Gece karalamaları

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Ori
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

Ori

🌙
Moderator
Bugün bir rüya gördüm. Rüyamda henüz doğmamıştım. Koca bir ışık hüzmesinin içindeyken, sadece sesler duyarak bir şeylerin seçildiğini hatırlıyorum. Neler oluyor bilmiyorum, ne olduğumsa hiç belli değil. Kendimi göremeyecek kadar ışık var ve tuhaf bir kalıba sahibim. Hareket edebilsem de uzuvlarımı tanımlayamıyorum. Her seçimden sonra bir çığlık kopuyor ve ben korkamıyorum. Önümde duran kişileri hissediyorum. Atılan her çığlık sonrası sıranın yavaş yavaş bana geldiğini anlıyorum. En şiddetli çığlıktan sonra bir ses bana refakat ediyor ve ben aniden uzanıyorum. Konuşmaya başlıyorlar.

- Dünyaya gideceğin için şanslı değilsin. Sen sadece buradan ayrılırken yanında götürebildiklerin için şanslısın.

O sıra soru sorabilmek için çırpınıyorum ama yapamıyorum. Ve ses devam ediyor...

- Sana bir seçim hakkı tanıyorum. Kanatların mı, yoksa kollarınla beraber sana yardımcı olacak olan ellerin mi olsun istiyorsun?

Ve az önce çırpındığım halde soru soramazken, bu soruya küçük bir cevap fısıldıyorum.

- Kanatlarım olsun istiyorum.

Aniden bedenimi saran bir acı hissetmeye başlıyorum. Acılarla bağırıyorum. Etrafım birden simsiyah oluyor ve sanki ben takla atarak bir girdabın içinde dönmeye başlıyorum.

Tabi bu sırada uyanıyorum. Rüyada olsa, istediğim kanatlar yerine kollarıma bakıyorum. Ben seçim yapmaya layık değildim. O yüzden ellerimle boğarak öldürdüğüm insanları anımsıyorum. Ve ben yoktan öğrendiğim ihaneti, varken yaşatıyorum.

-Ori
 
Geceleri huzurun bir nebze kalıntısı üzerime düşerse şans diyebilirim. Tıpkı senin gibi. Bulunduğumuz konum ve şartların temel taşları arattığı bu devirde yaşarken, artık neler hissettiğimize dair hepimizin ortak görüşleri var. Ruhen bireyselliğin beş para etmeyeceği zamanların kapısına dayanmışken, kimin ne hissettiğini kim umursayacak? Yalan olmasın hepimiz artık bazı basit dönemleri geride bıraktık. Sen, ben, o veya her kimse... Tutmayan bir proje hissiyatında darlayan ve bıktıran hayatlar varken, yetmezmiş gibi bunca çilenin içine saplanan ayrı bir savaş var. İnsanoğlu bu döngünün içinden nasıl çıksın... Bunca ruhsal savaşın ayrı bir savaş doğurması bitmeyecek bir döngünün başlangıcı olur. Yakın zamanların kıyametini dillendirmek başka kime nasip olursa olsun bundan pay çıkarmak böylece bana da düştü.
 
Merak kediyi yedi kere tuzağına düşürür. Kedi sağ salim kurtulur ama içten içte yardım aldığını hisseder. Bu yüzden onca zaman geçer ama bir türlü akıllanmaz. Her geçen gün yeni düşler kurup durur. Gün gelir merak kediyi sekizinci kez tuzağına çeker. Kedi yine tuzağa ölüme atlar gibi atlar. Tabi kedi ne hikmetse yine kurtulur. Merak ise son bir hamle için fırsatını kollamaya başlar. Bu sefer ne pahasına olursa olsun o tuzağı kedinin başına yıkacağım dercesine beklemeye koyulur. Sonunda gün gelir ve kediye kuracağı tuzağı kedinin karşısına çıkarır.
 
