Kendini Bil

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
"Pehlivana gerek ki, ilk nefsini yene.
Âlime gerek ki, önce kendini bile.
Seyyaha gerek ki, evvel kâlbine gide." [1]

Ben kimim?.. Düşünen, hisseden, duygulanan, hayal kuran ben, bedenimden ibaret miyim?.. Ölünce yok mu olacağım?.. Yok olacaksam ben bir hiç miyim?... Bir hiç olacak kadar değersiz bir yaratık mıyım?... Gerçeklik güneş altında gördüklerim, yaşadıklarımdan ibaret mi? Her şey algıladıklarımdan ibaret mi?...

Ben kimdim?... Nereden geldim, nereye gidiyorum?... Acaba bir evveliyatım var mı?... Yaratılışım, Dünya'da doğuşumdan ibaret mi? Dünyaya gelişimin bir amacı yok mu?... Yaşamın anlamı ne?... Yaşamımın amacı mutlu olmak mı?... Dünya neden bir ıstıraplar ve çileler diyarı görünüşünde?...

Bu ortamda, bu koşullar altında doğmam bir rastlantı mı?... Karşılaştığım, başıma gelen olaylar da bir rastlantıdan ibaret mi?... Dünyada ve evrende her şey bir rastlantıdan ibaret mi?... Bir düzensizlik, bir başıbozukluk mu söz konusu?

Yoksa doğada düzensiz gibi gördüğüm işleyişlerin arasında göremediğim birtakım İlâhî Yasalar'a göre sağlanan bir düzen, adaletsiz gibi görünen durumların, olayların ardında aslında adaletsiz olmayan, kavrayamadığım, anlayamadığım ilâhî bir düzenlenme olabilir mi?

Kafamı kaldırınca gördüğüm gökyüzündeki yıldızlar süs için mi ordalar? [2]

Delfi'deki sezgi ile ilişkilendirilen tanrı Apollon'a ithaf edilen tapınağın kapısına kazılı "Kendini bil!" (Know Thyself) sözü, inisiyasyonlarda, ezoterik ekollerde, mistizmd eve sufilikte kullanılmış sembolik bir ifadedir. Grekçe'de "Gnöthi scauton!", Latince'de "Nosce te ipsum"dur. Orfe gibi Pisagor da "kendini bilen bu yolla ilahlar alemini de bilir." ilkesini benimsemiştir.

Bu söz, çeşitli inisiyasyonlarda "kendini bil, böylece kâinatı ve Rabbini bileceksin.", "kendini bilen Rabbini bilir." ya da "Kendini bil, Rabbini bil, tekamül et (olgunlaş)." gibi çeşitli şekillerde ifade edilmiştir.[3]

Kendini bilme ile ilgili Resulullah'a atfedilen şöyle bir hadis vardır:

"Nefsini bilen, Rabbini bilir." [4]

"Kendini bilme", sembolik ifadesi, çok geniş bir anlam yelpazesini taşır. Bu ifadenin içerdiği anlamlardan bazıları olarak şunlar söylenebilir: Varlığın kendini öğrenmesi, maddi bedenden ibarfet olmadığının idraki, kim olduğunu, nededen nereye gittiğini, dünyada niçin doğduğunu, amacının ne olduğunun idraki, kendi içini ve iç alemini keşfi, yüksek şuuruyla hareket eden yüksek benliğini keşfi, İlahi İrade Yasaları'nın gereklerinin içinde bir ses olarak ifade bulduğu en iyi yol göstericisini, vicdanını keşfi, sezgi kanalını keşfi, Mutlak karşısında görece ve göreli olduğunu ve bir hiç olduğunu idraki, ruhunun gizli derinliklerinde uygulama alanına konmayı bekleyen sonsuz kudretleri olduğunu, fakat bu kudretlerin Mutlak karşısında her zaman bir hiç olduğunu idraki, kendisinin sonsuz ve ebedi bir varlık olduğunu idraki, daima yükseleceğini, şuurlanacağını idraki, kendisini yüceltme, şuurunu genişletme yollarını keşfi, kendisi ile karşılaştığı olaylar arasında ilişki kurma keşfi, kendisi ile kainat arasındaki bağları keşfi, kendini denetlemeyi, yani imajinasyonu, niyet, duygu ve düşüncelerini denetlemeyi keşfi veya uygulayabilmesi, doğadaki ilke ve yasalarla uyum içerisinde yaşamayı ve onlardan iyi niyetle yararlanmayı keşfi, mukadderatını belirlemeyi, yani İlahi İrade Yasaları'nın gereklerine uyum gösterme yöntemlerini keşfi, diğer varlıklara olan manevi borçlarını keşfi ve kendini vazife sezgisine teslim etmeyi keşfi, bulunduğu gezegeni sevk ve idare eden yeryüzü tarlasının Sahibi'ne olan manevi borcunu yerine getirmek zorunda olduğunu idraki vs.[3]

