Narsinha
Banlı Kullanıcı
Abdullah S. DEMİRTAŞ
Her ne kadar uzun gözükse de buraya eklediklerim elimdekinin çok küçük bir kısmı. Eğer istek gelirse eklemeye devam edeceğim.
Allah Rızasına Giden Yol
Bir gün Bayezid Bistamî k.s Hazretleri’ne Allah Tealâ’ya ulaşmanın yolları soruldu.Hazret şöyle cevap verdi:
“Allah Tealâ’ya ulaşmak, O’nun emirlerine gerçek manada sarılmak ve bütün hallerde ihlâslı olmakla beraber doğruluktan ayrılmamakla mümkündür.” (Asım İbrahim Keyyâlî, Tezhibü’l-Mevâhibi’s-Sermediyye)
Hesap Duygusu
Bir gün Seyyid Ahmed Rufaî k.s. yardıma muhtaç bir köpek gördü. İnsanlar onu kovuyordu. O ise köpeği alıp oradan uzak bir yere götürdü ve onun için bir gölgelik yaptı. Köpek iyileşinceye kadar yedirdi içirdi ve tedavi etmek için uğraştı. İyi olunca da sıcak suyla yıkadı ve kendi beldesine götürdü.
– Bu köpeğe niçin bu kadar önem veriyorsun, bunun hikmeti nedir, diye sordular. Hazret şöyle cevap verdi:
– O köpeğe iyilik etmeseydim, Allah Tealâ’nın beni hesaba çekmesinden ve bana “Kalbinde mahlukuma karşı hiç merhamet yok mu?” diye sormasından korktum. (İmam Şa’rânî, el-Envârü’l-Kudsiyye)
Kulluğun Temeli
Tasavvufun büyüklerinden İmam Gazalî k.s. Hazretleri şöyle der:
“Kulluğun temeli üç şeydir:
1. İslâm’ın belirlediği hükümlere uymak,
2. Allah Tealâ’nın takdirine razı olmak,
3. Allah Tealâ’nın rızasını kazanma yolunda, nefsin arzu ve isteklerini terk etmek.” (İmam Gazalî, Eyyühe’l-Veled)
Kur’an-ı Kerim Sevgisi
Mevlana Halid k.s Hazretleri’nin mürşidi olan Abdullah Dehlevî k.s. Hazretleri Kur’an-ı Kerim okumayı ve dinlemeyi çok severdi. Özellikle İmam Rabbanî k.s Hazretleri’nin torunu ve halifelerinden Şeyh Ebu Said Masumî Hazretleri’nin tilavetinden çok hoşlanırdı. Onun Kur’an okuyuşundan o kadar etkilenirdi ki adeta eriyip gider, gücü tükenirdi. Sonunda da ona şöyle derdi:
– Şimdilik bu kadar yeter, artık daha fazlasını dinlemeye gücüm kalmadı.
Hazret ayrıca Hz. Mevlâna’nın Mesnevisini ve meşhur şairlerin şiirlerini dinlemeyi de severdi. Böyle zamanlarda vecd hali hasıl olurdu. Fakat o manevi olgunluğu sebebiyle bunu pek belli etmezdi. (Abdulmecid Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye; Tezhibü’l-Mevâhibi’s-Sermediyye)
Çocuk Sırrı
Muhammed Diyauddin k.s Hazretleri çok sohbet ederdi. Adeta sohbet aşığıydı. Yanında sohbet edecek büyükler olmasa bile çocuklarla sohbet ederdi. Hanımı Medine validemiz bu duruma bir türlü anlam verememiş ve şöyle sormuştu:
– Efendim, bu çocuklar sohbetten ne anlasınlar? Henüz beş altı yaşındalar..
Bunun üzerine Muhammed Diyauddin Hazretleri şöyle buyurdu:
– Medine, ben de biliyorum, bu yaştaki çocuklar açıkça bir şey anlamaz. Ama Allah’ın rahmeti mutlaka iner. Onlar günahsızdır. Sâdât-ı Kiram’ın himmeti ve bereketi hissedilir. Zaten sohbetteki gaye de budur; Allah’ın rahmetinden, Sâdât-ı Kiram’ın himmet ve bereketinden istifade etmektir. Ben de bunu istiyorum. Yoksa boş yere konuşmak değil. (Altın Silsile, Semerkand Yay.)
Hatalıyı Değil, Hatayı Kabul Etme!
Tasavvuf büyüklerinden Şeyh Abdülkadir Geylanî k.s. sallanarak yürüyen bir sarhoş gördü. O anda kalbine kendisinin daha iyi bir insan olduğu hissi doğdu. Bu durumun farkına varan sarhoş, Abdülkadir Geylanî k.s Hazretleri’ne şöyle seslendi:
– Ey Abdülkadir! Yüce Rabbim beni senin gibi, seni de benim gibi yapmaya kadirdir.
Sarhoşun bu sözü üzerine Abdülkadir Geylanî k.s hemen başını önüne eğdi ve Allah Tealâ’dan bağışlanma diledi.
Bu menkıbeyi anlatan İmam Şa’rânî k.s. bizlere şu uyarıda bulunur:
“Ey kardeşim! İslâm’ın uygun görmediği şeyleri kabul etme. Ama bu kabul etmeme şahıslara karşı değil, işlenen günahlara karşı olsun.” (el-Envârü’l-Kudsiyye)
Cennetin Anahtarı
Bir gün Bayezid-i Bistamî k.s. Hazretleri’ne,
– ‘Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet etmek) cennetin anahtarıdır.’ anlamına gelen hadis-i şerif hakkında ne dersiniz, diye sordular. Bayezid-i Bistamî k.s. şu açıklamayı yaptı:
– Hadis sahihtir. Ancak anahtar, dişleri olmadan açamaz. Cennetin anahtarı olan “Lâ ilâhe illallah” sözünün dişleri ise dört şeydir:
1. Yalan söylemeyen ve gıybet etmeyen bir dil,
2. Aldatmayan ve hıyanet etmeyen bir kalp,
3. Şüpheli ve haram şeyleri yemeyen bir mide,
4. Bid’at ve nefsin istek ve arzularının karışmadığı salih amel. (el-Hadâiku’l-Verdiyye)
Gerçek İhlâs
Büyük alim İmam Gazalî k.s. şöyle buyuruyor:
“İhlâsın asıl manası, kulun yaptığı ameller karşılığında Allah Tealâ’dan mükafat talep etmemesidir. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
“Oysa sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır.” (Sâffat, 96)
Şayet yapılan ibadet sevap elde etmek veya ceza korkusuyla olursa, bu şekilde davranan kimse tam anlamıyla ihlâs sahibi olamaz. Çünkü bu kişi kendi nefsi için çaba sarf etmiştir.” (İmam Gazalî, Mükâşefetü’l-Kulûb)
Nefsin Kusurlarını Görmek
Sâdât-ı Kiram’ın büyüklerinden Seyyid Sıbgatullah Arvasî k.s. der ki:
“Sofi tavus kuşu gibi olmalıdır. Tavus kuşu ayaklarının siyahlığına bakar. Vücudunun ne kadar güzel olduğuna değil. Sofi de kendi iyi haline bakmamalı, amellerine güvenmemeli. İyiliği görmek ve amellere güvenmek kibir ve gururlanmaya sebep olur. Yaratılmışlar arasındaki bütün manevi olgunluk, Allah Tealâ’nın kemalâtının bir yansımasıdır. İnsanın bunun kendinden kaynaklandığını düşünmesi büyük bir kusur olur.” (Altın Silsile)
Pişmanlık Ağacı
Ebu Yahya el-Varrâk k.s. şöyle buyurur:
“Her kim nefsin istek ve arzularını yerine getirerek azalarını memnun ederse, kuşkusuz kalbinde nedamet ağacını dikmiş olur.” (İmam Gazalî, İhya)
Aldatırken Aldanmak
Şeyh Sadî Şirazî k.s. anlatıyor:
Bir gün henüz âkil baliğ olmamış bir çocuk niyet edip oruç tutmaya başlar. Yüz türlü sıkıntı ile kuşluk vaktine kadar sabreder. Çocuğun annesi babası rahatça orucunu tutması için o gün çocuğu okula göndermez. Annesi şefkatle kucaklar öper, babası okşar. Çocuğa bir takım ödüller verip yüzüne karşı överler.
Fakat öğle olunca açlık ve susuzluk çocuğun canına tak eder. Kendi kendine, “Akşama daha çok vakit var, bir iki lokma yesem annemle babamın nereden haberi olacak?” diye düşünür.
Böylece anne babasına yaranmak için oruçluymuş gibi görünür ama gizlice orucunu bozar, bir şeyler yer.
Şayet sen, Allah’ın seni gördüğünü bilip O’ndan korkmadıktan sonra namazı abdestsiz olarak kılsan kim nereden bilecek?
Çocuk buluğ çağına girmediği için orucu anne babasına hoş görünmek için tutmuş olabilir. Ancak gösteriş için ibadet yapan yaşı olgun bir kimse bu çocuktan daha cahildir. Gösteriş için, dindar görünmek için kılınan namaz ve yapılan ibadet cehennem kapısının anahtarıdır.
Şayet tuttuğun yol Allah’tan başkasına gidiyorsa, yarın senin seccadeni cehenneme sererler.
Şeyh Sadî Şirazî, Bostan
İlimle Övünmek
Bir gün Abdullah b. Muhammed Razî k.s. hazretlerine sorarlar:
- Bu insanlar ayıp ve kusurlarını biliyorlar ama doğru yola dönmüyorlar. Bunun sebebi nedir?
Hazret şu cevabı verir:
- Çünkü onlar, birbirlerine karşı bildikleriyle övünmekle meşguller. Bildikleriyle amel etmek için uğraşmıyorlar. Dışları ile meşguller ama iç alemleriyle hiç ilgilenmiyorlar. Bu sebeple de Allah onların kalplerini kör etmiş ve azalarını ibadete karşı bağlamıştır.”
İmam Kuşeyrî, Risâle
Takvanın Üç Alameti
Bir gün Hz. Davud a.s. oğlu Hz. Süleyman a.s.’a şu nasihatte bulunur:
“Ey oğul! Bir insanın takva sahibi olması şu üç şey ile belli olur:
Allah Tealâ’nın takdir ettiği bela ve sıkıntı karşısında, O’na tam ve güzel bir şekilde tevekkül etmesi,
O’nun kendisine ihsan ettiği şeylere gönülden razı olması,
O’nun müptela kıldığı belalara karşı ise güzel bir sabra sahip olmasıdır.”
Beyhakî, Kitabü’z-Zühd
Yolumuz
Şâh-ı Nakşibend k.s. buyurur:
“Yolumuz, ender bulunan bir yoldur. Kopmaz sapasağlam bir tutamak gibidir. Bu yol, Peygamber Efendimiz s.a.v.’in Sünnetine dört elle sarılmak ve Ashab-ı Kiram’ın yolunu takip etmek esaslarına dayanır. Ben bu hakikate, yolun başında olsun sonunda olsun, hep Allah Tealâ’nın lütuf ve ihsanıyla ulaşmışımdır. Bu yolda Allah Tealâ’nın kereminden başka bir güzellik görmedim. Sünnet’e uymak en büyük ameldir. Bu yolda, az bir amelle bile Allah Tealâ’nın yardımı sayesinde büyük bereketler ve manevi fetihler nasip olur.”
Şeyh Ahmed Sıddıkî, Kutbu’l-Ârifîn Şâh-ı Nakşibend
Kulluğun Makbul Olanı
Katâde rh.a. anlatıyor:
Abdullah b. Mutarrif rh.a. bir gün bana dedi ki:
- İki adamla karşılaşırsın. Bunlardan biri daha çok oruç tutup namaz kılsa bile, diğeri ona göre Allah katında kat be kat daha makbuldür.
Ben de kendisine “Bu nasıl oluyor?” diye sordum. Şu karşılığı verdi:
- Çünkü Allah katında daha makbul kişi, haramlarından kaçınmada diğerine göre daha hassastır. Şüpheli şeylerden daha çok sakınmaktadır.
Kitâbü’z-Zühd
İbadetler Kolaydır
İmam Rabbanî k.s. şöyle buyuruyor:
“Allah Tealâ, hiçbir zaman kullarına kaldırmaya güç yetiremeyecekleri büyük bir kaya parçasını kaldırmalarını emretmemiş. Kullarına kıyam, kıraat, rükû ve secdeden oluşan ve gayet kolay olan namazı emir buyurmuş. Emir buyurduğu ibadetlerin hepsi de çok kolaydır. Oruç da aynı şekilde pek kolaydır. Zekât da son derece kolaydır. Allah, zengin olan kullarına mallarının hepsini veya yarısını vermelerini emretmemiş, sadece kırkta birini vermelerini yeterli görmüştür.”
İmam Rabbanî, Mektubât
Yolculuğa Hazırlık
Ahnef b. Kays rh.a. hazretlerine:
– Sen ihtiyar bir kimsesin. Oruç seni zayıf düşürüyor, neden tutuyorsun, denildiğinde şu cevabı verir:
– Ben uzun bir yolculuğa hazırlık yapmaktayım. Allah Tealâ’nın emrettiği ibadetlere sabretmek, kıyamet günü Allah’ın azabına sabretmekten daha kolaydır.
İhyâu Ulûmi’d-Dîn
Hâl Dili
Abdülhakim Bilvanisî k.s. bir sohbetinde şöyle anlatıyor:
“Gavs-ı Hizanî k.s. hazretlerinin huzurunda cezbe ehli ve kalabalık bir cemaat her zaman hazır bulunurdu. Cezbenin ve muhabbetin çokluğundan kimse huzurunda normal olarak oturamazdı. Halbuki Gavs-ı Hizanî k.s. fazla sohbet de etmezdi; çoğunlukla sükut ederdi, fakat tasarrufu maneviydi. Bir seferinde oğlu vaaz ve nasihat etmek için müsaade ister. Müsaade alır ve sohbete başlar. Allah Tealâ’dan bahseder. Bir iki saat kadar vaaz eder. Hiç kimseden ses çıkmaz, muhabbet ve cezbe emaresi görülmez. Sohbet biter. Babası Gavs-ı Hizanî ‘Haydi, kamet getirin..’ der demez cemaatin içinde büyük bir cezbe dalgasıyla birlikte feryat figan kopar. Gavs’ın oğlu, ‘İki saattir sohbet ediyorum, hiç kimsede ses yok. Babam, haydi kamet getirin, diyor, bütün millet cezbeye kapılıyor.’ diyerek hayrette kalır.”