@Ori
Nasılsın kadim dostum? Seninle görüşmeyeli uzun bir zaman oldu. Yaklaşık 2 yıl kadar. Hâlâ buralarda olduğunu görmek beni sevindirdi.
 
Son düzenleme:
Gözlerim yerin yedi kat dibine dalmış gibi kocaman kesildi. Ne olduğunu bile anlamadan dalıp gittiğim an, kolumdan hızlıca çeken en yakın dostumla birlikte hızla koşmaya başladım. Nefesim kesilip dururken koşmak hiç kolay değildi. Ter içinde kalmışken, koşmaktan mı yoksa gördüklerimden mi olduğunu anlamanın imkanı yoktu. Tanrım aklımı başımdan alma, çünkü hiç sırası değil!

Adem bir ağacın dibine çöktüğü vakit durmam gerektiğini anlayabildim. Olayın şokunu hala atamamışken anlama güçlüğü çeken sadece ben değildim. Adem elleriyle delicesine yüzünü ovalarken ağlayıp duruyordu. Olayın derinliğini benden daha çabuk kavramıştı. Sonunda öleceğimiz gerçeğinden kaçmadan kabullenmeye çalışıyor gibiydi. Cevapsız sorular sorup, yanıt bekliyor gibi bana bakıyor ve her bakışı canını daha çok yakıyordu.

Ben mi? Ben hala olay anında kalmıştım. Gözlerim hala sonuna kadar açık, ter içindeydim. Bugün son günümdü. Bunu anlayabilmek ve kaçamamak... Hiçbir zaman böylesine bir hissiyat içinde kaybolmamıştım. Ne yapacağımızı bilmiyorum. Çaresizliğin getirdiği acı ve korkuya teslim olduk. Artık birden fazla düşmanımız var.

Şuan tek istediğim sabahı görebilmek...
 
Bu sadece yoksulluğun ve yalnızlığın getirdiği bir cesaretti. Kendinden başka kaybedeceği bir şey yoktu. Canından çok kişiliğini yitirmekten korktu. Kendince üzerine atladığı ateşlerin bile söndüğü bir dönemdeyken, ölüme yürümenin başka yolu da yoktu. Yaşaması gereken ne varsa yaşamak zorunda kalacağını biliyordu. Yıllar geçerken değişeceğini de biliyordu. Her şeye rağmen yürüyordu. Yolda yürümeyi bırakan insanlara denk geldi. Kimisi ailesinin geleceği için kendinden vazgeçerken, kimisi çoktan yakmıştı gemileri. Bu insanların arasından sıyrılırken gözleri yaşlı ve hali bitkindi. Yine de yürüdü.
 
Son düzenleme:
Gözlerim batmaya hazırlanan güneşin son demlerini takip ediyor. Saklanacağı anı iple çeken güneşin aksine ben, kendimi gösterme gayretine saplanmışım. Zaman hangimiz için nimet veya hangimiz için kıyamet bilmiyorum. Belki de çok düşünüyorum.
 
Bu zamanın içinden biri olarak yazıyorum. Gece gibi sessiz ve yine gece gibi karanlık. Tıpkı bir yolcu misali bir şeyler arıyorum. Huzurun peşinde miyim bilmiyorum ama aradığım her neyse bana hayatımı geri verecek gibi hissediyorum. Kelimelerin anlatamadığı her ne varsa biriktirmiş gibiyim. Yükümle beraber sadece yürüyorum. Karşıma çıkan kötülükleri adımlarımla geçiyorum ve onlar arkamda kalıyor. Dudaklarımı kullanmadan gözlerimle konuşuyorum. Bu beni anlayanı az ama değerli kılıyor. Kalbimle düşünüp ve yine kalbimle karar veriyorum. Hayatımı yakalamak hiç kolay olmayacak biliyorum.
 
