cenabetbakire
Banlı Kullanıcı
Merhaba arkadaşlar ben Ahmad. İranlıyım ve 36 yaşındayım. dedemden gelen soy havas ilmine ashıp, metafizik ve vefk uzmanı. Ve zamanla bende bu özellikleri almış bulundum. Bugün sizlere; havas ilmine nasıl girdiğimden ilk cin hapsedişime.
ilk girdiğim ilişkiden, kara büyü yüzünden hayatını kaybeden insanlara kadar herşeyi detaylarına kadar anlatıcam.
inanmayanlar için büyü kitalarım
Eğer istek gelirse, başlık altında part part yayınlayacağım. Sağlıcakla Kalın.
güneşin kumsalı kavurduğu, dalgaların kayaları dövdüğü rüzgarlı bir yaz günü.
ayıklıdan gelen rüzgar , uçurtmamın köy merkezindeki evimimiz terasından gözrünmesini sağlıyordu.
uçurtmayı uçurduğum her gün, köydeki herkesin göklerdeki altıgene nasıl hakim olduğunu düşündüğünü hayel ederdim.
o zamanlar yalnız olduğumda dahi birilerinin beni izlediğini hissedebiliyordum.
yaz tatilini köyde geçirirdik. evimiz büyük bir arazi üzerine kuruluydu. üç katlı ev, 70 büyük başın sığabileceği ahır , 4 zeytin mahseni ve bir dönüm tarla.
tarlanın etrafı tel örgüyle çevriliydi. el yapımı kapısı açıldığında sağda yan yana iki nar ağacı, ilersinde mahsulleri sulamak için su kuyusu, kuyunun hemen başında büyük bir erik ağacı, kuyunun diğer tarafında ise , köyde ölen hayvanların mezarlığı vardı. yanıbaşındada bir incir ağacı.
dedeni o zamanlar doktor olarak bilirdim. eve sürekli çevre köylerden hastalar gelirdi. rüzgarın esmediği bunaltıcı günlerde, ya denize, yada tarladaki kuyunun başına giderdim. altis adında bir kaplumbağam vardı. yine o kuyudan yakalamış tekrar oraya salmıştım. bütün günümü onu arayarak geçirir, ya bir yada hiç görmezdim.
yaşım ilerledikçe incir ağacının çevresinde rahatsız edici sesler duymaya başladım.
sabah traktör sesine uyanmıştım. römorkun içinde mide kısmı oyulmuş dört inek yatıyordu. ölen inekleri tarladaki mezarlığına gömdüler. o günün unutamadığım en renki kısmı dedemin " zamanı geldi" dediği andı. inekleri gömülürken gördükten sonra altisi görmeye gittiğim zamanlarda duyduğum sesler artık beni rahatsız etmekten çok korkutuyordu.
duyduğum şeyler fısıldayan bir insan gibiydi. incir ağacına yaklaştığımda kısa boylu biriyle karşılaştım. ayakları zincirle bağlıydı. sağ gözü oyulmuş, yarı çığlaktı. altında sadece yırtık bir pantalon vardı.
yardım ister gibi bakıyordu. ayağındaki zinciri bana işaret etti. yumruğunu sıktığı ellerini birleştirip aynı anda birini sağa birini sola çekti. onu zincirden kurtarmamı istiyordu. acı çektiği her halinden belliydi. zincirin ayaklarını hapsettiği yuvarlak demirini iki elimde tuttum. çekmeye çalıştım. gücüm zincir karşısında etkisiz kalıyordu. etrafta anahtar aramaya başladım. bir an kuyuda olabileceğini düşündüm. baktım, baktım bulamadım. çaresiz kalmıştım. hatta ondan bile daha çaresizdim. ilk defa konuşmuştu.
"anahtarları bul"
içimi korku kaplamıştı. anahtarlar dışında hiç birşey düşünemiyordum. gidip eve bakmaktan başka çarem yoktu. onu orda bırakıp koşarak eve gittim.
alt katta yine bir sürü insan vardı. arka kapıdan üst kata çıktım. kardeşim uyuyordu. yanındada kimse yoktu. anahtarların olduğu çekmeceyi açtım. ne kadar anahtar varsa yanıma alıp incir ağaçının yanına gittim. beni tekrar görünce çocuk gibi sevinmişti. elleriyle beni çağırıyordu. artık yanında olmak beni korkutmuyordu.
