adinfinitum
Kayıtlı Üye
Tasavvuf, İslam inanışına göre, ruhu kötü huylardan temizleyip (safa), hakiki bilgiye (yakın) ulaşma yoludur. Sufizm olarak da adlandırılır.
Kavramları netleştirmek için mistisizm ile tasavvuf arasında herhangi bir ilişki olmadığını hatırlatmak gerekir. Mistisizm Hristiyanlığa mahsustur. Mistisizmin hedefi sevgidir. Tasavvufun hedefi ise akıl ile kavranamayan Allah'ın varlığını kavramak yani müşahade ve yakındır. Mistik kişi dünyada edilgendir ve kendisine verilenle yetinir. Tasavvufçu ise bir amaca yönelik olarak bir şeyh önderliğinde sürekli ilerleme amacını taşır. O nedenle mistisizmde şeyhler yoktur.
Tasavvufun Kaynağı
İslam tasavvufunun kaynağı olarak Islam peygamberinin peygamberlikten önce Hira mağarasında inzivaya çekilmesi gösterilebilir. Nitekim Peygamber orada nefsini terbiye ile uğraşmış ve halktan uzak durmuştur. Bunun neticesinde kalbi peygamberliğe hazır hale gelmiştir. Veliler de peygamberlerin varisleri olarak aynı yolu takip etmiştir.
Tasavvuf kelimesinin hangi kökten geldiği konusu tartışmalıdır. Zaten tasavvufçular için çok da önemli değildir bu. Arınma anlamındaki safa, yün giyinen anlamındaki sufi kökleri en çok itibar edilenlerdir. Zira tasavvuf arınmadır ve tasavvufçular bir fakirlik simgesi olarak yün elbise giyinirler.Tasavvuf etimiyolojik olarak af tasası anlamına da gelebilir. Allahın rızasını kazanmak ve yakına ulaşmak için af tasası içinde olmak sürekli bir tövbe ve edeb durumunda bulunmak.
Veli kelimesi, dost anlamındadır. Tasavvufta ise Allah Dostu demektir. Evliya ise Veli'nin çoğuludur.
Yakın, birşeyin varlığı hakkında gözüyle görmüş eliyle dokunmuş gibi bir inanç oluşturmak demektir. Tasavvufa girenin bir amacı da yakın elde etmektir. Pek çok düşünür ölüm, yokluk, ebedilik, tanrı ve neden yaratıldığı gibi konularda kafa yormuştur. Yakın, bu sorulara nefsi tatmin edecek, "iki kere iki dört eder" sağlamlığından öte bir cevap bulmaktır.
Birisi 4. İslam halifesi Ali'ye gelip "Allah'ı gördün mü? O görünür mü?" diye sorar. Ali bin Ebu Talib'in cevabı "yakın" in ne demek olduğunu öğreten veciz bir sözdür. Bu soruya "Ben görmediğime inanmam" şeklinde cevap verir. Said Nursi, halife Ali'ye atfen şu sözü aktarır: "Gayb perdesi açılsa yakınım artmaz." İşte yakın budur. Gaybı, bizim maddi varlığı görmemizden daha yüksek dereceli bir bilgi ile (hakkal yakın) bilmektir. Bunun için kalbin saf ve duru olması lazım. İşte tasavvuf bunun terbiye metodudur.
Tasavvuf ve Felsefe
Tasavvufun bazı konuları felsefenin alanlarına girmektedir. Ancak tasavvuf bir felsefi ekol değildir. Zaten tasavvuf akla değil ilhama dayanır. Ancak bu tasavvufun aklı reddettiği şeklinde algılanmamalıdır. Tasavvuf aklı yalnızca maddi dünya için bir hüccet (delil) olarak kullanır. Ancak metafizik alemin anlaşılması için aklın yetersiz olduğunu iddia eder. Çünkü akıl ürünü bilgilerin temelini meydana getiren düşünme ve tasavvur etme, algıya yani duyu organlarının çevre ile etkileşimine dayanır. Algılardan soyutlanmış bir tasavvur olamaz. Metafizik alem veya gayb alemi algı alanı içinde olmadığına göre akıl bu alanda nasıl hüküm veren olabilir?