Ve sonra, kendimi kalan gücümün sınırlarında dolaşırken buldum. Artık her adımım ciddi sonuçlar doğuracaktı. Yapabileceğim ne varsa yapmış ve yorgun düşmüştüm. Yalnız ben dursam da hayat akmaya devam ediyordu. Bu düzen, bana sopasını gösterip "Duramazsın." dedikçe nefesim kesiliyor ve duraklıyordum. Peki, şimdi ne olacak?
 
Ve sonra, kendimi kalan gücümün sınırlarında dolaşırken buldum. Artık her adımım ciddi sonuçlar doğuracaktı. Yapabileceğim ne varsa yapmış ve yorgun düşmüştüm. Yalnız ben dursam da hayat akmaya devam ediyordu. Bu düzen, bana sopasını gösterip "Duramazsın." dedikçe nefesim kesiliyor ve duraklıyordum. Peki, şimdi ne olacak?
Merhaba @Ori bu güzel paragrafı kullanmak istiyorum müsaadenizle
 
Bu sadece yoksulluğun ve yalnızlığın getirdiği bir cesaretti. Kendinden başka kaybedeceği bir şey yoktu. Canından çok kişiliğini yitirmekten korktu. Kendince üzerine atladığı ateşlerin bile söndüğü bir dönemdeyken, ölüme yürümenin başka yolu da yoktu. Yaşaması gereken ne varsa yaşamak zorunda kalacağını biliyordu. Yıllar geçerken değişeceğini de biliyordu. Her şeye rağmen yürüyordu. Yolda yürümeyi bırakan insanlara denk geldi. Kimisi ailesinin geleceği için kendinden vazgeçerken, kimisi çoktan yakmıştı gemileri. Bu insanların arasından sıyrılırken gözleri yaşlı ve hali bitkindi. Yine de yürüdü.
Yorgun ve küskündü; bir solukluk dinlendi yolcu ve hancı misali, ama yine de yürüdü...
 
Sanki güneş bile isteksiz doğuyor. Bense bu huzursuzluğun altında çözümünü bildiğim problemlerime üzülmekle vakit harcıyorum. Gerginliğim ruh halime eşlik ediyor ve ben düşündükçe kendimi azarlıyorum. Hava hafif serin olmasına rağmen bir başka ürperiyorum. Nasıl tarif edilir bilmiyorum. Sadece güneşin doğmasını istiyorum.
 
Koca bir dağın tepesinde, rüyasının peşinden koşarken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişti. Karanlık yavaşça çökmeye başlamıştı. Artık geri dönemezdi, çok ilerlemişti. O an dönüşün imkansız olduğunu anladı. Tuhaf bir halde yürümeye devam ediyordu. Durması gerekiyordu ama içindeki o güçlü ilerleme isteğine neden karşı koyamadığını bilmiyordu.

Ağaçların seyrekleştiği bir bölgeye geldi. Ağaçların arasında, büyükçe bir çember gibi boş bir alan vardı. Tıpkı yuvarlak bir futbol sahasını andırıyordu. Ortasına doğru yürürken bir yandan da etrafı dikkatle inceliyordu. Karanlık artık tamamen çökmüş, çadır kurma vakti gelmişti. Yanına aldığı çadır bu iş için yeterli olacaktı.

Açık alanın tam ortasına ilerlediğinde etraftan sesler gelmeye başladı. Sanki yerdeki kuru dallar ve yapraklar birbiri ardına kırılıyordu. Tam çemberin ortasına vardığında kalbi hızla atmaya başladı. Çeşit çeşit hayvanın ağaçların arasından çıktığını gördü. Kurtlar, ayılar, domuzlar ve başka hayvanlar… Yavaşça çemberi kapatarak ona doğru geliyorlardı. Ori, donup kalmıştı. O sırada uzaklardan bir ses ona doğru “Yerinde kal!” diye fısıldadı.

Hayvanlar yaklaştıkça ağır bir stres çökmeye başladı. Kaçacak hiçbir yeri yoktu. Her bir hayvana tek tek baktıkça içini tarifsiz bir korku kaplıyordu. Bu türlerin aynı anda bir arada olması bile normal değildi. Yaklaştıkça gözleri dikkatini çekti: koyu kırmızı bir ışıkla parlıyorlardı. Asıl korku işte o anda hayat buldu.

