wrzmc
Banlı Kullanıcı
Yol ayrımına vardığında, elinde artık hiçbir şey kalmamış halde çırılçıplak beklemeye koyulursun.
Gözlerinden akan kan, kanı seyrelterek süzen yağmur ve karanlıktan yürüyen bir adam vardır ötende.
Sana yaklaştıkça boğazını yakan bir balgam gibi tıkar ciğerlerini içine çektiğin nefes.
Kaçamazsın artık, anlaşmanı yapmış, alacağını alıp, geriye, kalan hayatının hurdalarını satmışsındır.
Sonra tüm saflığını tüketecek boyutta bir öfke, genzinden ateş saçan bir sürüngenle devam edersin yoluna, omurganın dibine çöreklenmiş yabanıl bir sirkülasyon.
Neticede edepsiz bir küfür gibi savurdun elinde ne var ne yoksa havaya, seni kandırdı.
Anlamıyorsun değil mi? Gerçeği, hiçbir insanın olanca açıklığıyla göremediğini yani.
Ne söylemek istiyorum?
Tarihimizin kuytularında kalmış bazı düşüncelerde şeytan da kendi yolculuğuna çıkar, kendi yol ayrımına varıp bekler gelecek olanı.
Değiş tokuş eder talihini, işte bu türden bir esrime hali.
Yabanıl yaratık hayvanlığını düşürür bu güzergahta, olgunlaşır.
Kimi de erdemlerini bırakır hızlanmak için.
Bu, bir düşüncedir, bir kavram yani.
Hepimizi kapsayan bir mefhum, tıpkı diğerleri gibi.
Devam ediyorsun, gözlerinde hala kan, dudakların kupkuru, düşen parçana uzanıyor bir el, takip ediyorsun;
“Köşe başından geçtin bir kocakarı ile, dilinde sözcükler.
Bir tabut boyuna iki metre hastalık renginde neredeyse çürüyecek.
Kenetleniyor dilin, ciğer yakan bir ses çeviriyor ardına gözlerini yarı baygın,
Kocakarı okuyor bildiği tüm duaları,
Bir tabut soğuk sarı, boyuna iki metre ve yarı yarıya açık.
Omuz başları kazınmış mühürleriyle cılız dumandan yekvücut o adsız,
Sürünerek dikeliyor karşında, bir eli burnuna uzanmış.
Yanında kocakarı, ağzında duaları.”
…
Şuurun yittiği o ketum anda kulağına gelen bir atmaca çığlığına kaldırırken kafanı, sözgelimi örtülmüş peçesiyle salınan güzelin halhallarına bakıyor bulman kendini.
Hangisinin gerçek olduğunu söyleyecek olan sensin.
Düşlemin iki yakasının ne tarafında olduğunu unutuyor ve yine durgunlaşmış o noktaya dalıyorsun.”
Sana seni anlatıyor mefisto, diz vurduğun çamurlu yolda birikmiş bir suyun yansımasında.
Kim bilir çağlayan sırlarını kuyuya söylenmiş,
Kim tanır insanı ruhundan bir tas içer gibi?
Insanı, insanı.
Gözlerinden akan kan, kanı seyrelterek süzen yağmur ve karanlıktan yürüyen bir adam vardır ötende.
Sana yaklaştıkça boğazını yakan bir balgam gibi tıkar ciğerlerini içine çektiğin nefes.
Kaçamazsın artık, anlaşmanı yapmış, alacağını alıp, geriye, kalan hayatının hurdalarını satmışsındır.
Sonra tüm saflığını tüketecek boyutta bir öfke, genzinden ateş saçan bir sürüngenle devam edersin yoluna, omurganın dibine çöreklenmiş yabanıl bir sirkülasyon.
Neticede edepsiz bir küfür gibi savurdun elinde ne var ne yoksa havaya, seni kandırdı.
Anlamıyorsun değil mi? Gerçeği, hiçbir insanın olanca açıklığıyla göremediğini yani.
Ne söylemek istiyorum?
Tarihimizin kuytularında kalmış bazı düşüncelerde şeytan da kendi yolculuğuna çıkar, kendi yol ayrımına varıp bekler gelecek olanı.
Değiş tokuş eder talihini, işte bu türden bir esrime hali.
Yabanıl yaratık hayvanlığını düşürür bu güzergahta, olgunlaşır.
Kimi de erdemlerini bırakır hızlanmak için.
Bu, bir düşüncedir, bir kavram yani.
Hepimizi kapsayan bir mefhum, tıpkı diğerleri gibi.
Devam ediyorsun, gözlerinde hala kan, dudakların kupkuru, düşen parçana uzanıyor bir el, takip ediyorsun;
“Köşe başından geçtin bir kocakarı ile, dilinde sözcükler.
Bir tabut boyuna iki metre hastalık renginde neredeyse çürüyecek.
Kenetleniyor dilin, ciğer yakan bir ses çeviriyor ardına gözlerini yarı baygın,
Kocakarı okuyor bildiği tüm duaları,
Bir tabut soğuk sarı, boyuna iki metre ve yarı yarıya açık.
Omuz başları kazınmış mühürleriyle cılız dumandan yekvücut o adsız,
Sürünerek dikeliyor karşında, bir eli burnuna uzanmış.
Yanında kocakarı, ağzında duaları.”
…
Şuurun yittiği o ketum anda kulağına gelen bir atmaca çığlığına kaldırırken kafanı, sözgelimi örtülmüş peçesiyle salınan güzelin halhallarına bakıyor bulman kendini.
Hangisinin gerçek olduğunu söyleyecek olan sensin.
Düşlemin iki yakasının ne tarafında olduğunu unutuyor ve yine durgunlaşmış o noktaya dalıyorsun.”
Sana seni anlatıyor mefisto, diz vurduğun çamurlu yolda birikmiş bir suyun yansımasında.
Kim bilir çağlayan sırlarını kuyuya söylenmiş,
Kim tanır insanı ruhundan bir tas içer gibi?
Insanı, insanı.