MeNTaLisT
Kayıtlı Üye
İlahi Aşk tasavvufun temalarından biridir bilirsiniz... Allah'a AŞK ise iki ayrı biçimdedir. Birincisi Allah "Kendisinin sevilmesini" istiyor bu konuda bir ayet var. Allah'ı sevmek ile "Müslüman olarak can verin..." aynı bağlamda. Ama Allah'tan korkmak (İtteka) ile "Hanif olmak" da BİR ÜST TAVAVVUF (Yesevi ekolü) ANLAYIŞIDIR.
Bu ikincisi için bazı ipuçları ayetler vardır:
1. Kulları içinde yalnız ALİMLER ALLAH'TAN KORKAR (müttekidir)
2. Biz bu misalleri tüm insanlara veriyoruz ama, onu ALİMLERDEN başkası anlamaz.
Yani MİSAL çözen kişiye ALİM deniyor. Alim grubu ise Allah'tan yegane korkan kul topluluğu oluyor. Misalleri tüm insanlığa veriyordu Allah! Alimler dışındakiler Allah'a "SEVGİ/AŞK/Aşık-MAŞUK" olarak odaklanıyorlar. Ki bunlar Allah aşk ehlidir. Ama bu bir o kadar da risklidir: Çünkü Şuara Suresi’nin son ayetlerinden on tanesinde büyük risk var: ŞEYTAN'ın AŞK ehlinden MECNUN olanların üzerine indirileceği ve bunların vadilerde-tepelerde başıboş gezindikleri bildiriliyor. Alim grubu için böyle bir tehlike yok. Çünkü Allah'a olan aşkı BİR ise...
AŞK ehli İLİM ehli gibi MÜTTEKİ değil, Aşık! Yani imanını AŞK ile yoğurmuş. Oysa bilim ehli imanını KORKU (müttekilik) üzerine kurmuş. Aşk ehli Allah'a giden yollarda İLİM öğesini kullanmadığından; bunu ABİTLİK-ZAHİTLİK üzerine kurmuştur ve de ZAKİR'lik... Dolayısıyla o AŞK konusunda irfan sahibi olmuştur.
İrfan asla ilim değildir. İrfan sahibine ARİF; ilim sahibine Alim denir. İrfan sahibinin yani Arif'in eylemlerine Maarif'ten Marifet denmektedir. Böylece Şuara’daki çarpık tasavvuf biçimlenmiş oluyor. Şeytan kendilerini MARİFET çıtasına yükseltmişlerin yani ŞEYHLERİN üzerine inmektedir.
Onlar İBADET'i esas almışlardır. 5 vakit namaz yanında 11 vakit daha namaz. 99 ismi milyonlarca kez çekerek, Ramazan dışında da oruçlar tutarak, uzlet denen karantinada yaşayarak, ilmi ise tam olarak ihmal ederek böyle bir yaşam tarzını seçmişlerdir. Bu onların yaşam biçimidir. Arifler Alim olmadığından İLME DEĞİL ibadete yönelmişlerdir.
O ibadet ise en altta: ŞERİAT! (Alimler bunun tersine SÜNNETULLAH'çıdır.) Onun üstünde TARİKAT (önce mezhebe bölüneceksin, sonra alt mezhebe, sonra da Tarikat'a ve hatta onun DALLARINDAN biri olan alt tarikata).
Alimler, ki gerçek alimler mezhebi ve tarikatı olmayan = HANİF'tirler ve buna karşı çıkarlar. Yani TARİKAT kelimesi yerine HANİFLİĞİ koyar alimler... Bunun üzerindeki Marifet=Arif maarifi olduğundan Alimler Malumat (Hikmet, hendese vb başta) = Alim muallimdir.
