Elfangel
Kayıtlı Üye
Konuyla ilgili yazılmış bir makale kaynaklarıyla birlikte aşağıdadır, keyifli okumalar...
MEVLANA’DA TASAVVUFUN YERİ
Tasavvuf nedir? Ne işe yarar? Yeni bir din midir?
İşte tasavvuf ilmi hep bu gibi sorulara maruz kalmıştır.Çoğu insan tasavvuf ilmini İslam dininden ayrı bir din olarak görmüş ve öyle öğrenmiştir.Hatta tasavvuf yolunda olduğunu sanan birçok insanımız bu yolun gayesini bilmeden sürüklenip gitmektedirler ve bu durum tasavvuf ilmiyle uğraşan alimlerimizin kemiklerini sızlatmaktadır.Böyle bir ilim emanetini taşımak kolay bir iş değildir.”Biz tasavvufu ondan bundan nakil ve kuru laf ile elde etmedik.Ona, Allah için açlık çekerek,dünyalık isteklere rağbeti terk ederek ve sevip alıştığımız şeylerden uzaklaşarak sahip olduk.” Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin bu sözü tasavvuf ilminin emanetinin önemini kavrayamamış olanlar için ve halen eski tabularını yıkmamış insanlar için söylenmiş en anlamlı nasihattir.
Tasavvuf nedir? sorusunu geçmişten günümüze kadar birçok alim tarafından çeşitli anlamlara geldiğini görebiliriz.Çoğu alim tasavvufun tanımını farklı farklı belirtmişlerdir.Örneğin;Cüneyd-i Bağdadi’ye göre tasavvuf Allahü tealanın ahlakıyla ahlaklanmaktır,İ.Kettani’ye göre güzel ahlaktır,Ebu Ali Rodbari’ye göre ise kalbi temizlemektir.
“Bir bakıma tasavvuf,dinin özünü,esasını,ruhunu,aslını,sırrını,hikmetini konu eder.Kalple ilgili ilim ve edepleri öğretir.İnsanın hakikatini araştırır,iç alemin ihyasına yönelir.Kısaca hedef,nefsini ve Rabbini tanımasını sağlamadır.” Peygamber efendimiz(s.a.v)de
sadece zahiri ilme değil batını ilim olan tasavvuf ilmine de sahipti.Çünkü tasavvuf ilminin kaynağı Kuran ve sünnettir.İşte tasavvuf ilminin de amacı insanı aşk ve muhabbetle Allah’a yakınlaştırmadır.
Mevlana’da tasavvuf ilmiyle ilgilenmiştir.Onun tasavvufu kesinlikle bir bilgi olarak kalmamıştır. Bazı filozofların aklı temele koymasını eleştirir ve onların duyguya önem vermemelerini eksik görür. O bizzat tasavvuf ilminin gayesini aşk,muhabbet ve sevgi çerçevesinde yoğurup bu ilmi hal olarak yaşamıştır. Bu ilmin katı bir çerçevede ele almamıştır. Bu ilmi kalben benimseyip hal olarakta yaşamında uygulamıştır. Kesinlikle bu dünyadan el ayak çekip Allah yolunda ibadet edenlere karşıdır. Bu dünyayı Allah’ın bir tezahürü olarak görmektedir. Çünkü bu dünyayı da Allah yaratmıştır onun yarattığı bu güzellikten yüz çevirmek Mevlana için yanlıştır.
Tasavvufta insan, varlığın bir amacıdır. İnsanda Allah tarafından yaratılan varlıkların en üstünüdür. İnsanın öldükten sonra kavuşacağı yer yine Allah’ın yanıdır.Ve insan denen varlık Allah’a tasavvuf yoluyla, tıpkı bir çocuk doğduktan sonra adım adım gelişip ve her şeyi zamanı gelince öğrenip uygulamaya geçtiği gibi insan da tasavvufu öğrenip hal olarak uygularsa Allah’a kavuşur. İşte Mevlana’ya göre yaratıcıya ulaşmanın yolu ona karşı hissedilen aşkla kalbi temizleyip gafletten kurtularak bu gayeye ulaşılır. Onun tasavvuf yolu aşk, sevgi ve muhabbetten geçer. Ölümüne kadar tasavvuf ilminin yaşayan bir görüntüsüydü.
