolculuk arasındaki harikulade mitolojik ilişki, birer “Homo Peregrinus” (Gezgin İnsan) olarak gerçekleri bıkmadan arayışımızın ve özgürleşmemizin altını çizer.
Öyleyse saltık olarak yolculuk deneyimi, ister bilinçli isterse safdilce yapılsın, doğrudan gerçekleri arayışımızı vurgular: bilginin kaynağından kana kana içmek; gözbağlarının aldatıcılığından ve bağnazlığın önyargılarından arınmak demektir yolculuk. Böylece deneyim bilgiye dönüşür ve yolculuk iki kutuplu bir arayışa yanıt verir: kendini yenileme arzusu ile sınırları olmayan bilginin eteğinden tutmak.
İlk insanlar için yolculuk, kendi toplumu ile olan tüm bağlarını koparmak anlamını taşırdı. Yola çıkmak, simgesel olarak başkalaşmak, artık eskisi gibi olamamak ve tıpkı Odysseus gibi yitip gitmek demekti. Yolculuk bu anlamda kaosu yaşamak, kargaşanın ortasına atılmaktı; ama bireyin gerek duyduğu yenilenmeyi de sağlardı. Yitip gitmenin, sayısız fizik, psikolojik ya da psişik tehlikelerle yüzleşmenin, insanı olmak istediği biçime sokacağı varsayılırdı. Odysseus, bir daha kendisi gibi olamayacaktı; o başkası olmuştu ama bu değişim gerekliydi.
Bu yalnızca Grek düşüncesi için geçerli olan bir yaklaşım değildi.
Dünyanın diğer köşelerinde de yolculuk, benzer anlamları içermektedir.
Hindu mitolojisinde Mahabarata destanı, on üç yıl sürgüne giden Pandava ve Kaurava’nın öyküsünü anlatır. İ.S. 5. yüzyılda Gautama Sidharta, kendi kapalı dünyasından, saraydan ayrılır; yaşamla yüzleşmeye, dünyayı tanımaya karar verir; Budizm bu öyküden kök alır.
İbrahim, kendini ve ailesini yolculuğa adar. Musa’nın Sina’da yolculuğu, İsa’nın çöllerde gezişi, Muhammet’in hicreti neredeyse aynı yolculuk temalarını işler.
Çinliler için yolculuk kutsal Kouen Louen dağını hedefler. Masallarda yolculuklar hep Kaf dağına yapılır.
Bir de sürekli yolculuk yapan uluslar vardır: Bengal körfezinde Mokenler, Kuzey denizlerinde Vikingler, Sahrada Tuaregler, Asya bozkırlarında Moğollar, Afrika savanlarında Masailer ve neredeyse her yerde Çingeneler yaşam biçimlerini yolculuğa odaklamışlardır. İnsan soyunun uzaklara duyduğu özlemin doruk noktası, gezegenler arası yolculuk düşlerinin gerçeğe dönüşümü Armstrong’un 1969’da aya adım atmasıdır. Yolculuk bir kaçış değil bir arayıştır. Ocak başından hiç ayrılmayan köyün delisi, yolculuğa çıkan büyük çılgının yanında pek uslu bir çocuk gibi kalır; her bilgi kendi bedelini ödettirir.
Yolculuk teması, mitolojinin yansıması olarak edebiyatta da çiçek açar: Dante’nin anlattıkları, Swift’in Gulliver’i, Rabelais’nin Pantagruel’i, Bin Bir Gece Masalları’nın denizci Sinbad’ı, Jules Verne’nin serüvenleri, hatta Goethe’nin “Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları” öyküsü.
Yolculuk olanaklı olmasa, kendi bildiğimizden farklı bir kültürel, fizik ya da düşünsel bir evreni tasarlamak da olanaksız olurdu. Çölde yaşayan biri olsak, Arktik bankizlerinde yaşayan bir Eskimo’nun yaşamını düşünebilir miydik? Kendi deliğimizden hiç çıkmadan, bir Kızılderili’nin ya da bir Çinli’nin yaşamını nasıl bilebilirdik?
Evrensel bir düşünce, dünyayı kucaklayan insancıl sevgidir yolculuk.
İnsan, safça yolculuk yaptığını düşünür; ama aslında yolculuk insanı bozup yeniden yapmaktadır. Öyleyse tüm yolculuk deneyimi; yolcu, yolculuk ve yaşanan durumlar arasında sosyal ve tarihsel düzeyde bir etkileşim, diyalektik bir sarmal oluşturmaktadır.
Gerçek Bir Deneyim Olarak Yolculuk Ve İnisiyasyon
Bazen yolculuk yıllarca süren bir yaşam eğitimi olarak da görülür.
Bir bilgi edinme süreci, bir bilinç açma pedagojisi olarak belirir.
