Ulus Baker

Elnora_alila

Moderator
Bir dahi, yazar, eleştirmen, sosyolog, çevirmen, ODTÜ öğretim üyesi…

14 Temmuz 1960’da Leningrad’da psikiyatr bir baba(Sedat Baker) ve şair bir annenin (Pembe Marmara) oğlu olarak dünyaya geldi.

Anne ve babasının yaptıkları meslek gereği Ulus Baker yolunu daha çocukken çizmişti. Kendini okumaya, düşünmeye ve üretmeye adayacaktı.

Çocukluk dönemi zorluydu. Kıbrıs’ta savaş vardı. Evleri tarandı. Babası rehin alındı. Düşünce dünyasının gelişmesinin temeli bu olaylara dayanır.

ODTÜ Sosyoloji bölümünü kazanıp mezun olmasının ardından aynı üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı.

Yedi dili anadili gibi bilirdi. Türkçesi çok netti.(Kıbrıslı olmasına rağmen) ODTÜ’de Fransız, Alman, İtalyan ve Rus öğrencilerden kendi dillerinde soru sormalarını ister ve o dillerde cevap verirdi.

Kendi dalı Sosyolojinin yanında; Felsefe, Sinema, Tarih,Müzik ve Matematik alanlarında da olağanüstü bir bilgi birikimi ve anlatım gücüne sahipti.

Konuşmaya başladığı anda ortamda bulunan profesörler dahil herkes susardı. Psikanalizin teorik, mantıksal, epistemolojik açmazlarını hiç kimse onun kadar başarılı betimleyememiştir. ODTÜ kütüphanesinin kokusu üzerine sinmiş gibiydi. Okunması gereken kitapların hepsini okumuştu.

2007’nin bulutlu bir Temmuz sabahında, 47 yaşında aşırı alkolden dolayı yakalandığı kronik karaciğer rahatsızlığı onun ölümüne neden oldu.

Giderken bir isteği vardı ; “Hüzün geriye kalandır biraz Blues dinleyin benim için”…

 
.. Sohbetten minik ama etkili bir kesit ..

Leibniz : Tanrı günah işleyen bir Adem yaratmadı. Günah işleyecek bir Adem yaratmış değil. Adem'i yarattı ama Adem'in içinde günah işleyeceği bir dünyayı da yarattı.

Bu ne demek ?

Adem bir birey, bir insan. Tanrı bunu yaratıyor ama onun yanında, onun içinde günah işleyeceği bir dünyayı da yaratıyor.
Bu dünyayı onun için yaratmıyor. Adem için yaratmıyor. Bu dünya aslında Adem'in içinde. Adem'in dünyası.
Onun bakış açısından dünya. Onun içine yerleştiği bir bakış açısının dünyası.

Adem'in içerisinde, yerleştiği sonsuz sayıda dünyalar var. Bunlara ''mümkün dünyalar'' adını veriyor.
Adem'in mümkün dünyaları, bu bireyin, Adem denen bireyin mümkün dünyaları..

Adem bir dünyada günah işler, başka bir dünyada günah işlemez. Günah işlemeyen bir Adem vardır. Ama bu dünyalar arasından, Tanrı öyle bir kombinasyon seçmiştir ki Adem'in günah işlediği dünya bunun içerisinde mutlaka yer alır.

Sonsuz sayıda mümkün dünya var ama bu dünyalardan yalnızca bir tanesi gerçekleşiyor, aktüelleşiyor : Adem'in içinde günah işlediği dünya.
 
Çünkü ahlakiliğin ön şartı özgürlüktür.

Eğer bir kurala zorla uyuyorsan, senin dışında bir neden seni uyduruyorsa bir kurala, kural önceden verilmişse ve senin içinde yer etmemişse bu kural, başka bir deyişle bu kuralı sen kendin koymamışsan, kendi davranış kuralını, kendin a priori olarak koymuyorsan ahlaki bir varlık değilsin, çünkü özgür bir varlık değilsin.

Ahlakiliği mümkün kılan şey doğrudan doğruya özgürlüktür.
 
Ethica III. Kitap, Önerme 58 diyor ki, "Tutku olan Sevinç ve Arzu'nun ötesinde, başka türlü Sevinç ve Arzu duyguları da var. Bunlar yalnızca faal olduğumuzda bizimle ilgililer."

Hemen ardından 59. Önerme: "Faal olduğu açıdan Zihne ilişkin bütün o duygular arasında Sevinçlerden ve Arzulardan başkası hiç yoktur. Bunlardan hiçbiri Kederli değildir.."

Yani sevinçlerimizin nedeni çoğunlukla biz değiliz. Dinlediğimiz bir müzik, okuduğumuz bir kitap, seyrettiğimiz bir film, ilk bakışta aşık olduğumuz biri, doğumumuzdan sonra annemiz, zora düştüğümüzde babamız, dostlarımız vesaire. Bunlar pasif sevinçlerdir, çünkü nedenleri ortadan kalktığında onlar da ortadan kalkarlar.

Faal olduğumuz sevinçler ve arzular da mümkün ama onları bizzat "üretmek" zorundayız çünkü faal olmak üretmek demektir. O halde ; bestelediğimiz müzik, yaptığımız bir film, yazdığımız bir kitap, aşık olmayı becerdiğimiz bir an, bu anların hepsi aktif arzulara tekabül eden aktif sevinçlerdir.

Ve bu aktif sevinçler (Fortitudo: ruh güçlülüğü) Spinoza tarafından ikiye ayrılıyor:

Ruh Sağlamlığı (Animositas)
Ruh Cömertliği (Generositas)

Bunlardan ilki tutkularla değil de akılla varlığımızı sürdürmeye çabalama arzumuz. İkincisi ise bir "cömertlik", yani sadece aklımızla insanlarla iletişime girmemiz, onlarla yardımlaşmamız ve ortaklaşmamız ( toplum) İlkinde bir Ayıklık (Sobrietas), bir Oranlılık (Temperentia), tehlike anında Uyanıklık (Praesentia in periculis animi) var. Bunlar Ruh Güçlülüğüne aitler.

Alçakgönüllülük (Modestia) ve Cömertlik (Clementia) ise Ruhun Cömertliğine aitler. Bununla insanlarla bir arada olmak için nedenlerimiz oluyor.

Spinoza'nın terminolojisi ilk bakışta size dehşet verici gelebilir. Ancak politik ve etik uzantılarını tahlil ettiğinizde her şey bambaşka bir havada görünecektir. Mesela Cömertlik, Ruh Cömertliğinin parçası olabildiği gibi pekala bir budalalığın, ikiyüzlülüğün vesaire dışavurumu da olabilirdi. Spinoza açısından kesin olan şey, bu tür ikiyüzlülüklerin ve budalalıkların ötesinde, kendi varlığımızı sürdürme çabamızın (conatus) bir eseri olan bir cömertliğin mümkün olduğudur.

Kendinden vazgeçmeden başkasıyla var olma.

Oysa Spinozist tarzda yaşamayan bizler ya başkasıyla var olurken kendimizden vazgeçeriz, ya da birlikte var olacağımız başkasının kendinden vazgeçmesini talep ederiz. Bu da mutlak bir mutsuzluk ve pasifliktir. Böylece sevgi gibi sevinçli bir duygu bile bir şantaja dönüşür.

Ethica Okumaları _ Ulus Baker
 
Geri
Üst