Elnora_alila
Elit Üye
Akıl söz konusu olduğunda, onu kim yargılayacak ? Aklı kim yargılamaya yetkili ?
Dogmatikler, Kant'a göre, aklı yargılamaya bir kilise öğretisini, dogmasını, ya da akıldışı bir otoriteyi çağırmaları yüzünden, geçersiz ve yetkisiz mahkemeler kurmakta ve insanları haksız yere mahkum etmektedirler. Ampiristler de yine aklın dışındaki bir otoriteyi, deney verilerini, doğayı ya da başka bir şeyi yargıç kisvesiyle işe koşmaktadırlar. Bilmedikleri, önce öznenin, yani aklın bizzat kendini yargılaması gerektiğidir.
Kant'ın bu düşüncesinin modern hukukun biçimsel bir ilkesine tamı tamına tekabül ettiğini not etmek gerekiyor. Yargılanan özne, cezaya ya da ödüle layık olabilmek için, önce kendi kendini yargılayabilir konumda olmalıdır. Aklı başında olmalıdır, deli olmamalıdır, ergin olmalıdır vesaire.. Aklı dış deneysel bir dünya, ya da bir dogma yargılamaya kalkışabilir elbette ama Kant, aklın önce kendi kendini yargılayabilecek, dolayısıyla kendini yargılayacak yasaları imal edecek bir güç haline gelmesini istemektedir. Akıl bir "yasa koyucu" olmalıdır.
Her şeyden önce, Kant felsefesi Aklın "yasa koyucu" olduğu, kendi kendini yargılama gücüne ve otoritesine kavuşturulacağı bir felsefedir. Akla kimse herhangi bir şey buyuracak yetkiye sahip değildir. Sözgelimi Spinoza, doğanın ya da Tanrı'nın buyruklarının insanların birbirlerine verdikleri buyruklardan bambaşka türden olduğu yolundaki düşüncesinde sonuna kadar haklıdır. Ama Kant'la birlikte, ilk bakışta tuhaf gelebilecek bir düşünce sahneye girer:
Kendi kendini yargılamaya girişmeden önce, kendine yasalar koymak gerekir.
Bu yasa koyucu dışarıdan, aklın dışından getirilemez. Doğa veremez bu yasaları, çünkü, sözgelimi doğa açısından ; çocuk yapabilecek yaşa geldiğimde ergenleşirim ama aklın erginleşmesi için, ya da başka bir deyişle, insanların beni hukuken "ergin" addetmeye başlaması için, yani kendi hakkımda yargıda bulunmaya "yetkin" hale gelmek için daha on fırın ekmek yemem gerekir.
Doğa ile Kültür arasındaki Antik Yunan'dan beri var olan ayrım (nomos'a karşı phusis) Kant ile birlikte çok güçlü bir yapıya kavuşur. Böyle bir yasayı Tanrı'nın da koymadığını, onun yasalarının, zorunlulukların dilinden telaffuz edildiğini, dolayısıyla "özgürlüğün" Tanrı yasaları karşısında söz konusu olamayacağını Spinoza'dan beri zaten biliyoruz.
Deney de bu yasayı koyamaz çünkü Hume'un gösterdiği gibi, salt bir alışkanlıklar zincirine gönderme yapmaktadır. İnsanın akıllı hayatı, orada tam bir uzlaşımlar ve alışkanlıklar silsilesidir ve bütün bunların hiçbir garantisi, hiçbir kesinliği yoktur. Öyleyse Tanrı'nın bahşettiği Akıl, bu yasayı kendi başına koymak zorundadır.
Kendini yargılayacak olan yine kendisidir.
Ulus Baker_
Dogmatikler, Kant'a göre, aklı yargılamaya bir kilise öğretisini, dogmasını, ya da akıldışı bir otoriteyi çağırmaları yüzünden, geçersiz ve yetkisiz mahkemeler kurmakta ve insanları haksız yere mahkum etmektedirler. Ampiristler de yine aklın dışındaki bir otoriteyi, deney verilerini, doğayı ya da başka bir şeyi yargıç kisvesiyle işe koşmaktadırlar. Bilmedikleri, önce öznenin, yani aklın bizzat kendini yargılaması gerektiğidir.
Kant'ın bu düşüncesinin modern hukukun biçimsel bir ilkesine tamı tamına tekabül ettiğini not etmek gerekiyor. Yargılanan özne, cezaya ya da ödüle layık olabilmek için, önce kendi kendini yargılayabilir konumda olmalıdır. Aklı başında olmalıdır, deli olmamalıdır, ergin olmalıdır vesaire.. Aklı dış deneysel bir dünya, ya da bir dogma yargılamaya kalkışabilir elbette ama Kant, aklın önce kendi kendini yargılayabilecek, dolayısıyla kendini yargılayacak yasaları imal edecek bir güç haline gelmesini istemektedir. Akıl bir "yasa koyucu" olmalıdır.
Her şeyden önce, Kant felsefesi Aklın "yasa koyucu" olduğu, kendi kendini yargılama gücüne ve otoritesine kavuşturulacağı bir felsefedir. Akla kimse herhangi bir şey buyuracak yetkiye sahip değildir. Sözgelimi Spinoza, doğanın ya da Tanrı'nın buyruklarının insanların birbirlerine verdikleri buyruklardan bambaşka türden olduğu yolundaki düşüncesinde sonuna kadar haklıdır. Ama Kant'la birlikte, ilk bakışta tuhaf gelebilecek bir düşünce sahneye girer:
Kendi kendini yargılamaya girişmeden önce, kendine yasalar koymak gerekir.
Bu yasa koyucu dışarıdan, aklın dışından getirilemez. Doğa veremez bu yasaları, çünkü, sözgelimi doğa açısından ; çocuk yapabilecek yaşa geldiğimde ergenleşirim ama aklın erginleşmesi için, ya da başka bir deyişle, insanların beni hukuken "ergin" addetmeye başlaması için, yani kendi hakkımda yargıda bulunmaya "yetkin" hale gelmek için daha on fırın ekmek yemem gerekir.
Doğa ile Kültür arasındaki Antik Yunan'dan beri var olan ayrım (nomos'a karşı phusis) Kant ile birlikte çok güçlü bir yapıya kavuşur. Böyle bir yasayı Tanrı'nın da koymadığını, onun yasalarının, zorunlulukların dilinden telaffuz edildiğini, dolayısıyla "özgürlüğün" Tanrı yasaları karşısında söz konusu olamayacağını Spinoza'dan beri zaten biliyoruz.
Deney de bu yasayı koyamaz çünkü Hume'un gösterdiği gibi, salt bir alışkanlıklar zincirine gönderme yapmaktadır. İnsanın akıllı hayatı, orada tam bir uzlaşımlar ve alışkanlıklar silsilesidir ve bütün bunların hiçbir garantisi, hiçbir kesinliği yoktur. Öyleyse Tanrı'nın bahşettiği Akıl, bu yasayı kendi başına koymak zorundadır.
Kendini yargılayacak olan yine kendisidir.
Ulus Baker_