"aldım geldim. seni kurtarıcam "dedim.
cevap vermedi. sadece ayağındaki zincire bakıyordu. anahtarların hepsini tek tek denedim. hiçbiri onu ordan kurtaramadı. yüzüme bakıyordu.
o sun. değil mi? dedi.
sesi beni korkutuyordu. kimdim ben. yada o kimden bahsediyordu.
evet, evet osun. ilyasın torunu. dedi. tiksinirmiş gibi yüzüme baktı. ellerimi sıkıca tutup anahtaları aldı. tekrar tekrar denedi. açamadı.
"git burdan git" diye bağırıyordu. anahtarları orda bırakarak eve kaçtım. kimdi o, neden ordaydı diye düşünmeden de edemiyordum.
daha güneş batmadan babam ayıklıdaki karpuzları sulamaya giderdi. ara sıra yanında benide götürürdü. yol üzerindeki çeşmeden depoya su doldurduk. karpuz tarlasına giderken babam traktörü kullanmam için beni koltuğa oturttu. el gazını ayalardı. yavaş yavaş tarlaya gittik. karpuzları suladık, eve döndüğümüzde annem evin bahçesindeki tarladan dönüyordu. bir elinde içi mahsul dolu kova diğer elinde anahtarlar vardı.
"oğlum sen mi oynadın ahahtarlarla" dedi.
herşeyi anlattım. babam tarlaya girmemi yasakladı. o gece, yemekten sonra babam bana abdest aldırdı. dedemin yanına gittik.
daha önce görmediğim yaşlı bir kadın dedemin yanında oturuyordu. etrafta bir sürü kitap , tılsım ve değişik semboller vardı. kadın uzun uzun baktıktan sonra bir iç çekerek gülümsedi
"gel evladım, gel koca oğlanım" dedi.
ellerimi tuttu. söylediklerini tekrar ettirdi. ve hiç konuşmadan gitti. dedem elime bir kalem birde kağıt verdi. daha önce çizilmiş sembolleri boş kağıda çizmemi istedi. ufak kağıt parçasında yazılı olan şeyleri okuttu. tam iki hafta boyunca kimse ne anahtardan nede incir ağacındaki ağzına dahi almadı. günlerce dedemden arapça dersi alıp dualar ezberledim.
dedem yaşlı kadından el aldığımı söyledi. temriye ile havas ilmine giriş yapmıştım.
arapçayı okuyabilcek seviyeye geldiğimde, dedem herşeyi anlatmaya başladı. önceleri doktor olarak bildiğim dedemin büyüyle uğraştığını öğrenmiştim. içim korku, heyecan ve endişe kaplıydı. herşeyi yavaş yavaş öğreniyordum.
abdest alıp kuyunun ordaki incir ağacının yanına gittik.
"görebiliyor musun" diye sordu dedem.
ağacın altında hiç birşey yoktu. gerçekten kimseyi göremiyordum.
"hayır. yok kimse yok" dedim.
gülümsedi. arapça dualar okuyup yanındaki torbadan çıkardığı bir kavanoz dolusu böceği toprağa bıraktı. birkaç dakika sonra yeniden ayağı zincirli şeyi görmeye başladım. yüzünde endişe hakimdi, korku dolu gözüyle dedeme bakıyordu.
"şimdi? şimdi görüyor musun "
" evet dedim , evet dede görüyorum".
babam geldi. elinde başka bir kitapla. yanıma yaklaştı.
"senin oğlum bu, senin. kontrol etmeyi öğrendiğinde serbest bırakıcaz" dedi.
sevinmiştim. incir koparıp ona verdim. ağzını sıktı. yemek istemiyordu. ısrar etmedim. dedeme baktım, inciri elimden aldı. başımı okşadı.
beyler bir kaç yazı sonra güçsüz bir cinin musallat olduğu kızın tedavisini anlatıcam. okuyan yoksa, akşam anlatıcam.
tasvirler gerçekten beni etkiliyor. rahatsız ediyorlar. eğer okuyan varsa, en azından çekiceğim zorluğun değdiğini bileyim
"ona birşey vermene gerek yok, istemen yeterli" dedi.
anahtarı istedim. onu serbest bırakmak istiyordum. o heyecanla babamın mont ceplerine ellerimi daldırdım. her yerde anahtarı aradım. babamın yanında taşıdığını düşünüyordum ,yoktu. dedem kolumdan tutup yanına çekti.