Bilginin temel kaynağı nedir? Duyu organlarımızla edindiğimiz tecrübelere ne kadar güvenebiliriz? Akıl herşeyi izaha yeterli mi? Madem akıl duyu organlarımızla hissettiklerine binaen karar veriyor; o halde maddi olmayan şeyler hakkında aklın karar vermesi ne kadar doğrudur?
İnsanoğlu aklı ile algılayamadığı şeyleri reddetmektedir. Oysa aklın anlamadıklarını reddetmiş olması onların var olmadığı anlamına gelmemektedir. Akıl zaten herşey için yeterli olsaydı bütün filozofların oturup aynı şey üzerinde anlaşabilmeleri gerekirdi. Oysa aynı konuda söylenmiş yüzlerce farklı görüş vardır. Ve hepsi de büyük deha filozoflara aittir. Bu bile aklın herşeyi ispata yeterli olmadığının kanıtıdır. Bunun yanında Newton'dan beri kurgulanan fizik dünyanın quantum fiziğiyle çökmesi, herşeyin yeniden düşünülmeye başlanması da bu konuda dikkate değer bir noktadır.
Gazali bu konuda rüyayı örnek verir. Eğer insanlar rüyayı bilmemiş olsa idi ve birisi deseydi ki "Ben dün gece Çin'e gittim, sonra uçarak geri döndüm" kimse inanmazdı ona. Oysa herkes rüyayı bildiği için buna itiraz eden olmuyor ve nasıl olmuş olduğunu biliyor. Aynı şekilde insanoğluna Ahiret, Cennet, Cehennem, Melekler, Tanrı gibi kavramlardan bahsedildiğinde insan önce reddetme yoluna gider. Bunlar hakkında rüya hakkında olduğu gibi bilgi sahibi değildir. O nedenle bunları akla uygun bulmayarak reddeder. Oysa bu reddediş rüyayı reddetmek kadar geçersizdir.
Akıl dışında bir diğer bilgi kaynağı da nakildir. Peygamberlerin getirdikleri bilgi dışındaki bilgileri güvenilir bulmayan bu kesime örnek olarak Hanbeli mezhebebinin kurucusu İmam Ahmed bin Hanbel verilebilir. İman, işte bu vahye dayalı nakle teslim olmak demektir. İman ispat gerektirmez. Yani din hükümleri akıl ile ispat edilerek kendilerine iman edilmez. Zaten ispat edilir olsaydı cennet-cehennem ve sınav hikmeti olmazdı. Çünkü aklın ispat ettiği birşeyi her akıl kişi kabul etmek zorunda kalır. Kişi dinin hükümlerini ispat ederek iman etmez ancak dinin akla aykırı olmadığını test etmek isteyebilir. İkisi ayrı konudur.
İşte bu akıl ve naklin onlarca çeşidi olmakla birlikte temelde yukarıda bahsedilen ilkelere dayanırlar. Tasavvuf işte bu ikisi arasında bilginin başka bir kaynağı olduğu iddiasındadır. Nefsi temizleyip Allah'tan gelen ilhamlara hazır hale getiren bir veliye Allah'ın izni ile gayb (bilinmeyenlerin) kapısı açılır. Bu yola girenler ilerledikçe o kapıların teker teker açılışını izlemektedirler. Her ilerleyişinde yeni bir makama varır, bir önceki makamı geride bırakır. Her makamın kendine özgü pratiği vardır. Örneğin bazı makamlarda sürekli zikir yapılırken, öyle makamlar vardır ki kişi o makamda Kur'an-ı Kerim bile okumaz ve yalnızca tefekkür eder.
Tasavvuf teorik bir ilim değildir. Bilakis pratiktir. Bu nedenle bu ilme kavuşmak için bu yola girmek ve nefsi arındırmak gerekir. Yani bu ilmi bilmekle kişiye Allah katından tartışmasız bilgi gelmez. Gazali akılçı bir insan bir yönüyle filozoftur. Tasavvuf ile ilgili teorik bilgiyi edindikten sonra tasavvuf ile bilgi edinmenin yalnızca pratik ile mümkün olduğunu görmüş ve Nizamiye Üniversitesi'ndeki rektörlük görevini terkederek Irak'tan kaçar. Yaklaşık 10 yıl hücre büyüklüğünde bir odada nefsini terbiye ile uğraşmış ve aklındaki sorulara cevap aramıştır. Bu sırada yaşadıklarını daha sonra El Munkiz adlı eserinde anlatmıştır. Bu eser felsefe ve tasavvuf tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Nihayet nefsini temizler ve gayb perdesi onun için açılır.
