Eflatun ( Platon ) Dönemi -1-

aNAkSaRatE

Banlı Kullanıcı
Katılım
4 Tem 2018
Mesajlar
426
Tepkime puanı
1,720
M.Ö. 427'de Atinada doğan Eflatun, gençliğinde Sokrat'ın öğrencisi oldu. Bir süre Delf'teki Apollon Mabedi'nde bulundu. Gençlerin kafasını karıştırdığı iddiasıyla ölüm cezasına çarptırılan Sokrat'ın ölümünden sonra "O'nun hakikati ifade edişindeki zorluğu şimdi daha iyi anladım" diyerek ülkesini terketti.

Bu süre içinde Anadolu'nun muhtelif yörelerinde bulunan filozof ve inisiyelerin derslerini izledi. Daha sonra Anadolu'dan Mısır'a geçti ve İsis İnisiyasyonu'na dahil olmayı başardı. Fakat bu inisiyasyonun son aşamasına kadar gelemedi. Zaten Mısır'da kaldığı süre dikkate alındığında ve bu süre Örfe ve Fisagor'la karşılaştırıldığında bunun böyle olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır.

Mısır'dan ayrıldıktan sonra Güney İtalya'da küçük gruplar halinde faaliyetlerine devam eden Fisagorcularla irtibata girdi.

Ülkesini terkettikten sonraki tüm bu faaliyetlerinin toplam süresi 12 yıldır. Ki bunun sadece belli bir bölümünün Mısır mabetlerinde geçtiği göz önüne alındığında, Mısır'daki eğitiminin ne kadar kısa sürdüğü hemen ortaya çıkmaktadır.

12 yıl sonra Yunanistan'a tekrar geri döndüğünde Akademi (Academia) ismiyle bilinen ünlü okulunu kurdu. Ünlü okulunu diyoruz çünkü gerçekten de bu kurmuş olduğu okulu, tam 900 yıldan fazla bir süre varlığını sürdürebilmiştir. Bu diğer okulların varlıklarıyla kıyaslandığında oldukça uzun bir süredir.

Edindiği ezoterik kültürün halka açıklanamayacak kısmını "Elözis Misterleri" adı altında oluşturduğu inisiyatik okulda, buna karşılık halka açıklanabilecek kısmını ise "Diyologlar" adı verilen yazdığı kitaplarla paylaşmıştır.


Yazdığı kitaplarda inisiyatik eğitimin önemini, semboller kullanarak anlatmaktan da geri kalmamıştır. Örneğin "Mağara'dan Çıkış Öyküsü" bunlardan bir tanesidir:

Hikayeleştirilmiş bir üslupla dile getirdiği öyküsünde, mağaranın girişine sırtı dönük duran ve zincire vurulmuş bir insandan söz etmektedir. Ve bu insanın gördükleri, mağaranın dışındakilerin mağaranın duvarına yansıyan gölgelerden ibarettir. Bu, dünyada kapalı şuurla yaşayan ve gerçeklerle temasa geçemeyen insanın sembolüdür. İlüzyondan kendisini kurtaramayan yani yanılgılar içinde bocalayan insanın tarifini bu şekilde yapmıştır. Buna karşılık hikayesinde bir başka insandan daha söz etmektedir. Bu insan zincirlerini kırmış ve mağaranın dışına çıkarak güneş ışığına kavuşabilmiştir.


Burada sözünü ettiği sembol ise, inisiye olmuş, uyanmış ve gerçeklerle yüzyüze gelebilmiş insanı tarif etmektedir. O, artık gölgeleri değil, eskiden gördüğü gölgelerin sahiplerini görmeye başlamıştır.

Eflatun "gölgeler" ve "gölgelerin sahipleri" sembolüyle, uyanmanın nasıl bir şey olduğunu burada çok güzel ifade etmiştir. Bu sembolik tasvir aynı zamanda uyuyan insanın da dünyayı nasıl algıladığını göstermesi bakımından bizlere güzel bir fikir vermektedir.