Abdulhakim Bilvanisî, Sohbetler
Ramazan Ayının Kıymetini Bilmek
Hasan Basrî rh.a. bir Ramazan günü, kahkaha ile gülen ve eğlenen bir grubun yanından geçerken durur ve onlara şu nasihatte bulunur:
“Kuşkusuz Allah Tealâ Ramazan ayını kulları için, ibadet ederek birbirini geçecekleri bir yarış sahası olarak yaratmıştır. Bu ayda bir grup insan kulluk ederek öne geçer ve kurtuluşa erer. Bir grup insan da geri kalır ve kaybedenlerden olur. Boş işlerle uğraşanların hüsrana uğradığı, öne geçenlerin ise kurtuluşa erdiği böyle bir ayda boş işlerle oyalanarak eğlenen kimselere şaşılır.
Şimdi beni iyi dinleyin! Allah’a yemin ederim ki, eğer Allah Tealâ perdeyi kaldırsaydı (hakikatleri ortaya çıkarsaydı), iyilik yapan kimseler iyilik yapmaya devam etmekle, kötülük yapanlar da yaptığı hataları telafi etmekle meşgul olurlardı. (Yani amelleri makbul olanların sevinci, onların boş şeylerden daha çok uzaklaşmasına, amelleri reddolunan kimselerin hasreti de, gülme ve eğlenme kapısının kapanmasına sebep olurdu.)”
İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn
En Güvenli Yol
Bediüzzaman Said Nursî k.s. şöyle buyuruyor:
“İmam Rabbânî rh.a. demiştir ki:
‘Ben mânevî ve rûhânî makamlarda seyahat ederken evliyaların dereceleri içinde en parlak, en haşmetli, en güzel, en emniyetli olanını Sünnet-i Seniyyeye tabi olmayı asıl yol kabul eden velileri gördüm. Hatta o sınıfın avamdan olan evliyaları, diğer sınıfların has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu.’
Evet, hicri ikinci bin yılının müceddidi İmam-ı Rabbanî rh.a. doğru söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan kimse, Habibullah s.a.v.’in gölgesi altında Allah Teâlâ’nın sevgi ve rızasına kazanma makamına mazhar olucudur.”
Bediüzzaman Said Nursî, 11. Lema
En Doğru Cevap
Ünlü bilginlerden biri, imanı olmayan biri ile tartışmaya girişmişti. Birçok delil getirdiği halde onu susturamadı. Tartışmayı bıraktı. Dediler ki:
– Bu kadar bilgiyle bir dinsizle başa çıkamadınız!
Bilgin şöyle cevap verdi:
– Benim ilmim, Kur’an, hadis ve evliya sözleridir. O, bunların hiçbirini dinlemiyor. Ben onun sapık sözlerini mi dinleyeyim?
Ayet ve hadisleri kabul etmeyen kimseye verilecek en doğru cevap susmaktır.
Şeyh Sadi Şirâzî, Gülistan
Tevbe Ettiğini Sananlar
İlmiyle meşhur sahabilerden İbn Abbas r.a. şöyle der:
“Nice tevbe eden kimseler var ki, gerçek tevbe edenlerden olmayıp, tevbe ettiklerini zannettikleri halde huzura geleceklerdir. Çünkü bu kimseler tevbenin makbul olması için gerekenleri yerine getirmemişlerdir. Bunlar:
İşlediği günahlara pişman olmak,
Bir daha günaha dönmemeye azimli, kararlı olmak,
Haksızlık ya da zulmettiği kimselere mümkünse haklarını geri vermek ve onlarla helalleşmek,
Eğer bu kimselere haklarını vermek, helalleşmek mümkün değilse, Allah Teâlâ’dan hem kendisi hem de onlar için çokça mağfiret dilemek. Böylelikle umulur ki Cenab-ı Hak, hak sahiplerinin kendisinden hoşnut ve razı olmalarını sağlar.
İmam Gazalî, Mükâşefetü’l-Kulûb
İnsanın Yeri
Allah Tealâ canlıları üç grup halinde yaratmıştır:
Melekler: Allah melekleri yaratmış ve onlara akıl vermiş, fakat nefsanî istek vermemiştir.
Hayvanlar: Cenab-ı Hak hayvanları yaratmış, onlara nefsanî istek vermiş, ancak akıl vermemiştir.
İnsanlar: Hak Teâlâ insanları yaratmış, onlara hem akıl hem de nefsanî arzular vermiştir.
Öyleyse her kimin nefsanî istekleri aklına üstün gelirse, o kişi hayvanlardan daha aşağı konuma düşer. Her kimin de aklı isteklerine galip gelirse, o kimse meleklerden daha üstündür.
Mükâşefetü’l-Kulûb
Namazı Kim Kıldırsın?
Beyazıt Camii bir Cuma günü ibadete açılmış ve ilk namazı Fatih Sultan Mehmed’in oğlu ve ondan sonra padişah olan II. Bayezid Han kıldırmıştır. Sultan II. Bayezid Han’ın lakabı “velî”dir. Bu açılışı Evliya Çelebi şöyle anlatır:
“Caminin inşası tamamlanınca, bir cuma günü büyük bir merasimle ibadete açıldı. Bayezid-i Velî buyurdular ki:
– Her kim ömründe ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetini hiç terk etmemiş ise, şu mübârek vakitte o imam olsun!
Derya misali cemaat içinden kimse çıkmayınca Bayezid Han mecbur kalarak:
– Elhamdülillah! Savaşta ve barışta biz bu sünnetleri hiç terk etmedik, dedi ve kendisi imam olup namazı kıldırdı.”
Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı
Elli Bin Altını Olan Fakir
Büyük sufi Ebû Tâlib Mekkî k.s. anlatıyor:
Adamın biri Medineli bir zata fakirliğinden şikayet etti, sıkıntılarını anlattı. Medineli zat ona:
– Sana on bin altın verilmesi karşılığında gözünü verip kör olmak ister misin? Buna razı olur musun, diye sordu.
Adam;
– Hayır, istemem, dedi.
– Pekâlâ on bin altın karşılığında dilsiz kalmayı ister misin?
– Hayır, istemem.
– Tamam, yine bu para karşılığında el ve ayaklarının kesilmesini ister misin?
– Hayır istemem.
– Peki, aklını verip deli olmak ister misin?
– Hayır, onu da istemem, dedi adam. Bunun üzerine Medineli zat:
– O halde elli bin altın değerinde şu azaların varken niçin sana bunları veren Mevlâ’nı şikayet ediyorsun? Haline şükretsene, dedi.
Ebu Tâlib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb
Asıl Felaket
Salihlerden birinin sadık bir arkadaşı vardı. Zamanın sultanı onun bu arkadaşını hapse attırdı. Hapse atılan kişi o salih kimseye haber göndererek durumunu bildirdi. Dostu:
– Allah Tealâ’ya şükret, dedi.
Adam bir gün hapiste dövüldü. Yine dostuna haber göndererek halini bildirdi. Dostu yine;
– Allah Tealâ’ya şükret, dedi.
Bir gün hapishaneye bağırsaklarından rahatsız bir mecusî getirildi ve ayaklarından bağlandı. Mecusî’nin bağlandığı zincirin bir halkasını da bu adamın ayağına bağladılar. Mecusî geceleri defalarca tuvalete gitmek için kalkıyor, adam da onun başında beklemek mecburiyetinde kalıyordu. Yine dışarıdaki dostuna durumunu bildiren bir mektup yazdı.
Dostu yine;
– Allah Tealâ’ya şükret, diye cevap verdi. Hapisteki arkadaşı tekrar;
– Ne zamana kadar böyle diyeceksin? Hangi bela bundan daha büyüktür, diye haber gönderdi. Dostu da ona şu anlamlı cevabı verdi:
– Mecusînin zincirinin senin ayağına da bağlandığı gibi, onun belindeki zünnar (gayr-i müslimlerin bağladığı kuşak) senin beline de bağlansaydı (yani imandan mahrum kalsaydın) asıl o zaman ne yapardın, halin nice olurdu?
Kuşeyrî, Risâle
Üç Binek
Bir defasında İbrahim b. Edhem k.s. hazretlerine:
– Zamanınızı nasıl geçiriyorsunuz, diye soruldu. Dedi ki:
– Elimin altında üç bineğim var.
• Bir nimete kavuştuğum zaman şükür bineğine binerek onu karşılarım.
• Bir bela ortaya çıkınca sabır bineğiyle onu karşılarım.
• İbadet anında ise, ihlâs bineğine biner onu öyle karşılarım.
Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya
Üç Şükür
Şükür üç kısma ayrılır:
• Dil ile şükür: Bu, kulun Allah Tealâ’nın hükmüne boyun eğip teslim olarak, sahip olduğu nimetleri O’nun lütfettiğini bilmesi ve şükretmesidir.
• Beden ve azalar ile şükür: Bu ise, kulun nimeti veren Rabbine karşı vefakâr olup, O’nun yolunda hizmet ve O’na kulluk etmesidir.
• Kalp ile şükür: Bu da, nimeti verene karşı hürmet ve edebi muhafaza ederek, kalbini sürekli nimeti vereni müşahedeye bağlamaktır.
Kuşeyrî, Risâle
Sultan’ın Denize Atılan Yüzüğü
Kanunî Sultan Süleyman bir gün boğaz gezisi yaparken, kayığını Beşiktaşlı Yahya Efendi dergâhının tarafında kıyıya yanaştırıp Efendi hazretlerini de yanına davet etmişti. Yahya Efendi k.s. da beraberinde nur yüzlü bir zatla geldi.
Boğazda seyir halinde olan kayıkta Kanunî ile Yahya Efendi birbirleriyle tatlı bir sohbete başladılar. Fakat misafir zat bu sohbete katılmamıştı ve sürekli padişahın parmağındaki pek kıymetli yüzüğe bakıyordu. Durumu fark eden Kanunî yüzüğünü çıkarıp o zata verdi. Ancak o zat yüzüğü aldığı gibi denize fırlattı. Sultan buna içerlediyse de Yahya Efendi’nin hatırına bir şey demedi.
Gezi nihayete erip kıyıya yanaştıklarında, o zat eğilip denizden bir avuç su aldı ve kendisine hayretle bakan Kanunî’ye uzattı. Zatın elinde az evvel fırlattığı yüzüğünü gören Kanunî yüzüğünü aldı. Bir şeyler diyecekti ki, o nur yüzlü zat hızla yanlarından uzaklaşıp gözden kayboldu. Sultan iyice şaşırmıştı.
Yahya Efendi, mütebessim bir şekilde izah etti:
– Sultanım! Bu zat görmeyi epeydir arzuladığınız Hızır Aleyhisselam idi, dedi.
Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı
Beyitler
Anladım işi; sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
. . .
Müjdecim, kurtarıcım, efendim, biricik peygamberim,
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.
. . .
Sual: Ey veli, İnsan nasıl olmalı söyle!
Cevap: Son anda nasıl olacaksa hep öyle!
Necip Fazıl Kısakürek
Kanunî ve Karıncalar
Müderrislik, kadılık, kazaskerlik vazifelerinden sonra şeyhülislâmlık da yapan büyük âlim Ebussuûd Efendi, Kanunî Sultan Süleyman döneminin büyük şahsiyetlerinden biridir.
Bir gün Kanunî Sultan Süleyman, sarayın bahçesinde armut ağaçlarını kurutan karıncaların telef edilmesi için Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’den aşağıdaki beyitle fetva istedi:
“Dırahta ger ziyân etse karınca / Zararı var mıdır ânı kırınca?”
Yani: “Eğer ağaca karınca zarar verse, onu öldürmek caiz midir?” diye sordu.
Padişahın bu fetva talebi üzerine, Ebussuûd Efendi de şöyle bir beyitle cevap verdi:
“Yarın Hakk’ın dîvânına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca!”
Bir karıncayı bile incitmekten çekinecek kadar mükemmel bir manevi terbiyeden geçmiş bulunan Kanunî hem dirayetli bir kumandan, zeki ve teşkilatçı bir devlet adamı ve hem de alim ve edip bir şahsiyetti.
Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı
Ya Şeytan İmanını Çalsaydı?
Bir gün adamın biri Sehl b. Abdullah Tüsterî k.s. hazretlerinin yanına gelerek,
- Evime hırsız girdi ve eşyalarımı alıp götürdü, diye şikâyette bulundu. O da,
- Allah Tealâ’ya şükret, eğer iman hırsızı olan şeytan kalbine girip de tevhid inancını bozsaydı o zaman ne yapardın?” dedi.
Kuşeyrî, Risâle
Duvarın Dibinde Beklerken
Evliyanın büyüklerinden Abdullah b. Mübarek k.s.’nin tevbe edip yüzünü Hakk’a dönmesinin sebebi bir cariyeye olan aşkı idi. Cariyeye öyle vurulmuştu ki yerinde duramıyordu. Bir kış gecesi gidip, kadının duvarı dibinde sabaha kadar onu bekledi. Arada bir dışarı çıktığında kadını görebiliyordu.
Bütün gece kar yağmıştı. Sabah ezanı okununca yatsı ezanının okunmakta olduğunu sandı. Ortalık aydınlanınca durumun farkına vardı. Kendi kendine:
– Yazık sana Abdullah, utan! Sırf nefsinin hevesi için böyle bir gecede sabaha kadar ayakta dikildin durdun. Eğer imam namazda uzun bir süre okusa deli olursun, dedi.
Bu üzüntüyle tevbe etti. Kendini ibadet ve taate verdi. Nihayet öyle bir dereceye ulaştı ki, bir gün bağa giden annesi, onu bir ağacın altında uyurken bir yılanın ağzına bir nergis yaprağı alıp sinekleri ondan uzaklaştırdığını gördü.
Tezkiretü’l-Evliya
Kayıktaki Sarhoş Gençler
Velilerin büyüklerinden Maruf Kerhî k.s. bir gün bir toplulukla birlikte Dicle Nehri’nin yakınından geçiyordu. O esnada bir grup genç, kayık içinde içki içip eğleniyordu. Nehrin kenarına vardıklarında yanındaki kişiler Hazret’e dediler ki:
– Ya Şeyh! Dua et de Hak Tealâ bunların hepsini suya batırsın. Böylece şu musibet ortadan kalksın.
Bu talep üzerine Maruf Kerhî k.s. “Haydi ellerinizi semaya kaldırın..” dedi ve kendisi de ellerini kaldırarak:
– İlahî! Bu gençleri şu cihanda neşelendirip hoş bir hayat verdiğin gibi onlara ahirette de hoş bir hayat bahşet, onları neşelendir, diye dua etti.
Yanındakiler şeyhin bu duasına şaşırarak:
– Ey Şeyh, biz bu duanın sırrını anlamadık, dediler. O da:
– Sırrı ortaya çıkana kadar bekleyin, buyurdu.
O sırada gençler Hazreti görünce utanıp yaptıklarına pişmanlık duyarak sazlarını kırdılar, içkilerini döktüler. Ağlıyorlardı. Şeyh’in yanına gelip tevbe ettiler. Bunun üzerine Maruf Kerhî hazretleri yanındakilere şöyle dedi:
– Gördünüz mü?.. Kimseyi batırmadan, kimsenin canını yakmadan dileğimiz nasıl gerçekleşti de gençler sarhoşluk belasından kurtuldular.
Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya
Şiir
Allah dostunu gördüm bundan altı yıl evvel,
Bir akşamdı ki, zaman donacak kadar güzel.
Necip Fazıl Kısakürek
Duvardaki Kir
Meşhur sûfilerden Malik b. Dinar k.s. bir zamanlar bir ev kiralamıştı. Komşusu bir yahudi idi. Malik b. Dinar’ın evinin kıbleye bakan cephesi o yahudi komşu tarafına denk düşüyordu.
Bu yahudi evinin önüne bir tuvalet yapmış, pislikleri Hazret’in duvarının kenarına atarak orayı kirletiyordu.
Bir gün Malik b. Dinar k.s. hazretlerinin yanına gelerek:
– Sen bu halden rahatsız olmuyor musun, diye sordu.
– Evet, oluyorum. Ama yıkıyor, temizliyorum.
– Bu sıkıntıya niçin katlanıyorsun ki? Bu düşmanlığa, kine kim için katlanıyorsun?
– Allah Tealâ’nın rızası için. Çünkü o şöyle buyuruyor: “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler. Öfkelerini de yutarlar ve insanları affederler.” (Âl-i İmran, 134)
Bu cevap üzerine yahudi;
– Ne iyi bir din ki, saygın bir kişi benim gibi birinin verdiği eziyete katlanıyor. Asla bağırıp çağırmıyor, sabredip kimseye söylemiyor, dedi ve derhal müslüman oldu.
Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya
Bu da Az Değil
Bir gün bir adam Ebu Osman Hîrî k.s. hazretlerine gelerek,
– Dille zikrediyorum ama kalp ona yâr olmuyor, uymuyor. Bu duruma ne dersiniz, dedi. Hazret buyurdu ki:
– Hiç değilse bir azanın itaatkâr olduğuna şükret. İnşallah kalp de ona uyar.
Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya
‘Bu Hikmetli Söz Nereden?’
Cüneyd-i Bağdâdî k.s. Hazretleri, mürşidi ve aynı zamanda dayısı olan Serî Sekatî k.s. ile aralarında geçen bir olayı şöyle anlatıyor:
“Üstadım Serî Sekatî k.s. bana bir hikmet öğretmek istediği zaman soru sorardı. Yine bir gün sordu:
– Cüneyt, şükür nedir?
Ben de:
– Allah Tealâ’nın verdiği hiçbir nimeti O’na karşı isyanda kullanmamaktır, dedim. Bu cevap üzerine;
– Sen bu hikmetli sözleri nereden öğreniyorsun, diye sordu. Ben de:
– Sizin meclisinize katılmaktan, sizinle birlikte bulunmaktan, dedim.”
Kuşeyrî, Risale
Sabrın Kısımları
Sabır birkaç kısımdır:
Kulun kendi iradesiyle yaptığı şeylere gösterdiği sabır.
Kulun kendi iradesi dışında olan şeylere karşı gösterdiği sabır.
Kulun kendi iradesiyle yaptığı şeylere göstereceği sabır da iki kısımdır:
Allah Tealâ’nın emirlerini yapmaya sabır.
O’nun yasakladığı şeyleri yapmamaya karşı sabır.
Kulun kendi iradesi dışındaki meydana gelen şeylere karşı sabretmeye gelince: Bu da Allah’ın takdir ettiği, içinde sıkıntı bulunan geçim darlığı, hastalık, ölüm gibi imtihan ve musibetlere sabırdır.
Kuşeyrî, Risale
Kahrın da Hoş Lütfun da Hoş
Cana cefa kıl, ya vefa
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ya dert gönder ya da deva
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen
Ya hilat ü yahut kefen
Ya taze gül yahut diken
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Gelse celâlinden cefa
Yahut cemalinden vefa
İkisi de cana safa
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Ağlatırsın zari zari
Verirsen cennet ü huri
Layık görür isen narı
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Gerek ağlat gerek güldür
Gerek yaşat gerek öldür
Aşık Yunus sana kuldur
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Âşık Yunus
Bir Dua
Bir defasında Hz. Hasan r.a. Kâbe’nin bir köşesine tutunarak şöyle yalvarır:
“Ya İlâhî! Bana nimetler ihsan ettin, fakat beni şükreden bir kul olarak bulmadın. Bana sıkıntı verip imtihan ettin, beni sabreden bir kul olarak bulmadın. Şükrü terk ettim diye verdiğin nimetleri geri çekip almadın. Sabrı terk ettim diye sıkıntılarımı devam ettirmedin. Allahım! Senin gibi kerim, cömert bir Rab’den ancak böyle cömertlik ve ihsan zuhur eder.”
Kuşeyrî, Risale
İhlâslı Olacağım Derken...
Fakir bir genç vardı. Büyük sûfi Ebu Said Harraz k.s. hazretlerinin meclisinden ayrılmaz, onun isteklerini yerine getirmeye çalışır, fakirlere hizmet eder, koşturur dururdu.
Bir gün Ebu Said Harraz hazretleri işlerde ihlâstan bahsetti. Fakir genç bu sözlerin kendisine söylendiğini sandı, incindi, hizmeti terk etti. Gencin işleri bırakması Ebu Said Harraz hazretlerine dokundu, gence sordu:
– Ey oğul, kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için koşturuyordun, sonra bırakıverdin. Sebebi nedir?
Genç dedi ki:
– Efendim, siz ihlâs hakkında bazı şeyler anlattınız. Ben de işlerime gösteriş karışmasından korktuğum için yaptığım işleri bıraktım.
Bunun üzerine Ebu Said Harraz k.s. şöyle buyurdu:
– Evlat, gafil olma, dikkat et! İhlâs kaygısı, yapılan işleri engellemez. Akıllı kimse de ihlâs korkusuyla amellerini terk etmez. Çünkü o zaman hem ihlâsı hem de ameli kaybetmiş olur. Ben sana yaptığın işleri terk et demedim, işlerinde ihlâslı ol, dedim. Fakat görüyorum ki ihlâsı ararken salih amellerden geri kaldın, bu durumun bize zararı dokundu. Sen yapmakta olduğun hizmetlere devam et ama işlerinde de Allah için ihlâslı ol.
Ebu Tâlib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb
Bir Söz
“İhlâs ile yapılan bir dirhem amel, ihlâssız batmanlarla yapılan amellere tercih edilir.”
Bediüzzaman Said Nursî rh.a.
Madem ki Seviyorsunuz...
Bir gün İmam Şiblî k.s. hazretlerinin yanına bir grup insan geldi. Hazret onlara;
– Siz kimsiniz, diye sordu.
– Biz seni sevenleriz, dediler.
Şiblî hazretleri birden onlara yöneldi ve üzerlerine doğru taş atmaya başladı. Adamlar şaşırdılar, kaçmaya başladılar. Şiblî hazretleri arkalarından şöyle seslendi:
– Neden kaçıyorsunuz? Eğer beni gerçekten seviyor olsaydınız her şeyim size sevimli gelirdi. Verdiğim sıkıntıdan da kaçmazdınız, sabrederdiniz!..
[Büyük sûfi bu yaptığı ile Allah’ı sevdiğini iddia eden, O’nun hükmüne razı görünen kulların bela ve musibetlere de sabretmesi gerektiğine dair çarpıcı bir ders veriyor.]
İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb
Nasihatler
“Merak ilmin hocasıdır.
Kainatta en yüce hakikat imandır, imandan sonra namazdır.
Baki olan Allah’a muhabbet, marifet ve O’nun rızası yolunda bir saniye bir senedir. Eğer O’nun yolunda harcanmazsa, bir sene bir saniyedir.
Aynanın güneşin ışınlarını yaydığı gibi, velilere de Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği yer nazarıyla bakıyoruz.
Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”
Bediüzzaman Said Nursî rh.a.
Sûfiler Ne Yapar?
Büyük alim İmam Gazalî rh.a. hazretleri sûfilerin edeplerini şöyle sıralamıştır:
Dine aykırı ve kapalı sözler söylememek, konuşmada ölçüyü kaçırmamak,
İslâmî ilimlere sarılmak, dinî bilgileri iyi bilmek,
Sürekli gayret edip çalışmak,
Ciddiyet ve azimle salih ameller işlemek,
İnsanlarla gereğinden fazla haşır neşir olmamak,
Giyiminde gösterişten sakınmak,
Temiz ve tertipli giyinmek,
Tevekkülü ilke edinmek,
Fakr halini tercih etmek,
Sürekli Allah’ı zikir halinde olmak,
Muhabbetini gizlemek,
İnsanlarla güzel ilişkiler kurmak,
Haram olan şeylere bakmamak,
Nâmahrem kadınlarla hemdem olmamak,
Devamlı Kur’an-ı Kerim okumak ve onu anlamaya çalışmak.
el-Edeb fi’d-Dîn
Yalancı Dünyaya Aldanma
“Yalancı dünyaya aldanma yahu
Bu dernek dağılır, divân eğlenmez.
İki kapılı bir virânedir bu,
Bunda konan göçer, mihmân eğlenmez.
Bakma bunun karasına ağına,
Gönül verme bostanına bağına,
Benzer hemân oğlan oyuncağına,
Bunda aklı olan insan eğlenmez.”
Azîz Mahmud Hüdâyî k.s., Divan
Hayvanların Hürmeti
Anlatıldığına göre, meşhur velî Bişr-i Hafî k.s. hazretleri daima yalın ayak gezerdi. Hayvanlar ona hürmeten sokakları kirletmezlerdi. Bir gün adamın biri yolda hayvan dışkısı görünce; “Eyvah! Bişr-i Hafî gitti!” diye feryadı bastı. Araştırdılar, adamın dediği doğru çıktı.
– Bunu nasıl anladın, diye sordular. Dedi ki:
– O hayatta olduğu sürece Bağdat’ın hiçbir sokağı hayvan tersiyle kirlenmemişti. Artık öyle olmadığını görünce anladım ki, Bişr artık hayatta değil.
Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ
İşimi Kendim Yaparım
Günlerden bir gün, yoksulun biri, Cafer-i Sadık k.s. hazretlerine sordu:
– Neden gece gündüz çalışıp durmaktasın?
O gönülleri aydınlatan ışık şöyle cevap verdi:
– Baktım, benim işimi kimse benim gibi yapamıyor, kendi işimi kendim yapmaya karar verdim ve tembelliği bıraktım.
Ferîdüddin Attâr, İlâhiname
Sorular Cevaplar
Bir gün Hz. Ali ile oğlu Hz. Hasan (Allah onlardan razı olsun) arasında şu konuşmalar geçer:
– Oğlum, zenginlik nedir?
– Az da olsa Allah Tealâ’nın kısmet ettiği şeye nefsin razı olmasıdır. Gerçek zenginlik ise gönül zenginliğidir, nefsin kanaatkâr olmasıdır.
– Asıl fakirlik nedir?
– Nefsin her şeye karşı açgözlü, doyumsuz olmasıdır.
– İzzet (üstünlük) nedir?
– Cesur ve yiğit olmaktır. Haksızlık yapan güçlü ve kudretli kimselere karşı mücadele etmek, hakkı savunmaktır.
– Konuşma acizliği nedir?
– Birisiyle konuşurken sakalla veya herhangi bir şeyle oynamak ve çokça tükürmektir.
– Asıl cesaret nedir?
– Arkadaşlarla uyum sağlamak, onlarla birlikte hareket etmektir.
– Külfet (meşakkat) nedir?
– Seni ilgilendirmeyen şeyler hakkında konuşmaktır.
– Asalet nedir?
– İsteyerek vermen, infak etmen ve hataları affetmendir.
– Akıl nedir?
– Kalbin, içine aldığı her şeyi muhafaza etmesidir.
– Aptallık nedir?
– Önderine düşmanlık beslemen, sesini ona karşı yükseltmendir.
– Yücelik nedir?
– Güzel ve doğru olanı yapmak, kötü olan şeyleri terk etmektir.
– Basiretli, sağduyulu olmak nedir?
– Tahammüllü ve sabırlı olmak, dostlara karşı yumuşak davranmaktır.
– Düşüklük nedir?
– Alçak olan şeylere tabi olmak, yoldan çıkaran kimselerle arkadaşlık etmektir.
– Gaflet nedir?
– Asaletli, yüce insanları terk etmek, fitne ve fesat çıkaran kimselere boyun eğmektir.
– Mahrumiyet nedir?
– Sana arz edilen kısmeti terk etmen, kabul etmemendir.
Bunun üzerine Hz. Ali r.a. şöyle buyurdu,
– Ben Rasulüllah s.a.v.’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Cehaletten daha kötü fakirlik, akıldan daha faydalı bir servet ve nimet yoktur.”
Ebu Nuaym İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ
Şeytan Uyur mu?
Adam’ın biri Hasan Basrî k.s. hazretlerine gelerek:
– Ey Ebu Said, şeytan hiç uyur mu, diye sordu. Hasan Basrî hazretleri tebessüm etti ve:
– Eğer uyusaydı biz de biraz rahat ederdik, dedi.
İmam Gazâlî, İhyâ
Salihlerden Olanlar
Bir gün Fudayl b. İyâz k.s. hazretlerine:
– Bir kimse ne zaman salih olur, diye soruldu. Hazret şu cevabı verdi:
– Bir kimsenin niyetinde nasihat etmek, kalbinde Allah korkusu, dilinde doğruluk, azalarında da salih ameller olduğu vakit salih kimselerden olur.
İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb
Deryadan İnciler
Erzurumlu İbrahim Hakkı k.s. hazretlerinin mürşidi İsmail Fakirullah k.s.’nin tavsiyeleri:
“Molla İbrahim! Manevi bilgi makamlarının ilki, Allah Tealâ’nın muradına, takdirine sabır; ortası muradına razı olmak; sonu ise muradıyla birlikte olmaktır.Molla! Arifin kalbindeki manevi bilgi nuru alemdeki güneş gibidir. Taat ve manevi bilgi kulu sultan yapar. Tam zıttı olan isyan ve cehalet ise sultanı köle yapar. Molla! Nefsini düşük ve fakir bilirsen, Rabbinin aziz ve her şeye kadir olduğunu bilirsin. Rabbini bilirsen sakin ve huzurlu olursun. İlahi bilgi iki dünya saadetidir. Muhabbet ise gözbebeğidir.
Molla! Kalp semasında ilk parıldayan hikmet yıldızıdır. Sonra ilim ayı, sonra ilahi bilgi güneşidir. Hikmet yıldızının ışığıyla yaradılmışların hakikatini, ilim ayının ışığıyla mana alemini, manevi bilgi güneşinin ışığıyla Mevlâ’nın tecellilerini müşahede edersin. Molla! Allah Tealâ gibi sevgilisi olan, başkasına nasıl bakar, nasıl iltifat eder? Onun gibi tabibi olan başkasına nasıl güvenir. Onun gibi dostu, sahibi olan başkasından nasıl korkar ve başkasıyla nasıl meşgul olur? Onun gibi güzeli olan başkasına nasıl gönül verir?
