hazaR
Kayıtlı Üye
Logoterapi... ya da Herşeye Rağmen Hayata Evet Demek
Freud ve Adler’den sonra 3cü Viyana Okulu olarak adlandırılan Logoterapi’nin kurucusu Viktor Emil Frankl, çağımızda insanın en önemli psikolojik sorununun, yaşamda anlamsızlık ve varoluşsal boşluk olduğunu ileri sürmektedir.
Logoterapi, Yunancada ‘anlam’ anlamına gelen logos ve terapi sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmektedir. Logoterapi, yaşamın her koşulda, hatta en kötü koşullar altında bile potansiyel olarak var olduğunu varsayar. Frankl, insanın düşünebileceği en kötü koşullara bile direnerek ve mücadele ederek, göğüs gerebileceğini söyler. Ancak kişinin hayata asılması için, yaşamı ve ölümü anlamlı kılacak bir nedeni, uğruna yaşayacak bir şeyi olması gerekir. Yaşamlarında anlamsızlık duygusu ağır basan bireyler,uğruna yaşamaya değer bir anlam bilincinden yoksun kalarak, iç dünyalarında oluşan boşluk duygusuna,yani varoluşsal boşluğa yakalanmışlardır. İşte bu noktada, Logoterapistin rolü, danışanın yaşamda bir anlam ve bir amaç bulmasına, ya da, var olan anlam spektrumunu bilinçli ve görünür hale getirmesine yardımcı olmaktır.
Yirminci yüzyılın ortalarında ilerleyen otomasyon ve gelişen teknolojiyle birlikte insanların boş zamanlarında ciddi bir artış olmuştur. Frankl’a göre yoğun tempolarından sıyrılan ve kendi iç dünyalarındaki boşluğu fark eden bireyler, tatil depresyonu yaşamaktadır. Saldırganlık, madde bağımlılığı ve intihar gibi olguların altında da varoluşsal boşluk yatmakta olup, emekli bireylerde ve yaşlılık dönemi krizlerinde de bu durum gözlenmektedir. Bu kişiler,yaşamın anlamını kendi içlerinde ya da kendi ruhlarında değil,dış dünyada keşfetmeleri gerektiği gerçeğinin farkında değildirler.İnsan varoluşunun kendi aşkınlığı olarak adlandırılan bu özellik,insan olma gerçeğinin,her zaman,kişinin kendi dışındaki bir şeye, ya da birisine yönelmesi gerektiği anlamını taşımaktadır.İnsan olma gerçeği,her zaman için, bu ister bir anlam ya da karşılaşacak bir insan olsun,kişinin kendi dışındaki bir şeye ya da birisine yöneldiği anlamına gelmektedir. Kişi hizmet edeceği bir davaya ya da seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar çok gerçekleştirir.Vicdan,aşk ve estetik bilinç ruhsal boyutumuzun besinleridir.İnsanı ve doğayı sevmek,yaşama anlam katan önemli değişkenlerdir.
Hayatımızı anlamlı kılacak araçları düşünürsek yaşamda anlam her zaman değişebilir,ancak hiçbir zaman yok olmaz.Birey yaşamının anlamını farklı yollardan bulabilir.* ümit ederek…olasılıkları kabul ederek…*bir eser yaratarak ,üreterek…*bir insanla iletişime girerek severek sevilen insanın simgelerini sıkı sıkıya koruyarak..*doğanın güzelliklerinin farkında olarak..*inanç sahibi olarak..*keskin mizah duygusunu kullanarak…*sanat yaratıcılık estetik değerlere önem vererek..*ve nihayet hayatta bilinen bütün anlamlar hedefler uçup gittiğinde koşullar doğrultusunda kendi tavrını belirleme özgürlüğünü kullanarak…
İnsan, biyolojik, ruhsal ve toplumsal koşullara tabiidir. Uğruna yaşanacak amaç ve anlam arayışı bu koşullar tarafından engellendiğinde, varoluşsal tehdit ve iç çatışma ortaya çıkar.Kişi,bilinen bütün hedefler tükendiği zaman geriye kendi tavrını belirleme özgürlüğünü ve sorumluluğunu kullanır.Kurban rolü veya saygınlığını koruyarak yaşama devam etme özgürlüğü…
alıntı.