Mevlana yukarıda da bahsettiğimiz gibi tasavvuf yolunda kesinlikle katı bir tavır sergilememiştir. O tasavvuf yolunda olan bazı düşünürler gibi dünyanın yaşanmaz bir yer olmadığını ve bu ilmi öğrenmek ve yaşamak isteyenlerin dünyayı terk etmesi,sadece ahiret hayatı için çaba sarfedilmesi yönündeki düşüncelere karşı çıkmıştır. Çünkü ona göre Allah dünyayı insanların kendine eziyet edip soyutlamaları için yaratmamıştır. Mevlana hayatı, hayatla birlikte yaşar.Çünkü bu dünyayı da bütün nimetleriyle Allah yaratmıştır. Ve Rumi Allah’ın yarattığı bütün canlılara karşı sevgi duymuştur.
Mevlana islamiyeti tam anlamıyla yaşayıp, hiçbir sapma göstermeden Şems’i Tebrizi ile tasavvufu gelişiyordu. Mevlana’nın şu sözleri onun yaşadığı tasavvufu anlatmaya yeter… “Akşam namazı vakti geldiği zaman herkes mumunu yakar, sofrasını hazırlar. Bana gelince, ben, sevgilimi hayal ederek feryat ve figana başlarım. Gözyaşımla abdest alırım. Namazım ateş içinde olur. Bir ezan sesi duyuluca mabedimin kapısı yanmaya başlar. Kıble diye hangi tarafa dönersem döneyim namazım kazaya kalmaz. Allah’tan sana ve bana daima bir imtihan, bir bağlılık gelir. Sen söyle, zamanı ve mekanı bilmeyen sarhoşların namazı sağlam mıdır? Acaba ikinci rekatta mıyım, dördüncüde mi? Dilim yok ki hangi sureyi okuduğumu bileyim. Bende artık ne el kaldı, ne gönül. Tanrı’nın kapısını nasıl çalayım, bana yardım et. Namaz kıldığım zaman Tanrı tanığımdır ki, ruküm tamamlandı mı, imam kimdi, farkında bile değilim”
“Divanı Kebir’den alınan şu şiiri, namazı adabıyla kılmayan, yani Allah’ın emirlerini, bunlardaki ana mesajı kavrayamadığı için dindarlığı sadece şekli taassuba dönüştüren kimseler içindir:
Gönlüm yüzünle karşı karşıya değilse, o namaz namaz olur mu?
Yüzüne aşığımda ondan yüzümü kıbleye çevirdim.
Yoksa, bana sensiz usanç veren namaz ve kıbleyi ne yapayım ben?
Riyalı namazlardan öyle utanıyorum ki,
Utançtan senin yüzene bakamıyorum.
Namaz kılan kişi melek sıfatlı olmalı…
Halbuki ben hala şeytanca düşünceler içindeyim.
Hala canavar huyumu terk edemedim.
Ben ki koltuğunda köpekle dolaşan biriyim,
Elbisesine köpek sürünen kişi bile temizlenmeden
Namaza durmazken, benim namazımı kim kabul eder?
Böyle bir namaz seni incitmekten başka ne anlama gelir ki?
En iyisi bundan böyle seni hiç incitmemek…
Benim için namaz, bir daha ayrılıktan şikayet etmemecesine seninle
birlik olmaktır…
Yoksa,hem yüzüm mihrapta seninle oturayım, hem de aklım çarşı
pazarda olsun, ona namaz denir mi?
Ey kullarını yargılayan, hesaba çeken Rabbim,
Şems’i Tebrizi’ye gösterdiğin yolu bize de nasip et…”
AMİN
Görülüyor ki Mevlana tasavvufunda kalben, aşkla, muhabbetle Allah’ın huzuruna adım adım çıkmayı yeğlemiştir.Onun aşkı maddi aşk değil, manevi aşktır, Allah aşkıdır.
Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf 2, c.2, Semerkand yayınevi İst.2003 s.19 c.2
Tezahür:Görünen,görüntü
Ahmet Güner, Mevlana ve Mevlevilik, c.3 s.18-19
a.g.e s.19
Alıntıdır...