Eski Yunan'da Delhi tapınağının üzerindeki "kendini bilme ibaresinin imlediği bilgi, bu keşfin ve bu zanaatin bilgisiydi. "Kendini bilmek", bir "tefekkürden ziyade bir eylem ve bir "teknik"ti. İnsanın kendini bilmesi, tanıması, hayat boyu süren "sonsuz" bir yolculuktu. Varılacak bir yer, -benliğin özü- yoktu. Önemli olan yolculuğun kendisiydi.[5]

Sokrates’e göre, insanın kendini bilmesi, erdemli olmasının önkoşuludur. Erdem bilgi ile özdeştir. Başka bir anlatımla bilge insan erdemlidir. Bir eylemin iyi olması için, öncelikle yararlı olması gerekir. Eylemin yararlı olması, kişinin amaçlarına ve beklentilerine karşılık vermesi ile doğru orantılıdır. Bunun için insan, insanlığın ortak amaç ve beklentileri üzerinde odaklanmalıdır. Çünkü bireyin mutluluğu, toplumun mutluluğuna bağlıdır. Ona göre iyi davranışlar herkese başarı ve mutluluk getirirken, kötü davranışlar da başarısızlık ve endişe getirir. İnsanlar doğaları gereği mutlu olmayı isterler. Mutluluk, insansal varoluşun en yüksek amacı ve insanın dünyadaki varlığının temel nedenidir. Ancak mutlu olmak için, insan bilgi ve erdeme gereksinim duyar. Bilgi, insana neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösteren bir yol haritasına benzer. Böyle bir yol haritasına sahip olan insan, bile bile kötülük yapmaz.[6]

İnsan merkezli bir bilgi teorisini esas alan tasavvufî düşüncede insanın kendini tanıması temel ilkedir. Sûfî nefsi hakkında edindiği bilgiden hareket ederek Hakk’ın bilgisine ulaşır. İnsanın Hakk’a dair bilgisi nefsine dair bilgisi ölçüsünde olduğundan Hakk’ı daha iyi bilmesi için nefsini / kendini daha iyi bilmesi gerekir. Tasavvufta Hakk’a dair bilgiye “ma‘rifet-i Hak” (ma‘rifetullah), sâlikin kendine dair bilgisine de “ma‘rifet-i nefs” denir. Ebû Saîd el-Harrâz’ın, “Nefsinde olanı bilmeyen rabbini nasıl bilebilir” sözü [7] daha sonra, “Nefsini bilen rabbini bilir” şeklinde tasavvufî bir vecizeye dönüşmüş ve zamanla hadis olarak literatüre geçmiştir.[8]