Ori panikle kendi etrafında dönüp durdu, fakat sakin olması gerektiğini biliyordu. Artık fazla vakti kalmamıştı. Rüyalarında gördüğü şeye ulaşamayacağını düşündü. Rüyasının peşinden gitmek onu canına mı mal olacaktı? Birden yavaşça çantasını çıkardı. Çanta yanına düştü, o ise dizlerinin üzerine çöktü. Başını öne eğdi ve kaderini beklemeye başladı.

O anda gözleri çantanın sağ cebindeki meşalelere takıldı. Kafasını hızla kaldırdı. Hayvanlar artık üç metreden bile yakındaydı. Bir anda aklında şimşekler çaktı. Meşaleyi kaptığı gibi ateşledi. Ortalık aniden aydınlanınca hayvanlar geri çekilmeye başladı. Ori de çılgınlar gibi meşaleyi sallayarak kendi etrafında dönüyordu.

Bu sırada devriye gezen jandarma, komutanına karşı dağdan bir ışık sinyali aldıklarını söyledi. Karakoldan hemen drone ile tespit talep edildi. Işık yanıyor, bir süre sonra tekrar sönüyordu. Drone süratle olay yerine gönderildi. Görüntülerde bir adam, bomboş bir alanda delirmiş gibi dönüyor, meşaleyi etrafına savuruyordu. Ne yaptığını kimse anlayamadı.

O sırada Ori son meşalesinin kaldığını fark etti. Etrafını saran hayvanlardan kurtulamayacağını anladı. Meşale yavaşça sönmeye başladığında içini karanlık bir korku kapladı. Meşale tamamen söndüğü an, her yer zifiri karanlığa gömüldü.

Drone’u izleyen askerler gördükleri karşısında donup kaldı. Çünkü meşale söner sönmez adam aniden ortadan kaybolmuştu. Eşyaları hala olduğu yerde duruyordu, ama adam yoktu. Komutanlar şaşkınlıkla birbirine bakarken aralarından bir binbaşı çıkıp, “Olayı kayda alın ve kaydı masama bırakın!” dedi. Bu söz üzerine herkes kendine gelip harekete geçti.
 
Koca bir dağın tepesinde, rüyasının peşinden koşarken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişti. Karanlık yavaşça çökmeye başlamıştı. Artık geri dönemezdi, çok ilerlemişti. O an dönüşün imkansız olduğunu anladı. Tuhaf bir halde yürümeye devam ediyordu. Durması gerekiyordu ama içindeki o güçlü ilerleme isteğine neden karşı koyamadığını bilmiyordu.

Ağaçların seyrekleştiği bir bölgeye geldi. Ağaçların arasında, büyükçe bir çember gibi boş bir alan vardı. Tıpkı yuvarlak bir futbol sahasını andırıyordu. Ortasına doğru yürürken bir yandan da etrafı dikkatle inceliyordu. Karanlık artık tamamen çökmüş, çadır kurma vakti gelmişti. Yanına aldığı çadır bu iş için yeterli olacaktı.

Açık alanın tam ortasına ilerlediğinde etraftan sesler gelmeye başladı. Sanki yerdeki kuru dallar ve yapraklar birbiri ardına kırılıyordu. Tam çemberin ortasına vardığında kalbi hızla atmaya başladı. Çeşit çeşit hayvanın ağaçların arasından çıktığını gördü. Kurtlar, ayılar, domuzlar ve başka hayvanlar… Yavaşça çemberi kapatarak ona doğru geliyorlardı. Ori, donup kalmıştı. O sırada uzaklardan bir ses ona doğru “Yerinde kal!” diye fısıldadı.