Bunun üzerinde ise, piramidin doruğu olan HAKİKAT mertebesi var. Tasavvuf bu ama yönü başka; HAKİKATİ başka! Hangi hakikat ki bu? Hakikat TEKTİR! İkisi ayrı yollardan AYNI TEK HAKİKATE gidemezler. Kendi yarattığı hakikat "sahi" gibi gelir kendisine. Sahici hadisler gibi bir paradoks (Demek ki yalancı hadisler de var...).
Hakikat tektir. Yesevi’ye göre; en alta bulunan Sünnetullah, onun üstünde Hanefet (Haniflik), onun üzerinde Alimlik (Malumat), onun üzerinde ise HAKİKAT.
Şimdi ben sırf hadislerden yola çıkıp da, örneğin Kur’an’da olmadığı halde "Zina edeni taşlayıp öldürmek ŞERİATTIR" dersem, Hakikatten ta baştan ayrılmış olurum. Sonra da TEK HANİF dinde birleşeceğimize işte Sünniliğin, Hanbeliğinin, bilmemnecilik tarikatındanım dersem, DİNİ bölüp, ALLAH'ın ipine topluca tutunmayı reddettiğim için HAKİKATTEN ikinci kez uzaklaşırım. Bir de bu yetmiyormuş gibi İNSANI KAMİL olduğumu ve yaşım başım gelince de ARİF, yani VELİ OLDUĞUMU ilan edersem, kuşkusuz Allah’tan başka hiç bir veli olmadığı için bu kez hakikatten üçüncü kez uzaklaşmış olacağım ki, bu da beni CEHENNEM’İN EN DİBİNE götürür (Ali İmran 102 ve sonrası ayetlere göre bu böyle).
Aşk'ın ölçüsü olmalı, ölçüsüzlük bizi Cehennem’e odun yapar: Ben ALLAH'ı GÖZÜMLE GÖRDÜM! BEN ALLAH İLE BİR OLDUM! Allah'ı İLMEN BİLDİM. ALLAH ile her konuda birlenip YAKİN oldum, dersek... Cehennem bizim için tutuşturulmuş demektir.
Resulullah, İbrahim, İdris, Cebrail bile Allah'ı görmedi! Şeyh efendi/veli efendi sen nasıl gördün diye Zebaniler sorarlar adama... Allah ile birlendim dediğimizde ise Allah: "Haşa! Ben bir tekim, eşim, benzerim yoktur vb" diye bize KAHHAR olur.
Bu ikincisi için bazı ipuçları ayetler vardır:
1. Kulları içinde yalnız ALİMLER ALLAH'TAN KORKAR (müttekidir)
2. Biz bu misalleri tüm insanlara veriyoruz ama, onu ALİMLERDEN başkası anlamaz.
Yani MİSAL çözen kişiye ALİM deniyor. Alim grubu ise Allah'tan yegane korkan kul topluluğu oluyor. Misalleri tüm insanlığa veriyordu Allah! Alimler dışındakiler Allah'a "SEVGİ/AŞK/Aşık-MAŞUK" olarak odaklanıyorlar. Ki bunlar Allah aşk ehlidir. Ama bu bir o kadar da risklidir: Çünkü Şuara Suresi’nin son ayetlerinden on tanesinde büyük risk var: ŞEYTAN'ın AŞK ehlinden MECNUN olanların üzerine indirileceği ve bunların vadilerde-tepelerde başıboş gezindikleri bildiriliyor. Alim grubu için böyle bir tehlike yok. Çünkü Allah'a olan aşkı BİR ise...
AŞK ehli İLİM ehli gibi MÜTTEKİ değil, Aşık! Yani imanını AŞK ile yoğurmuş. Oysa bilim ehli imanını KORKU (müttekilik) üzerine kurmuş. Aşk ehli Allah'a giden yollarda İLİM öğesini kullanmadığından; bunu ABİTLİK-ZAHİTLİK üzerine kurmuştur ve de ZAKİR'lik... Dolayısıyla o AŞK konusunda irfan sahibi olmuştur.