Bu durumda yolculuk bir araç olur; çırakları eğiten bir bağlılık, kişisel düzeyde değişimler ağı, toplumsal yaşamın ve bilincin kültürel ve simgesel sermayesinin oluşumu anlamına gelir.
İngiliz soylularının Büyük Turu, Fransız Compagnonage üyelerinin inisiyasyon gezileri, Ortaçağda operatif masonların yapıdan yapıya dolaşmaları gibi…
Yolculuk böylece bir meslek, bir sanat biçimine dönüşür; “yolculukla oluşma sanatı”, “yolculukta var olma sanatı” haline gelir.
İnisiyasyon serüvenine atılma, ezoterik bir örgüte katılma amacını içeren bir kendini değiştirme, kendini inşa etme çabasına dönüşür. O zaman yolculuğun doğası ve biçimi, özgün bir dil biçimini alır: gemiciler için harita, Compagnonlar için baston, masonlar için pergelde olduğu gibi, simgesel nesneler, işaretler, parolalar üzerine kurulan farklı bir dil olur. Bu dil, yaşanan dış dünyanın tortusu, keşfedilen iç dünyanın anahtarı olur. Yolculuk deneyimi ile simgelenen nesnel dünya, kendini oluşturmanın halkalarıdır.
Yolculuk bir dil haline gelir dedik… Yolculuk deneyimi ile ulaşılan bir evrenin okunması için gerekli ve zorunlu bir olgudur bu dil. Belirgin, özgün bir dil, Logos (us ve söz) olarak kendini oluşturur ve yolculuk, sadece onu yaşayan kişi için kişisel açılımları olan bir anlam taşır.
Yolculuk burada düşlere yapılan soyut bir yolculuk değildir. Operatif mason örgütlerinde, ancak ekmeğini diğerleriyle paylaşınca kardeş olunur. Örgütün vazgeçilmez bu somut toplumsal bağı, eylem içinde düşünceyi geliştirir ve adına “inisiyatik yolculuk” denen bir tinsel durumu sağlamlaştırır. İnisiyatik yolculuğa, kimi zaman labirent adı da verilir. Ne var ki bu labirent, ne bir tuzaktır ne de içinden çıkılması olanaksız kapalı bir kutu; meslek örgütünün toplumsal bilincine ulaştıran ve onu inşa eden, yaratan bir devinimdir. Bu devinim, kardeşlerin ruhunda sarsılmaz değerleri sabitleştirir. Geleneksel olarak, operatif mason dünyayı keşfetmek için yola kendi evinden çıkar. Yıllar sonra yerleşmek ve evlenmek için yine evine dönecektir. Yerleşme ve evlenme, yolculuğun sonu ve bir başka yaşamın, bir başka serüvenin başlangıcıdır.
Simgesel Yolculuk
Yolculuk, bir inisiyasyon sürecidir. Bir gerçekleri arayış ve gerçekler tarafından özgürleştirilme sürecidir. Bir bilinçlenme- aydınlanma sürecidir. Bu nitelikleriyle asla sona ermeyecek bir süreçtir.
Değişen toplumsal koşullar, ezoterik meslek örgütlerini ortadan kaldırmıştır. Varlığını sürdüren ezoterik örgütlenmeler, artık yolculuğu gerçek bir deneyim olarak yaşayamamaktadırlar. Ama, bireysel değişim-dönüşüm eylemini göz ardı etmemişler; yolculuktan vazgeçmemişlerdir. Artık inisiyasyon uğruna yaşanan gerçek bir yolculuk değil, simgesel bir yolculuktur. Tıpkı Marcel Proust’un şu sözlerindeki gibi; “Gerçek yolculuk, başka diyarlara doğru yol almak değildir, gerçek yolculuk başka gözlerle bakabilmektir.” Simgesel yolculuk, bizlere başka türlü bakabilmeyi, başka gözlerle de görebilmeyi sağlar.
Simgesel yolculuk olarak ezoterik inisiyasyon; bireyde, varlığın bir alt aşamasından bir üst aşamasına geçişi psikolojik olarak gerçekleştirmeye yönelik süreçtir. Burada amaç, bir takım simgesel eylemler ve fiziksel edimler aracılığıyla, bireye yeni bir yaşama "doğmak" üzere "öldüğü" duygusunu aşılamaktır.
İnisiyasyon yoluyla, kişi daha "yetkin" bir tinsel duruma girmekte, "üstün" bir evrene ulaşmaktadır. Bu simgesel yolculuğun temel işlevi, kişinin, dış yaşamındaki her türlü koşullu durumunun ötesine geçmesidir. Bu bakımdan inisiyasyon, kişilerin varoluşsal rejimlerinde kökten bir değişim-dönüşüm yaratmalıdır.
