Otranto Şatosu

hekate22

Elit Üye
Karanlık, herzaman insan zihninin en derin korkularını ve gizli arzularını saklayan bir perde olmuştur. Fırtınalı bir gece, rüzgarın uğultusu , eski taş duvarların arasından gelen açıklanamaz sesler.

İşte korku edebiyatının kökleri tam da bu atmosferde filizlenir. Peki, ama bu edebiyat türü nasıl ortaya çıktı? Ve neden hala yüzyıllar sonra bile tüylerimizi diken diken etmeyi başarıyor?
Gotik edebiyatın temelleri 18. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'daki atıldı. 1764 yılında Horace Valpol'un kaleme aldığı Otranto Şatosu bu türün ilk önemli eseri olarak kabul edilir. Valpole romanına hem Orta Çağın gizemli atmosferlerini, hemde doğaüstü olayları kattı.
Hikayede eski şatolar, gizli geçitler, esrarengiz kehanetler, lanetli soyları vardı. Okur, bir anda aklın ve mantığın sınırlarının aşıldığı bir dünyaya çekiliyordu. 18. yüzyıl sonlarına gelindiğinde bu yeni tür hızla yayılmaya başladı. An Radcliff'in eserlerinde doğaüstü olayların arkasında mantıklı açıklamalar bulunsa da, yolculuk boyunca yaşanan gerilim ve esrarengizlik okuru büyütüyorsunuz. Lejis'in Keşiş romanı ise daha sert, daha tapu yıkan ve daha şeytani öğelerle doluydu.
Gotik edebiyat sadece korkutmak için değil, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerini keşfetmek için'de vardı. Issız manastırlar, yıkık şatolar, ay ışığı altında titreşen ormanlar.
Bunlar yalnızca dekor değildi. Aynı zamanda karakterlerin içsel korkularının yansımalarııydı. Hikayelerde sık sık kapalı mekanlar, zincirlenmiş odalar, yasak aşk ve aile sırları işlenir. Bu kapalı alan hissi, okuru hem fiziksel hem psikolojik bir hapishaneye kilitlendi.
29.yüzyıl gotik edebiyat, bambaşka bir seviyeye taşındı. Marie Shelley 1818 Frankestein ile yalnızca korkutmaya kalmadı. Bilimin tanrın'ın alanına müdahalesinin getireceği felaketleri anlattı. Shelley'in eseri hem gotik hem de bilim kurgu türlerinin öncüsü oldu. Ardından Bram Stocker'ın 1897'de yayınlanan dracula'sı geldi.

Gotik korkunun en önemli özelliği sadece canavarlara değil. Kendi içindeki karanlıkla yüzleştirilmesidir.

Gotik korku, bir ebedi tür olmaktan çıkıp kültürel bir dil haline geldi. Bugün hala Rüzgarın Uğultusu eşliğinde okunan bir gotik roman, eski bir şatonun taş koridorlarında yürüyormuş gibi hissettirir. Kimi zaman hayaletlerin, kimi zaman canavarların, kimi zaman insanın kendi kendi zihninin puslu köşelerinin peşine düşeriz.

...ve işin en ilginç yanı, okur olarak bu yolculuktan korktuğumuz kadar keyif almamızdır.
_____________


Şahsi fikrim sorulmuş olsaydı, sanırım asıl korkmamız gereken keyif aldığımız kısım olmalıydı...
 
Geri
Üst