Merhaba arkadaşlar geçen açtığım buz mağarası konusunu okuyanınız varsa size o mağaraya doğru yola çıkacağımı söylemiştim ve detaylar vermiştim. Zar zor o mağaraya gitmek için iş yerimden bir günlük izin aldım ve bu işe koyuldum. Yolda gerçekten büyük talihsizlikler yaşasamda şükürler olsun gitmeyi başardım. Bu yazacağım ufak yazı dizisinde sizlere yolculuğumu kısaca özetleyeceğim.
İşyerinden çıkar çıkmaz havalimanına gittik ve uçaktan iner inmez arkadaşımla araba kiraladık. Bu saatler böyle akarken şehirde iki üç tur atıp sokakları tanıyalım dedik. Haritaları açıp tarif ede ede köye doğru yola koyulduk. Dakikalar geçtikçe içimdeki heyecanı anlatmam pek mümkün değil. Seneler öncesinden beri aklımda olan bu mağaraya gitmek gerçekten çok heyecan vericiydi. Uzatmadan köye geldiğimizde köyde kalan üç beş hanenin sakini tepeden bizleri görüp geldi. Selamlaşma, sohbet derken mağarada ayı olduğunu söylediler. Bende biliyorum o yüzden kulak asmadım. Biraz vakit geçtikten sonra köyde olan işlerimi ve görüşmelerimi halledip mağaraya doğru yola koyulduk. Hatırladığımdan daha uzak ve dik bir yamaç üzerindeydi. Kaç saat yürüdüğümüzü bilmiyorum.
Mağaraya tırmanmak içinde gerçekten deneyim lazım. Köyde büyüyenler varsa bilirler. Mağaranın önüne gelmeye yakın ayı dışkısı gördüm ve tam anlamıyla dahi kurumamıştı. Mağaranın dibine geldiğimde ise ayıya dair gerçekten kesin ve net detayları gördüm. Arkadaşımı buraya sürükleyen ben olduğumdan ondan mağaranın dışında beklemesini söyledim. Bu kesinlikle kahramanlık değil, bu sadece delilik. Yıllardır bu mağaraya gelmek için çırpınıyorum ve buradan ayı yüzünden geri dönmek biten bir hayat duygusu veriyor gibiydi. Arkadaşım ne kadar girmek istesede benim dediğim oldu ve bu da ego değil hatırlatayım. Uzatmadan ufak tefek eşyalarımı çıkardım. Mağaraya büyük bir sessizlik ve dikkatle girmeye başladım. Arkadaşlar bu mağaracılık öyle birşeymiş ki ne kadar plan yaparsanız yapın herşey o kapıda değişiyor. Girerken aklımda olan tek şey bu mağarada ne var ve ayı dahil karşıma ne çıkar? İlerledim... Girişten iner inmez yukarıya geri döndüm. Korktum. Beş dakika kapıda oturup düşündüm. Kendimle öyle bir halde kaldım ki tarif edemem. Bir daha girdim. Bu sefer ilerledim. Bayağı gittikten sonra dört duvar bir yere geldim. Meğersem oradan az aşağıdan mağara devam ediyormuş. Bunu 3. girişimde anladım. Evet, çıktığım vakit tekrar girdim. Şunu belirteyim bu gir çıkların hepsinin sebebi ayı. Çünkü kendimi savunacağım tabancam bile yok. Buna ne derseniz diyin. Çevremde kimse cesaret diyemedi. Çünkü savunmasız olduğum için aptallıktan ibaret olduğunu düşündüler. Fakat bir yere savunmasız giriyorsan ne düşündüğünün önemli olduğunu idrak edemediler. Savunmayı her zaman tabanca veya sopa olarak tanımlamamak lazım. Devam edeyim...
Biraz daha gittim sınırları biraz olsun zorladım. En son gözüme çarpan bir ışık yüzünden durdum. Orada bir yere ışık vurdu fakat feneri kapattığımda ışık olmadığını farkettim. Kafamı direk oraya buraya çevirirken fenerin nereden yansıdığına bakmaya başladım. Deli gibi feneri oraya buraya çeviriryorum ama görmeniz lazım. Derken... Gerçekten beni korkutan o ses geldi. Hafif uzaktanmış gibi gelsede o ses mesafeyi bilmem mümkün değil. Size sesi tarif etmeyeceğim. Sebebinin ne olduğunu söylemeyeceğim. Tahmin yürütmenizi istemeyeceğim. Sadece kendimi oradan soğukkanlılıkla biraz uzun sürsede istediğim şekide çıkardım. Benim kendimden şüphe etmediğimi görmek gerçekten harika bir duygu. Bu bambaşka birşey. Oturduğumuz yerden öyleyim böyleyim demek kolaydır. Önemli olan şey harekettir, cesarettir. Her ne kadar istediğimi alamazsamda henüz kendime olan güvenim gerçekten tazeymiş bunu öğrendim. Bu yolculuk böyle bitmeyecek o günü bekleyeceğim. O mağaranın sonunu bulup oradaki duvara elimi koyup gülümseyeceğim. Bu yolculukta tırmandığım yerde ölebilirdim, mağarada ölebilirdim, yolda ölebilirdim ve bir hayvan tarafından öldürülebilirdim... Fakat önemli olan tek şey var ''Ben hala buradayım!''.
