Mevlana ve Holografik Evren

AJA

Elit Üye
Katılım
15 Haz 2010
Mesajlar
3,097
Tepkime puanı
548
Herkesin Herşeyi Anlaması Gerekmez

Düşünce dünyamıza giren bu kelime meğerse ne önemliymiş. İnsanın bir
farkındalığa ulaşması, holografik bilinç seviyesine ulaşması
demektir.

Parça ile bütün arasındaki birliğin bu yeni adı, “Kozmik Bilinç”dir.
Hologram fiziki bir keşif olmasına rağmen, felsefi yönüyle ve psişik
kapsamıyla ileri bilgiler sunmaktadır.

Ergün Arıkdal, hologram için şöyle diyor: “Ben size şah damarınızdan
daha yakınım” denmesinin bir manası olan hologramik bir anlayışı o
zamanki insanlara böyle veciz bir ifade ile sunmuş, Yaradan. “Şah
damarında, yani en can alıcı noktanda ben varım demek, sen benim
bütünümün içindesin, senle biz biriz, sen benim parçamsın manasına
geliyor. Ama sen de Tanrı’sın manasına değildir o. Sen Tanrı’dansın
anlamında kullanılan bir ifadedir.”

Beyin ve evren bir hologramdır.

Zaman dahil, rüyalarımızın bile holografik anlatımlarda yerini yeni
yeni bulması çağımızın ve insanlığın ruhsal alanlarda ilerlemesiyle
paralellik hem göstermekte hem de göstermemektedir. Bu ikilem de bir
hologramdır.

Lokata Kabilesi Şamanı Topal Geyik, konu için şöyle bir görüş ortaya
koymuştur:

“Yalnızca insanlar niçin var olduklarını artık bilmedikleri bir
noktaya gelmişlerdir. Beyinlerini kullanmıyorlar; bedenlerinin,
duyularının ya da rüyalarının gizli bilgisini de unuttular. Ruhun
her birinin içine yerleştirmiş olduğu bilgiyi kullanmıyorlar; bunun
farkında bile değiller; böylece hiçbir yere gitmeyen bir yolda,
buldozerleşerek daha hızlı gidebilmek için düzleştirdikleri bir
yolda, öteki ucunda kendilerini yutmayı bekleyen büyük, boş bir
delik bulunan yolda-tek başlarına körler gibi tökezlenerek dolaşıp
duruyorlar. Bu hızlı ve rahat bir süper otobandır, ancak ben bu
yolun nerede son bulduğunu biliyorum. Ben orayı gördüm. Algıladığım
görüntülerde oraya vardım ve bunun düşüncesi bile beni titretiyor.”

Tibetli Lamalar, bu iki görünüme boşluk ve boşluk olmayan adını
vermişlerdir. Boşluk olmayan, görülebilir nesnelerin gerçekliğidir.
Boşluk ise, tıpkı saklı düzen gibi evrendeki her şeyin olduğu
yerdir, her şey “sonsuz bir akış” halinde ondan çıkar. Bununla
birlikte, gerçek olan yalnızca boşluktur ve nesnel dünyadaki tüm
biçimler birer yanılsamadan ibarettir ve varoluşlarının sebebi de
yalnızca bu iki düzen arasındaki sürekli akıştır. Mevlana bu
düşünceyi destekler bir halin oluşumunu şu beyitiyle anlatır:

“Yüce gökler, insanların anladığı şeylerin yansımasıdır. Gökler o
yansımadan ibarettir.”

Ya da:

Tanrı’yı inkar edenlerin, inkarı da Tanrı’dandır. Ondan çıkar. Bu iş
O’nun yansımasıdır.

M. Muhlis Koner’in “Mevlana” adlı bir kitapta
yayınlanan “Mevlana’nın Tasavvufi Mesleği” adlı birkaç sayfalık
yazısında hologramı çağrıştıran yazısıyla okuyucusuna şöyle
ulaşır: “Sufilere göre vücud birdir, o da Vücud-u Mutlak’tır.
Gördüğümüz eşyanın hakiki ve müstakil bir varlığı olmayıp ancak
Vücud-u Mutlak’la mevcuttur.”

Aynaya akseden herhangi bir şeyin müstakil bir varlığı yoktur ve bir
gölgeden ibarettir. Asıl akseden çekilince gölge de kaybolur. Sonra
mesela yüzlerce aynayı bir kimseye aksedecek bir durumda koyarsak
aynanın içinde birçok şahıs görürüz. Halbuki aslı birdir. Bu
hakikati, sufiyeden Fahreddin-i İraki şu beyitle negüzel anlatıyor:

‘Yüz ancak bir yüzdür. Aynaların sayısını artırırsak görülen
yüzlerin sayısı da artar.’