Tasavvuf ile elde edilen bilgi şüphe içermez. Çünkü Allah'tan kendisine verilen bir bilgiden insan şüpheye düşmez. Ancak tasavvufun önde gelen temsilcileri Haris el-Muhasibi ve Gazali gibi insanları tasavvufa yönlendiren şey şüphedir. Gazali, filozoflar gibi akıl yolunu tutup bilginin kaynağını aramıştır. Neye güvenebilirim diye hep sorgulamıştır. Sonunda duyu organlarının dahi güvenilmez olduğunu düşündüğünü, kendisini çaresiz ve yalnız hissettiği bir bunalıma düşmüştür. İşte bu bunalımdan tasavvuf yolu ile kurtulduğunu söylemektedir. Tasavvuf şüphe ile taban tabana zıt olmasına rağmen başlangıcında bir şüphe vardır.
Düşünen her insan için neden var olduğu ve akibetinin ne olacağı soruları en mühim sorular olmuştur. Nitekim Tolstoy "İtiraflarım" adlı eserinde inançsız olduğu zamanlarda içine düştüğü bunalımı anlatmaktadır:
"Sen hayatım dediğin şeysin, sen parçacıkların rastlantı sonucu bir araya gelmesinden oluşan geçici birşeysin. Parçacıklar bir süre daha bir arada kalacak, sonra bunlar arasındaki etkileşim duracak ve senin hayat dediğin şeyinin de, sorularının da bir sonu gelmiş olacak... Her şey boş. Mutlu kişi henüz doğmamış olandır. Bugün yaptıklarımın ve yarın yapacaklarımın sonucunda ne olacak? Niçin yaşayayım, niçin herhangi bir şeye karşı bir istek duyayım, niçin herhangi birşey yapayım? Hayatımın, beni bekleyen, kaçınılmaz olan ölümün yok etmeyeceği bir anlamı var mı? Gogol'dan ya da Puşkin'den ya da Shakespeare'den ya da dünyadaki geri kalan bütün yazarlardan daha ünlü olacaksın! Olacaksın da ne olacak? Bugün ya da yarın hastalık ya da ölüm, sevdiklerime ya da bana uğrayacak ve bizlerden geriye leş kokusundan ve kurtlardan başka bir şey kalmayacaktı. Er ya da geç yaptığım işler unutulacak ve ben var olmayacağım. O halde daha fazla çabalamak niye?... İnsan bu gerçeği nasıl olur da göremez? Nasıl olur da yaşamaya devam eder? Artık gece ve gündüzün boyuna yer değiştirip bana ölümü getirişleri karşısında gözlerimi kapayamıyorum. Tek gördüğüm bu, çünkü tek gerçek bu. Geri kalan ne varsa yalan."
Bu ruh haletinden sonra şüphe kendisine bir kapı açar:
"Şimdi anlıyorum ki şayet kendimi öldürmediysem bu, fikirlerimin (yukarıdaki bunalım fikirleri) geçersiz olduğuna ilişkin belli belirsiz bir bilinçlilikten kaynaklanıyordu. Şüphem şöyleydi: Ben yani benim aklım hayatın anlamsız olduğunu kabul etti. Eğer akıldan üstün bir şey yoksa bu durumda benim için yaşamın yaratıcısı akıldır. Yaşamın var edicisi akılken yine aynı akıl nasıl olur da yaşamın mantıksız olduğunu iddia edebilir? Diğer bir deyişle yaşam olmasaydı aklım olmayacaktı, bu yüzden akıl yaşamın oğludur. Ne var ki akıl yaşamı reddetmektedir. Bu noktada bir şeylerin yanlış olduğunu hissettim. Yeryüzündeki herşey olabilecek en akıllıca bir şekilde yerleştirilmiş. Bir tek konumum aptalca."