Bu sembol günümüze de ışık tutması bakımından önemlidir. Şu anda gerçekten de insanlık ailesi olarak büyük bir çoğunlukla bu şekilde yaşamaktayız. İşin ilginç tarafı, aynen Eflatun'un söylemiş olduğu gibi, gördüğümüz gölgelerin gölgeler olduğunu dahi anlayamıyoruz. Bu tüm algılayışımızı etkiliyor. Kendimizi, çevremizi, dünyayı, evreni kısacası tüm varoluşu hep gölgeleri takip ederek algılamaya çalışıyoruz


Narsis Mitosu

Etlatun halka açık öğretisinde bunları söylerken kendi okulunda öğrencilerine insanın kökeni ile ilgili önemli bilgiler aktarmaktaydı. İnsanın kökeniyle ilgili anlattıklarından bir kısmı daha sonraları Yunan Mitolojisi'ne girmiş olan Narsis Mitosu'dur.

Bu mitos uykuda olan insanın uyanması için ihtiyacı olan gücü kendi içinde barındırdığını anlatması bakımından önemlidir. Ama ne ilginçtir ki, bu mitos da uykuda olan insanlarca anlaşılamadığı için, bu mitosta geçen Narsis'in egoist insanın sembolü olduğu zannedilmiştir!...

Kahin Tiresias, Narsis'in ana babasına, onun kendi kendisini görmediği müddetçe uzun yıllar yaşayacağını bildirmişti. Efsane bize onun harikulade bir yakışıklılıkta olduğunu söyler.

Korularda dolaştığı bir gün, su birikintisine dökülen bir kaynağın yanı başına geldi. Su birikintisine doğru eğildi ve suda kendi yüzünü gördü. Yansıyan bu çehreye hemen oracıkta aşık oldu. Kendsini bu seyirden bir türlü ayıramadı . Giderek hissisleşti, hareket edemez bir hale girdi. Sonunda bulunduğu yerde kök salarak kendi ismini taşıyan Nergis çiçeğine dönüştü.

Narsis'in kendisine aşık olması, kendisini beğendiği anlamına gelmemektedir. Burada fizik değil, fizik ötesi bir durum söz konusuydu... Efsanede Narsis bu olayı bir su birikintisinde yaşamıştı. Buraya dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Suya bakmak daha doğrusu suya konsantre olmak duru-görü yeteneğini harekete geçirmek için kullanılan yöntemlerden biridir. Bu, çok eskiden beri uygulanan bir tekniktir. Konsantrasyon araçlarından biri olan suya bakarak kehanette bulunmak, hemen hemen bütün toplumların geleneksel bilgilerinde mevcuttur. Günümüzde hâlâ görücü medyumların bir kısmı, durugörü yeteneğini harekete geçirebilmek için bir bardağın ya da bir tasın içindeki suya bakarlar.

Narsis'in üzerine eğilip baktığı su birikintisi de onun durugörü yeteneğini harekete geçirmişti... Suda gördüğü kendi yüzü değil, kalpteki Tanrı Diyonizos'un çehresiydi. Efsanede olduğu yerde hareketsiz kaldığının söylenmesi, durugörü yeteneğinin devreye girdiği andaki yoğun konsantrasyonunu ifade eder.


Yaşadığı büyük cezbe ve aşk, gördüğü mükemmelliyeti ifade eder. Görmüş olduğu Diyonizos ise, kendi ilâhi benliğinden başkası değildi. Böylelikle en büyük sırrın kendi içinde saklı olduğunu farketmişti... O andan itibaren büyük bir değişim içine girdiğini, yine efsanede anlatılan çiçeğe dönüşme motifinden anlamaktayız.

Diyonizos Sırları'nın altında yatan gerçek de işte bu efsanede aktarılan gizli bilgiye dayanmaktadır. Orfe'nin ve daha sonra da Fisagor'un peşinde koştuğu ana bilgi işte buydu: Kalplerde gizlenmiş olan Diyonizos'u uyandırmak...

Yunan Mitolojisi'ne Eflatun vasıtasıyla girmiş olan Narsis Efsanesi'nin perde arkasında işte böyle bir ezoterik bilgi vardır. Yunan Mitolojisi'nde kalpte uyuyan Tanrı Diyonizos'un Mısır Mitolojisi'ndeki karşılığı Horus'tur. Yunan'da Diyonizos, Mısır'da ise Horus sembolleri, insanın içindeki ilâhi gücün ve insanın ilâhi bir kökene sahip olduğunun mitolojik anlatımlarıdır. Yani İnisiyasyonda ortaya çıkartılması hedeflenen insanın içindeki ilâhi gücün mitolojilerdeki yansımalandır.