Hayvanlar yaklaştıkça ağır bir stres çökmeye başladı. Kaçacak hiçbir yeri yoktu. Her bir hayvana tek tek baktıkça içini tarifsiz bir korku kaplıyordu. Bu türlerin aynı anda bir arada olması bile normal değildi. Yaklaştıkça gözleri dikkatini çekti: koyu kırmızı bir ışıkla parlıyorlardı. Asıl korku işte o anda hayat buldu.

Ori panikle kendi etrafında dönüp durdu, fakat sakin olması gerektiğini biliyordu. Artık fazla vakti kalmamıştı. Rüyalarında gördüğü şeye ulaşamayacağını düşündü. Rüyasının peşinden gitmek onu canına mı mal olacaktı? Birden yavaşça çantasını çıkardı. Çanta yanına düştü, o ise dizlerinin üzerine çöktü. Başını öne eğdi ve kaderini beklemeye başladı.

O anda gözleri çantanın sağ cebindeki meşalelere takıldı. Kafasını hızla kaldırdı. Hayvanlar artık üç metreden bile yakındaydı. Bir anda aklında şimşekler çaktı. Meşaleyi kaptığı gibi ateşledi. Ortalık aniden aydınlanınca hayvanlar geri çekilmeye başladı. Ori de çılgınlar gibi meşaleyi sallayarak kendi etrafında dönüyordu.

Bu sırada devriye gezen jandarma, komutanına karşı dağdan bir ışık sinyali aldıklarını söyledi. Karakoldan hemen drone ile tespit talep edildi. Işık yanıyor, bir süre sonra tekrar sönüyordu. Drone süratle olay yerine gönderildi. Görüntülerde bir adam, bomboş bir alanda delirmiş gibi dönüyor, meşaleyi etrafına savuruyordu. Ne yaptığını kimse anlayamadı.

O sırada Ori son meşalesinin kaldığını fark etti. Etrafını saran hayvanlardan kurtulamayacağını anladı. Meşale yavaşça sönmeye başladığında içini karanlık bir korku kapladı. Meşale tamamen söndüğü an, her yer zifiri karanlığa gömüldü.

Drone’u izleyen askerler gördükleri karşısında donup kaldı. Çünkü meşale söner sönmez adam aniden ortadan kaybolmuştu. Eşyaları hala olduğu yerde duruyordu, ama adam yoktu. Komutanlar şaşkınlıkla birbirine bakarken aralarından bir binbaşı çıkıp, “Olayı kayda alın ve kaydı masama bırakın!” dedi. Bu söz üzerine herkes kendine gelip harekete geçti.

Gece yarısında hemen olay yerine bir ekip gönderilmesi için talimat verildi. Binbaşı, bu devriyeye özellikle katılmıştı. Askerler durumun ciddiyetini sezmişti, çünkü bir binbaşının bu saatte sahaya çıkması alışıldık bir şey değildi. Tedirgindiler ve akıllarında birçok soru vardı, fakat yine de bunun sıradan bir devriye olduğunu düşünmeye çalışıyorlardı. Binbaşı her şeyi görmüş olmasına rağmen tuhaf şekilde soğukkanlıydı. Olayı izleyen diğer komutanlara karakolda kalmaları için emir vermişti. Bu durum onun ilgisini iyice artırmıştı.

Tepenin aşağısına geldiklerinde drone onları takip ediyordu. Bundan sonrası ağaçlık olduğu için yaya devam etmek gerekiyordu. Askerler araçlardan indi. Binbaşı iner inmez telsizle yön tayin etti ve hızlı adımlarla önden ilerlemeye başladı. Askerler ise peşinden geliyordu, fakat bir gariplik olduğu açıktı. Binbaşı hiçbir önlem almadan direkt yürüyordu. Bu davranış askerlere tuhaf gelmişti ama yine de onu takip ettiler.

