Neden Cennet ve Cehennem’e Gerek Yok?

Merdut

Kayıtlı Üye
Katılım
16 Nis 2018
Mesajlar
297
Tepkime puanı
314
Konum
İstanbul
Tengricilik’te cennet ve cehennem gibi ödül-ceza kurumlarını oluşturmaya elverişli bir altyapı yoktur. Zira Tengri, günlük hayata müdahale etmeyen, gücünü doğada, insanda gösteren bir varlıktır. İnsan ile özel olarak konuşup vahiy yollamadığına ve de bir kişinin 7 göbek atasından ve evladından sorumlu olduğuna inanıyorsak; sorumluluk bilincini törpüleyecek ve de Tengri’yi yanlış tanımlatacak bir cennet ve cehennem inancının Tengricilik’te yeri olmadığını anlarız.


Eğer cennet ve cehennem inancını Tengricilik’e taşırsak, inancın çehresinin tamamen değişeceğini görürüz. Parça-bütün ilişkisinin yerini, efendi-köle ilişkisinin alması gerekir. İnsan artık etrafındaki insanlardan ve doğadan çok Tengri’ye karşı sorumlu hale gelir. Eğer ki insan Tengri’ye karşı sorumlu hale gelirse, ne yapıp ne yapmaması gerektiğini bilmesi için Tengri’den bir ‘yasa kitabı’ gelmesi zorunlu olur. Bu kitap hangi dilde gelecektir? Bunun gibi yüzlerce soruyu kenara koyalım; gelecek olan bu kitap dogmatizmi başlatacağı gibi, kitabın kimin aracılığıyla geleceği de önem kazanır. Kutsal kitap eğer bir insana vahyedilirse; o insan peygamber olmuş demektir ve böylece eşitlik ilkesi de yerle bir olur.


İnsanlar artık doğadan değil, kutsal kitaptan ve peygamber denen seçilmiş kişiden dini öğrenmek durumunda kalır. Anlayacağınız ‘tamu- uçmak’ inancını Tengricilik’te düşünmek, üç temel Tengri öğretisinin kuyusunu kazmak demektir. Olay iyilerin ödüllendirilmesi, kötülerin cezalandırılması şeklinde basite indirgenemez. Çünkü ‘iyi’ ve ‘kötü’yü tanımlayacak sabit ve güvenilir bir kaynağa ihtiyaç duyulacaktır. Gördüğünüz üzere tek bir inanç bile, dinin ne şekilde görüneceği üzerinde bu denli etkilidir


Tengri’den korkmayan, o’nu seven ve o’ndan olduğunu bilen Türkler için cennet ve cehennem gibi bir inancı gündeme getirmek; dünyadaki samimiyeti ve sorumluluk duygusunu gevşetecektir. İnsanlar, kötülerin cezasının cehennemde görüleceğini düşünerek dünyadaki ceza sistemini gevşetebilir veya sorumluluklarını tanrıya havale edebilir.


Türklerin töresinde ise havale söz konusu değildir. Göçebe yaşam tarzının da etkisiyle, cezalar anında verilirdi ve bu ceza yargıçların hükmü ile olurdu. Yani insanlar arasındaki problemlere Tengri değil, insanlar müdahale eder. İnsanlar arasındaki sıkıntıları, iyilik ve kötülük problemlerini bizzat insanların çözmesi gerekmektedir. Şu bir gerçek ki iyi ve kötü davranışın ne olduğuna dair bir uzlaşı yoktur insanlıkta. Her toplulukta her davranışın farklı anlamları ve karşılıkları vardır.


İnsanlık bu şekilde türemişken, Tengri’nin sabit bir yasa göndermesi ve farklı farklı yarattığı insanları aynı yasalara mecbur bırakmasına inanmak yerine her insanın Tengri’den olduğuna ve kendi yolunu çizdiğine inanmak daha akla yatkın görünmektedir.


Özetle iyilik ve kötülük, dünya insanlığının sorunudur. Kendi gücümüzle ve doğadan öğrendiklerimizle yani edindiğimiz tecrübelerle hukuk sistemlerimizi her geçen gün iyileştirmek durumundayız. Ancak doğaya ve insanlığa karşı yaptığımız iyiliğin ve kötülüğün karşılığını bizler dünyada görmekteyiz. İyiliğimiz ve kötülüğümüzün karşılığını bizler yaşarken görmesek bile, bizden sonraki nesillerimiz görecektir.





Umut R. Sazçalar (2016)





Esen kalın...
 