İşte şüphe sonucu bu noktaya varıyor ve sonra varlığını ispat edemediği tanrının varlığını kabul edince anlamsız olan şeylerin anlamlandığını fark ediyor. [1]
Şeyhlik
Tasavvufun olmazsa olmazı Mürşid-i Kamil yani şeyh'tir. Şeyh, daha önce aynı yoldan geçmiş, kalb gözü keşfe ve Allah'dan gelen ilhamlara açık kimsedir. Şeyh, mürid'in (yani murad eden, isteyen) kalb hayatını kontrol altında tutar. Onun zayıf noktalarını bilir ve ona göre bir eğitim tertip eder. Şeyh kalp gözü açık olduğundan müridin kalp hayatını kendisindan daha iyi bilir.
Risalet'ul Kuşeyriye adlı ünlü eserde şöyle denmektedir:
"Müridin bir şeyhin elinde yetiştirilmesi gerekir. Ebu Yezid Bestami şöyle diyor: Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır."
İmam Fahruddin-i Razi şeyhte şu şartların aranmasını şart koşar: 1. İhlas 2. Sadik olmak 3. Doğru yoldan hiç ayrılmamak 4. Tasavvuf alanında merhale merhale ilerlemiş olmak. Bu sonuncuyu yazmasının nedeni kişi cezbeye gelip bütün basamakları bir anda atlamış olabilir. Nitekim Peygamber "Hakk'ın cezbelerinden bir teki, tüm insanların ve cinlerin işledikleri amellere eşittir." demiştir. Fakat cezbe ile hedefe ulaşan kimseyi şeyh edinmemek lazım. Çünkü böyle bir kimse hazine bularak zengin olan bir adama benzer. Böyle bir kimse her ne kadar servet sahibi olsa da nasıl mal kazanılacağını bilmez.
Günümüzde maalesef değişik kötü örnekler nedeniyle şeyh kelimesi yanlış anlaşılmaktadır. Oysa şeyh, dünyadan elini eteğini çekmiş, yalnız Allah'a dayanan kimsedir. O nedenle dünyevi herhangi bir çıkarı ve beklentisi yoktur.
Aslında şeyh yerine Mürşid-i Kamil demek daha doğrudur. Çünkü Arap'larda liderlik özelliği olan herkese şeyh denebilmektedir. Bir siyasi lider de şeyh olabilir. Ama mürşid-i kamil yani "olgun rehber" tasavvufla alakalı bir terim olup tam olarak tasavvuf şeyhini anlatmaktadır.
Kavramları netleştirmek için mistisizm ile tasavvuf arasında herhangi bir ilişki olmadığını hatırlatmak gerekir. Mistisizm Hristiyanlığa mahsustur. Mistisizmin hedefi sevgidir. Tasavvufun hedefi ise akıl ile kavranamayan Allah'ın varlığını kavramak yani müşahade ve yakındır. Mistik kişi dünyada edilgendir ve kendisine verilenle yetinir. Tasavvufçu ise bir amaca yönelik olarak bir şeyh önderliğinde sürekli ilerleme amacını taşır. O nedenle mistisizmde şeyhler yoktur.
Tasavvufun Kaynağı
İslam tasavvufunun kaynağı olarak Islam peygamberinin peygamberlikten önce Hira mağarasında inzivaya çekilmesi gösterilebilir. Nitekim Peygamber orada nefsini terbiye ile uğraşmış ve halktan uzak durmuştur. Bunun neticesinde kalbi peygamberliğe hazır hale gelmiştir. Veliler de peygamberlerin varisleri olarak aynı yolu takip etmiştir.
Tasavvuf kelimesinin hangi kökten geldiği konusu tartışmalıdır. Zaten tasavvufçular için çok da önemli değildir bu. Arınma anlamındaki safa, yün giyinen anlamındaki sufi kökleri en çok itibar edilenlerdir. Zira tasavvuf arınmadır ve tasavvufçular bir fakirlik simgesi olarak yün elbise giyinirler.Tasavvuf etimiyolojik olarak af tasası anlamına da gelebilir. Allahın rızasını kazanmak ve yakına ulaşmak için af tasası içinde olmak sürekli bir tövbe ve edeb durumunda bulunmak.
Veli kelimesi, dost anlamındadır. Tasavvufta ise Allah Dostu demektir. Evliya ise Veli'nin çoğuludur.