Binbaşı koşar adımlarla olay yerine yöneldi. Sonunda ağaçların arasından büyük, açık alanı gördü ve durup derin nefeslerle baktı. Etrafı kontrol ederken sadece dolunayın yakıcı parlaklığı ve boşluğun ortasında duran iri sırt çantası görünüyordu. Herkes tam dikkat o noktaya odaklanmışken hafif bir rüzgar esti ve ağaçlar titremeye başladı. Binbaşı ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Yaşananlara dair hiçbir fikri yoktu.

Hemen ardından askerlere alanı çevrelemeleri için emir verdi. Askerler hızlıca yayılıp pozisyon aldı. Binbaşı ise komutu verdikten sonra ağaçların arasından çıkıp merkeze doğru yürümeye başladı. Yavaş adımlarla ilerlerken etrafı kontrol ediyordu. Çantaya ulaştığında yerde kullanılmış meşale kalıntılarını fark etti. Çantayı açınca sıradan kamp malzemeleri gördü.

Başını kaldırdığı anda içini bir ürperti kapladı. Çok canlı bir ses, sanki doğrudan kulağının içine bağırır gibi “Yerinde kal!” dedi. Binbaşı refleksle silahını çekip arkasını döndü. Kimseyi göremeyince kendi etrafında bir tam tur attı. Askerlere seslendi, fakat hiçbir yanıt gelmedi. Hala nişan alır haldeydi. Yeniden bağırdı ama yine cevap yoktu.

Drone görüntülerindeki adamı hatırladı. Meşaleleri deli gibi etrafa savuruyordu. Binbaşı bunu düşünürken bir anda çevresini saran hayvanları fark etti. Ağaçların içinden çıkan hayvanlar yavaşça ona doğru yaklaşıyordu. Binbaşı paniğe kapıldı, askerlere bağırmaya ve hayvanlara nişan almaya çalıştı. Fakat onun sesi hiçbir yere ulaşmıyordu.

O sırada askerler çoktan alanın etrafını sarmış, her biri pozisyonunu almıştı. Hepsi binbaşıya bakıyordu. Ondan gelecek emri bekliyorlardı. Ancak binbaşı birden silahını doğrultup kendi etrafında dönerek nişan almaya başlayınca kimse ne olduğunu anlayamadı. Dudakları tuhaf bir şekilde hareket ediyordu. Askerler bir şeylerin ters gittiğini biliyordu, fakat ne olduğunu çözemediler.

Bir asker telsizle binbaşıya ulaşmaya çalıştı, ancak sadece şiddetli parazit sesi geliyordu. Askerler komutanlarını izlemekten başka bir şey yapamıyordu. Bu sırada karakoldan önceki drone görüntülerini izleyen başçavuş ters giden bir şeyler olduğunu anladı, olan biteni net şekilde görmüştü. Telsizle askerlere ulaşıp komutanı oradan çıkarmalarını emretti. Dört asker hemen harekete geçmek için doğruldu.

Tam o anda silah patladı. Askerler yeniden yere yattı. Binbaşı, elindeki tabancayla etrafa rastgele ateş ediyordu. Herkes şok içindeydi. Komutanlarına karşı silah doğrultup doğrultmamaları gerektiğini bilemiyorlardı. İki asker havaya ateş ederek onu durdurmaya çalıştı, fakat binbaşı mermilerini etrafa saçmaya devam etti.

Son mermi de boşluğa karışınca silah sustu. Ortaya ağır bir sessizlik çöktü. Askerler temkinli bir şekilde başlarını kaldırıp komutanlarına baktı. O saniye içinde, binbaşı bir gölge gibi titreşti ve gözlerinin önünde yok oldu. Askerler donup kaldı. Ne bir nefes alabildiler ne de bir kelime çıkarabildiler. Sanki zaman kısa bir anlığına durdu. Ardından, yavaş ve tedirgin hareketlerle ayağa kalktılar. Hepsi aynı noktaya, binbaşının kaybolduğu o boşluğa bakıyordu.

Derken tiz bir ses telsizde yankılandı:

“Asker, geri çekil! Asker, geri çekil!”
 
Geri
Üst