Şimdi bütün sufiyenin tek tasavvufi mesleği olan Vahdet-i Vücud’un
en yüksek izahını yine Mevlana’dan dinleyelim.

“Biz yokuz; bizim varlıklarımız da yoktur. Sen fani suretler
gösteren bir vücud-u mutlaksın.”

Mevlana da en yüksek bir vahdet-i vücudçu olduğundan Mesnevi’si ile
bu hakikati teyid ediyor: “Biz ney gibiyiz. Bizdeki neva sendedir.
Biz dağ gibiyiz. Biz de olan seda sendedir.”

Mevlana da bu sistemin kullanıcısı olan evrensel bir varlıktır.
Fizik bedenimizin dublesi, ikizi olarak ortaya çıkan “astral”
veya “enerji” beden dene şey gerçekten var mıdır? Mevlana’nın
kullandığı bu sistem evrende nasıl bir yasa ile kullanılmaktadır.
Gerçekten vardır ve kullanılmaktadır. Asırlar boyunca din adamları
kadar, klervoyanlar da hepimizin görünmeyen bir ikinci bedeni
olduğunu söylemişlerdir. Bu ikinci bedenlerimizden süptil, astral,
eterik, akıcı, beta, dedubleman, duble bedenler olarak
bahsedilmiştir.

“Parapsikolojik Savaş” adlı kitabın yazarları Sheila Ostander ve
Lynn Schroeder bu konuyla ilgili şu ilginç görüşlerini
açıklamışlardır: “Bir bacağı ya da kolu kesilen kimseler uzun zaman
onu, yerindeymiş gibi hissederler. Doktorca bu olayın ismi ve
açıklanması ‘halisünasyon meydana getiren arzu’dur. Fakat üstün
ruhsal yetenek sahibi klervoyanlar, kesik uzuvlu birisinin, hayalet
bacağını veya kolunu gördüklerini söylemişlerdir. Bu hayalet akıcı
bir şekildedir ve bedenle ilgilidir.”

Yine ruhsal yetenekleri gelişmiş klervoyanların söylediklerine göre
astral bedenimiz fizik bedenden daha büyüktür. Aura dediğimiz ve
bulutumsu ışık olarak görünen kısım, astral bedenin, fizik bedenden
taşan kısımlarıdır. Güvenilir medyumlardan olan New York
Parapsikoloji Derneği Başkanı Eileen Garrett, “Warnes” adlı
kitabında şöyle diyor: “Hayatım boyunca herkesin bir ikinci bedeni
olduğunu bizzat gördüm. Doğuda bütün teosofik öğretide bu ikinci
bedenimizden söz edilmiştir.”

Tanınmış İngiliz Medyum Geraldine Cumins’in 1930’daki raporuna göre
zihin, doğrudan beyni etkilemiyor. Zihin ile beden hücreleri
arasında eterik beden vardır. Bilim bugün bedenin partiküllerini,
yaşam ünitelerini tespit edebilecek yetenekte değildir. Bu görünmez
beden hayat ile zihnin irtibatta bulundukları yegane kanaldır. Her
hayvanın değişik tertipte esir’den yapılmış birleştirici gözle
görünmez bir bedeni vardır.

1938 yılında U. İnyuşin, V. Grişçenko, V. Vorobev, N. Şuiski, N.
Federova ve F. Gibaolulin’den meydana gelen doktorlar grubu,
keşiflerini şöyle açıkladılar: “Bütün canlıların sadece atom ve
moleküllerden yapılmış, fiziki bedenleri yanında bunun kopyası bir
de enerji bedenleri vardır.” Ve onlar bu ikinci bedene “Biyolojik
Plazma Beden” diyorlar.

“Kirlian fotoğraflarında görülen ışımanın sebebi elektriksel bir
durum değil, biyo-plazmadır. Bütün canlılarda bulunan, titreşim
yapan renkli enerji bedenin en belirgin özelliği onun, belirli bir
uzay organizasyonuna sahip olmasıdır.

Ölümle birlikte fizik bedenle enerji beden ilişkisinin sona erdiği
söylenir. Medyumların raporlarına göre, enerji beden fizik
bedenimizin içindedir ve tam duble durumundadır. Ölümle et
kılıfından çıkar ve biz yaşantımıza enerji beden olarak devam edip
gideriz.