"hazır olduğunda onu tutan bir zincir, onu görmediğin bir an dahi olmucak, bugunluk bu kadarı kafi"
diyip beni tekrardan eve çıkardılar. o gece kuran değil kenzülün el yazması havas kitabını getirmişti dedem. doğum tarihi, doğum saatimi bir kağıda yazıp evi kağıda nakşetti. çizdiği kağıdın her yerine arapça vefkler yazdı.
bana bakarak gülümsedi. mutluluğu gözlerinden okunuyordu.
"bu kadarınıda beklemiyordum kerata" diyip havastan ilk dersimi verdi.
o gece cüzzamlı bir hasta tedavisini öğrendim. havasın sadece iyileştirici yönlerinin olduğunu düşünmeye başlamıştım. o gece beni erken yatırdılar. haftalar sonra ilk defa hasta kabul etmişlerdi. onun tedavisinde bende odada bulunacaktım. incir ağacının altındakiyle oynadığım oyunları, uçurduğum uçurtmaları hayal ederek uykuya daldım.
sabah ezanıyla beraber uyanmıştık. dedem hazırlıklar yapıyordu. babam siyah kaplı bir defter arasından bir sayfa koparıp, katladıktan sonra boynuma astı.
köşedeki kanepede annemin yanına oturdum. 20li yaşlarda bir bayan, yanında ailesi ile içeri girdiler. ve arkalarında hiç unutmadığım, simsiyah saçları dizine kadar uzanan, oddaki herkesten uzun simsiyah elbisesiyle biri girdi. kapı eşiğinde bekliyordu. dedemle gözgöze geldiklerini gördüm. ben dedem ve babamdan başka kimse onu görmüyordu.
kız günlerdir kendisini odasına kapamış, yıkanmaktan korkan , yemeklerden tiksinen bir hale geldiğini anlattı ailesi. birkaç kere kendisini öldürmeye çalıştığını, ev içinde duvara yansıyan gölgesiyle konuştuğunu söylediler.
dedem ayağı kalktığında kapı eşiğindeki siyahlı adamda yürümeye başladı. aynı anda kızın başına elini koydular. dedem arapça konuşuyordu. odadakiler kıza dua ettiklerini sanıyordu , ama ben siyahlı adamla konuştuğuna emindim. dedem kızın başını sabit tutuyordu, siyahlı adam kızın göz hizasında eğilip kız ile göz göze geldi. o andan itibaren kızda korku belirtileri başlamıştı.
hayvan mezarlığından duyduğum fısıltıları tekrar duyuyordum. kızın korkulu tavırları benimde korkmamı sağlamıştı. siyahlı adam kızın gözbebeklerinden eliyle birşeyleri çekerek dışarı çıkardığında kız çığlıklar atmaya başladı. gözlerinden kan akıyordu.
odadaki herkes gelen kanın kendiliğinden geldiğini düşündüğüne emindim. dedem sürekli birşeyler söylüyordu. evdekiler tedirgin şekilde olan biteni izliyordu. kız ayağı kalmayı denedi. başını öne eğip kafasını sallıyordu. siyahlı adamın gözlerden çıkardığı şeyi odaya saldı.
el büyüklüğünde bir ışıltının odadaki mumun duvara yansıyan gölgesine karıştığını gördüm. gölge hareket etmeye başlamıştı. odadakiler dahi olanları görebiliyordu. kontrolü kaybettiğini düşünüyorduk.
dedem kızın yanından uzaklaştı. siyahlı adam merdivenlerden üst kata çıktı.
babam elinde uzun bir sopayla havas kitabındaki sayfayı okumaya başladı. mumun sallanıyordu. zamanla ışığını kaybetti. bir süre sonra söndüğünde odada hareket halinde hiç bir gölge kalmadı. dedem, kıza bir yudum okunmuş su içirerek tedaviyi tamamladı. hasta suyu içtikten sonra bir tutam kanlı saç kustu.
hiç konuşmadan ayağı kalktı. annesinin yanına gitti ve karnının aç olduğunu söyledi.
annem yan odadaki leğenden iki tane cevizli lokum 5 zeytin ve yarım domates getirdi. renki olarak hatırladığım olaylardan biri.