Molla! Allah Tealâ’yı seven, O’nu başkasına nasıl tercih eder? Allah’tan başkasını terk edenin, gönlüne koymayanın kalbi saf olur. Allah’ı seveni Allah da sever. Molla! Allah sevgisi ile dolu olan kalpler, O’nun nuru ile aydınlanmıştır. Konuştukları vakit nefeslerinden nur yayılır. Molla! Sen cennet ve cehennem için değil, Allah yolunda muhabbetimiz içinsin. Sen bizim çocuğumuzsun. Benim yanımda evladım gibisin.Molla İbrahim! Bize yakın olan uzak, uzak olan yakındır. Sen nerde olsan benim yanımdasın. Molla İbrahim! Arzularından temizlenmiş nefs yıldızdır. Kalb-i selim ise aydır.
Molla! O’na teslim olursan, rızasına yaklaşırsın. O’na karşı gelirsen O’ndan uzaklaşırsın.”
Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mârifetnâme
Pişman Olanlar
Süfyân b. Üyeyne rh.a. şöyle buyurur:
“Kıyamet günü en çok pişman olacak kişiler üç kısımdır:
• Kıyamet günü, hizmetçisi kendisinden daha fazla salih amel işlediği halde gelen efendiler.
• Sağlığında malını infak etmeyen, hayır işlere harcamayan ama öldükten sonra malı vârisleri tarafından hayır işlere harcanan mal sahibi kimseler.
• Elde ettiği ilimden kendisi faydalanmayan, fakat öğrettiği kimselerin istifade ettiği ilim sahibi kimseler.”
Ebü’l-Ferec Abdurrahman İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve
‘Gel Dosta Gidelim Gönül’
“Yoldaş olalım ikimiz gel dosta gidelim gönül.
Haldaş olalım ikimiz gel dosta gidelim gönül.
Gel gidelim can durmadan suret terkini vurmadan
Araya düşman girmeden gel dosta gidelim gönül.
Bu dünyaya kalmayalım, fanidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım gel dosta gidelim gönül.
Biz bu cihandan göçelim ol dost iline uçalım
Arzu hevâdan geçelim gel dosta gidelim gönül.
Ölüm haberi gelmeden ecel yakamız almadan
Azrail hamle kılmadan gel dosta gidelim gönül.
Gerçek erene varalım Hakk’ın haberin soralım
Yunus Emre’yi alalım gel dosta gidelim gönül.”
Sorular Cevaplar
Bir gün Hz. Ali ile oğlu Hz. Hasan (Allah onlardan razı olsun) arasında şu konuşmalar geçer.
– Ey oğul, doğruluk nedir?
– Kötülüğü iyilikle savmaktır.
– Peki, şeref nedir?
– Dostlara iyi davranmak, hataları kabullenmektir.
– Mürüvvet nedir?
– İffetli ve dürüst olmak... Malı helal yoldan kazanmak, yerinde harcamaktır.
– Şefkat nedir?
– Kendinden zayıf olana bakmak, düşmüş olanları koruyup gözetlemektir.
– Alçaklık nedir?
– Kişinin sadece kendi nefsi için elde edip kazanması ve yalnız sevdiği şeyler için harcamasıdır.
– Cömertlik nedir?
– Darlıkta ve bollukta harcama yapmak, ihsanda bulunmaktır.
– Cimrilik nedir?
– Kişinin elinde bulunan malları üstünlük, harcadıklarını ise ziyan olarak görmesidir.
– Kardeşlik nedir?
– Darlıkta ve bollukta iyilik yapmaktır.
– Korkaklık nedir?
– Arkadaşa karşı cüretkâr olmak, düşmana karşı ise geri durmak, ondan kaçmaktır.
– Asıl ganimet nedir?
– Takva sahibi olmaya gayret etmek, dünyevî şeylere değer vermemektir.
– Hilm (yumuşak huyluluk) nedir?
– Öfkeye hakim olmak, nefsin arzularına engel olmaktır.”
Ebu Nuaym İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ
Bir Can İncitmeyesin
“Sakın nefsine uyup bir can incitmeyesin.
Hüsn ü edebi koyup bir can incitmeyesin.
El ile dövseler de dil ile sövseler de
Bin kez incitseler de bir can incitmeyesin.
Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır
Halde haldaşlarındır bir can incitmeyesin.
Beyhude canın sıkıp insanlığından çıkıp
Dil (gönül) kâbesini yıkıp bir can incitmeyesin.”
Seyyid Osman Hulusi Darendevî, Divan
İyiliğinize Layık Değil Ama...
Bir gün bir adam Hasan Basrî rh.a. hazretlerine gelerek,
– Falan kimse senin gıybetini yapıyor, hoşuna gitmeyecek sözleri arkandan konuşuyor, dedi.
Hasan Basrî hazretleri, sözü edilen o adama bir tabak yaş hurma gönderdi ve şöyle dedi:
– Duyduğuma göre iyiliklerini, sevaplarını bana hediye etmişsin. Ben de onlara karşılık bu hurmaları hediye etmek istedim. Hediyenin tam karşılığını vermeye güç yetiremiyorum, bunun için beni mazur gör.
İmam Gazâlî, İhyâ
Ömer Olarak Gittim Ömer Olarak Döndüm
Bir gece vakti halife Ömer b. Abdülaziz rh.a. bir şeyler yazıyordu, yanında da bir misafiri vardı. O sırada lambanın sönmek üzere olduğunu fark ettiler.
Misafir:
– Ben lambayla ilgileneyim, yağ koyayım, dedi. Halife:
– Misafire hizmet ettirmek asaletten değildir, dedi. Misafir:
– O halde hizmetçiyi kaldırıyorum.
Halife:
– Hayır, olmaz. O şimdi yeni uykuya dalmıştır, dedi.
Sonra kendisi kalktı, kabı getirip lambaya yağ koydu. Misafiri dedi ki:
– Ey müminlerin emiri, neden bu işi kalkıp kendiniz yaptınız.
Ömer b. Abdülaziz rh.a. ona şu cevabı verdi:
– Ne olmuş ki! İşte Ömer olarak gittim, Ömer olarak döndüm.
Kuşeyrî, Risâle
Kötü Arkadaş
Sehl b. Abdullah Tüsterî k.s. hazretleri şöyle der:
Şu üç sınıf insanla arkadaşlık etmekten sakının:
• Gaflette olan zalim kimseler,
• İkiyüzlü Kur’an okuyucuları,
• Cahil sufiler.
İhyâ
Deryadan İnciler
Erzurumlu İbrahim Hakkı k.s. hazretlerinin mürşidi İsmail Fakirullah k.s.’nin, tavsiyeleri:
“Molla İbrahim! Esas olan kalptir, şart olan muhabbettir. Kalbinde Mevlâsına karşı arzusu olan O’nu bulur. Çünkü O kuluna yakındır, onunla beraberdir ve her yaptığından haberdardır.
İbrahim! Dilin susması kalbin susmasına, kalbin susması marifetullahın kazanılmasına yardımcı olur. İnsanın selameti dilini korumasındadır.
İbrahim! Zikrin en faziletlisi “lâ ilâhe illallah” zikridir. Mevlâ’nın ismini çok tekrar etmek onun muhabbetine vesile olur. Allah Tealâ’yı zikredeni, O da zikreder ve sever.
Molla! Hak Tealâ’ya tevekkül et, her işini O’na havale et. Tevekkül, teslimiyet, sabır ve rıza Cenab-ı Hakk’a varan yolun esaslarıdır.
İbrahim! İlim öğrenmekle hilm (yumuşak huyluluk) kazanılır. Hilm ise sabır ve gayretle elde edilir. Kalp sultandır. Tahtı tevhid ve imandır. Tacı ise hilmdir. İlim yüksek bir mertebe, hilm büyük ihsan ve lütuftur.
Molla İbrahim! Kendisinden razı olandan Allah Tealâ da razıdır. Allah’ın takdirine rıza evliyanın şanındandır. Sevgiliden gelen bela bahşiştir. Bahşişi kabul etmemek hatadır. Allah Tealâ’nın yaptığında hayır vardır, O’nun yaptığı en güzeldir.”
Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnâme
İçini Allah Bilir
Büyüklerden biri, kendini tamamen ibadete vermiş birine sorar:
– Falan derviş hakkında ileri geri konuşuyorlar, sen ne dersin?
Âbid kişi şu cevabı verir:
– Görünüşte bir kusurunu bilmem, içini de Allah bilir.
Derviş kıyafetinde olan kişiyi derviş bilin, inceden inceye araştırıp yorulmayın. Bilgin kişi için de iyi düşünün, gizli kalmış yönlerini araştırmayın.
Şeyh Sa’di Şirazî, Gülistan
Büyük Keramet
Anlatılır ki, birisi Ebu Abbas Kassâb k.s. hazretlerine;
– Ey Şeyh! Hani nerede kerametin, demiş.
Bunun üzerine Ebu Abbas k.s. anlatmaya başlamış:
– Kerametlerin ne olduğunu bilmem. Bildiğim şudur: Başlangıçta her gün bir koyun keser, eti sepetime koyar, karanlık basıncaya kadar bütün şehri dolaşır, yine de kâfi miktarda kazanç ya temin eder ya edemezdim. Görüyorum ki bugün insanlar kalkıyor, doğudan batıya varıncaya kadar herkes mahşerî bir kalabalık halinde beni ziyarete geliyorlar. Bundan büyük ne keramet istersin?!
Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ
Nerede Ne İstenir?
Naklederler ki, Ebu Hasan Bûşencî k.s.’un vefatından sonra dervişin biri mezarının başına geldi. Dua ederek Hak Tealâ’dan dünyalık bir şeyler istedi. Gece olunca rüyada Ebu Hasan Bûşencî’yi gördü. Diyordu ki:
– Ey derviş! Mezarımızın başına gelince burada dünyayı isteme! Şayet dünyayı isteyeceksen, dünya beyi olanların mezarlarının başına git. Buraya gelince himmetini yüce tutarak iki cihandan alakayı kes, sadece Cenab-ı Hakk’ın rızasını iste.
Tezkiretü’l-Evliyâ
Arslana Kim Hükmeder?
İbrahim Rakkî k.s. anlatıyor:
“Bir gün, bir selam verip ziyaret edeyim diye Ebü’l-Hayr Tinatî’nin yanına gittim. Akşam namazını kıldırıyordu. Fakat dilinde pelteklik vardı, Fatiha suresini düzgün okuyamadı. Kendi kendime, yolculuğum boşa gitti, dedim.
Neyse, namazdan sonra selam verdim, ziyaretimi yaptım. Biraz sonra da taharet için dışarı çıktım. O esnada bir arslan peyda oldu, üstüme doğru gelmeye başladı.Hemen Ebü’l-Hayr’ın yanına koşarak dışarıda bir arslanın üzerime geldiğini söyledim. Bunun üzerine Ebü’l-Hayr dışarı çıktı ve arslana bağırarak:
– Ben sana misafirlerime sataşma demedim mi, diye çıkıştı.
Arslan hemen orayı terk edip gitti. Ben de taharet aldım. Geri döndüğümde Ebü’l-Hayr k.s. bana şöyle dedi:
– Siz dışınızı düzeltmekle meşgul oldunuz, bu sebeple arslandan korktunuz. Biz ise kalbimizi düzeltmekle meşgul olduk, arslan bizden korktu.
Kuşeyrî, Risâle
Kendinden Hesap Sormak
Hazret-i Ömer r.a. akşam olduğu vakit kamçısı ile ayaklarına vurur ve kendine yönelerek:
– Bugün ne amel işledin, derdi.
İmam Gazalî, Mükâşefetü’l-Kulûb
Yokuşun Dibi
Naklederler ki, adamın biri Ebu Yakub İshak Nehrecurî k.s. hazretlerine gelerek,
– Namaz kılıyorum, ancak kıldığım namazın hazzını, tadını gönlümde bulamıyorum, der.
O da şu cevabı verir:
– Gönül Rabbini sadece namazda talep ederse elbette tat bulmaz. Nitekim meşhur bir söz vardır: “Merkebe yokuşun dibinde arpa verirsen, yokuşu çıkamaz!”
Tezkîretü’l-Evliyâ
Bu Kapıya Eğri Yakışmaz
Yunus Emre k.s., Tapduk Emre hazretlerinin mürididir. Nakledildiğine göre, yıllarca sırtında şeyhinin dergâhına odun taşıdı, hizmet etti. Bu odunlar arasında bir tek eğri odun bulunmazdı. Bir gün Tapduk Emre k.s. sordu:
– Ey Yunus nedir bu hal? Bu odunlar arasında bir tek eğrisine rastlamak mümkün değil.
Yunus Emre şu cevabı verir:
– Sultanım! Bu kapıya odunun bile eğrisi yakışmaz.
Nefâhatü’l-Üns
Abdülkadir Geylânî ve İhtiyar Kadın
Bir gün yaşlı bir kadın, Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerinin huzuruna geldi. Yanında oğlu da vardı. Yaşlı kadın Şeyhe şöyle dedi:
– Oğlumun size çok bağlı olduğunu gördüm. Ben hakkımı helal eyledim, ona izin verdim. Allah için onu yanına al.
Şeyh hazretleri de Allah rızası için onu kabul etti. Nefsiyle mücahede etmesini tavsiye etti, ahlâkını güzelleştirmesi için bazı talimler verdi.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra yaşlı kadın oğlunu görmeye geldi. Baktı ki oğlu arpa ekmeği yiyor! Az yemekten ve uykusuzluktan zayıflamış, rengi sararmış... Kalkıp şeyhin huzuruna çıktı. Şeyhin önündeki tabakta tavuk kemikleri vardı. Yaşlı kadın şeyhe şöyle dedi:
– Siz tavuk eti yiyorsunuz, benim oğlum ise arpa ekmeği yiyor!
Bunun üzerine Şeyh elini kemiklerin üzerine koydu ve “çürümüş kemikleri dirilten Allah’ın izniyle ayağa kalkın” dedi. Tabağın içindeki tavuk kemikleri Allah’ın izniyle dirilip ötmeye başladı. Abdülkadir Geylânî k.s. yaşlı kadına şöyle dedi:
– Ne zaman ki senin oğlun da bu dereceye ulaşır, o zaman canının arzuladığı şeyi yesin!
Bu kerametle ilgili olarak Bediüzzaman Said Nursî rh.a. hazretleri şu tespitte bulunur:
“İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin manası şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hakim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”
Abdurrahman Camî, Nefâhatü’l-Üns; Bediüzzaman Said Nursî, Lemalar.