Uygulanan tören, ritüel, ayin, alegorik öykü ve efsanelerin simgesel özü, birbirine oldukça benzeyen bir ana tema etrafında şekillenir: tüm ezoterik örgütlerde, inisiyasyon süreci, "karanlıklar" (ölüm) içine yapılan bir yolculukla başlar. Bu aşama boyunca yolcu, kendisinde öldüğü duygusunu yaratmayı hedefleyen, bir takım korkutucu olaylar ve mekânlar içine sokulur, çeşitli sınavlara tutulur. Bu aşama, bir tür “descendio ad inferno”, yani cehenneme iniştir (tıpkı Orpheus, Osiris, Attis Persephone, Tammuz, Adonis gibi). Işığı arayan kişi, her şeyden önce tüm geçmişinden sıyrılmalı, öznel yaşamının üzerinde yoğunlaştırdığı önyargılardan arınmalıdır. Bu bir kökten özeleştiri eylemidir.Yolcu, bu aşamada ölmeli, yeniden bir çocuk olarak, üstelik çırılçıplak bir çocuk olarak canlanmalıdır.
Gerçekleri aramaya başlayan kişi, önceleri körlemesine yol alır.. El yordamı ile, her adımda sendeleyerek ilerler. Aydınlanmış olanların, daha önce aynı yolları kat etmiş olanların yardımı olmaksızın, yol boyunca karşısına dikilen engelleri nasıl aşacağını bilemez..
Olguların, nesnel gerçekliğin ve algılar evreninin alanı olan Batıdan yola çıkarak, Kuzeyin karanlıklarına doğru yönelir. Dante’nin ve Virgilius’un anlattığı, cehennemin girişini işaret eden ünlü altın dalı bu karanlık ormanda bulmalıdır. Persephone’ye adanmış olan altın dal, “Tümevarım” becerisidir. Bu beceri yolcuya gözlemlediği olguları genelleştirme yeteneğini sağlar. Ne var ki, bu düşünsel beceri yalnız başına yetersizdir ve yolcuyu en hatalı varsayımlara sürükleyebilir.
Yolcu, yanılgılardan yanılgılara sürüklenir. Bunların her biri, yolcunun kaçınması gereken tuzaklardır. Mücadele zorlu ve uzun sürecektir. Bu uğraşın sonunda yolcu; soyutlamanın, öznel gerçekliğin ve duyumlar evreninin alanı olan Doğuya ulaşır. Gelişen ussal ve sentetik kavramlar sayesinde, olguların gerçek yönlerini fark etmeye başlar. Güneyde yol alırken “Tümdengelim” becerisi de gelişir.Genelleştirip soyutladığı olguları, oluşturduğu kavramları yeniden özele indirgeyebilecek, pratikte sınayarak bilgi biçimine dönüştürecektir.
Yeniden Batıya doğru yol alır. Ancak yol zorluklarla doludur. Sonunda yolcu en büyük yorgunluklara göğüs gererek bir yamaca tırmanır. Enginliklere egemen olan bir yüksekliğe ulaştığı için sevinmesine zaman kalmadan, şiddetli bir fırtına patlar. Şimşekler çakar, yer sarsılır, tipi dondurur ve sonunda güçlü bir bora yolcuyu başladığı noktaya geri savurur. Toplumsal düşüncenin güçlü rüzgarı, bireysel yaklaşımın iskambil şatosunu yerle bir ediverir.
Simgesel yolculuk insan yaşamını simgeler. Tutkuların karmaşası, farklı çıkarların çatışması, girişimlerin zorlukları, bize engel olmaya ya da zarar vermeye çabalayan rakiplerin yarattığı sayısız engeller, tüm bunlar aşılan yolun düzensizliği ile, etraftaki gürültü ile anlatılmaktadır.
Yolcu, güçlükler içinde ince bir yoldan yürür. Koruyucu kollar olmasa belki de uçuruma yuvarlanacaktır. Tek başına, yalnızca kendi kaynaklarına dayanarak ve sadece yaşamda başarıya ulaşmak hayali ile kafasını doldurmuş olanların, harcadıkları onca çabaya karşın, sonunda elde ettikleri sadece umutsuzluk ve yıkıntılar olacaktır. Bencillik, en felaketli sonuçlara sürükleyen aldatıcı bir rehberdir.
İlk denemede cesaretini yitirmemek gerekir. Umutsuzluğa kapılanlar, hatalarının nedenlerini kavrayamaz ve aynı hatayı yinelerler. Yolcu bu kez dikkatle, sakınarak ilerlemektedir, deneyimleri onu titizleştirmiştir. Eski tuzaklardan duyduğu kuşku ile, kimi zaman tereddüt etmekte, bazen duraksamakta, bazen yavaş, bazen hızlı yürümektedir. Belirsizliğin ağırlığını ruhunda duyumsamaktadır. Kendine pek güveni yoktur, ürkektir; ulaştığı beklenmedik sonuçlar karşısında geri adım atmaktadır. Yeniden güvenini kazanması için, yolcunun su ile arınması gerekir. Bu işlem, tüm kuşkuları gideren düşünsel bir yenilenmedir. Usu yanılgıya sürükleyen tüm hayaller suyun arıtıcı niteliği sayesinde yok olur.