Tasavvuf nedir? Ne işe yarar? Yeni bir din midir?
İşte tasavvuf ilmi hep bu gibi sorulara maruz kalmıştır.Çoğu insan tasavvuf ilmini İslam dininden ayrı bir din olarak görmüş ve öyle öğrenmiştir.Hatta tasavvuf yolunda olduğunu sanan birçok insanımız bu yolun gayesini bilmeden sürüklenip gitmektedirler ve bu durum tasavvuf ilmiyle uğraşan alimlerimizin kemiklerini sızlatmaktadır.Böyle bir ilim emanetini taşımak kolay bir iş değildir.”Biz tasavvufu ondan bundan nakil ve kuru laf ile elde etmedik.Ona, Allah için açlık çekerek,dünyalık isteklere rağbeti terk ederek ve sevip alıştığımız şeylerden uzaklaşarak sahip olduk.” Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin bu sözü tasavvuf ilminin emanetinin önemini kavrayamamış olanlar için ve halen eski tabularını yıkmamış insanlar için söylenmiş en anlamlı nasihattir.
Tasavvuf nedir? sorusunu geçmişten günümüze kadar birçok alim tarafından çeşitli anlamlara geldiğini görebiliriz.Çoğu alim tasavvufun tanımını farklı farklı belirtmişlerdir.Örneğin;Cüneyd-i Bağdadi’ye göre tasavvuf Allahü tealanın ahlakıyla ahlaklanmaktır,İ.Kettani’ye göre güzel ahlaktır,Ebu Ali Rodbari’ye göre ise kalbi temizlemektir.
“Bir bakıma tasavvuf,dinin özünü,esasını,ruhunu,aslını,sırrını,hikmetini konu eder.Kalple ilgili ilim ve edepleri öğretir.İnsanın hakikatini araştırır,iç alemin ihyasına yönelir.Kısaca hedef,nefsini ve Rabbini tanımasını sağlamadır.” Peygamber efendimiz(s.a.v)de
sadece zahiri ilme değil batını ilim olan tasavvuf ilmine de sahipti.Çünkü tasavvuf ilminin kaynağı Kuran ve sünnettir.İşte tasavvuf ilminin de amacı insanı aşk ve muhabbetle Allah’a yakınlaştırmadır.
Mevlana’da tasavvuf ilmiyle ilgilenmiştir.Onun tasavvufu kesinlikle bir bilgi olarak kalmamıştır. Bazı filozofların aklı temele koymasını eleştirir ve onların duyguya önem vermemelerini eksik görür. O bizzat tasavvuf ilminin gayesini aşk,muhabbet ve sevgi çerçevesinde yoğurup bu ilmi hal olarak yaşamıştır. Bu ilmin katı bir çerçevede ele almamıştır. Bu ilmi kalben benimseyip hal olarakta yaşamında uygulamıştır. Kesinlikle bu dünyadan el ayak çekip Allah yolunda ibadet edenlere karşıdır. Bu dünyayı Allah’ın bir tezahürü olarak görmektedir. Çünkü bu dünyayı da Allah yaratmıştır onun yarattığı bu güzellikten yüz çevirmek Mevlana için yanlıştır.
Tasavvufta insan, varlığın bir amacıdır. İnsanda Allah tarafından yaratılan varlıkların en üstünüdür. İnsanın öldükten sonra kavuşacağı yer yine Allah’ın yanıdır.Ve insan denen varlık Allah’a tasavvuf yoluyla, tıpkı bir çocuk doğduktan sonra adım adım gelişip ve her şeyi zamanı gelince öğrenip uygulamaya geçtiği gibi insan da tasavvufu öğrenip hal olarak uygularsa Allah’a kavuşur. İşte Mevlana’ya göre yaratıcıya ulaşmanın yolu ona karşı hissedilen aşkla kalbi temizleyip gafletten kurtularak bu gayeye ulaşılır. Onun tasavvuf yolu aşk, sevgi ve muhabbetten geçer. Ölümüne kadar tasavvuf ilminin yaşayan bir görüntüsüydü.