Her ne kadar uzun gözükse de buraya eklediklerim elimdekinin çok küçük bir kısmı. Eğer istek gelirse eklemeye devam edeceğim.
Allah Rızasına Giden Yol
Bir gün Bayezid Bistamî k.s Hazretleri’ne Allah Tealâ’ya ulaşmanın yolları soruldu.Hazret şöyle cevap verdi:
“Allah Tealâ’ya ulaşmak, O’nun emirlerine gerçek manada sarılmak ve bütün hallerde ihlâslı olmakla beraber doğruluktan ayrılmamakla mümkündür.” (Asım İbrahim Keyyâlî, Tezhibü’l-Mevâhibi’s-Sermediyye)
Hesap Duygusu
Bir gün Seyyid Ahmed Rufaî k.s. yardıma muhtaç bir köpek gördü. İnsanlar onu kovuyordu. O ise köpeği alıp oradan uzak bir yere götürdü ve onun için bir gölgelik yaptı. Köpek iyileşinceye kadar yedirdi içirdi ve tedavi etmek için uğraştı. İyi olunca da sıcak suyla yıkadı ve kendi beldesine götürdü.
– Bu köpeğe niçin bu kadar önem veriyorsun, bunun hikmeti nedir, diye sordular. Hazret şöyle cevap verdi:
– O köpeğe iyilik etmeseydim, Allah Tealâ’nın beni hesaba çekmesinden ve bana “Kalbinde mahlukuma karşı hiç merhamet yok mu?” diye sormasından korktum. (İmam Şa’rânî, el-Envârü’l-Kudsiyye)
Kulluğun Temeli
Tasavvufun büyüklerinden İmam Gazalî k.s. Hazretleri şöyle der:
“Kulluğun temeli üç şeydir:
1. İslâm’ın belirlediği hükümlere uymak,
2. Allah Tealâ’nın takdirine razı olmak,
3. Allah Tealâ’nın rızasını kazanma yolunda, nefsin arzu ve isteklerini terk etmek.” (İmam Gazalî, Eyyühe’l-Veled)
Kur’an-ı Kerim Sevgisi
Mevlana Halid k.s Hazretleri’nin mürşidi olan Abdullah Dehlevî k.s. Hazretleri Kur’an-ı Kerim okumayı ve dinlemeyi çok severdi. Özellikle İmam Rabbanî k.s Hazretleri’nin torunu ve halifelerinden Şeyh Ebu Said Masumî Hazretleri’nin tilavetinden çok hoşlanırdı. Onun Kur’an okuyuşundan o kadar etkilenirdi ki adeta eriyip gider, gücü tükenirdi. Sonunda da ona şöyle derdi:
– Şimdilik bu kadar yeter, artık daha fazlasını dinlemeye gücüm kalmadı.
Hazret ayrıca Hz. Mevlâna’nın Mesnevisini ve meşhur şairlerin şiirlerini dinlemeyi de severdi. Böyle zamanlarda vecd hali hasıl olurdu. Fakat o manevi olgunluğu sebebiyle bunu pek belli etmezdi. (Abdulmecid Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye; Tezhibü’l-Mevâhibi’s-Sermediyye)
Çocuk Sırrı
Muhammed Diyauddin k.s Hazretleri çok sohbet ederdi. Adeta sohbet aşığıydı. Yanında sohbet edecek büyükler olmasa bile çocuklarla sohbet ederdi. Hanımı Medine validemiz bu duruma bir türlü anlam verememiş ve şöyle sormuştu:
– Efendim, bu çocuklar sohbetten ne anlasınlar? Henüz beş altı yaşındalar..
Bunun üzerine Muhammed Diyauddin Hazretleri şöyle buyurdu:
– Medine, ben de biliyorum, bu yaştaki çocuklar açıkça bir şey anlamaz. Ama Allah’ın rahmeti mutlaka iner. Onlar günahsızdır. Sâdât-ı Kiram’ın himmeti ve bereketi hissedilir. Zaten sohbetteki gaye de budur; Allah’ın rahmetinden, Sâdât-ı Kiram’ın himmet ve bereketinden istifade etmektir. Ben de bunu istiyorum. Yoksa boş yere konuşmak değil. (Altın Silsile, Semerkand Yay.)
Hatalıyı Değil, Hatayı Kabul Etme!
Tasavvuf büyüklerinden Şeyh Abdülkadir Geylanî k.s. sallanarak yürüyen bir sarhoş gördü. O anda kalbine kendisinin daha iyi bir insan olduğu hissi doğdu. Bu durumun farkına varan sarhoş, Abdülkadir Geylanî k.s Hazretleri’ne şöyle seslendi:
– Ey Abdülkadir! Yüce Rabbim beni senin gibi, seni de benim gibi yapmaya kadirdir.
Sarhoşun bu sözü üzerine Abdülkadir Geylanî k.s hemen başını önüne eğdi ve Allah Tealâ’dan bağışlanma diledi.
Bu menkıbeyi anlatan İmam Şa’rânî k.s. bizlere şu uyarıda bulunur:
“Ey kardeşim! İslâm’ın uygun görmediği şeyleri kabul etme. Ama bu kabul etmeme şahıslara karşı değil, işlenen günahlara karşı olsun.” (el-Envârü’l-Kudsiyye)
Cennetin Anahtarı
Bir gün Bayezid-i Bistamî k.s. Hazretleri’ne,
– ‘Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet etmek) cennetin anahtarıdır.’ anlamına gelen hadis-i şerif hakkında ne dersiniz, diye sordular. Bayezid-i Bistamî k.s. şu açıklamayı yaptı:
– Hadis sahihtir. Ancak anahtar, dişleri olmadan açamaz. Cennetin anahtarı olan “Lâ ilâhe illallah” sözünün dişleri ise dört şeydir:
1. Yalan söylemeyen ve gıybet etmeyen bir dil,
2. Aldatmayan ve hıyanet etmeyen bir kalp,
3. Şüpheli ve haram şeyleri yemeyen bir mide,
4. Bid’at ve nefsin istek ve arzularının karışmadığı salih amel. (el-Hadâiku’l-Verdiyye)
Gerçek İhlâs
Büyük alim İmam Gazalî k.s. şöyle buyuruyor:
“İhlâsın asıl manası, kulun yaptığı ameller karşılığında Allah Tealâ’dan mükafat talep etmemesidir. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
“Oysa sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır.” (Sâffat, 96)
Şayet yapılan ibadet sevap elde etmek veya ceza korkusuyla olursa, bu şekilde davranan kimse tam anlamıyla ihlâs sahibi olamaz. Çünkü bu kişi kendi nefsi için çaba sarf etmiştir.” (İmam Gazalî, Mükâşefetü’l-Kulûb)
Nefsin Kusurlarını Görmek
Sâdât-ı Kiram’ın büyüklerinden Seyyid Sıbgatullah Arvasî k.s. der ki:
“Sofi tavus kuşu gibi olmalıdır. Tavus kuşu ayaklarının siyahlığına bakar. Vücudunun ne kadar güzel olduğuna değil. Sofi de kendi iyi haline bakmamalı, amellerine güvenmemeli. İyiliği görmek ve amellere güvenmek kibir ve gururlanmaya sebep olur. Yaratılmışlar arasındaki bütün manevi olgunluk, Allah Tealâ’nın kemalâtının bir yansımasıdır. İnsanın bunun kendinden kaynaklandığını düşünmesi büyük bir kusur olur.” (Altın Silsile)
Pişmanlık Ağacı
Ebu Yahya el-Varrâk k.s. şöyle buyurur:
“Her kim nefsin istek ve arzularını yerine getirerek azalarını memnun ederse, kuşkusuz kalbinde nedamet ağacını dikmiş olur.” (İmam Gazalî, İhya)
Aldatırken Aldanmak
Şeyh Sadî Şirazî k.s. anlatıyor:
Bir gün henüz âkil baliğ olmamış bir çocuk niyet edip oruç tutmaya başlar. Yüz türlü sıkıntı ile kuşluk vaktine kadar sabreder. Çocuğun annesi babası rahatça orucunu tutması için o gün çocuğu okula göndermez. Annesi şefkatle kucaklar öper, babası okşar. Çocuğa bir takım ödüller verip yüzüne karşı överler.
Fakat öğle olunca açlık ve susuzluk çocuğun canına tak eder. Kendi kendine, “Akşama daha çok vakit var, bir iki lokma yesem annemle babamın nereden haberi olacak?” diye düşünür.
Böylece anne babasına yaranmak için oruçluymuş gibi görünür ama gizlice orucunu bozar, bir şeyler yer.
Şayet sen, Allah’ın seni gördüğünü bilip O’ndan korkmadıktan sonra namazı abdestsiz olarak kılsan kim nereden bilecek?
Çocuk buluğ çağına girmediği için orucu anne babasına hoş görünmek için tutmuş olabilir. Ancak gösteriş için ibadet yapan yaşı olgun bir kimse bu çocuktan daha cahildir. Gösteriş için, dindar görünmek için kılınan namaz ve yapılan ibadet cehennem kapısının anahtarıdır.
Şayet tuttuğun yol Allah’tan başkasına gidiyorsa, yarın senin seccadeni cehenneme sererler.
Şeyh Sadî Şirazî, Bostan
İlimle Övünmek
Bir gün Abdullah b. Muhammed Razî k.s. hazretlerine sorarlar:
- Bu insanlar ayıp ve kusurlarını biliyorlar ama doğru yola dönmüyorlar. Bunun sebebi nedir?
Hazret şu cevabı verir:
- Çünkü onlar, birbirlerine karşı bildikleriyle övünmekle meşguller. Bildikleriyle amel etmek için uğraşmıyorlar. Dışları ile meşguller ama iç alemleriyle hiç ilgilenmiyorlar. Bu sebeple de Allah onların kalplerini kör etmiş ve azalarını ibadete karşı bağlamıştır.”
İmam Kuşeyrî, Risâle
Takvanın Üç Alameti
Bir gün Hz. Davud a.s. oğlu Hz. Süleyman a.s.’a şu nasihatte bulunur:
“Ey oğul! Bir insanın takva sahibi olması şu üç şey ile belli olur:
Allah Tealâ’nın takdir ettiği bela ve sıkıntı karşısında, O’na tam ve güzel bir şekilde tevekkül etmesi,
O’nun kendisine ihsan ettiği şeylere gönülden razı olması,
O’nun müptela kıldığı belalara karşı ise güzel bir sabra sahip olmasıdır.”
Beyhakî, Kitabü’z-Zühd
Yolumuz
Şâh-ı Nakşibend k.s. buyurur:
“Yolumuz, ender bulunan bir yoldur. Kopmaz sapasağlam bir tutamak gibidir. Bu yol, Peygamber Efendimiz s.a.v.’in Sünnetine dört elle sarılmak ve Ashab-ı Kiram’ın yolunu takip etmek esaslarına dayanır. Ben bu hakikate, yolun başında olsun sonunda olsun, hep Allah Tealâ’nın lütuf ve ihsanıyla ulaşmışımdır. Bu yolda Allah Tealâ’nın kereminden başka bir güzellik görmedim. Sünnet’e uymak en büyük ameldir. Bu yolda, az bir amelle bile Allah Tealâ’nın yardımı sayesinde büyük bereketler ve manevi fetihler nasip olur.”
Şeyh Ahmed Sıddıkî, Kutbu’l-Ârifîn Şâh-ı Nakşibend
Kulluğun Makbul Olanı
Katâde rh.a. anlatıyor:
Abdullah b. Mutarrif rh.a. bir gün bana dedi ki:
- İki adamla karşılaşırsın. Bunlardan biri daha çok oruç tutup namaz kılsa bile, diğeri ona göre Allah katında kat be kat daha makbuldür.
Ben de kendisine “Bu nasıl oluyor?” diye sordum. Şu karşılığı verdi:
- Çünkü Allah katında daha makbul kişi, haramlarından kaçınmada diğerine göre daha hassastır. Şüpheli şeylerden daha çok sakınmaktadır.
Kitâbü’z-Zühd
İbadetler Kolaydır
İmam Rabbanî k.s. şöyle buyuruyor:
“Allah Tealâ, hiçbir zaman kullarına kaldırmaya güç yetiremeyecekleri büyük bir kaya parçasını kaldırmalarını emretmemiş. Kullarına kıyam, kıraat, rükû ve secdeden oluşan ve gayet kolay olan namazı emir buyurmuş. Emir buyurduğu ibadetlerin hepsi de çok kolaydır. Oruç da aynı şekilde pek kolaydır. Zekât da son derece kolaydır. Allah, zengin olan kullarına mallarının hepsini veya yarısını vermelerini emretmemiş, sadece kırkta birini vermelerini yeterli görmüştür.”
İmam Rabbanî, Mektubât
Yolculuğa Hazırlık
Ahnef b. Kays rh.a. hazretlerine:
– Sen ihtiyar bir kimsesin. Oruç seni zayıf düşürüyor, neden tutuyorsun, denildiğinde şu cevabı verir:
– Ben uzun bir yolculuğa hazırlık yapmaktayım. Allah Tealâ’nın emrettiği ibadetlere sabretmek, kıyamet günü Allah’ın azabına sabretmekten daha kolaydır.
İhyâu Ulûmi’d-Dîn
Hâl Dili
Abdülhakim Bilvanisî k.s. bir sohbetinde şöyle anlatıyor:
“Gavs-ı Hizanî k.s. hazretlerinin huzurunda cezbe ehli ve kalabalık bir cemaat her zaman hazır bulunurdu. Cezbenin ve muhabbetin çokluğundan kimse huzurunda normal olarak oturamazdı. Halbuki Gavs-ı Hizanî k.s. fazla sohbet de etmezdi; çoğunlukla sükut ederdi, fakat tasarrufu maneviydi. Bir seferinde oğlu vaaz ve nasihat etmek için müsaade ister. Müsaade alır ve sohbete başlar. Allah Tealâ’dan bahseder. Bir iki saat kadar vaaz eder. Hiç kimseden ses çıkmaz, muhabbet ve cezbe emaresi görülmez. Sohbet biter. Babası Gavs-ı Hizanî ‘Haydi, kamet getirin..’ der demez cemaatin içinde büyük bir cezbe dalgasıyla birlikte feryat figan kopar. Gavs’ın oğlu, ‘İki saattir sohbet ediyorum, hiç kimsede ses yok. Babam, haydi kamet getirin, diyor, bütün millet cezbeye kapılıyor.’ diyerek hayrette kalır.”