hasta karnını doyururken siyahlı adam tekrar kapı eşiğinde belirdi. saçlarından tuttuğu bir varlık vardı. incir ağacının altında gördüğümden daha iri, gözleri sağlamdı. ayakları gözlerinin baktığı yere göre tersti. dedeme onu gösteriyordu. ne yapması gerektiğini soruyordu.
dedem boş bir kağıda vefkler yazdıktan sonra ,ayakkabı derisine kağıdı sardı. ipe geçirdikten sonra kızın boynuna astı. dua okuduğunu odadaki herkese inandırmıştı.
siyahlı adamla konuştuğuna o an yemin edebilirdim. dedem yerine oturur oturmaz siyahlı adam elinde tuttuğu uzun saçlı varlıkla ön kapıdan çıktı. bahçedeki tarlaya doğru ilerledi.
babam siyahlı adamı görebildiğmi farketmişti. kolumdan tutarak yan odaya götürdü. ne gördüğü mü sordu.
gördüklerimin hepsini anlattım.
" hastalar gittikten sonra dedenede anlatırsın" dedi. gözlerimdeki korkuyu anlamış olmalı ki, ellerimden tutarak
"biz burdayken dünya üzerinde hiç birşeyden korkmana gerek yok" dedi.
beraber odaya geri döndük.
odaya girdiğimde kız konuşmaya başlamıştı.
ailesi alışverişe çıktığında yemek hazırlamak için mutfağa giriyor. lavaboda sabah kahvaltısından birikmiş bir sürü bulaşık. yıkamaya üşeniyor ve o bulaşıkların
üzerine makarna suyunu süzüyor. o sırada lavaboda oynamakta olan -3 harfli- nin çocuklarından biri haşlanarak hayatını kaybediyor. intikam almak için kızın bedenine sahip oluyor.
dedem olayları dinledikten sonra cin ailesnin diğer fertlerinden zarar gelmemesi için vefklerle donattığı bir muska daha hazırladı. yavaş yavaş katlayarak dua okumaya başladı. siyahlı adam dedemin yanında belirdi. muskaya el sürerek odadan çıktı.
toprağa gömmeleri için aileye verdi. onları öğle yemeğine kadar ağırladık. zaman geçtikçe kız eski haline dönmüştü. hayır duaları alıp aileyi uğurladık.
dedem yanıma gelip ne gördüğümü sordu. gördüğüm her şeyi, siyahlı adamın elinde tuttuğu uzun saçlı varlığa kadar anlattım. babama bakarak
" vakti geldi" dedi.
babamla incir ağacının altına indik.
"görüyor musun?" diye sordu. içimi korku değil, bir mutluluk kapalmıştı.
" görüyorum evet görüyorum, ikisini birden görüyorum" dedim. gözlerimi tek gözlü olandan ayıramıyordum.
"göz perdelerin açıldı oğlum, artık tam zamanı" dedi.
ayakları ters olanın , ilk gördüğümden çok daha büyük olduğunu görebiliyordum. uzun saçları bel hizasındaydı. altında yırtık olmayan bir pantalon üstünde ise deri bir kıyafet vardı. kolları ve ayakları çok ince, tırnakları uzun ve gittikçe kalınlaşıyordu.
ağlıyordu. eline toprağı alıp sıktı. babama dönerek
"kader değiştirdiniz, kaderiniz değişicek" dedi.
çıkardığı ses beni korkutmaya yetmişti. babamın elinden tutup beline yaslandım. o şekilde eve kadar yürüdük.
akşam yemeğine kadar terasta uçurtma uçurdum. kurduğum hayallerle yaşıyordum o dakikalarda. ne zaman serbest kalıcaktı acaba? ya şimdi kalsaydı. koşmam için uçurtmayı elleriyle tutabilir miydi? hayal kurması bile beni mutlu ediyordu.