Bu sırrın İslâm Felsefesi'nde de dile getirilmiş olduğunu yurtdışındaki bazı yazarlar da farketmişlerdir. Örneğin, ünlü ezoterizm araştırmacısı Frithjof Schuon kalpteki Tanrı sembolünün İslâm Felsefesi içinde de bulunduğunu şu sözlerle dile getirmiştir:

"Yere, göğe sığmam da, mümin kulumun kalbine sığarım" şeklindeki Hadis-i Kutsi işte bu husus dile getirmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de de "Biz size şah damarınızdan da yakınız" ayetiyle bu konuya yer verilmiştir.

* Eflatun'un Felsefesi *

Eflatun kendisinden sonraki birçok felsefi akıma yön verdiği için Eflatun'un inisiyatik öğretisine ait bilgiler çoğunlukla "Eflatun Felsefesi" adı altında değerlendirilmiştir. Ancak bu bilgilerin halka açık olan bölümle ilgili bilgiler olduğunu göz önünde tutmak gerekir. Halka açıklanabilecek bilgileri ele aldığı kitaplarının büyük bir bölümü günümüzde çeşitli dillere çevrilerek yayınlanmış durumdadır.

Eflatun ruhun tekrar bedenlenmesi ve ruhsal tekamül konularına "Le Banquet" ve "Fedon" isimli yapıtlarında yer vermiştir.

İnsanın Dünya'ya doğuşu ile ilgili felsefi yorumunu bir benzetmeyle şöyle anlatmıştır: "İnsanın Dünya'ya gelişi, dalganın kıyıya vurması gibidir. Gelir ve geri döner."

Atlantis hakkında ilk kez bir kitap yazan kişi olarak da Eflatun tarihe geçmiştir. Mısır'da öğrendiği ve o dönem için bir sır olarak saklanan bu konu hakkında ilk kez bir inisiye bu kadar açık bilgiler vermiştir.

Ancak tüm araştırmacıların üzerinde birleştiği gibi Atlantis hakkındaki bu anlattıkları, Mısır'da kendisinin öğrenmesine izin verilen kadarıyla kısıtlıdır. Büyük bir ihtimalle Eflatun'un bazı sırları açıklayabileceği kaygısıyla daha fazla bilgi kendisine verilmemiş olabilir. Eğer bu konuda daha ayrıntılı bilgi kendisine verilmişse de, o dış halkaya açıklanmasında sakınca olmayan kısmını açıklamıştır.

Ancak birçok araştırmacı, Eflatun'un Mısır İnisiyasyonu'nun sonuna kadar gelemediği için bu konuda da birçok sırrın kendisinden Mısırlı rahiplerce saklanmış olabileceği ihtimali üzerinde birleşmişlerdir. Bizim de kanımızca sadece bu konuyla ilgili değil, daha pek çok sır kendisine açıklanmamıştır. Edindiği bilgilerin büyük bir bölümünü Fisagorculardan aldığını tahmin etmekteyiz. Zaten Fisagorcular'dan en fazla etkilenen filozofların başında Eflatun'un sayılması da bunun bir göstergesidir.

Tabii şunu da vurgulamak gerekir ki, bir bilginin nereden edinildiğinin hiç bir önemi yoktur. Yeter ki, o bilgiye ulaşılabilmiş olsun. İster Mısırlı rahiplerden, ister Fisagorcular'dan...

Eflatun'un dünya üzerinde en çok okunan kitabı "Devlet" olmuştur. Bu konuyla ilgili bilgilerini de Eflatun Fisagorcular'dan almış ve bunu kendi tarzında yeniden yorumlamıştır. Ama bu meselenin özü öncelikle Mısır'a ve sonra da sırasıyla Orfe ve Fisagor'a kadar uzanır.

"Devlet" isimli kitabının ana konusu, dünya üzerinde uygulanabilecek ideal yönetim biçimiyle ilgilidir Bu yönetim biçiminin temeli, devleti ve vatandaşları yönetecek kişilerin mutlak surette inisiyatik bilgilere sahip olması gerektiği fikrine dayanır.