Yolcu, dış yaşamın sıradan bilgilerinin akıntısına direnmeyi de bilmelidir. Özellikle, başkalarının düşüncelerinin tutsağı olmadan, kendi özgün, yaratıcı düşüncelerine güven duymalıdır.
Önceki yolculuğun kulakları sağır eden gürültüleri yerine, boğuk sesler, kılıç şakırtıları vardır. Kılıçlardan yayılan sesler, onu kuşatan ve ele geçirmeye çalışan bozguncu etkileri yok etmek için sürekli olarak vermek zorunda olduğu savaşı anımsatır. Kötü tutkuların egemenliğinden sıyrılmak için sürekli mücadele etmek zorundadır. Bilge kişi, etrafındaki bencil tutkuların dizginlerinden boşalttığı çekişmelerden uzak kalmayı becerir. Çatışan çıkarların göğüs göğse dövüştüğü kanlı alanları istifini bozmadan aşar, kendi çıkarları uğruna iştahları doyurmayı ve nefretleri bilemeyi iyi bilen sorumsuz muhterislerden kendini sakınmayı becerir.
Ancak kötülüklerden ve hatalardan sakınmak yeterli değildir. İnsanlar arasında pek nadiren bulunan gerçek bilgeliğin göstergeleri olan diğer erdemler henüz uzaklardadır. Bir sınav daha gerekir, zira “Aydınlanmış” olma niteliği henüz ele geçmemiştir. Cehennem Kraliçesi ile yüz yüze gelmek için, yani kendini gizleyen derin gerçeği kavrayabilmek için yolcu, ateş çemberini de aşmak zorundadır. Ateşten gömleği sırtına giyer ve amacına sağ salim ulaşmak için adımlarını sıklaştırır.
Hiçbir güçlükle, hiçbir engelle karşılaşmadan, hiçbir ses duymadan yürür. Bu son yolculuğun kolaylığı, alevlerin ve tutkuların saldırısına dinginlik ve sükunet ile karşı çıkmayı beceren yolcunun gösterdiği azmin ödülüdür. Sağlıklı yargılarda bulunabilecek beceriye ulaşmıştır; Yeraltı tanrısının sarayına, bilginin ve gerçeğin odağına kadar girmesine izin veren bu özelliğidir.
Yolcu alevlerin yani tutkuların arasından yanmadan geçmiştir. Ne var ki, bu alevlerin iyilik yayan sıcaklığı içini kaplamış, onu aydınlatmıştır. Aydınlanmış heyecan, yolcunun yararlanmayı bilmesi gereken bir gizil güçtür, zira yalnızca o büyük amaçları gerçekleştirecek enerjiyi sağlayabilir. Canlı bir gayret, direşken bir çaba, bilgece yönlendirildiği zaman yolcuyu soylu ve eli açık olan her şeye ulaştırır. Artık kardeşleri için yüreğinde beslediği derin sevginin ateşini asla söndürmemeyi becermelidir. Artık yolcudan bir sevgi ışıması yayılacak, onu iyilik dolu bir aydınlıkla çevreleyecek ve onun en umulmadık başarılara ulaşmasını sağlayacaktır.
Yolcu, artık kendisinden farklı bir kişi, gerçek bir kişi olabilecektir. Işık parlamış, yol artık açılmıştır. Kendindeki bilgeliği, gücü ve güzelliği keşfedecek, içinde gizlediği sevgiyi ve hakikati ortaya çıkarabilecektir.
Yolcu, artık aydınlanmıştır…
Gezgin, filozof, tüccar, serüvenci, turist, ozan, hacı, öğrenci… kim olursa olsun, yola düşmeye karar verip de, yolculuğun ruhunda ve bedeninde bırakacağı silinmez izleri keşfetmeye karar verenler… ulaşmayı amaçladığınız uzakların birden fazla anlam boyutunda var olduğunu bilmelisiniz.
(Derleyen: Gülüm Omay)
Önce düşünüzde canlandırdığınız uzaklar vardır; sonra tarihsel ve kültürel bir gerçeklik olarak gizlerini çözümleyeceğiniz uzaklar vardır; en sonunda sizi kendinizden başkası durumuna getirecek olan değiştirici, dönüştürücü aşkın uzaklar vardır. İşte yolculuklar bu uzakları ve kendinizi bulmak için yapılır.