Yakın, birşeyin varlığı hakkında gözüyle görmüş eliyle dokunmuş gibi bir inanç oluşturmak demektir. Tasavvufa girenin bir amacı da yakın elde etmektir. Pek çok düşünür ölüm, yokluk, ebedilik, tanrı ve neden yaratıldığı gibi konularda kafa yormuştur. Yakın, bu sorulara nefsi tatmin edecek, "iki kere iki dört eder" sağlamlığından öte bir cevap bulmaktır.
Birisi 4. İslam halifesi Ali'ye gelip "Allah'ı gördün mü? O görünür mü?" diye sorar. Ali bin Ebu Talib'in cevabı "yakın" in ne demek olduğunu öğreten veciz bir sözdür. Bu soruya "Ben görmediğime inanmam" şeklinde cevap verir. Said Nursi, halife Ali'ye atfen şu sözü aktarır: "Gayb perdesi açılsa yakınım artmaz." İşte yakın budur. Gaybı, bizim maddi varlığı görmemizden daha yüksek dereceli bir bilgi ile (hakkal yakın) bilmektir. Bunun için kalbin saf ve duru olması lazım. İşte tasavvuf bunun terbiye metodudur.
Tasavvuf ve Felsefe
Tasavvufun bazı konuları felsefenin alanlarına girmektedir. Ancak tasavvuf bir felsefi ekol değildir. Zaten tasavvuf akla değil ilhama dayanır. Ancak bu tasavvufun aklı reddettiği şeklinde algılanmamalıdır. Tasavvuf aklı yalnızca maddi dünya için bir hüccet (delil) olarak kullanır. Ancak metafizik alemin anlaşılması için aklın yetersiz olduğunu iddia eder. Çünkü akıl ürünü bilgilerin temelini meydana getiren düşünme ve tasavvur etme, algıya yani duyu organlarının çevre ile etkileşimine dayanır. Algılardan soyutlanmış bir tasavvur olamaz. Metafizik alem veya gayb alemi algı alanı içinde olmadığına göre akıl bu alanda nasıl hüküm veren olabilir?
Bilginin temel kaynağı nedir? Duyu organlarımızla edindiğimiz tecrübelere ne kadar güvenebiliriz? Akıl herşeyi izaha yeterli mi? Madem akıl duyu organlarımızla hissettiklerine binaen karar veriyor; o halde maddi olmayan şeyler hakkında aklın karar vermesi ne kadar doğrudur?
İnsanoğlu aklı ile algılayamadığı şeyleri reddetmektedir. Oysa aklın anlamadıklarını reddetmiş olması onların var olmadığı anlamına gelmemektedir. Akıl zaten herşey için yeterli olsaydı bütün filozofların oturup aynı şey üzerinde anlaşabilmeleri gerekirdi. Oysa aynı konuda söylenmiş yüzlerce farklı görüş vardır. Ve hepsi de büyük deha filozoflara aittir. Bu bile aklın herşeyi ispata yeterli olmadığının kanıtıdır. Bunun yanında Newton'dan beri kurgulanan fizik dünyanın quantum fiziğiyle çökmesi, herşeyin yeniden düşünülmeye başlanması da bu konuda dikkate değer bir noktadır.
Gazali bu konuda rüyayı örnek verir. Eğer insanlar rüyayı bilmemiş olsa idi ve birisi deseydi ki "Ben dün gece Çin'e gittim, sonra uçarak geri döndüm" kimse inanmazdı ona. Oysa herkes rüyayı bildiği için buna itiraz eden olmuyor ve nasıl olmuş olduğunu biliyor. Aynı şekilde insanoğluna Ahiret, Cennet, Cehennem, Melekler, Tanrı gibi kavramlardan bahsedildiğinde insan önce reddetme yoluna gider. Bunlar hakkında rüya hakkında olduğu gibi bilgi sahibi değildir. O nedenle bunları akla uygun bulmayarak reddeder. Oysa bu reddediş rüyayı reddetmek kadar geçersizdir.
Akıl dışında bir diğer bilgi kaynağı da nakildir. Peygamberlerin getirdikleri bilgi dışındaki bilgileri güvenilir bulmayan bu kesime örnek olarak Hanbeli mezhebebinin kurucusu İmam Ahmed bin Hanbel verilebilir. İman, işte bu vahye dayalı nakle teslim olmak demektir. İman ispat gerektirmez. Yani din hükümleri akıl ile ispat edilerek kendilerine iman edilmez. Zaten ispat edilir olsaydı cennet-cehennem ve sınav hikmeti olmazdı. Çünkü aklın ispat ettiği birşeyi her akıl kişi kabul etmek zorunda kalır. Kişi dinin hükümlerini ispat ederek iman etmez ancak dinin akla aykırı olmadığını test etmek isteyebilir. İkisi ayrı konudur.