Bunu için de genç kızların ve genç erkeklerin küçük yaştan itibaren devlet tarafından iyi bir eğitimden geçirildikten sonra, bunlar arasında başarılı olanların seçilip ezoterik öğretiyle donatılması gerektiğini ayrıntılarıyla anlattıktan sonra, bu yetişen kişiler arasından yöneticilerin seçilmesi gerektiğini açıklar.

Eflatun bu konuda ilginç bir fikre daha sahiptir. Bu fikri yönetici sınıfın ülke yönetiminde bir rant elde etmesini önlemeye yöneliktir. Bu yöneticilerin kesinlikle özel toprakları, kendisine ait evleri ve altınlarının olmaması gerektiğini, sadece geçinebilecekleri kadar sabit bir maaşın bu kişilere bağlanması gerektiğini söyler. Bu konuda o kadar ince düşünmüştür ki, bu kişilerin kendi çoluk çocuğuna bir ayrıcalık sağlayabilme ihtimaline karşı, üst düzey yöneticilerin mümkünse evli olmayanlar arasından seçilmesinin daha da iyi sonuçlar getireceğini de ileri sürer.

Adalet ve fırsat eşitliği konusunda hayli titiz davranan Eflatun, bu özelliğini bu konuda da son derece radikal bir şekilde ortaya koymuştur.

- Alıntı -
 

Impulse

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Tem 2019
Mesajlar
325
Tepkime puanı
340
Çok güzel bir yazı, akıcı ve de açıklayıcı. Geniş perspektiften ele alınmış. Yalnız şu düşünce bana çok ütopik geldi.
Ancak tüm araştırmacıların üzerinde birleştiği gibi Atlantis hakkındaki bu anlattıkları, Mısır'da kendisinin öğrenmesine izin verilen kadarıyla kısıtlıdır. Büyük bir ihtimalle Eflatun'un bazı sırları açıklayabileceği kaygısıyla daha fazla bilgi kendisine verilmemiş olabilir. Eğer bu konuda daha ayrıntılı bilgi kendisine verilmişse de, o dış halkaya açıklanmasında sakınca olmayan kısmını açıklamıştır.
Eflatun gibi bir bilgeden açıklama kaygısıyla bir şeyin saklanma ihtimalini çocuk avuntusuna benzettim.
Atlantis diye bir yeraltı kıtasının varlığı düşüncesi arayışta olan, ezoterizme meraklı kimselerin dayanıp güç aldığı büyük bir haz ve motivasyon kaynağından ibaret.

Mutlu edecekse inanmanın bir zarar yok ama insanlar kendilerini avutmakla kalmayıp başkalarını avutmaya başladıklarında bu büyük bir handikapa dönüşüyor. : )
 

aNAkSaRatE

Banlı Kullanıcı
Katılım
4 Tem 2018
Mesajlar
426
Tepkime puanı
1,720
Eflatun gibi bir bilgeden açıklama kaygısıyla bir şeyin saklanma ihtimalini çocuk avuntusuna benzettim.

1. Yazı genelinde bu durum ; İsis inisiyasyonu'nun son aşamasına gelememesi olarak görülüyor.
2. Dönemimizde bilge.. Geçmiş dönemde aldığı eğitim ve bulunduğu zaman dilimi görüş farkı yaratabilir. Neticede ; Lisans ve Yüksek Lisans çağımızda da belirgin fark yaratıyor.


Atlantis diye bir yeraltı kıtasının varlığı düşüncesi arayışta olan, ezoterizme meraklı kimselerin dayanıp güç aldığı büyük bir haz ve motivasyon kaynağından ibaret.

Mutlu edecekse inanmanın bir zarar yok ama insanlar kendilerini avutmakla kalmayıp başkalarını avutmaya başladıklarında bu büyük bir handikapa dönüşüyor. : )

İnsanlık tarihi 3-5 bin yıl ile sınırlı olsaydı haklı olduğunuzu savunurdum.
Fakat 100 bin yıl ve üzeri söz konusu olduğunda ; Var olma olasılığı, olmama olasılığından yüksek görünüyor..
 
Üst