Bu cesaret isteyen deneyimlerin kesiştiği yerde yolculuğun doğası ve gerçek anlamı, tıpkı ham mermere biçim veren bir yontucu gibi, kişiliğinizi biçimlendirecektir. Ne var ki, bu biçimlendirmenin denetimi asla sizin elinizde olamaz, çünkü varlığınızın yeniden yaratılma eylemi her an hiç umulmadık, hiç beklenmedik yeni anlamlarla zenginleşecektir. Bu yüzden, yolculuk deneyiminin özünde, bir değişim, bir farklılaşma, bir başkalaşım vardır; kısmen silinen bilgisizlik ile hep daha yetkinin ardında olan bilginin oluşum sürecidir yolculuk.
Yaşanan gerçek bir deneyim olarak yolculuk, usun evrene doğru giderek artan biçimde açılmasını, evrenselleşmesini; gerçek yurdumuz, asıl vatanımız olan dünyamızı kucaklayabilmemiz için, göbek bağı ile bağlı olduğumuz kişisel gerçeklerimizden uzaklaşmamızı sağlar.
Yolculuk, zaman ve uzam içinde basit bir yer değiştirme eylemine indirgenemez. Daha engin, daha evrensel, ancak yine de kişisel olabilecek bir bilginin keşfedilmesinin göstergesidir. Böylece, insanoğlu ile yolculuk arasındaki harikulade mitolojik ilişki, birer “Homo Peregrinus” (Gezgin İnsan) olarak gerçekleri bıkmadan arayışımızın ve özgürleşmemizin altını çizer.
Öyleyse saltık olarak yolculuk deneyimi, ister bilinçli isterse safdilce yapılsın, doğrudan gerçekleri arayışımızı vurgular: bilginin kaynağından kana kana içmek; gözbağlarının aldatıcılığından ve bağnazlığın önyargılarından arınmak demektir yolculuk. Böylece deneyim bilgiye dönüşür ve yolculuk iki kutuplu bir arayışa yanıt verir: kendini yenileme arzusu ile sınırları olmayan bilginin eteğinden tutmak.
İlk insanlar için yolculuk, kendi toplumu ile olan tüm bağlarını koparmak anlamını taşırdı. Yola çıkmak, simgesel olarak başkalaşmak, artık eskisi gibi olamamak ve tıpkı Odysseus gibi yitip gitmek demekti. Yolculuk bu anlamda kaosu yaşamak, kargaşanın ortasına atılmaktı; ama bireyin gerek duyduğu yenilenmeyi de sağlardı. Yitip gitmenin, sayısız fizik, psikolojik ya da psişik tehlikelerle yüzleşmenin, insanı olmak istediği biçime sokacağı varsayılırdı. Odysseus, bir daha kendisi gibi olamayacaktı; o başkası olmuştu ama bu değişim gerekliydi.
Bu yalnızca Grek düşüncesi için geçerli olan bir yaklaşım değildi.
Dünyanın diğer köşelerinde de yolculuk, benzer anlamları içermektedir.
Hindu mitolojisinde Mahabarata destanı, on üç yıl sürgüne giden Pandava ve Kaurava’nın öyküsünü anlatır. İ.S. 5. yüzyılda Gautama Sidharta, kendi kapalı dünyasından, saraydan ayrılır; yaşamla yüzleşmeye, dünyayı tanımaya karar verir; Budizm bu öyküden kök alır.
İbrahim, kendini ve ailesini yolculuğa adar. Musa’nın Sina’da yolculuğu, İsa’nın çöllerde gezişi, Muhammet’in hicreti neredeyse aynı yolculuk temalarını işler.
Çinliler için yolculuk kutsal Kouen Louen dağını hedefler. Masallarda yolculuklar hep Kaf dağına yapılır.
Bir de sürekli yolculuk yapan uluslar vardır: Bengal körfezinde Mokenler, Kuzey denizlerinde Vikingler, Sahrada Tuaregler, Asya bozkırlarında Moğollar, Afrika savanlarında Masailer ve neredeyse her yerde Çingeneler yaşam biçimlerini yolculuğa odaklamışlardır. İnsan soyunun uzaklara duyduğu özlemin doruk noktası, gezegenler arası yolculuk düşlerinin gerçeğe dönüşümü Armstrong’un 1969’da aya adım atmasıdır. Yolculuk bir kaçış değil bir arayıştır. Ocak başından hiç ayrılmayan köyün delisi, yolculuğa çıkan büyük çılgının yanında pek uslu bir çocuk gibi kalır; her bilgi kendi bedelini ödettirir.
Yolculuk teması, mitolojinin yansıması olarak edebiyatta da çiçek açar: Dante’nin anlattıkları, Swift’in Gulliver’i, Rabelais’nin Pantagruel’i, Bin Bir Gece Masalları’nın denizci Sinbad’ı, Jules Verne’nin serüvenleri, hatta Goethe’nin “Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları” öyküsü.