Mevlana yukarıda da bahsettiğimiz gibi tasavvuf yolunda kesinlikle katı bir tavır sergilememiştir. O tasavvuf yolunda olan bazı düşünürler gibi dünyanın yaşanmaz bir yer olmadığını ve bu ilmi öğrenmek ve yaşamak isteyenlerin dünyayı terk etmesi,sadece ahiret hayatı için çaba sarfedilmesi yönündeki düşüncelere karşı çıkmıştır. Çünkü ona göre Allah dünyayı insanların kendine eziyet edip soyutlamaları için yaratmamıştır. Mevlana hayatı, hayatla birlikte yaşar.Çünkü bu dünyayı da bütün nimetleriyle Allah yaratmıştır. Ve Rumi Allah’ın yarattığı bütün canlılara karşı sevgi duymuştur.
Mevlana islamiyeti tam anlamıyla yaşayıp, hiçbir sapma göstermeden Şems’i Tebrizi ile tasavvufu gelişiyordu. Mevlana’nın şu sözleri onun yaşadığı tasavvufu anlatmaya yeter… “Akşam namazı vakti geldiği zaman herkes mumunu yakar, sofrasını hazırlar. Bana gelince, ben, sevgilimi hayal ederek feryat ve figana başlarım. Gözyaşımla abdest alırım. Namazım ateş içinde olur. Bir ezan sesi duyuluca mabedimin kapısı yanmaya başlar. Kıble diye hangi tarafa dönersem döneyim namazım kazaya kalmaz. Allah’tan sana ve bana daima bir imtihan, bir bağlılık gelir. Sen söyle, zamanı ve mekanı bilmeyen sarhoşların namazı sağlam mıdır? Acaba ikinci rekatta mıyım, dördüncüde mi? Dilim yok ki hangi sureyi okuduğumu bileyim. Bende artık ne el kaldı, ne gönül. Tanrı’nın kapısını nasıl çalayım, bana yardım et. Namaz kıldığım zaman Tanrı tanığımdır ki, ruküm tamamlandı mı, imam kimdi, farkında bile değilim”
“Divanı Kebir’den alınan şu şiiri, namazı adabıyla kılmayan, yani Allah’ın emirlerini, bunlardaki ana mesajı kavrayamadığı için dindarlığı sadece şekli taassuba dönüştüren kimseler içindir:
Gönlüm yüzünle karşı karşıya değilse, o namaz namaz olur mu?
Yüzüne aşığımda ondan yüzümü kıbleye çevirdim.
Yoksa, bana sensiz usanç veren namaz ve kıbleyi ne yapayım ben?
Riyalı namazlardan öyle utanıyorum ki,
Utançtan senin yüzene bakamıyorum.
Namaz kılan kişi melek sıfatlı olmalı…
Halbuki ben hala şeytanca düşünceler içindeyim.
Hala canavar huyumu terk edemedim.
Ben ki koltuğunda köpekle dolaşan biriyim,
Elbisesine köpek sürünen kişi bile temizlenmeden
Namaza durmazken, benim namazımı kim kabul eder?
Böyle bir namaz seni incitmekten başka ne anlama gelir ki?
En iyisi bundan böyle seni hiç incitmemek…
Benim için namaz, bir daha ayrılıktan şikayet etmemecesine seninle
birlik olmaktır…
Yoksa,hem yüzüm mihrapta seninle oturayım, hem de aklım çarşı
pazarda olsun, ona namaz denir mi?
Ey kullarını yargılayan, hesaba çeken Rabbim,
Şems’i Tebrizi’ye gösterdiğin yolu bize de nasip et…”
AMİN
Görülüyor ki Mevlana tasavvufunda kalben, aşkla, muhabbetle Allah’ın huzuruna adım adım çıkmayı yeğlemiştir.Onun aşkı maddi aşk değil, manevi aşktır, Allah aşkıdır.
Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf 2, c.2, Semerkand yayınevi İst.2003 s.19 c.2
Tezahür:Görünen,görüntü
Ahmet Güner, Mevlana ve Mevlevilik, c.3 s.18-19
a.g.e s.19
Alıntıdır...