TARİKAT-I ALIYE'DE ONBIR ESAS

crowley

Kayıtlı Üye
Katılım
5 Haz 2008
Mesajlar
223
Tepkime puanı
27
Yaş
41
İş
kulluk
Hacegân yolunun esasları olarak kabul edilen şu temel prensipler, silsile-i sâdât'ın pirlerinden olan Abdülhâlik Gücdüvânî -kuddise sirruh- Hazretleri tarafından tertip edilmiştir.

1. Huş der-dem:
Alınan her nefeste huzuru muhafaza etmek, Allah-u Teâlâ'dan gafil olarak tek nefes bile almamak demektir.
Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri: "Bu seyr-u sülük yolunda binayı nefes üzerine kurmak gerekir." buyurmuşlardır.
Nefes, Tarikat-ı aliye'de terakki edip yükselmenin temelidir. Nefeslerin vücuda gafletle girip gafletle çıkmamasına azami gayret sarfetmek gerekmektedir. Nefesleri gafletten korumak, kalbi huzura kavuşturur. Bunun içindir ki bütün nefesleri Allah ile alıp vererek kalpteki huzuru muhafaza etmek gerekir.
Ubeydullah Ahrar -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"Bu yolda nefesi muhafaza etmeyi ve ona riâyet etmeyi mühim tutmuşlardır. Her nefesin huzur ve şuur ile alınıp verilmesi gerekir. Nefesini muhafaza edemeyenlere yolunu şaşırmış gözüyle bakılır."
Huzurla alınan her nefes, Allah-u Teâlâ'nın Hayy ism-i şerifinin bir tecellisidir. Bir nefes huzurla alınıp veriliyorsa, o nefes diridir. Gaflet ile çıkan nefes ise ölüdür.
Allah'tan gafil olma! Bil ki sana bu nefesleri veren O'dur. Her nefeste senin hayatını tazeliyor. Bunun için sen de O'na tazim et, nimetlerine şükret!

2. Nazar ber-kadem:
Bakışları ayak ucuna çevirmek mânâsına gelir.
Göz kalbin penceresidir. Gözün gördükleri kalbi meşgul eder, nazargâh-ı ilâhî olan gönülü havâtır kaplar.
Bunun içindir ki bir sâlik yolda ve izde, kalabalıkta, tenhada bakışlarını ayak ucunda toplayacak ki; hem harama bakmaktan, hem de gözünü başıboşluktan, istediği yere bakmaktan korumuş olsun. Aynı zamanda havâtıra düşmekten de kurtulmuş olur. Gönlünü toparlaması kolaylaşır.
Bu usûl Sünnet-i seniye'ye de uygun düşmektedir. Zira Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yolda yürürlerken sağa sola bakmazlardı.
Bir de var ki, insanın her yaratılan şeyde Allah-u Teâlâ'nın eserlerini görmeye çalışması gerekir. Bu tefekkür sayesinde iman tekâmül eder. Bu da bâtınîdir.
Bu gibi kimseler Hazret-i Allah ile baktığı için, her zerrede O'nun eserini, asarını seyreder. Bu, Hakk'tan Hakk'ın yarattıklarına seyirdir.
Meselâ bir yaprağı ele alır, O'nun asarını onda seyreder, azamet-i ilâhî karşısında bir zerrenin idrakinden âciz olduğunu itiraf eder.

3. Sefer der-vatan:
"Vatanda sefer" mânâsına gelen bu tâbir; sâlikin kötü huylarından ve nefsani sıfatlarından sıyrılıp iyi huyların ve melekî sıfatların yurdu olan aslî vatanına sefer etmesini gösterir. "Ben Rabbime gideceğim." (Saf f at: 99)
Âyet-i kerime'sinde geçen İbrahim Aleyhisselâm'ın beyanı bu mânâda içten içe bir manevî yolculuktur.
Mürşid aramak için girişilen maddi seferler de bu mânânın içindedir. "Hâcegân yolu"nda, mürşidini buluncaya kadar sefer edip, ondan sonra mürşidin hizmetinde ikamete geçmek ve iç seferini tamamlamak başlıca kaidelerdendir.
İmâm-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"Vatana kavuştuktan sonra sefer vâki olursa, bu yolculuk vatanın kendi içinde olur. Kaldı ki 'Sefer der-vatan' Nakşibendiye büyüklerinin (kaddesallahu Teâlâ Esrârehüm) temel sözlerinden birisidir.
Bu tarikatta bu seferi, daha bidayette (başlangıçta) tattırırlar. Nihayeti bidayete yerleştirdikleri buradan belli olur.
Bu yolun yolcularından dilediklerini 'Meczûb-i sâlik' yaparlar, yani meczupları sâlikler haline getirirler. Bunları önce afakî seyre atarlar, insanın dışında ilerletirler. 'Seyr-i afakî' denilen bu dış yolculuk bittikten sonra 'Seyr-i enfüsî' denilen insanın içindeki yolculuğa başlatırlar. 'Sefer der-vatan' tâbiri işte bu ikinci yolculuk demektir." (78. Mektup)
Bir diğer mektuplarında ise şöyle buyuruyorlar:
"Seyr-i enfüsi demek olan 'Sefer der-vatan'; bütün meşayih tarikatlarında var ise de, bu ilerlemek yolun sonunda olur. Afakî seyrin konaklarını katettikten sonra bu seyre başlarlar.
Bu Tarikat-ı aliye'de ise, işe seyr-i enfüsî ile başlanır. Bu enfüsî seyr ile seyr-i afakî de birlikte gidilir. Bu seyrin, işin başlangıcında yapılması; nihayetin bidayete yerleştirilmiş olmasındandır." (221. Mektup)