Yolculuk olanaklı olmasa, kendi bildiğimizden farklı bir kültürel, fizik ya da düşünsel bir evreni tasarlamak da olanaksız olurdu. Çölde yaşayan biri olsak, Arktik bankizlerinde yaşayan bir Eskimo’nun yaşamını düşünebilir miydik? Kendi deliğimizden hiç çıkmadan, bir Kızılderili’nin ya da bir Çinli’nin yaşamını nasıl bilebilirdik?
Evrensel bir düşünce, dünyayı kucaklayan insancıl sevgidir yolculuk.
İnsan, safça yolculuk yaptığını düşünür; ama aslında yolculuk insanı bozup yeniden yapmaktadır. Öyleyse tüm yolculuk deneyimi; yolcu, yolculuk ve yaşanan durumlar arasında sosyal ve tarihsel düzeyde bir etkileşim, diyalektik bir sarmal oluşturmaktadır.
Gerçek Bir Deneyim Olarak Yolculuk Ve İnisiyasyon
Bazen yolculuk yıllarca süren bir yaşam eğitimi olarak da görülür.
Bir bilgi edinme süreci, bir bilinç açma pedagojisi olarak belirir.
Bu durumda yolculuk bir araç olur; çırakları eğiten bir bağlılık, kişisel düzeyde değişimler ağı, toplumsal yaşamın ve bilincin kültürel ve simgesel sermayesinin oluşumu anlamına gelir.
İngiliz soylularının Büyük Turu, Fransız Compagnonage üyelerinin inisiyasyon gezileri, Ortaçağda operatif masonların yapıdan yapıya dolaşmaları gibi…
Yolculuk böylece bir meslek, bir sanat biçimine dönüşür; “yolculukla oluşma sanatı”, “yolculukta var olma sanatı” haline gelir.
İnisiyasyon serüvenine atılma, ezoterik bir örgüte katılma amacını içeren bir kendini değiştirme, kendini inşa etme çabasına dönüşür. O zaman yolculuğun doğası ve biçimi, özgün bir dil biçimini alır: gemiciler için harita, Compagnonlar için baston, masonlar için pergelde olduğu gibi, simgesel nesneler, işaretler, parolalar üzerine kurulan farklı bir dil olur. Bu dil, yaşanan dış dünyanın tortusu, keşfedilen iç dünyanın anahtarı olur. Yolculuk deneyimi ile simgelenen nesnel dünya, kendini oluşturmanın halkalarıdır.
Yolculuk bir dil haline gelir dedik… Yolculuk deneyimi ile ulaşılan bir evrenin okunması için gerekli ve zorunlu bir olgudur bu dil. Belirgin, özgün bir dil, Logos (us ve söz) olarak kendini oluşturur ve yolculuk, sadece onu yaşayan kişi için kişisel açılımları olan bir anlam taşır.
Yolculuk burada düşlere yapılan soyut bir yolculuk değildir. Operatif mason örgütlerinde, ancak ekmeğini diğerleriyle paylaşınca kardeş olunur. Örgütün vazgeçilmez bu somut toplumsal bağı, eylem içinde düşünceyi geliştirir ve adına “inisiyatik yolculuk” denen bir tinsel durumu sağlamlaştırır. İnisiyatik yolculuğa, kimi zaman labirent adı da verilir. Ne var ki bu labirent, ne bir tuzaktır ne de içinden çıkılması olanaksız kapalı bir kutu; meslek örgütünün toplumsal bilincine ulaştıran ve onu inşa eden, yaratan bir devinimdir. Bu devinim, kardeşlerin ruhunda sarsılmaz değerleri sabitleştirir. Geleneksel olarak, operatif mason dünyayı keşfetmek için yola kendi evinden çıkar. Yıllar sonra yerleşmek ve evlenmek için yine evine dönecektir. Yerleşme ve evlenme, yolculuğun sonu ve bir başka yaşamın, bir başka serüvenin başlangıcıdır.
Simgesel Yolculuk
Yolculuk, bir inisiyasyon sürecidir. Bir gerçekleri arayış ve gerçekler tarafından özgürleştirilme sürecidir. Bir bilinçlenme- aydınlanma sürecidir. Bu nitelikleriyle asla sona ermeyecek bir süreçtir.
Değişen toplumsal koşullar, ezoterik meslek örgütlerini ortadan kaldırmıştır. Varlığını sürdüren ezoterik örgütlenmeler, artık yolculuğu gerçek bir deneyim olarak yaşayamamaktadırlar. Ama, bireysel değişim-dönüşüm eylemini göz ardı etmemişler; yolculuktan vazgeçmemişlerdir. Artık inisiyasyon uğruna yaşanan gerçek bir yolculuk değil, simgesel bir yolculuktur. Tıpkı Marcel Proust’un şu sözlerindeki gibi; “Gerçek yolculuk, başka diyarlara doğru yol almak değildir, gerçek yolculuk başka gözlerle bakabilmektir.” Simgesel yolculuk, bizlere başka türlü bakabilmeyi, başka gözlerle de görebilmeyi sağlar.