ön cepheden bakıldığında tarla, kuyu ve incir ağacı görülüyordu. sürekli oraya bakıyordum el yapımı kapıdan çıkıpta gelir mi acaba diye. bu uzaklıktan ayaklarındaki zincirleri seçemiyordum.
güneşin batımıyla ayıklıdan gelen rüzgar güçünü kazanmıştı. 15 metrelik teras ipimi sonuna kadar salmıştım. elimle çekiştirerek dengesini sağlıyordum. acaba o görüyor mu diye düşünüyordum. görüpte oda aynı hayalleri kuruyor mu.
hayaller dünyasına daldığım o sıralarda, bacadan siyahlı adamın yanıma geldiğini gördüm. tek başımaydım. korkudan uçurtma ipini bıraktım. kımıldayamıyordum. ayağım kalkmıyor, başım dahi dönmüyordu. sadece göz bebeklerimle etrafa bakabiliyordum
sağ kolum havada kalmıştı. uçurtmamın yan komşumuzun çatısında parçalandığını görüyordum. kalp atışlarım hızlanmış korkudan dudaklarım morarmıştı. başıma elini koyarak bana baktı. gözlerine baktığımda, bir santimlik alandan kendimi tam boy olarak görüyordum.
elini başımdan çektiğinde tekrar hareket etmeye başlamıştım. sağ elim bir anda düştü. ayaklarım beni taşıyamıyacak güçteydi. ilk adımımda dizimin üstünde ayakta kalabildim. yerden destek alarak ayağı kalktım. damarlarım kaşınıyordu.
üç katı duvardan destek alarak indim. siyahlı adam kapının eşiğinden bana bakıyordu. arkalarında dedem ve babam ayakta durmuşlar beni bekliyorlardı.
"korkma oğlum, bundan daha büyük bir korku yaşamıyacaksın" dedi babam
kanepeye yatırdılar. dedem başımı okşayıp
"güçlü oğlum benim, torunum " dedi. eğilip alnımdan öptü.
"işte şimdi, işte şimdi vakit tamamdır" dedi.
korkmalı mıydım, yoka ne yapmalıydım bilmiyordum. tek bildiğim yaşadığım o kısa anların gerçekliğiydi. yattığım yerden gökyüzüne bakıyordum. günler önce , bu gökyüzüne baktığımda uçurtmamın hayalini kuran ben, şimdi tek hayalimin incir ağacında zincirlenmiş olarak beni beklediğiydi.
vakit tamamdı. ama o , o hala zincirliydi. ve yanında zincirli bir başkası vardı. korkuyormuydu acaba. babama onu görmek istediğimi söyledim.
bahçeye indiğimizde hayvan mezarlığının başında siyahlı adamı gördüm. eğilerek bir tutam toprağı avuçladı. sıktığı avcunu açıp toprağa baktı. arkasını dönerek elindekilerin hepisini yere fırlattı. hızla yan tarlaya dalıp gözden kayboldu. siyahlı adam gider gitmez onun, tek gözlünün yanına gittim.
"bir isim koymalısın" dedi babam.
gözgöze gelmiştik. yanına yaklaşıp eğildim. zincirli ayaklarındaki toprakları temizledim. zayıf kollarından tutarak adını sordum.
ilk girdiğim ilişkiden, kara büyü yüzünden hayatını kaybeden insanlara kadar herşeyi detaylarına kadar anlatıcam.
inanmayanlar için büyü kitalarım
Eğer istek gelirse, başlık altında part part yayınlayacağım. Sağlıcakla Kalın.
güneşin kumsalı kavurduğu, dalgaların kayaları dövdüğü rüzgarlı bir yaz günü.
ayıklıdan gelen rüzgar , uçurtmamın köy merkezindeki evimimiz terasından gözrünmesini sağlıyordu.
uçurtmayı uçurduğum her gün, köydeki herkesin göklerdeki altıgene nasıl hakim olduğunu düşündüğünü hayel ederdim.
o zamanlar yalnız olduğumda dahi birilerinin beni izlediğini hissedebiliyordum.
yaz tatilini köyde geçirirdik. evimiz büyük bir arazi üzerine kuruluydu. üç katlı ev, 70 büyük başın sığabileceği ahır , 4 zeytin mahseni ve bir dönüm tarla.
tarlanın etrafı tel örgüyle çevriliydi. el yapımı kapısı açıldığında sağda yan yana iki nar ağacı, ilersinde mahsulleri sulamak için su kuyusu, kuyunun hemen başında büyük bir erik ağacı, kuyunun diğer tarafında ise , köyde ölen hayvanların mezarlığı vardı. yanıbaşındada bir incir ağacı.
dedeni o zamanlar doktor olarak bilirdim. eve sürekli çevre köylerden hastalar gelirdi. rüzgarın esmediği bunaltıcı günlerde, ya denize, yada tarladaki kuyunun başına giderdim. altis adında bir kaplumbağam vardı. yine o kuyudan yakalamış tekrar oraya salmıştım. bütün günümü onu arayarak geçirir, ya bir yada hiç görmezdim.