İşyerinden çıkar çıkmaz havalimanına gittik ve uçaktan iner inmez arkadaşımla araba kiraladık. Bu saatler böyle akarken şehirde iki üç tur atıp sokakları tanıyalım dedik. Haritaları açıp tarif ede ede köye doğru yola koyulduk. Dakikalar geçtikçe içimdeki heyecanı anlatmam pek mümkün değil. Seneler öncesinden beri aklımda olan bu mağaraya gitmek gerçekten çok heyecan vericiydi. Uzatmadan köye geldiğimizde köyde kalan üç beş hanenin sakini tepeden bizleri görüp geldi. Selamlaşma, sohbet derken mağarada ayı olduğunu söylediler. Bende biliyorum o yüzden kulak asmadım. Biraz vakit geçtikten sonra köyde olan işlerimi ve görüşmelerimi halledip mağaraya doğru yola koyulduk. Hatırladığımdan daha uzak ve dik bir yamaç üzerindeydi. Kaç saat yürüdüğümüzü bilmiyorum.
Mağaraya tırmanmak içinde gerçekten deneyim lazım. Köyde büyüyenler varsa bilirler. Mağaranın önüne gelmeye yakın ayı dışkısı gördüm ve tam anlamıyla dahi kurumamıştı. Mağaranın dibine geldiğimde ise ayıya dair gerçekten kesin ve net detayları gördüm. Arkadaşımı buraya sürükleyen ben olduğumdan ondan mağaranın dışında beklemesini söyledim. Bu kesinlikle kahramanlık değil, bu sadece delilik. Yıllardır bu mağaraya gelmek için çırpınıyorum ve buradan ayı yüzünden geri dönmek biten bir hayat duygusu veriyor gibiydi. Arkadaşım ne kadar girmek istesede benim dediğim oldu ve bu da ego değil hatırlatayım. Uzatmadan ufak tefek eşyalarımı çıkardım. Mağaraya büyük bir sessizlik ve dikkatle girmeye başladım. Arkadaşlar bu mağaracılık öyle birşeymiş ki ne kadar plan yaparsanız yapın herşey o kapıda değişiyor. Girerken aklımda olan tek şey bu mağarada ne var ve ayı dahil karşıma ne çıkar? İlerledim... Girişten iner inmez yukarıya geri döndüm. Korktum. Beş dakika kapıda oturup düşündüm. Kendimle öyle bir halde kaldım ki tarif edemem. Bir daha girdim. Bu sefer ilerledim. Bayağı gittikten sonra dört duvar bir yere geldim. Meğersem oradan az aşağıdan mağara devam ediyormuş. Bunu 3. girişimde anladım. Evet, çıktığım vakit tekrar girdim. Şunu belirteyim bu gir çıkların hepsinin sebebi ayı. Çünkü kendimi savunacağım tabancam bile yok. Buna ne derseniz diyin. Çevremde kimse cesaret diyemedi. Çünkü savunmasız olduğum için aptallıktan ibaret olduğunu düşündüler. Fakat bir yere savunmasız giriyorsan ne düşündüğünün önemli olduğunu idrak edemediler. Savunmayı her zaman tabanca veya sopa olarak tanımlamamak lazım. Devam edeyim...
Biraz daha gittim sınırları biraz olsun zorladım. En son gözüme çarpan bir ışık yüzünden durdum. Orada bir yere ışık vurdu fakat feneri kapattığımda ışık olmadığını farkettim. Kafamı direk oraya buraya çevirirken fenerin nereden yansıdığına bakmaya başladım. Deli gibi feneri oraya buraya çeviriryorum ama görmeniz lazım. Derken... Gerçekten beni korkutan o ses geldi. Hafif uzaktanmış gibi gelsede o ses mesafeyi bilmem mümkün değil. Size sesi tarif etmeyeceğim. Sebebinin ne olduğunu söylemeyeceğim. Tahmin yürütmenizi istemeyeceğim. Sadece kendimi oradan soğukkanlılıkla biraz uzun sürsede istediğim şekide çıkardım. Benim kendimden şüphe etmediğimi görmek gerçekten harika bir duygu. Bu bambaşka birşey. Oturduğumuz yerden öyleyim böyleyim demek kolaydır. Önemli olan şey harekettir, cesarettir. Her ne kadar istediğimi alamazsamda henüz kendime olan güvenim gerçekten tazeymiş bunu öğrendim. Bu yolculuk böyle bitmeyecek o günü bekleyeceğim. O mağaranın sonunu bulup oradaki duvara elimi koyup gülümseyeceğim. Bu yolculukta tırmandığım yerde ölebilirdim, mağarada ölebilirdim, yolda ölebilirdim ve bir hayvan tarafından öldürülebilirdim... Fakat önemli olan tek şey var ''Ben hala buradayım!''.