Simgesel yolculuk olarak ezoterik inisiyasyon; bireyde, varlığın bir alt aşamasından bir üst aşamasına geçişi psikolojik olarak gerçekleştirmeye yönelik süreçtir. Burada amaç, bir takım simgesel eylemler ve fiziksel edimler aracılığıyla, bireye yeni bir yaşama "doğmak" üzere "öldüğü" duygusunu aşılamaktır.
İnisiyasyon yoluyla, kişi daha "yetkin" bir tinsel duruma girmekte, "üstün" bir evrene ulaşmaktadır. Bu simgesel yolculuğun temel işlevi, kişinin, dış yaşamındaki her türlü koşullu durumunun ötesine geçmesidir. Bu bakımdan inisiyasyon, kişilerin varoluşsal rejimlerinde kökten bir değişim-dönüşüm yaratmalıdır.
Uygulanan tören, ritüel, ayin, alegorik öykü ve efsanelerin simgesel özü, birbirine oldukça benzeyen bir ana tema etrafında şekillenir: tüm ezoterik örgütlerde, inisiyasyon süreci, "karanlıklar" (ölüm) içine yapılan bir yolculukla başlar. Bu aşama boyunca yolcu, kendisinde öldüğü duygusunu yaratmayı hedefleyen, bir takım korkutucu olaylar ve mekânlar içine sokulur, çeşitli sınavlara tutulur. Bu aşama, bir tür “descendio ad inferno”, yani cehenneme iniştir (tıpkı Orpheus, Osiris, Attis Persephone, Tammuz, Adonis gibi). Işığı arayan kişi, her şeyden önce tüm geçmişinden sıyrılmalı, öznel yaşamının üzerinde yoğunlaştırdığı önyargılardan arınmalıdır. Bu bir kökten özeleştiri eylemidir.Yolcu, bu aşamada ölmeli, yeniden bir çocuk olarak, üstelik çırılçıplak bir çocuk olarak canlanmalıdır.
Gerçekleri aramaya başlayan kişi, önceleri körlemesine yol alır.. El yordamı ile, her adımda sendeleyerek ilerler. Aydınlanmış olanların, daha önce aynı yolları kat etmiş olanların yardımı olmaksızın, yol boyunca karşısına dikilen engelleri nasıl aşacağını bilemez..
Olguların, nesnel gerçekliğin ve algılar evreninin alanı olan Batıdan yola çıkarak, Kuzeyin karanlıklarına doğru yönelir. Dante’nin ve Virgilius’un anlattığı, cehennemin girişini işaret eden ünlü altın dalı bu karanlık ormanda bulmalıdır. Persephone’ye adanmış olan altın dal, “Tümevarım” becerisidir. Bu beceri yolcuya gözlemlediği olguları genelleştirme yeteneğini sağlar. Ne var ki, bu düşünsel beceri yalnız başına yetersizdir ve yolcuyu en hatalı varsayımlara sürükleyebilir.
Yolcu, yanılgılardan yanılgılara sürüklenir. Bunların her biri, yolcunun kaçınması gereken tuzaklardır. Mücadele zorlu ve uzun sürecektir. Bu uğraşın sonunda yolcu; soyutlamanın, öznel gerçekliğin ve duyumlar evreninin alanı olan Doğuya ulaşır. Gelişen ussal ve sentetik kavramlar sayesinde, olguların gerçek yönlerini fark etmeye başlar. Güneyde yol alırken “Tümdengelim” becerisi de gelişir.Genelleştirip soyutladığı olguları, oluşturduğu kavramları yeniden özele indirgeyebilecek, pratikte sınayarak bilgi biçimine dönüştürecektir.
Yeniden Batıya doğru yol alır. Ancak yol zorluklarla doludur. Sonunda yolcu en büyük yorgunluklara göğüs gererek bir yamaca tırmanır. Enginliklere egemen olan bir yüksekliğe ulaştığı için sevinmesine zaman kalmadan, şiddetli bir fırtına patlar. Şimşekler çakar, yer sarsılır, tipi dondurur ve sonunda güçlü bir bora yolcuyu başladığı noktaya geri savurur. Toplumsal düşüncenin güçlü rüzgarı, bireysel yaklaşımın iskambil şatosunu yerle bir ediverir.
Simgesel yolculuk insan yaşamını simgeler. Tutkuların karmaşası, farklı çıkarların çatışması, girişimlerin zorlukları, bize engel olmaya ya da zarar vermeye çabalayan rakiplerin yarattığı sayısız engeller, tüm bunlar aşılan yolun düzensizliği ile, etraftaki gürültü ile anlatılmaktadır.