4. Halvet der-encümen:
Topluluk içinde yalnızlık, halk içinde Hakk ile beraber olmak diye tarif edilen bu esas, "El kârda gönül yarda." demektir.
Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretlerimize: "Sizin yolunuzun esası nedir?" diye sorulduğunda: "Zahirde halk ile bâtında Hakk ile olmaktır." cevabını vermiş ve şu şiiri okumuştur:
"Kalbinden âşinâ ol, dışta yabancı görün Böyle güzel yürüyüş cihanda az bulunur."
İmâm-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretleri ise bu hususta şöyle buyururlar:
"Bu Tarikat-ı aliyenin bir başka hususiyeti de 'Halvet der-encümen 'dir. Başkaları arasında yalnız imiş gibi olmak demektir ve 'Sefer der-vatan'dan hasıl olur.
Sefer der-vatan müyesser olunca, başkaları arasında zihnin dağılması da vatan gibi yalnızlığa sefer eder. Afaki dağınıklıklar kalbe sızamaz.
Bu yalnızlık diğer tarikatlarda ancak müntehâda, sona varanlarda müyesser olur. Fakat bu Tarikat-ı aliye'de başlangıçta hasıl olduğundan, bu yola mahsus sayılmıştır.
'Halvet der-encümen' demek, vatanî halvet kapılarını kapamak, pencerelerini örmek demektir. Yani herkesin arasında hiç kimseye iltifat etmeyecek, hiç kimse ile muhatap olup
konuşmayacak. Bu demek değildir ki gözlerini yumacak, duygularını zorla muattal bırakacak. Hayır! Böyle bir şey bu Tarikat-ı aliye'de yoktur.
Kardeşimi Bütün bu zorlamalar, yolun başında ve ortasında olur. Sona varanların bunlar için kendini zorlaması gerekmez. Herkesin arasında iken kalbini toparlamıştır, gaflet arasında iken huzurdadır. "(221. Mektup)
Âyet-i kerime'de:
"Rabbinin adını zikret ve her şeyi bırakıp yalnız O'na yönel." buyurulmaktadır. (Müzemmil: 8)
Her an O'nu zikretmeye devam ederek kalbini nurlandır.

5. Yâd-kcrd:
Dilin kalple beraber zikridir. Murakaba mertebesine yükselmiş olan bir sâlikin Kelime-i tevhid'i nefesini hapsederek zikretmesi demektir.
Kelime-i tevhid'in "Nefy-ü ispat" zikrinin, murakaba dersi esnasında söylenişinde gözler yumulur, dil dimağa yapıştırılır ve nefes tutularak, kalp ile bir nefeste yirmibir adet okunur.
Böylece sâlik, murakaba halinden müşahede mertebesine yükselir.
Tevhid'in iki mânâsı vardır:
1. Zahirî Tevhid: "La ilahe illallah", Allah'tan başka ilâh yok.
2. Bâtınî tevhid: "La mevcûde illallah", O'ndan başka mevcut yok.

6. Bâz-geşt:
Zikrullah esnasında kendiliğinden hatıra gelen iyi ve kötü her fikri kovmak demektir.
Gönülde başka alâkalara yer kaldıkça, itminan teşekkül etmez ve yapılan zikir halis olmaz. Başlangıçta bu itminana erilemese de yine zikrullahı bırakmamak ve elde edilinceye kadar devam etmek gerekir.

7. Nigâh-daşt:
Muhafaza etmek demektir. Tecelligâh-ı ilâhî olan kalp evine Hakk'tan gayrı şeylerin girmesini önlemektir. Öyle ki mürid, bin kere Allah-u Teâlâ'nın yüce ismini zikrettiği halde, hatırına bir kere olsun yabancı fikir gelmemelidir.
Mevlânâ Kasım -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"Nigâh daşt o dereceye erişmelidir ki, güneşin
doğuşundan batışına kadar müridin gönlüne hiçbir yabancı şey
uğramamalıdır. Öyle ki, insanda hayal kuvveti kendi kendini
azletmiş hale gelmelidir.
Hakikat ehlince malûmdur ki, hayal kuvvetini yarım saat
için bile yok edebilmek son derece güç ve nadirlerin nadiri bir
iştir. Ancak bazı yüksek velilerin kân olabilir."

8. Yâd-daşt:
Hatırda tutmak demektir. Murakaba mertebesine ulaştıktan sonra sâlikin lisanla belli sayıda Kelime-i tevhid'i zikretmesidir. Bu yoldan kalbin pası silineceğinden şühûd mertebesine ulaşılır, kâinattaki sınırsız çoklukta vahdaniyet-i ilâhi müşahede edilir.
Yâd-daşt, bundan önce bahsi geçen usûllerin tahakkuk etmesidir.

9.Vukûf-i Zamâni:
Mânevi yolculuğa çıkmış olan müridin, devamlı olarak geçen zamanı değerlendirmesi, zaman üzerinde dikkati yoğunlaştırması, içinde bulunduğu zamanı dikkate alması, nefes alırken ve verirken uyanık olması demektir.
Mürid bütün gayreti ile boş vakit geçirmemeye çalışmalı, bütün zamanlarını iyi değerlendirmelidir. Huzurla geçirdiği zamana ve hâline şükretmeli. gafletle geçirdiği zamanlarına da tevbekâr olmalıdır. Bir başka ifade ile kabz halinde istiğfara, bast halinde şükre devam etmelidir.
Tasavvufta bu hale ibnül-vakt de denir, bugünün vazifesini yarına bırakmamak demektir.


alıntıdır
 
Üst