Abdulhakim Bilvanisî, Sohbetler
Ramazan Ayının Kıymetini Bilmek
Hasan Basrî rh.a. bir Ramazan günü, kahkaha ile gülen ve eğlenen bir grubun yanından geçerken durur ve onlara şu nasihatte bulunur:
“Kuşkusuz Allah Tealâ Ramazan ayını kulları için, ibadet ederek birbirini geçecekleri bir yarış sahası olarak yaratmıştır. Bu ayda bir grup insan kulluk ederek öne geçer ve kurtuluşa erer. Bir grup insan da geri kalır ve kaybedenlerden olur. Boş işlerle uğraşanların hüsrana uğradığı, öne geçenlerin ise kurtuluşa erdiği böyle bir ayda boş işlerle oyalanarak eğlenen kimselere şaşılır.
Şimdi beni iyi dinleyin! Allah’a yemin ederim ki, eğer Allah Tealâ perdeyi kaldırsaydı (hakikatleri ortaya çıkarsaydı), iyilik yapan kimseler iyilik yapmaya devam etmekle, kötülük yapanlar da yaptığı hataları telafi etmekle meşgul olurlardı. (Yani amelleri makbul olanların sevinci, onların boş şeylerden daha çok uzaklaşmasına, amelleri reddolunan kimselerin hasreti de, gülme ve eğlenme kapısının kapanmasına sebep olurdu.)”
İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn
En Güvenli Yol
Bediüzzaman Said Nursî k.s. şöyle buyuruyor:
“İmam Rabbânî rh.a. demiştir ki:
‘Ben mânevî ve rûhânî makamlarda seyahat ederken evliyaların dereceleri içinde en parlak, en haşmetli, en güzel, en emniyetli olanını Sünnet-i Seniyyeye tabi olmayı asıl yol kabul eden velileri gördüm. Hatta o sınıfın avamdan olan evliyaları, diğer sınıfların has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu.’
Evet, hicri ikinci bin yılının müceddidi İmam-ı Rabbanî rh.a. doğru söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan kimse, Habibullah s.a.v.’in gölgesi altında Allah Teâlâ’nın sevgi ve rızasına kazanma makamına mazhar olucudur.”
Bediüzzaman Said Nursî, 11. Lema
En Doğru Cevap
Ünlü bilginlerden biri, imanı olmayan biri ile tartışmaya girişmişti. Birçok delil getirdiği halde onu susturamadı. Tartışmayı bıraktı. Dediler ki:
– Bu kadar bilgiyle bir dinsizle başa çıkamadınız!
Bilgin şöyle cevap verdi:
– Benim ilmim, Kur’an, hadis ve evliya sözleridir. O, bunların hiçbirini dinlemiyor. Ben onun sapık sözlerini mi dinleyeyim?
Ayet ve hadisleri kabul etmeyen kimseye verilecek en doğru cevap susmaktır.
Şeyh Sadi Şirâzî, Gülistan
Tevbe Ettiğini Sananlar
İlmiyle meşhur sahabilerden İbn Abbas r.a. şöyle der:
“Nice tevbe eden kimseler var ki, gerçek tevbe edenlerden olmayıp, tevbe ettiklerini zannettikleri halde huzura geleceklerdir. Çünkü bu kimseler tevbenin makbul olması için gerekenleri yerine getirmemişlerdir. Bunlar:
İşlediği günahlara pişman olmak,
Bir daha günaha dönmemeye azimli, kararlı olmak,
Haksızlık ya da zulmettiği kimselere mümkünse haklarını geri vermek ve onlarla helalleşmek,
Eğer bu kimselere haklarını vermek, helalleşmek mümkün değilse, Allah Teâlâ’dan hem kendisi hem de onlar için çokça mağfiret dilemek. Böylelikle umulur ki Cenab-ı Hak, hak sahiplerinin kendisinden hoşnut ve razı olmalarını sağlar.
İmam Gazalî, Mükâşefetü’l-Kulûb
İnsanın Yeri
Allah Tealâ canlıları üç grup halinde yaratmıştır:
Melekler: Allah melekleri yaratmış ve onlara akıl vermiş, fakat nefsanî istek vermemiştir.
Hayvanlar: Cenab-ı Hak hayvanları yaratmış, onlara nefsanî istek vermiş, ancak akıl vermemiştir.
İnsanlar: Hak Teâlâ insanları yaratmış, onlara hem akıl hem de nefsanî arzular vermiştir.
Öyleyse her kimin nefsanî istekleri aklına üstün gelirse, o kişi hayvanlardan daha aşağı konuma düşer. Her kimin de aklı isteklerine galip gelirse, o kimse meleklerden daha üstündür.
Mükâşefetü’l-Kulûb
Namazı Kim Kıldırsın?
Beyazıt Camii bir Cuma günü ibadete açılmış ve ilk namazı Fatih Sultan Mehmed’in oğlu ve ondan sonra padişah olan II. Bayezid Han kıldırmıştır. Sultan II. Bayezid Han’ın lakabı “velî”dir. Bu açılışı Evliya Çelebi şöyle anlatır:
“Caminin inşası tamamlanınca, bir cuma günü büyük bir merasimle ibadete açıldı. Bayezid-i Velî buyurdular ki:
– Her kim ömründe ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetini hiç terk etmemiş ise, şu mübârek vakitte o imam olsun!
Derya misali cemaat içinden kimse çıkmayınca Bayezid Han mecbur kalarak:
– Elhamdülillah! Savaşta ve barışta biz bu sünnetleri hiç terk etmedik, dedi ve kendisi imam olup namazı kıldırdı.”
Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı
Elli Bin Altını Olan Fakir
Büyük sufi Ebû Tâlib Mekkî k.s. anlatıyor:
Adamın biri Medineli bir zata fakirliğinden şikayet etti, sıkıntılarını anlattı. Medineli zat ona:
– Sana on bin altın verilmesi karşılığında gözünü verip kör olmak ister misin? Buna razı olur musun, diye sordu.
Adam;
– Hayır, istemem, dedi.
– Pekâlâ on bin altın karşılığında dilsiz kalmayı ister misin?
– Hayır, istemem.
– Tamam, yine bu para karşılığında el ve ayaklarının kesilmesini ister misin?
– Hayır istemem.
– Peki, aklını verip deli olmak ister misin?
– Hayır, onu da istemem, dedi adam. Bunun üzerine Medineli zat:
– O halde elli bin altın değerinde şu azaların varken niçin sana bunları veren Mevlâ’nı şikayet ediyorsun? Haline şükretsene, dedi.
Ebu Tâlib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb
Asıl Felaket
Salihlerden birinin sadık bir arkadaşı vardı. Zamanın sultanı onun bu arkadaşını hapse attırdı. Hapse atılan kişi o salih kimseye haber göndererek durumunu bildirdi. Dostu:
– Allah Tealâ’ya şükret, dedi.
Adam bir gün hapiste dövüldü. Yine dostuna haber göndererek halini bildirdi. Dostu yine;
– Allah Tealâ’ya şükret, dedi.
Bir gün hapishaneye bağırsaklarından rahatsız bir mecusî getirildi ve ayaklarından bağlandı. Mecusî’nin bağlandığı zincirin bir halkasını da bu adamın ayağına bağladılar. Mecusî geceleri defalarca tuvalete gitmek için kalkıyor, adam da onun başında beklemek mecburiyetinde kalıyordu. Yine dışarıdaki dostuna durumunu bildiren bir mektup yazdı.
Dostu yine;
– Allah Tealâ’ya şükret, diye cevap verdi. Hapisteki arkadaşı tekrar;
– Ne zamana kadar böyle diyeceksin? Hangi bela bundan daha büyüktür, diye haber gönderdi. Dostu da ona şu anlamlı cevabı verdi:
– Mecusînin zincirinin senin ayağına da bağlandığı gibi, onun belindeki zünnar (gayr-i müslimlerin bağladığı kuşak) senin beline de bağlansaydı (yani imandan mahrum kalsaydın) asıl o zaman ne yapardın, halin nice olurdu?
Kuşeyrî, Risâle
Üç Binek
Bir defasında İbrahim b. Edhem k.s. hazretlerine:
– Zamanınızı nasıl geçiriyorsunuz, diye soruldu. Dedi ki:
– Elimin altında üç bineğim var.
• Bir nimete kavuştuğum zaman şükür bineğine binerek onu karşılarım.
• Bir bela ortaya çıkınca sabır bineğiyle onu karşılarım.
• İbadet anında ise, ihlâs bineğine biner onu öyle karşılarım.
Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya
Üç Şükür
Şükür üç kısma ayrılır:
• Dil ile şükür: Bu, kulun Allah Tealâ’nın hükmüne boyun eğip teslim olarak, sahip olduğu nimetleri O’nun lütfettiğini bilmesi ve şükretmesidir.
• Beden ve azalar ile şükür: Bu ise, kulun nimeti veren Rabbine karşı vefakâr olup, O’nun yolunda hizmet ve O’na kulluk etmesidir.
• Kalp ile şükür: Bu da, nimeti verene karşı hürmet ve edebi muhafaza ederek, kalbini sürekli nimeti vereni müşahedeye bağlamaktır.
Kuşeyrî, Risâle
Sultan’ın Denize Atılan Yüzüğü
Kanunî Sultan Süleyman bir gün boğaz gezisi yaparken, kayığını Beşiktaşlı Yahya Efendi dergâhının tarafında kıyıya yanaştırıp Efendi hazretlerini de yanına davet etmişti. Yahya Efendi k.s. da beraberinde nur yüzlü bir zatla geldi.
Boğazda seyir halinde olan kayıkta Kanunî ile Yahya Efendi birbirleriyle tatlı bir sohbete başladılar. Fakat misafir zat bu sohbete katılmamıştı ve sürekli padişahın parmağındaki pek kıymetli yüzüğe bakıyordu. Durumu fark eden Kanunî yüzüğünü çıkarıp o zata verdi. Ancak o zat yüzüğü aldığı gibi denize fırlattı. Sultan buna içerlediyse de Yahya Efendi’nin hatırına bir şey demedi.
Gezi nihayete erip kıyıya yanaştıklarında, o zat eğilip denizden bir avuç su aldı ve kendisine hayretle bakan Kanunî’ye uzattı. Zatın elinde az evvel fırlattığı yüzüğünü gören Kanunî yüzüğünü aldı. Bir şeyler diyecekti ki, o nur yüzlü zat hızla yanlarından uzaklaşıp gözden kayboldu. Sultan iyice şaşırmıştı.
Yahya Efendi, mütebessim bir şekilde izah etti:
– Sultanım! Bu zat görmeyi epeydir arzuladığınız Hızır Aleyhisselam idi, dedi.
Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı
Beyitler
Anladım işi; sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
. . .
Müjdecim, kurtarıcım, efendim, biricik peygamberim,
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.
. . .
Sual: Ey veli, İnsan nasıl olmalı söyle!
Cevap: Son anda nasıl olacaksa hep öyle!
Necip Fazıl Kısakürek
Kanunî ve Karıncalar
Müderrislik, kadılık, kazaskerlik vazifelerinden sonra şeyhülislâmlık da yapan büyük âlim Ebussuûd Efendi, Kanunî Sultan Süleyman döneminin büyük şahsiyetlerinden biridir.
Bir gün Kanunî Sultan Süleyman, sarayın bahçesinde armut ağaçlarını kurutan karıncaların telef edilmesi için Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’den aşağıdaki beyitle fetva istedi:
“Dırahta ger ziyân etse karınca / Zararı var mıdır ânı kırınca?”
Yani: “Eğer ağaca karınca zarar verse, onu öldürmek caiz midir?” diye sordu.
Padişahın bu fetva talebi üzerine, Ebussuûd Efendi de şöyle bir beyitle cevap verdi:
“Yarın Hakk’ın dîvânına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca!”
Bir karıncayı bile incitmekten çekinecek kadar mükemmel bir manevi terbiyeden geçmiş bulunan Kanunî hem dirayetli bir kumandan, zeki ve teşkilatçı bir devlet adamı ve hem de alim ve edip bir şahsiyetti.
Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı
Ya Şeytan İmanını Çalsaydı?
Bir gün adamın biri Sehl b. Abdullah Tüsterî k.s. hazretlerinin yanına gelerek,
- Evime hırsız girdi ve eşyalarımı alıp götürdü, diye şikâyette bulundu. O da,
- Allah Tealâ’ya şükret, eğer iman hırsızı olan şeytan kalbine girip de tevhid inancını bozsaydı o zaman ne yapardın?” dedi.
Kuşeyrî, Risâle
Duvarın Dibinde Beklerken
Evliyanın büyüklerinden Abdullah b. Mübarek k.s.’nin tevbe edip yüzünü Hakk’a dönmesinin sebebi bir cariyeye olan aşkı idi. Cariyeye öyle vurulmuştu ki yerinde duramıyordu. Bir kış gecesi gidip, kadının duvarı dibinde sabaha kadar onu bekledi. Arada bir dışarı çıktığında kadını görebiliyordu.
Bütün gece kar yağmıştı. Sabah ezanı okununca yatsı ezanının okunmakta olduğunu sandı. Ortalık aydınlanınca durumun farkına vardı. Kendi kendine:
– Yazık sana Abdullah, utan! Sırf nefsinin hevesi için böyle bir gecede sabaha kadar ayakta dikildin durdun. Eğer imam namazda uzun bir süre okusa deli olursun, dedi.
Bu üzüntüyle tevbe etti. Kendini ibadet ve taate verdi. Nihayet öyle bir dereceye ulaştı ki, bir gün bağa giden annesi, onu bir ağacın altında uyurken bir yılanın ağzına bir nergis yaprağı alıp sinekleri ondan uzaklaştırdığını gördü.
Tezkiretü’l-Evliya
Kayıktaki Sarhoş Gençler
Velilerin büyüklerinden Maruf Kerhî k.s. bir gün bir toplulukla birlikte Dicle Nehri’nin yakınından geçiyordu. O esnada bir grup genç, kayık içinde içki içip eğleniyordu. Nehrin kenarına vardıklarında yanındaki kişiler Hazret’e dediler ki:
– Ya Şeyh! Dua et de Hak Tealâ bunların hepsini suya batırsın. Böylece şu musibet ortadan kalksın.
Bu talep üzerine Maruf Kerhî k.s. “Haydi ellerinizi semaya kaldırın..” dedi ve kendisi de ellerini kaldırarak:
– İlahî! Bu gençleri şu cihanda neşelendirip hoş bir hayat verdiğin gibi onlara ahirette de hoş bir hayat bahşet, onları neşelendir, diye dua etti.
Yanındakiler şeyhin bu duasına şaşırarak:
– Ey Şeyh, biz bu duanın sırrını anlamadık, dediler. O da:
– Sırrı ortaya çıkana kadar bekleyin, buyurdu.
O sırada gençler Hazreti görünce utanıp yaptıklarına pişmanlık duyarak sazlarını kırdılar, içkilerini döktüler. Ağlıyorlardı. Şeyh’in yanına gelip tevbe ettiler. Bunun üzerine Maruf Kerhî hazretleri yanındakilere şöyle dedi:
– Gördünüz mü?.. Kimseyi batırmadan, kimsenin canını yakmadan dileğimiz nasıl gerçekleşti de gençler sarhoşluk belasından kurtuldular.
Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya
Şiir
Allah dostunu gördüm bundan altı yıl evvel,
Bir akşamdı ki, zaman donacak kadar güzel.
Necip Fazıl Kısakürek
Duvardaki Kir
Meşhur sûfilerden Malik b. Dinar k.s. bir zamanlar bir ev kiralamıştı. Komşusu bir yahudi idi. Malik b. Dinar’ın evinin kıbleye bakan cephesi o yahudi komşu tarafına denk düşüyordu.
Bu yahudi evinin önüne bir tuvalet yapmış, pislikleri Hazret’in duvarının kenarına atarak orayı kirletiyordu.
Bir gün Malik b. Dinar k.s. hazretlerinin yanına gelerek:
– Sen bu halden rahatsız olmuyor musun, diye sordu.
– Evet, oluyorum. Ama yıkıyor, temizliyorum.
– Bu sıkıntıya niçin katlanıyorsun ki? Bu düşmanlığa, kine kim için katlanıyorsun?
– Allah Tealâ’nın rızası için. Çünkü o şöyle buyuruyor: “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler. Öfkelerini de yutarlar ve insanları affederler.” (Âl-i İmran, 134)
Bu cevap üzerine yahudi;
– Ne iyi bir din ki, saygın bir kişi benim gibi birinin verdiği eziyete katlanıyor. Asla bağırıp çağırmıyor, sabredip kimseye söylemiyor, dedi ve derhal müslüman oldu.
Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya
Bu da Az Değil
Bir gün bir adam Ebu Osman Hîrî k.s. hazretlerine gelerek,
– Dille zikrediyorum ama kalp ona yâr olmuyor, uymuyor. Bu duruma ne dersiniz, dedi. Hazret buyurdu ki:
– Hiç değilse bir azanın itaatkâr olduğuna şükret. İnşallah kalp de ona uyar.
Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya
‘Bu Hikmetli Söz Nereden?’
Cüneyd-i Bağdâdî k.s. Hazretleri, mürşidi ve aynı zamanda dayısı olan Serî Sekatî k.s. ile aralarında geçen bir olayı şöyle anlatıyor:
“Üstadım Serî Sekatî k.s. bana bir hikmet öğretmek istediği zaman soru sorardı. Yine bir gün sordu:
– Cüneyt, şükür nedir?
Ben de:
– Allah Tealâ’nın verdiği hiçbir nimeti O’na karşı isyanda kullanmamaktır, dedim. Bu cevap üzerine;
– Sen bu hikmetli sözleri nereden öğreniyorsun, diye sordu. Ben de:
– Sizin meclisinize katılmaktan, sizinle birlikte bulunmaktan, dedim.”
Kuşeyrî, Risale
Sabrın Kısımları
Sabır birkaç kısımdır:
Kulun kendi iradesiyle yaptığı şeylere gösterdiği sabır.
Kulun kendi iradesi dışında olan şeylere karşı gösterdiği sabır.
Kulun kendi iradesiyle yaptığı şeylere göstereceği sabır da iki kısımdır:
Allah Tealâ’nın emirlerini yapmaya sabır.
O’nun yasakladığı şeyleri yapmamaya karşı sabır.
Kulun kendi iradesi dışındaki meydana gelen şeylere karşı sabretmeye gelince: Bu da Allah’ın takdir ettiği, içinde sıkıntı bulunan geçim darlığı, hastalık, ölüm gibi imtihan ve musibetlere sabırdır.
Kuşeyrî, Risale
Kahrın da Hoş Lütfun da Hoş
Cana cefa kıl, ya vefa
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ya dert gönder ya da deva
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen
Ya hilat ü yahut kefen
Ya taze gül yahut diken
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Gelse celâlinden cefa
Yahut cemalinden vefa
İkisi de cana safa
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Ağlatırsın zari zari
Verirsen cennet ü huri
Layık görür isen narı
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Gerek ağlat gerek güldür
Gerek yaşat gerek öldür
Aşık Yunus sana kuldur
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Âşık Yunus
Bir Dua
Bir defasında Hz. Hasan r.a. Kâbe’nin bir köşesine tutunarak şöyle yalvarır:
“Ya İlâhî! Bana nimetler ihsan ettin, fakat beni şükreden bir kul olarak bulmadın. Bana sıkıntı verip imtihan ettin, beni sabreden bir kul olarak bulmadın. Şükrü terk ettim diye verdiğin nimetleri geri çekip almadın. Sabrı terk ettim diye sıkıntılarımı devam ettirmedin. Allahım! Senin gibi kerim, cömert bir Rab’den ancak böyle cömertlik ve ihsan zuhur eder.”
Kuşeyrî, Risale
İhlâslı Olacağım Derken...
Fakir bir genç vardı. Büyük sûfi Ebu Said Harraz k.s. hazretlerinin meclisinden ayrılmaz, onun isteklerini yerine getirmeye çalışır, fakirlere hizmet eder, koşturur dururdu.
Bir gün Ebu Said Harraz hazretleri işlerde ihlâstan bahsetti. Fakir genç bu sözlerin kendisine söylendiğini sandı, incindi, hizmeti terk etti. Gencin işleri bırakması Ebu Said Harraz hazretlerine dokundu, gence sordu:
– Ey oğul, kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için koşturuyordun, sonra bırakıverdin. Sebebi nedir?
Genç dedi ki:
– Efendim, siz ihlâs hakkında bazı şeyler anlattınız. Ben de işlerime gösteriş karışmasından korktuğum için yaptığım işleri bıraktım.
Bunun üzerine Ebu Said Harraz k.s. şöyle buyurdu:
– Evlat, gafil olma, dikkat et! İhlâs kaygısı, yapılan işleri engellemez. Akıllı kimse de ihlâs korkusuyla amellerini terk etmez. Çünkü o zaman hem ihlâsı hem de ameli kaybetmiş olur. Ben sana yaptığın işleri terk et demedim, işlerinde ihlâslı ol, dedim. Fakat görüyorum ki ihlâsı ararken salih amellerden geri kaldın, bu durumun bize zararı dokundu. Sen yapmakta olduğun hizmetlere devam et ama işlerinde de Allah için ihlâslı ol.
Ebu Tâlib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb
Bir Söz
“İhlâs ile yapılan bir dirhem amel, ihlâssız batmanlarla yapılan amellere tercih edilir.”
Bediüzzaman Said Nursî rh.a.
Madem ki Seviyorsunuz...
Bir gün İmam Şiblî k.s. hazretlerinin yanına bir grup insan geldi. Hazret onlara;
– Siz kimsiniz, diye sordu.
– Biz seni sevenleriz, dediler.
Şiblî hazretleri birden onlara yöneldi ve üzerlerine doğru taş atmaya başladı. Adamlar şaşırdılar, kaçmaya başladılar. Şiblî hazretleri arkalarından şöyle seslendi:
– Neden kaçıyorsunuz? Eğer beni gerçekten seviyor olsaydınız her şeyim size sevimli gelirdi. Verdiğim sıkıntıdan da kaçmazdınız, sabrederdiniz!..
[Büyük sûfi bu yaptığı ile Allah’ı sevdiğini iddia eden, O’nun hükmüne razı görünen kulların bela ve musibetlere de sabretmesi gerektiğine dair çarpıcı bir ders veriyor.]
İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb
Nasihatler
“Merak ilmin hocasıdır.
Kainatta en yüce hakikat imandır, imandan sonra namazdır.
Baki olan Allah’a muhabbet, marifet ve O’nun rızası yolunda bir saniye bir senedir. Eğer O’nun yolunda harcanmazsa, bir sene bir saniyedir.
Aynanın güneşin ışınlarını yaydığı gibi, velilere de Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği yer nazarıyla bakıyoruz.
Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”
Bediüzzaman Said Nursî rh.a.
Sûfiler Ne Yapar?
Büyük alim İmam Gazalî rh.a. hazretleri sûfilerin edeplerini şöyle sıralamıştır:
Dine aykırı ve kapalı sözler söylememek, konuşmada ölçüyü kaçırmamak,
İslâmî ilimlere sarılmak, dinî bilgileri iyi bilmek,
Sürekli gayret edip çalışmak,
Ciddiyet ve azimle salih ameller işlemek,
İnsanlarla gereğinden fazla haşır neşir olmamak,
Giyiminde gösterişten sakınmak,
Temiz ve tertipli giyinmek,
Tevekkülü ilke edinmek,
Fakr halini tercih etmek,
Sürekli Allah’ı zikir halinde olmak,
Muhabbetini gizlemek,
İnsanlarla güzel ilişkiler kurmak,
Haram olan şeylere bakmamak,
Nâmahrem kadınlarla hemdem olmamak,
Devamlı Kur’an-ı Kerim okumak ve onu anlamaya çalışmak.
el-Edeb fi’d-Dîn
Yalancı Dünyaya Aldanma
“Yalancı dünyaya aldanma yahu
Bu dernek dağılır, divân eğlenmez.
İki kapılı bir virânedir bu,
Bunda konan göçer, mihmân eğlenmez.
Bakma bunun karasına ağına,
Gönül verme bostanına bağına,
Benzer hemân oğlan oyuncağına,
Bunda aklı olan insan eğlenmez.”
Azîz Mahmud Hüdâyî k.s., Divan
Hayvanların Hürmeti
Anlatıldığına göre, meşhur velî Bişr-i Hafî k.s. hazretleri daima yalın ayak gezerdi. Hayvanlar ona hürmeten sokakları kirletmezlerdi. Bir gün adamın biri yolda hayvan dışkısı görünce; “Eyvah! Bişr-i Hafî gitti!” diye feryadı bastı. Araştırdılar, adamın dediği doğru çıktı.
– Bunu nasıl anladın, diye sordular. Dedi ki:
– O hayatta olduğu sürece Bağdat’ın hiçbir sokağı hayvan tersiyle kirlenmemişti. Artık öyle olmadığını görünce anladım ki, Bişr artık hayatta değil.
Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ
İşimi Kendim Yaparım
Günlerden bir gün, yoksulun biri, Cafer-i Sadık k.s. hazretlerine sordu:
– Neden gece gündüz çalışıp durmaktasın?
O gönülleri aydınlatan ışık şöyle cevap verdi:
– Baktım, benim işimi kimse benim gibi yapamıyor, kendi işimi kendim yapmaya karar verdim ve tembelliği bıraktım.
Ferîdüddin Attâr, İlâhiname
Sorular Cevaplar
Bir gün Hz. Ali ile oğlu Hz. Hasan (Allah onlardan razı olsun) arasında şu konuşmalar geçer:
– Oğlum, zenginlik nedir?
– Az da olsa Allah Tealâ’nın kısmet ettiği şeye nefsin razı olmasıdır. Gerçek zenginlik ise gönül zenginliğidir, nefsin kanaatkâr olmasıdır.
– Asıl fakirlik nedir?
– Nefsin her şeye karşı açgözlü, doyumsuz olmasıdır.
– İzzet (üstünlük) nedir?
– Cesur ve yiğit olmaktır. Haksızlık yapan güçlü ve kudretli kimselere karşı mücadele etmek, hakkı savunmaktır.
– Konuşma acizliği nedir?
– Birisiyle konuşurken sakalla veya herhangi bir şeyle oynamak ve çokça tükürmektir.
– Asıl cesaret nedir?
– Arkadaşlarla uyum sağlamak, onlarla birlikte hareket etmektir.
– Külfet (meşakkat) nedir?
– Seni ilgilendirmeyen şeyler hakkında konuşmaktır.
– Asalet nedir?
– İsteyerek vermen, infak etmen ve hataları affetmendir.
– Akıl nedir?
– Kalbin, içine aldığı her şeyi muhafaza etmesidir.
– Aptallık nedir?
– Önderine düşmanlık beslemen, sesini ona karşı yükseltmendir.
– Yücelik nedir?
– Güzel ve doğru olanı yapmak, kötü olan şeyleri terk etmektir.
– Basiretli, sağduyulu olmak nedir?
– Tahammüllü ve sabırlı olmak, dostlara karşı yumuşak davranmaktır.
– Düşüklük nedir?
– Alçak olan şeylere tabi olmak, yoldan çıkaran kimselerle arkadaşlık etmektir.
– Gaflet nedir?
– Asaletli, yüce insanları terk etmek, fitne ve fesat çıkaran kimselere boyun eğmektir.
– Mahrumiyet nedir?
– Sana arz edilen kısmeti terk etmen, kabul etmemendir.
Bunun üzerine Hz. Ali r.a. şöyle buyurdu,
– Ben Rasulüllah s.a.v.’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Cehaletten daha kötü fakirlik, akıldan daha faydalı bir servet ve nimet yoktur.”
Ebu Nuaym İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ
Şeytan Uyur mu?
Adam’ın biri Hasan Basrî k.s. hazretlerine gelerek:
– Ey Ebu Said, şeytan hiç uyur mu, diye sordu. Hasan Basrî hazretleri tebessüm etti ve:
– Eğer uyusaydı biz de biraz rahat ederdik, dedi.
İmam Gazâlî, İhyâ
Salihlerden Olanlar
Bir gün Fudayl b. İyâz k.s. hazretlerine:
– Bir kimse ne zaman salih olur, diye soruldu. Hazret şu cevabı verdi:
– Bir kimsenin niyetinde nasihat etmek, kalbinde Allah korkusu, dilinde doğruluk, azalarında da salih ameller olduğu vakit salih kimselerden olur.
İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb
Deryadan İnciler
Erzurumlu İbrahim Hakkı k.s. hazretlerinin mürşidi İsmail Fakirullah k.s.’nin tavsiyeleri:
“Molla İbrahim! Manevi bilgi makamlarının ilki, Allah Tealâ’nın muradına, takdirine sabır; ortası muradına razı olmak; sonu ise muradıyla birlikte olmaktır.Molla! Arifin kalbindeki manevi bilgi nuru alemdeki güneş gibidir. Taat ve manevi bilgi kulu sultan yapar. Tam zıttı olan isyan ve cehalet ise sultanı köle yapar. Molla! Nefsini düşük ve fakir bilirsen, Rabbinin aziz ve her şeye kadir olduğunu bilirsin. Rabbini bilirsen sakin ve huzurlu olursun. İlahi bilgi iki dünya saadetidir. Muhabbet ise gözbebeğidir.
Molla! Kalp semasında ilk parıldayan hikmet yıldızıdır. Sonra ilim ayı, sonra ilahi bilgi güneşidir. Hikmet yıldızının ışığıyla yaradılmışların hakikatini, ilim ayının ışığıyla mana alemini, manevi bilgi güneşinin ışığıyla Mevlâ’nın tecellilerini müşahede edersin. Molla! Allah Tealâ gibi sevgilisi olan, başkasına nasıl bakar, nasıl iltifat eder? Onun gibi tabibi olan başkasına nasıl güvenir. Onun gibi dostu, sahibi olan başkasından nasıl korkar ve başkasıyla nasıl meşgul olur? Onun gibi güzeli olan başkasına nasıl gönül verir?