Yolcu, güçlükler içinde ince bir yoldan yürür. Koruyucu kollar olmasa belki de uçuruma yuvarlanacaktır. Tek başına, yalnızca kendi kaynaklarına dayanarak ve sadece yaşamda başarıya ulaşmak hayali ile kafasını doldurmuş olanların, harcadıkları onca çabaya karşın, sonunda elde ettikleri sadece umutsuzluk ve yıkıntılar olacaktır. Bencillik, en felaketli sonuçlara sürükleyen aldatıcı bir rehberdir.
İlk denemede cesaretini yitirmemek gerekir. Umutsuzluğa kapılanlar, hatalarının nedenlerini kavrayamaz ve aynı hatayı yinelerler. Yolcu bu kez dikkatle, sakınarak ilerlemektedir, deneyimleri onu titizleştirmiştir. Eski tuzaklardan duyduğu kuşku ile, kimi zaman tereddüt etmekte, bazen duraksamakta, bazen yavaş, bazen hızlı yürümektedir. Belirsizliğin ağırlığını ruhunda duyumsamaktadır. Kendine pek güveni yoktur, ürkektir; ulaştığı beklenmedik sonuçlar karşısında geri adım atmaktadır. Yeniden güvenini kazanması için, yolcunun su ile arınması gerekir. Bu işlem, tüm kuşkuları gideren düşünsel bir yenilenmedir. Usu yanılgıya sürükleyen tüm hayaller suyun arıtıcı niteliği sayesinde yok olur.
Yolcu, dış yaşamın sıradan bilgilerinin akıntısına direnmeyi de bilmelidir. Özellikle, başkalarının düşüncelerinin tutsağı olmadan, kendi özgün, yaratıcı düşüncelerine güven duymalıdır.
Önceki yolculuğun kulakları sağır eden gürültüleri yerine, boğuk sesler, kılıç şakırtıları vardır. Kılıçlardan yayılan sesler, onu kuşatan ve ele geçirmeye çalışan bozguncu etkileri yok etmek için sürekli olarak vermek zorunda olduğu savaşı anımsatır. Kötü tutkuların egemenliğinden sıyrılmak için sürekli mücadele etmek zorundadır. Bilge kişi, etrafındaki bencil tutkuların dizginlerinden boşalttığı çekişmelerden uzak kalmayı becerir. Çatışan çıkarların göğüs göğse dövüştüğü kanlı alanları istifini bozmadan aşar, kendi çıkarları uğruna iştahları doyurmayı ve nefretleri bilemeyi iyi bilen sorumsuz muhterislerden kendini sakınmayı becerir.
Ancak kötülüklerden ve hatalardan sakınmak yeterli değildir. İnsanlar arasında pek nadiren bulunan gerçek bilgeliğin göstergeleri olan diğer erdemler henüz uzaklardadır. Bir sınav daha gerekir, zira “Aydınlanmış” olma niteliği henüz ele geçmemiştir. Cehennem Kraliçesi ile yüz yüze gelmek için, yani kendini gizleyen derin gerçeği kavrayabilmek için yolcu, ateş çemberini de aşmak zorundadır. Ateşten gömleği sırtına giyer ve amacına sağ salim ulaşmak için adımlarını sıklaştırır.
Hiçbir güçlükle, hiçbir engelle karşılaşmadan, hiçbir ses duymadan yürür. Bu son yolculuğun kolaylığı, alevlerin ve tutkuların saldırısına dinginlik ve sükunet ile karşı çıkmayı beceren yolcunun gösterdiği azmin ödülüdür. Sağlıklı yargılarda bulunabilecek beceriye ulaşmıştır; Yeraltı tanrısının sarayına, bilginin ve gerçeğin odağına kadar girmesine izin veren bu özelliğidir.
Yolcu alevlerin yani tutkuların arasından yanmadan geçmiştir. Ne var ki, bu alevlerin iyilik yayan sıcaklığı içini kaplamış, onu aydınlatmıştır. Aydınlanmış heyecan, yolcunun yararlanmayı bilmesi gereken bir gizil güçtür, zira yalnızca o büyük amaçları gerçekleştirecek enerjiyi sağlayabilir. Canlı bir gayret, direşken bir çaba, bilgece yönlendirildiği zaman yolcuyu soylu ve eli açık olan her şeye ulaştırır. Artık kardeşleri için yüreğinde beslediği derin sevginin ateşini asla söndürmemeyi becermelidir. Artık yolcudan bir sevgi ışıması yayılacak, onu iyilik dolu bir aydınlıkla çevreleyecek ve onun en umulmadık başarılara ulaşmasını sağlayacaktır.
Yolcu, artık kendisinden farklı bir kişi, gerçek bir kişi olabilecektir. Işık parlamış, yol artık açılmıştır. Kendindeki bilgeliği, gücü ve güzelliği keşfedecek, içinde gizlediği sevgiyi ve hakikati ortaya çıkarabilecektir.
Yolcu, artık aydınlanmıştır…