BaşakAkşamı

Banlı Kullanıcı
Katılım
11 Kas 2022
Mesajlar
45
Tepkime puanı
19
Tengricilik’te cennet ve cehennem gibi ödül-ceza kurumlarını oluşturmaya elverişli bir altyapı yoktur. Zira Tengri, günlük hayata müdahale etmeyen, gücünü doğada, insanda gösteren bir varlıktır. İnsan ile özel olarak konuşup vahiy yollamadığına ve de bir kişinin 7 göbek atasından ve evladından sorumlu olduğuna inanıyorsak; sorumluluk bilincini törpüleyecek ve de Tengri’yi yanlış tanımlatacak bir cennet ve cehennem inancının Tengricilik’te yeri olmadığını anlarız.


Eğer cennet ve cehennem inancını Tengricilik’e taşırsak, inancın çehresinin tamamen değişeceğini görürüz. Parça-bütün ilişkisinin yerini, efendi-köle ilişkisinin alması gerekir. İnsan artık etrafındaki insanlardan ve doğadan çok Tengri’ye karşı sorumlu hale gelir. Eğer ki insan Tengri’ye karşı sorumlu hale gelirse, ne yapıp ne yapmaması gerektiğini bilmesi için Tengri’den bir ‘yasa kitabı’ gelmesi zorunlu olur. Bu kitap hangi dilde gelecektir? Bunun gibi yüzlerce soruyu kenara koyalım; gelecek olan bu kitap dogmatizmi başlatacağı gibi, kitabın kimin aracılığıyla geleceği de önem kazanır. Kutsal kitap eğer bir insana vahyedilirse; o insan peygamber olmuş demektir ve böylece eşitlik ilkesi de yerle bir olur.


İnsanlar artık doğadan değil, kutsal kitaptan ve peygamber denen seçilmiş kişiden dini öğrenmek durumunda kalır. Anlayacağınız ‘tamu- uçmak’ inancını Tengricilik’te düşünmek, üç temel Tengri öğretisinin kuyusunu kazmak demektir. Olay iyilerin ödüllendirilmesi, kötülerin cezalandırılması şeklinde basite indirgenemez. Çünkü ‘iyi’ ve ‘kötü’yü tanımlayacak sabit ve güvenilir bir kaynağa ihtiyaç duyulacaktır. Gördüğünüz üzere tek bir inanç bile, dinin ne şekilde görüneceği üzerinde bu denli etkilidir


Tengri’den korkmayan, o’nu seven ve o’ndan olduğunu bilen Türkler için cennet ve cehennem gibi bir inancı gündeme getirmek; dünyadaki samimiyeti ve sorumluluk duygusunu gevşetecektir. İnsanlar, kötülerin cezasının cehennemde görüleceğini düşünerek dünyadaki ceza sistemini gevşetebilir veya sorumluluklarını tanrıya havale edebilir.


Türklerin töresinde ise havale söz konusu değildir. Göçebe yaşam tarzının da etkisiyle, cezalar anında verilirdi ve bu ceza yargıçların hükmü ile olurdu. Yani insanlar arasındaki problemlere Tengri değil, insanlar müdahale eder. İnsanlar arasındaki sıkıntıları, iyilik ve kötülük problemlerini bizzat insanların çözmesi gerekmektedir. Şu bir gerçek ki iyi ve kötü davranışın ne olduğuna dair bir uzlaşı yoktur insanlıkta. Her toplulukta her davranışın farklı anlamları ve karşılıkları vardır.


İnsanlık bu şekilde türemişken, Tengri’nin sabit bir yasa göndermesi ve farklı farklı yarattığı insanları aynı yasalara mecbur bırakmasına inanmak yerine her insanın Tengri’den olduğuna ve kendi yolunu çizdiğine inanmak daha akla yatkın görünmektedir.


Özetle iyilik ve kötülük, dünya insanlığının sorunudur. Kendi gücümüzle ve doğadan öğrendiklerimizle yani edindiğimiz tecrübelerle hukuk sistemlerimizi her geçen gün iyileştirmek durumundayız. Ancak doğaya ve insanlığa karşı yaptığımız iyiliğin ve kötülüğün karşılığını bizler dünyada görmekteyiz. İyiliğimiz ve kötülüğümüzün karşılığını bizler yaşarken görmesek bile, bizden sonraki nesillerimiz görecektir.





Umut R. Sazçalar (2016)





Esen kalın...
Farklı inanç ve kültür, sözleriyle, davranış biçimleriyle karakterini oluşturur ve öyle davranır. Güzel yazı; ama beyenmekten made öyle olmamız zorunludur...
Samimi olmak.

Paylaşım için yüreğinize sağlık.
 
Üst