Freud ve Adler’den sonra 3cü Viyana Okulu olarak adlandırılan Logoterapi’nin kurucusu Viktor Emil Frankl, çağımızda insanın en önemli psikolojik sorununun, yaşamda anlamsızlık ve varoluşsal boşluk olduğunu ileri sürmektedir.
Logoterapi, Yunancada ‘anlam’ anlamına gelen logos ve terapi sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmektedir. Logoterapi, yaşamın her koşulda, hatta en kötü koşullar altında bile potansiyel olarak var olduğunu varsayar. Frankl, insanın düşünebileceği en kötü koşullara bile direnerek ve mücadele ederek, göğüs gerebileceğini söyler. Ancak kişinin hayata asılması için, yaşamı ve ölümü anlamlı kılacak bir nedeni, uğruna yaşayacak bir şeyi olması gerekir. Yaşamlarında anlamsızlık duygusu ağır basan bireyler,uğruna yaşamaya değer bir anlam bilincinden yoksun kalarak, iç dünyalarında oluşan boşluk duygusuna,yani varoluşsal boşluğa yakalanmışlardır. İşte bu noktada, Logoterapistin rolü, danışanın yaşamda bir anlam ve bir amaç bulmasına, ya da, var olan anlam spektrumunu bilinçli ve görünür hale getirmesine yardımcı olmaktır.
Yirminci yüzyılın ortalarında ilerleyen otomasyon ve gelişen teknolojiyle birlikte insanların boş zamanlarında ciddi bir artış olmuştur. Frankl’a göre yoğun tempolarından sıyrılan ve kendi iç dünyalarındaki boşluğu fark eden bireyler, tatil depresyonu yaşamaktadır. Saldırganlık, madde bağımlılığı ve intihar gibi olguların altında da varoluşsal boşluk yatmakta olup, emekli bireylerde ve yaşlılık dönemi krizlerinde de bu durum gözlenmektedir. Bu kişiler,yaşamın anlamını kendi içlerinde ya da kendi ruhlarında değil,dış dünyada keşfetmeleri gerektiği gerçeğinin farkında değildirler.İnsan varoluşunun kendi aşkınlığı olarak adlandırılan bu özellik,insan olma gerçeğinin,her zaman,kişinin kendi dışındaki bir şeye, ya da birisine yönelmesi gerektiği anlamını taşımaktadır.İnsan olma gerçeği,her zaman için, bu ister bir anlam ya da karşılaşacak bir insan olsun,kişinin kendi dışındaki bir şeye ya da birisine yöneldiği anlamına gelmektedir. Kişi hizmet edeceği bir davaya ya da seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar çok gerçekleştirir.Vicdan,aşk ve estetik bilinç ruhsal boyutumuzun besinleridir.İnsanı ve doğayı sevmek,yaşama anlam katan önemli değişkenlerdir.
Hayatımızı anlamlı kılacak araçları düşünürsek yaşamda anlam her zaman değişebilir,ancak hiçbir zaman yok olmaz.Birey yaşamının anlamını farklı yollardan bulabilir.* ümit ederek…olasılıkları kabul ederek…*bir eser yaratarak ,üreterek…*bir insanla iletişime girerek severek sevilen insanın simgelerini sıkı sıkıya koruyarak..*doğanın güzelliklerinin farkında olarak..*inanç sahibi olarak..*keskin mizah duygusunu kullanarak…*sanat yaratıcılık estetik değerlere önem vererek..*ve nihayet hayatta bilinen bütün anlamlar hedefler uçup gittiğinde koşullar doğrultusunda kendi tavrını belirleme özgürlüğünü kullanarak…
İnsan, biyolojik, ruhsal ve toplumsal koşullara tabiidir. Uğruna yaşanacak amaç ve anlam arayışı bu koşullar tarafından engellendiğinde, varoluşsal tehdit ve iç çatışma ortaya çıkar.Kişi,bilinen bütün hedefler tükendiği zaman geriye kendi tavrını belirleme özgürlüğünü ve sorumluluğunu kullanır.Kurban rolü veya saygınlığını koruyarak yaşama devam etme özgürlüğü…
alıntı.