Sûfîler, insanın kendini bilmesinin önemine bazı âyetlerde işaret edildiğine kanidirler. “İnsanlara âfâkta ve nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun hak olduğu onlara âşikâr olsun” [9] ; “İnancı tam olanlar için yeryüzünde âyetler vardır, nefislerinizde de öyle, görmüyor musunuz?” [10] meâlindeki âyetler bunlara örnektir. Bu âyetlerdeki işaretlerden hareket eden sûfîler Hak Teâlâ’nın âfâkta ve enfüste, yani dış ve iç âlemde tecelli ettiğini ifade eder, ancak iç âlemdeki âyet ve tecellilerin daha açık ve daha kesin olduğunu kabul ederler. Bu bakımdan insanın kendi mahiyeti üzerinde düşünerek kendi varlığı, hayatının anlamı ve gayesi hakkında sorular sorup cevap araması kendisi hakkında bilgi sahibi olmasını sağlar ve bu bilgi onu Allah’a götürür. Mutasavvıflar, Allah’ın insanın iç âleminde daha açık şekilde tecelli ettiğine inandıklarından Hakk’ı en iyi bilmenin ve tanımanın yolu olarak insanın özünü tanımasını göstermişlerdir. Dış âlemden Allah’a ulaşmaya “seyr-i âfâkî”, iç âlemden ulaşmaya “seyr-i enfüsî” diyen mutasavvıfların tercih ettiği yol ikincisidir.[11]

Kendini bilen, varlığındaki nefs potansiyelinin farkına varır. Yaşamını içten gelen bir motivasyon ve enerjiyle sürdürür. Varlığındaki gizli ilahi hazinenin farkına vararak kendindeki meknûz ilahî esmâyı adım adım keşf ederek faal hale getirir. Böylece ilahi varlığın kendi imkanî varlığının en derin ve en merkezi boyutunu teşkil ettiğini hisseder.

Kendini bilen insan, aslından ayrı olduğunun farkına varır. Aslı ile bütünleşmek için cehd ve gayret gösterir. Vuslat ile yaşanan bütünleşme sayesinde itminan ve huzura erer. Tüm bu sürecin gerçekleştiği nazargâh-ı ilahînin kendi gönül kabesi olduğunu anlar ve gönlünü iyice imar etmeye ve arındırmaya koyulur.[12]

“Kendini bil” sözünün, Sümer, Mısır, Çin, Hindistan, Latin Amerika uygarlıklarının içinde dolaşsa da can bulduğu ve uygarlığa mal olduğu yer Anadolu’dur. “Kendini bil” sözü, Anadolu’da yüzyıllar boyu yankıllandıktan sonra, 14. yüzyılda Yunus Emre’nin dizelerinde boy göstermiştir.[13]

Yunus Emre, kendini bilme konusunu dizelerinde şöyle işlemiştir:

“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya bu nice okumaktır” [14]

Mevlânâ’ya göre insanın sahip olabileceği en değerli bilgi, kendi varlığının ve benliğinin hakîkatini bilme irfânıdır.[15] Bu yönüyle insanın kendi benlik bilgisine sahip olması, Mevlânâ’ya göre en büyük baht, bilmeyişi ise en büyük bahtsızlıktır. Mevlânâ bu hususu bir dervîşin lisanından şöyle ifade eder:

“Birisi, dervişin birine dedi ki: Burada seni kimse bilmiyor. Derviş, ‘Yabancıyım, bilmeyebilir. Fakat ben kim olduğunu biliyorum ya. Ya durum tersine olsaydı da ben kim olduğumu bilmeyip kör olsaydım o zaman ne yapardım?” [16]

Kendini bilmek, Mevlânâ’ya göre insanın, varlık serencamında nasıl hareket edeceğinin bilgisidir ve hangi ilim ve hünere sahip olursa olsun her insan için zorunlu ve temel bir bilgidir.[17] Kendi varlığının hakîkat ve özünü bilmeyi ihmâl eden ve bu ihmâlini başka sahalardaki ihtisas ve uğraşlarını mazeret göstererek örtmeye çalışan insanın durumunu Mevlânâ, bir kuşun uçmak yerine tuzak içinde düğümler çözüp bağlamasına ve kanatlarını birer birer yolmasına benzetir.

Mevlânâ’ya göre insanın kendi varlığına dair bilgisi, zorunlu ve evrensel bir insani bilgidir. Hangi meslek ve statüde olursa olsun, bu var oluş bilgisini ihmal eden kişi, insan olmanın aslî ödevini yerine getirmiş sayılmaz. Çünkü kendini bilme, insan şahsiyetinin yüzeysel düzeylerinin ötesindeki değişmez realitenin bilgisidir. Her insan, kişisel tecrübe ve iç arkeoloji yoluyla zamansal ve mekansal değişime maruz kalmayan kendi “öz benlik” bilgisini inşâ kapasitesine sahiptir. [12]

Alıntı.