İrfan asla ilim değildir. İrfan sahibine ARİF; ilim sahibine Alim denir. İrfan sahibinin yani Arif'in eylemlerine Maarif'ten Marifet denmektedir. Böylece Şuara’daki çarpık tasavvuf biçimlenmiş oluyor. Şeytan kendilerini MARİFET çıtasına yükseltmişlerin yani ŞEYHLERİN üzerine inmektedir.
Onlar İBADET'i esas almışlardır. 5 vakit namaz yanında 11 vakit daha namaz. 99 ismi milyonlarca kez çekerek, Ramazan dışında da oruçlar tutarak, uzlet denen karantinada yaşayarak, ilmi ise tam olarak ihmal ederek böyle bir yaşam tarzını seçmişlerdir. Bu onların yaşam biçimidir. Arifler Alim olmadığından İLME DEĞİL ibadete yönelmişlerdir.
O ibadet ise en altta: ŞERİAT! (Alimler bunun tersine SÜNNETULLAH'çıdır.) Onun üstünde TARİKAT (önce mezhebe bölüneceksin, sonra alt mezhebe, sonra da Tarikat'a ve hatta onun DALLARINDAN biri olan alt tarikata).
Alimler, ki gerçek alimler mezhebi ve tarikatı olmayan = HANİF'tirler ve buna karşı çıkarlar. Yani TARİKAT kelimesi yerine HANİFLİĞİ koyar alimler... Bunun üzerindeki Marifet=Arif maarifi olduğundan Alimler Malumat (Hikmet, hendese vb başta) = Alim muallimdir.
Bunun üzerinde ise, piramidin doruğu olan HAKİKAT mertebesi var. Tasavvuf bu ama yönü başka; HAKİKATİ başka! Hangi hakikat ki bu? Hakikat TEKTİR! İkisi ayrı yollardan AYNI TEK HAKİKATE gidemezler. Kendi yarattığı hakikat "sahi" gibi gelir kendisine. Sahici hadisler gibi bir paradoks (Demek ki yalancı hadisler de var...).
Hakikat tektir. Yesevi’ye göre; en alta bulunan Sünnetullah, onun üstünde Hanefet (Haniflik), onun üzerinde Alimlik (Malumat), onun üzerinde ise HAKİKAT.
Şimdi ben sırf hadislerden yola çıkıp da, örneğin Kur’an’da olmadığı halde "Zina edeni taşlayıp öldürmek ŞERİATTIR" dersem, Hakikatten ta baştan ayrılmış olurum. Sonra da TEK HANİF dinde birleşeceğimize işte Sünniliğin, Hanbeliğinin, bilmemnecilik tarikatındanım dersem, DİNİ bölüp, ALLAH'ın ipine topluca tutunmayı reddettiğim için HAKİKATTEN ikinci kez uzaklaşırım. Bir de bu yetmiyormuş gibi İNSANI KAMİL olduğumu ve yaşım başım gelince de ARİF, yani VELİ OLDUĞUMU ilan edersem, kuşkusuz Allah’tan başka hiç bir veli olmadığı için bu kez hakikatten üçüncü kez uzaklaşmış olacağım ki, bu da beni CEHENNEM’İN EN DİBİNE götürür (Ali İmran 102 ve sonrası ayetlere göre bu böyle).
Aşk'ın ölçüsü olmalı, ölçüsüzlük bizi Cehennem’e odun yapar: Ben ALLAH'ı GÖZÜMLE GÖRDÜM! BEN ALLAH İLE BİR OLDUM! Allah'ı İLMEN BİLDİM. ALLAH ile her konuda birlenip YAKİN oldum, dersek... Cehennem bizim için tutuşturulmuş demektir.
Resulullah, İbrahim, İdris, Cebrail bile Allah'ı görmedi! Şeyh efendi/veli efendi sen nasıl gördün diye Zebaniler sorarlar adama... Allah ile birlendim dediğimizde ise Allah: "Haşa! Ben bir tekim, eşim, benzerim yoktur vb" diye bize KAHHAR olur.