Molla! Allah Tealâ’yı seven, O’nu başkasına nasıl tercih eder? Allah’tan başkasını terk edenin, gönlüne koymayanın kalbi saf olur. Allah’ı seveni Allah da sever. Molla! Allah sevgisi ile dolu olan kalpler, O’nun nuru ile aydınlanmıştır. Konuştukları vakit nefeslerinden nur yayılır. Molla! Sen cennet ve cehennem için değil, Allah yolunda muhabbetimiz içinsin. Sen bizim çocuğumuzsun. Benim yanımda evladım gibisin.Molla İbrahim! Bize yakın olan uzak, uzak olan yakındır. Sen nerde olsan benim yanımdasın. Molla İbrahim! Arzularından temizlenmiş nefs yıldızdır. Kalb-i selim ise aydır.
Molla! O’na teslim olursan, rızasına yaklaşırsın. O’na karşı gelirsen O’ndan uzaklaşırsın.”
Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mârifetnâme
Pişman Olanlar
Süfyân b. Üyeyne rh.a. şöyle buyurur:
“Kıyamet günü en çok pişman olacak kişiler üç kısımdır:
• Kıyamet günü, hizmetçisi kendisinden daha fazla salih amel işlediği halde gelen efendiler.
• Sağlığında malını infak etmeyen, hayır işlere harcamayan ama öldükten sonra malı vârisleri tarafından hayır işlere harcanan mal sahibi kimseler.
• Elde ettiği ilimden kendisi faydalanmayan, fakat öğrettiği kimselerin istifade ettiği ilim sahibi kimseler.”
Ebü’l-Ferec Abdurrahman İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve
‘Gel Dosta Gidelim Gönül’
“Yoldaş olalım ikimiz gel dosta gidelim gönül.
Haldaş olalım ikimiz gel dosta gidelim gönül.
Gel gidelim can durmadan suret terkini vurmadan
Araya düşman girmeden gel dosta gidelim gönül.
Bu dünyaya kalmayalım, fanidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım gel dosta gidelim gönül.
Biz bu cihandan göçelim ol dost iline uçalım
Arzu hevâdan geçelim gel dosta gidelim gönül.
Ölüm haberi gelmeden ecel yakamız almadan
Azrail hamle kılmadan gel dosta gidelim gönül.
Gerçek erene varalım Hakk’ın haberin soralım
Yunus Emre’yi alalım gel dosta gidelim gönül.”
Sorular Cevaplar
Bir gün Hz. Ali ile oğlu Hz. Hasan (Allah onlardan razı olsun) arasında şu konuşmalar geçer.
– Ey oğul, doğruluk nedir?
– Kötülüğü iyilikle savmaktır.
– Peki, şeref nedir?
– Dostlara iyi davranmak, hataları kabullenmektir.
– Mürüvvet nedir?
– İffetli ve dürüst olmak... Malı helal yoldan kazanmak, yerinde harcamaktır.
– Şefkat nedir?
– Kendinden zayıf olana bakmak, düşmüş olanları koruyup gözetlemektir.
– Alçaklık nedir?
– Kişinin sadece kendi nefsi için elde edip kazanması ve yalnız sevdiği şeyler için harcamasıdır.
– Cömertlik nedir?
– Darlıkta ve bollukta harcama yapmak, ihsanda bulunmaktır.
– Cimrilik nedir?
– Kişinin elinde bulunan malları üstünlük, harcadıklarını ise ziyan olarak görmesidir.
– Kardeşlik nedir?
– Darlıkta ve bollukta iyilik yapmaktır.
– Korkaklık nedir?
– Arkadaşa karşı cüretkâr olmak, düşmana karşı ise geri durmak, ondan kaçmaktır.
– Asıl ganimet nedir?
– Takva sahibi olmaya gayret etmek, dünyevî şeylere değer vermemektir.
– Hilm (yumuşak huyluluk) nedir?
– Öfkeye hakim olmak, nefsin arzularına engel olmaktır.”
Ebu Nuaym İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ
Bir Can İncitmeyesin
“Sakın nefsine uyup bir can incitmeyesin.
Hüsn ü edebi koyup bir can incitmeyesin.
El ile dövseler de dil ile sövseler de
Bin kez incitseler de bir can incitmeyesin.
Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır
Halde haldaşlarındır bir can incitmeyesin.
Beyhude canın sıkıp insanlığından çıkıp
Dil (gönül) kâbesini yıkıp bir can incitmeyesin.”
Seyyid Osman Hulusi Darendevî, Divan
İyiliğinize Layık Değil Ama...
Bir gün bir adam Hasan Basrî rh.a. hazretlerine gelerek,
– Falan kimse senin gıybetini yapıyor, hoşuna gitmeyecek sözleri arkandan konuşuyor, dedi.
Hasan Basrî hazretleri, sözü edilen o adama bir tabak yaş hurma gönderdi ve şöyle dedi:
– Duyduğuma göre iyiliklerini, sevaplarını bana hediye etmişsin. Ben de onlara karşılık bu hurmaları hediye etmek istedim. Hediyenin tam karşılığını vermeye güç yetiremiyorum, bunun için beni mazur gör.
İmam Gazâlî, İhyâ
Ömer Olarak Gittim Ömer Olarak Döndüm
Bir gece vakti halife Ömer b. Abdülaziz rh.a. bir şeyler yazıyordu, yanında da bir misafiri vardı. O sırada lambanın sönmek üzere olduğunu fark ettiler.
Misafir:
– Ben lambayla ilgileneyim, yağ koyayım, dedi. Halife:
– Misafire hizmet ettirmek asaletten değildir, dedi. Misafir:
– O halde hizmetçiyi kaldırıyorum.
Halife:
– Hayır, olmaz. O şimdi yeni uykuya dalmıştır, dedi.
Sonra kendisi kalktı, kabı getirip lambaya yağ koydu. Misafiri dedi ki:
– Ey müminlerin emiri, neden bu işi kalkıp kendiniz yaptınız.
Ömer b. Abdülaziz rh.a. ona şu cevabı verdi:
– Ne olmuş ki! İşte Ömer olarak gittim, Ömer olarak döndüm.
Kuşeyrî, Risâle
Kötü Arkadaş
Sehl b. Abdullah Tüsterî k.s. hazretleri şöyle der:
Şu üç sınıf insanla arkadaşlık etmekten sakının:
• Gaflette olan zalim kimseler,
• İkiyüzlü Kur’an okuyucuları,
• Cahil sufiler.
İhyâ
Deryadan İnciler
Erzurumlu İbrahim Hakkı k.s. hazretlerinin mürşidi İsmail Fakirullah k.s.’nin, tavsiyeleri:
“Molla İbrahim! Esas olan kalptir, şart olan muhabbettir. Kalbinde Mevlâsına karşı arzusu olan O’nu bulur. Çünkü O kuluna yakındır, onunla beraberdir ve her yaptığından haberdardır.
İbrahim! Dilin susması kalbin susmasına, kalbin susması marifetullahın kazanılmasına yardımcı olur. İnsanın selameti dilini korumasındadır.
İbrahim! Zikrin en faziletlisi “lâ ilâhe illallah” zikridir. Mevlâ’nın ismini çok tekrar etmek onun muhabbetine vesile olur. Allah Tealâ’yı zikredeni, O da zikreder ve sever.
Molla! Hak Tealâ’ya tevekkül et, her işini O’na havale et. Tevekkül, teslimiyet, sabır ve rıza Cenab-ı Hakk’a varan yolun esaslarıdır.
İbrahim! İlim öğrenmekle hilm (yumuşak huyluluk) kazanılır. Hilm ise sabır ve gayretle elde edilir. Kalp sultandır. Tahtı tevhid ve imandır. Tacı ise hilmdir. İlim yüksek bir mertebe, hilm büyük ihsan ve lütuftur.
Molla İbrahim! Kendisinden razı olandan Allah Tealâ da razıdır. Allah’ın takdirine rıza evliyanın şanındandır. Sevgiliden gelen bela bahşiştir. Bahşişi kabul etmemek hatadır. Allah Tealâ’nın yaptığında hayır vardır, O’nun yaptığı en güzeldir.”
Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnâme
İçini Allah Bilir
Büyüklerden biri, kendini tamamen ibadete vermiş birine sorar:
– Falan derviş hakkında ileri geri konuşuyorlar, sen ne dersin?
Âbid kişi şu cevabı verir:
– Görünüşte bir kusurunu bilmem, içini de Allah bilir.
Derviş kıyafetinde olan kişiyi derviş bilin, inceden inceye araştırıp yorulmayın. Bilgin kişi için de iyi düşünün, gizli kalmış yönlerini araştırmayın.
Şeyh Sa’di Şirazî, Gülistan
Büyük Keramet
Anlatılır ki, birisi Ebu Abbas Kassâb k.s. hazretlerine;
– Ey Şeyh! Hani nerede kerametin, demiş.
Bunun üzerine Ebu Abbas k.s. anlatmaya başlamış:
– Kerametlerin ne olduğunu bilmem. Bildiğim şudur: Başlangıçta her gün bir koyun keser, eti sepetime koyar, karanlık basıncaya kadar bütün şehri dolaşır, yine de kâfi miktarda kazanç ya temin eder ya edemezdim. Görüyorum ki bugün insanlar kalkıyor, doğudan batıya varıncaya kadar herkes mahşerî bir kalabalık halinde beni ziyarete geliyorlar. Bundan büyük ne keramet istersin?!
Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ
Nerede Ne İstenir?
Naklederler ki, Ebu Hasan Bûşencî k.s.’un vefatından sonra dervişin biri mezarının başına geldi. Dua ederek Hak Tealâ’dan dünyalık bir şeyler istedi. Gece olunca rüyada Ebu Hasan Bûşencî’yi gördü. Diyordu ki:
– Ey derviş! Mezarımızın başına gelince burada dünyayı isteme! Şayet dünyayı isteyeceksen, dünya beyi olanların mezarlarının başına git. Buraya gelince himmetini yüce tutarak iki cihandan alakayı kes, sadece Cenab-ı Hakk’ın rızasını iste.
Tezkiretü’l-Evliyâ
Arslana Kim Hükmeder?
İbrahim Rakkî k.s. anlatıyor:
“Bir gün, bir selam verip ziyaret edeyim diye Ebü’l-Hayr Tinatî’nin yanına gittim. Akşam namazını kıldırıyordu. Fakat dilinde pelteklik vardı, Fatiha suresini düzgün okuyamadı. Kendi kendime, yolculuğum boşa gitti, dedim.
Neyse, namazdan sonra selam verdim, ziyaretimi yaptım. Biraz sonra da taharet için dışarı çıktım. O esnada bir arslan peyda oldu, üstüme doğru gelmeye başladı.Hemen Ebü’l-Hayr’ın yanına koşarak dışarıda bir arslanın üzerime geldiğini söyledim. Bunun üzerine Ebü’l-Hayr dışarı çıktı ve arslana bağırarak:
– Ben sana misafirlerime sataşma demedim mi, diye çıkıştı.
Arslan hemen orayı terk edip gitti. Ben de taharet aldım. Geri döndüğümde Ebü’l-Hayr k.s. bana şöyle dedi:
– Siz dışınızı düzeltmekle meşgul oldunuz, bu sebeple arslandan korktunuz. Biz ise kalbimizi düzeltmekle meşgul olduk, arslan bizden korktu.
Kuşeyrî, Risâle
Kendinden Hesap Sormak
Hazret-i Ömer r.a. akşam olduğu vakit kamçısı ile ayaklarına vurur ve kendine yönelerek:
– Bugün ne amel işledin, derdi.
İmam Gazalî, Mükâşefetü’l-Kulûb
Yokuşun Dibi
Naklederler ki, adamın biri Ebu Yakub İshak Nehrecurî k.s. hazretlerine gelerek,
– Namaz kılıyorum, ancak kıldığım namazın hazzını, tadını gönlümde bulamıyorum, der.
O da şu cevabı verir:
– Gönül Rabbini sadece namazda talep ederse elbette tat bulmaz. Nitekim meşhur bir söz vardır: “Merkebe yokuşun dibinde arpa verirsen, yokuşu çıkamaz!”
Tezkîretü’l-Evliyâ
Bu Kapıya Eğri Yakışmaz
Yunus Emre k.s., Tapduk Emre hazretlerinin mürididir. Nakledildiğine göre, yıllarca sırtında şeyhinin dergâhına odun taşıdı, hizmet etti. Bu odunlar arasında bir tek eğri odun bulunmazdı. Bir gün Tapduk Emre k.s. sordu:
– Ey Yunus nedir bu hal? Bu odunlar arasında bir tek eğrisine rastlamak mümkün değil.
Yunus Emre şu cevabı verir:
– Sultanım! Bu kapıya odunun bile eğrisi yakışmaz.
Nefâhatü’l-Üns
Abdülkadir Geylânî ve İhtiyar Kadın
Bir gün yaşlı bir kadın, Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerinin huzuruna geldi. Yanında oğlu da vardı. Yaşlı kadın Şeyhe şöyle dedi:
– Oğlumun size çok bağlı olduğunu gördüm. Ben hakkımı helal eyledim, ona izin verdim. Allah için onu yanına al.
Şeyh hazretleri de Allah rızası için onu kabul etti. Nefsiyle mücahede etmesini tavsiye etti, ahlâkını güzelleştirmesi için bazı talimler verdi.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra yaşlı kadın oğlunu görmeye geldi. Baktı ki oğlu arpa ekmeği yiyor! Az yemekten ve uykusuzluktan zayıflamış, rengi sararmış... Kalkıp şeyhin huzuruna çıktı. Şeyhin önündeki tabakta tavuk kemikleri vardı. Yaşlı kadın şeyhe şöyle dedi:
– Siz tavuk eti yiyorsunuz, benim oğlum ise arpa ekmeği yiyor!
Bunun üzerine Şeyh elini kemiklerin üzerine koydu ve “çürümüş kemikleri dirilten Allah’ın izniyle ayağa kalkın” dedi. Tabağın içindeki tavuk kemikleri Allah’ın izniyle dirilip ötmeye başladı. Abdülkadir Geylânî k.s. yaşlı kadına şöyle dedi:
– Ne zaman ki senin oğlun da bu dereceye ulaşır, o zaman canının arzuladığı şeyi yesin!
Bu kerametle ilgili olarak Bediüzzaman Said Nursî rh.a. hazretleri şu tespitte bulunur:
“İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin manası şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hakim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”
Abdurrahman Camî, Nefâhatü’l-Üns; Bediüzzaman Said Nursî, Lemalar.