Kaynaklar;
[1] Ahmet Sandal, "Kendini Bil", ISBN : 978-975-00696-5-9, Ankara 2016, s.8.
[2] Alparslan Salt, "Düşünen İnsanın Kendine Soruları".
[3] Alparslan Salt, "Semboller Ansiklopedisi", Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 2017, s.209.
[4] Aclunî, 2/262.
[5] Michel Foucault - Huck Gutman - Patrick H. Hutton, "Kendini Bilmek", The University of Massachusetts Press, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. viii.
[6] Prof. Dr. Ayhan Aydın, "Felsefe Düşünce Tarihi", Pegem Akademi, Ankara 2015, s.10.
[7] Sülemî, "Tabakat", s. 231.
[8] Aclûnî, "Keşfü’l-Hafâ", II, 262.
[9] Fussılet 41/53.
[10] ez-Zâriyât 51/21.
[11] İmâm-ı Rabbânî, "Mektûbât", İstanbul 1277, c.II, 60-69.
[12] Dr. Osman Nuri Küçük, "Mevlânâ’ya Göre İnsanın “Kendini Bilme”si", Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, s.1-2, 9.
[13] Songül Saydam, "Gnothi Seauton/Kendini Bil", Evrensel Kültür, Nisan 2009, s.98.
[14] "Yunus Emre", TC Eskişehir Valiliği, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Eskişehir 2013, s.10.
[15] Mevlana, "Mesnevî", V, 3341.
[16] Mevlana, Mesnevî, VI, 4331-3.
[17] Mevlana, Mesnevî, I, 2829-34.
[18] Süleyman Uludağ, "Marifet-i Nefs" maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt 28, s.57.
 
Ü

Üye silindi 56746

İlla edep, illa edep, illa edep. Kendini bilmenin yolu kibri, egoyu öldürmekten geçiyor. Allah dostları, müridlerine hoşa gitmeyen işler verdiğinde (yerleri süpürmek gibi) buna gönül koymamak lazımmış, bir hikmeti var diye düşünülmeliymiş. Ve müridler uzun yıllar boyunca bu işlere devam edebiliyor, mesela kimine az zikir veriliyormuş kimine çok; bunu da sorgulamamak ve ne verilirse candan, gönülden kabul etmek gerekiyormuş. Ne güzel bir terbiye etme biçimi tasavvuf, keşke bize de nasip olsaydı o dönemlerde o insanlarla yaşamak.
 

ruhname

Kayıtlı Üye
Katılım
23 Eki 2012
Mesajlar
557
Tepkime puanı
152
İlla edep, illa edep, illa edep. Kendini bilmenin yolu kibri, egoyu öldürmekten geçiyor. Allah dostları, müridlerine hoşa gitmeyen işler verdiğinde (yerleri süpürmek gibi) buna gönül koymamak lazımmış, bir hikmeti var diye düşünülmeliymiş. Ve müridler uzun yıllar boyunca bu işlere devam edebiliyor, mesela kimine az zikir veriliyormuş kimine çok; bunu da sorgulamamak ve ne verilirse candan, gönülden kabul etmek gerekiyormuş. Ne güzel bir terbiye etme biçimi tasavvuf, keşke bize de nasip olsaydı o dönemlerde o insanlarla yaşamak.
Nasiplenmek isteyince şimdi de bulunur diye düşünüyorum biraz istikrarlı olup harekete geçmek lazım.
 
Ü

Üye silindi 56746

kendini bilen, kendini bilmeyenle nasıl mücadele eder? ayette "selam! deyip geçerler" diyor ancak bu imanı kemale ulaşmış sahabeler için söyleniyor.

biz çok eksiğiz, ben eksiğim diyeyim ya da, yine çuvaldızı kendime batırıyorum:D

ey kendilerini bilmezler... grip grip bir de sizinle uğraşıyoruz:cautious:
 
Üst