İşte bu akıl ve naklin onlarca çeşidi olmakla birlikte temelde yukarıda bahsedilen ilkelere dayanırlar. Tasavvuf işte bu ikisi arasında bilginin başka bir kaynağı olduğu iddiasındadır. Nefsi temizleyip Allah'tan gelen ilhamlara hazır hale getiren bir veliye Allah'ın izni ile gayb (bilinmeyenlerin) kapısı açılır. Bu yola girenler ilerledikçe o kapıların teker teker açılışını izlemektedirler. Her ilerleyişinde yeni bir makama varır, bir önceki makamı geride bırakır. Her makamın kendine özgü pratiği vardır. Örneğin bazı makamlarda sürekli zikir yapılırken, öyle makamlar vardır ki kişi o makamda Kur'an-ı Kerim bile okumaz ve yalnızca tefekkür eder.
Tasavvuf teorik bir ilim değildir. Bilakis pratiktir. Bu nedenle bu ilme kavuşmak için bu yola girmek ve nefsi arındırmak gerekir. Yani bu ilmi bilmekle kişiye Allah katından tartışmasız bilgi gelmez. Gazali akılçı bir insan bir yönüyle filozoftur. Tasavvuf ile ilgili teorik bilgiyi edindikten sonra tasavvuf ile bilgi edinmenin yalnızca pratik ile mümkün olduğunu görmüş ve Nizamiye Üniversitesi'ndeki rektörlük görevini terkederek Irak'tan kaçar. Yaklaşık 10 yıl hücre büyüklüğünde bir odada nefsini terbiye ile uğraşmış ve aklındaki sorulara cevap aramıştır. Bu sırada yaşadıklarını daha sonra El Munkiz adlı eserinde anlatmıştır. Bu eser felsefe ve tasavvuf tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Nihayet nefsini temizler ve gayb perdesi onun için açılır.
Tasavvuf ile elde edilen bilgi şüphe içermez. Çünkü Allah'tan kendisine verilen bir bilgiden insan şüpheye düşmez. Ancak tasavvufun önde gelen temsilcileri Haris el-Muhasibi ve Gazali gibi insanları tasavvufa yönlendiren şey şüphedir. Gazali, filozoflar gibi akıl yolunu tutup bilginin kaynağını aramıştır. Neye güvenebilirim diye hep sorgulamıştır. Sonunda duyu organlarının dahi güvenilmez olduğunu düşündüğünü, kendisini çaresiz ve yalnız hissettiği bir bunalıma düşmüştür. İşte bu bunalımdan tasavvuf yolu ile kurtulduğunu söylemektedir. Tasavvuf şüphe ile taban tabana zıt olmasına rağmen başlangıcında bir şüphe vardır.
Düşünen her insan için neden var olduğu ve akibetinin ne olacağı soruları en mühim sorular olmuştur. Nitekim Tolstoy "İtiraflarım" adlı eserinde inançsız olduğu zamanlarda içine düştüğü bunalımı anlatmaktadır:
"Sen hayatım dediğin şeysin, sen parçacıkların rastlantı sonucu bir araya gelmesinden oluşan geçici birşeysin. Parçacıklar bir süre daha bir arada kalacak, sonra bunlar arasındaki etkileşim duracak ve senin hayat dediğin şeyinin de, sorularının da bir sonu gelmiş olacak... Her şey boş. Mutlu kişi henüz doğmamış olandır. Bugün yaptıklarımın ve yarın yapacaklarımın sonucunda ne olacak? Niçin yaşayayım, niçin herhangi bir şeye karşı bir istek duyayım, niçin herhangi birşey yapayım? Hayatımın, beni bekleyen, kaçınılmaz olan ölümün yok etmeyeceği bir anlamı var mı? Gogol'dan ya da Puşkin'den ya da Shakespeare'den ya da dünyadaki geri kalan bütün yazarlardan daha ünlü olacaksın! Olacaksın da ne olacak? Bugün ya da yarın hastalık ya da ölüm, sevdiklerime ya da bana uğrayacak ve bizlerden geriye leş kokusundan ve kurtlardan başka bir şey kalmayacaktı. Er ya da geç yaptığım işler unutulacak ve ben var olmayacağım. O halde daha fazla çabalamak niye?... İnsan bu gerçeği nasıl olur da göremez? Nasıl olur da yaşamaya devam eder? Artık gece ve gündüzün boyuna yer değiştirip bana ölümü getirişleri karşısında gözlerimi kapayamıyorum. Tek gördüğüm bu, çünkü tek gerçek bu. Geri kalan ne varsa yalan."