Bu çalışmalarla Ruslar ölümden sonraki hayata sondaj yapıyorlar
denilebilir. Astral seyahatin sırları Sovyet-Rus araştırmalarının
biyo-plazmasında gizlidir. Bu konuyu aydınlatmak için Sovyet-Rus
bilim adamları, Kirlian metoduyla, ölümün fotoğraflarını çekmeye
çalıştılar. Ölüm anında bitki ve hayvanların biyo-plazmik bedeninden
boşluğa doğru kıvılcım ve alevlerin fışkırdığını, sonra da sönüp
kaybolduklarını gördüler. Bitki ve hayvan ölürken bedenindeki
ısınmanın yavaş yavaş dindiğini tespit ettiler; fakat, biyolojik
dedektörlerin daha süptil bir bedenin son enerjileri midir? Kirlian
metodunun, bu esrar perdesini de kaldıracağı ümit ediliyor.

Kirlianlar auranın, bizim ikinci bedenimizin fotoğrafını çekmiş
bulunuyorlar. Curiler’in kadyum parçalarının kurşuna dönüştürme
sürelerinden evreni bulmaları gibi Kirlianlar da, yaşayan
organizmaların bizim içimizdeki rengarenk ışık galaksilerini, ateşli
dünyaları keşfettiler.

Bedenin kalıbından kurtulan insan varlığı, perisperisiyle beraber
Ruhlar alemine geçiş yapar. O alemin sonsuz imkanları vardır. Ruh
özgürdür. Bu hal dinlerde Cennet ve Cehennem olarak
adlandırılmıştır. Cennet ve cehennem ortamını hazırlayanlar, varlık
olarak tamamen bizleriz. Tanrısal bir varlık olan insan, hesabını
farklı bir spatyumda kendisine verir. Tamamen açılmış bilinciyle
varlık sonsuz imkan ve oluşları yaşar. Mevlana’nın dediği gibi; “Yüz
binlerce şey gözünün önünde görünür.”

“Cehennem dediğin dal odun yoktur, herkes odununu buradan götüre,”
demiştir sufiler. Yani seni yakacak ateş dünyada gördüğün ateş
değildir. Orada vicdanına karşı sorumlu olan varlık hesabını, yine
kendisine verecektir. Çünkü “varlık kendisine emanet edilmiştir.”

Öyle derin bir aşık ki Mevlana, sanki tezatmış gibi görünen bir
rubaisinde ise şunları söyler: “Kavuşmadan ayrılmadan söz açarlar,
ama ayrılmayan bir şey nasıl olur da birleşir.”

Mevlana’nın sözlerini aktarayım: “Tanrı’nın zatını düşünmek,
gerçekte zatını düşünmek değildir. Herkes bir perdeye kapanmış,
ulaştım sanmıştır, ama Tanrı sandığı, ancak kendi vehmidir.”

Hiçbir varlığın Tanrı’ya ulaşması henüz mümkün olmamıştır. Bu kendi
vehmidir derken bir gerçeği de bizlere apaçık sunmuştur, Mevlana.

Hinduizmde Atman (bireysel bilinç) ile Brahman'ın (evrensel bilinç)
bir olduğunu biliyoruz. Siddha Yoga’nın takipçileri kendi
geleneklerinin temel öğretisini çeşitli şekillerde duyar: “Tanrı
içinizdedir.” Budist metinlerinde şöyle der: “İçine bak, Sen
Buda’sın.” Konfüçyüs geleneğinde “Gök, yeryüzü ve insanın tek bir
beden olduğu” söylenir.

Aynı mesaj İsa’nın sözlerinde de görülür: “Baba; sen ve ben biriz.”

Aynı şekilde büyük Yahudi bilgesi, kabalist Avraham ben Shemu’el
Abulafia şöyle der: “O ve biz, biriz.”

Hz. Muhammed’e göre: “Kendini bilen, Rabbini bilir.”

“Tanrısal aşkın şehidi” olarak bilinen Sufi mistiği ve şairi Hallac-
ı Mansur şöyle demiştir: Rabbimi kalbimin gözüyle gördüm. Dedim
ki: ‘Kimsin Sen?’ cevap verdi: ‘Sen’.

Hallac-ı Mansur, “Enel Hak (Ben, Tanrı’yım)” dediği için
öldürülmüştü.

Alıntıdır.
 

Aronyi

Banlı Kullanıcı
Katılım
12 Nis 2012
Mesajlar
126
Tepkime puanı
3
Konum
Kazırgan
İş
Ögrenci
Mevlana beni cidden çok derinden etkiliyen biridir ve onun bir kıssada ekmek yiyen birine o ekmegin üstündeki canlıları görsen yemezsin dedigini duymuştum. Onun hakkında ne zamandır böyle detaylı ve güzel bi konu arıyordum ama unutmuşum cidden hoş bir paylaşım..
 
Üst