Bu ruh haletinden sonra şüphe kendisine bir kapı açar:
"Şimdi anlıyorum ki şayet kendimi öldürmediysem bu, fikirlerimin (yukarıdaki bunalım fikirleri) geçersiz olduğuna ilişkin belli belirsiz bir bilinçlilikten kaynaklanıyordu. Şüphem şöyleydi: Ben yani benim aklım hayatın anlamsız olduğunu kabul etti. Eğer akıldan üstün bir şey yoksa bu durumda benim için yaşamın yaratıcısı akıldır. Yaşamın var edicisi akılken yine aynı akıl nasıl olur da yaşamın mantıksız olduğunu iddia edebilir? Diğer bir deyişle yaşam olmasaydı aklım olmayacaktı, bu yüzden akıl yaşamın oğludur. Ne var ki akıl yaşamı reddetmektedir. Bu noktada bir şeylerin yanlış olduğunu hissettim. Yeryüzündeki herşey olabilecek en akıllıca bir şekilde yerleştirilmiş. Bir tek konumum aptalca."
İşte şüphe sonucu bu noktaya varıyor ve sonra varlığını ispat edemediği tanrının varlığını kabul edince anlamsız olan şeylerin anlamlandığını fark ediyor. [1]
Şeyhlik
Tasavvufun olmazsa olmazı Mürşid-i Kamil yani şeyh'tir. Şeyh, daha önce aynı yoldan geçmiş, kalb gözü keşfe ve Allah'dan gelen ilhamlara açık kimsedir. Şeyh, mürid'in (yani murad eden, isteyen) kalb hayatını kontrol altında tutar. Onun zayıf noktalarını bilir ve ona göre bir eğitim tertip eder. Şeyh kalp gözü açık olduğundan müridin kalp hayatını kendisindan daha iyi bilir.
Risalet'ul Kuşeyriye adlı ünlü eserde şöyle denmektedir:
"Müridin bir şeyhin elinde yetiştirilmesi gerekir. Ebu Yezid Bestami şöyle diyor: Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır."
İmam Fahruddin-i Razi şeyhte şu şartların aranmasını şart koşar: 1. İhlas 2. Sadik olmak 3. Doğru yoldan hiç ayrılmamak 4. Tasavvuf alanında merhale merhale ilerlemiş olmak. Bu sonuncuyu yazmasının nedeni kişi cezbeye gelip bütün basamakları bir anda atlamış olabilir. Nitekim Peygamber "Hakk'ın cezbelerinden bir teki, tüm insanların ve cinlerin işledikleri amellere eşittir." demiştir. Fakat cezbe ile hedefe ulaşan kimseyi şeyh edinmemek lazım. Çünkü böyle bir kimse hazine bularak zengin olan bir adama benzer. Böyle bir kimse her ne kadar servet sahibi olsa da nasıl mal kazanılacağını bilmez.
Günümüzde maalesef değişik kötü örnekler nedeniyle şeyh kelimesi yanlış anlaşılmaktadır. Oysa şeyh, dünyadan elini eteğini çekmiş, yalnız Allah'a dayanan kimsedir. O nedenle dünyevi herhangi bir çıkarı ve beklentisi yoktur.
Aslında şeyh yerine Mürşid-i Kamil demek daha doğrudur. Çünkü Arap'larda liderlik özelliği olan herkese şeyh denebilmektedir. Bir siyasi lider de şeyh olabilir. Ama mürşid-i kamil yani "olgun rehber" tasavvufla alakalı bir terim olup tam olarak tasavvuf şeyhini anlatmaktadır.