yaşım ilerledikçe incir ağacının çevresinde rahatsız edici sesler duymaya başladım.
sabah traktör sesine uyanmıştım. römorkun içinde mide kısmı oyulmuş dört inek yatıyordu. ölen inekleri tarladaki mezarlığına gömdüler. o günün unutamadığım en renki kısmı dedemin " zamanı geldi" dediği andı. inekleri gömülürken gördükten sonra altisi görmeye gittiğim zamanlarda duyduğum sesler artık beni rahatsız etmekten çok korkutuyordu.
duyduğum şeyler fısıldayan bir insan gibiydi. incir ağacına yaklaştığımda kısa boylu biriyle karşılaştım. ayakları zincirle bağlıydı. sağ gözü oyulmuş, yarı çığlaktı. altında sadece yırtık bir pantalon vardı.
yardım ister gibi bakıyordu. ayağındaki zinciri bana işaret etti. yumruğunu sıktığı ellerini birleştirip aynı anda birini sağa birini sola çekti. onu zincirden kurtarmamı istiyordu. acı çektiği her halinden belliydi. zincirin ayaklarını hapsettiği yuvarlak demirini iki elimde tuttum. çekmeye çalıştım. gücüm zincir karşısında etkisiz kalıyordu. etrafta anahtar aramaya başladım. bir an kuyuda olabileceğini düşündüm. baktım, baktım bulamadım. çaresiz kalmıştım. hatta ondan bile daha çaresizdim. ilk defa konuşmuştu.
"anahtarları bul"
içimi korku kaplamıştı. anahtarlar dışında hiç birşey düşünemiyordum. gidip eve bakmaktan başka çarem yoktu. onu orda bırakıp koşarak eve gittim.
alt katta yine bir sürü insan vardı. arka kapıdan üst kata çıktım. kardeşim uyuyordu. yanındada kimse yoktu. anahtarların olduğu çekmeceyi açtım. ne kadar anahtar varsa yanıma alıp incir ağaçının yanına gittim. beni tekrar görünce çocuk gibi sevinmişti. elleriyle beni çağırıyordu. artık yanında olmak beni korkutmuyordu.
"aldım geldim. seni kurtarıcam "dedim.
cevap vermedi. sadece ayağındaki zincire bakıyordu. anahtarların hepsini tek tek denedim. hiçbiri onu ordan kurtaramadı. yüzüme bakıyordu.
o sun. değil mi? dedi.
sesi beni korkutuyordu. kimdim ben. yada o kimden bahsediyordu.
evet, evet osun. ilyasın torunu. dedi. tiksinirmiş gibi yüzüme baktı. ellerimi sıkıca tutup anahtaları aldı. tekrar tekrar denedi. açamadı.
"git burdan git" diye bağırıyordu. anahtarları orda bırakarak eve kaçtım. kimdi o, neden ordaydı diye düşünmeden de edemiyordum.
daha güneş batmadan babam ayıklıdaki karpuzları sulamaya giderdi. ara sıra yanında benide götürürdü. yol üzerindeki çeşmeden depoya su doldurduk. karpuz tarlasına giderken babam traktörü kullanmam için beni koltuğa oturttu. el gazını ayalardı. yavaş yavaş tarlaya gittik. karpuzları suladık, eve döndüğümüzde annem evin bahçesindeki tarladan dönüyordu. bir elinde içi mahsul dolu kova diğer elinde anahtarlar vardı.
"oğlum sen mi oynadın ahahtarlarla" dedi.
herşeyi anlattım. babam tarlaya girmemi yasakladı. o gece, yemekten sonra babam bana abdest aldırdı. dedemin yanına gittik.
daha önce görmediğim yaşlı bir kadın dedemin yanında oturuyordu. etrafta bir sürü kitap , tılsım ve değişik semboller vardı. kadın uzun uzun baktıktan sonra bir iç çekerek gülümsedi
"gel evladım, gel koca oğlanım" dedi.
ellerimi tuttu. söylediklerini tekrar ettirdi. ve hiç konuşmadan gitti. dedem elime bir kalem birde kağıt verdi. daha önce çizilmiş sembolleri boş kağıda çizmemi istedi. ufak kağıt parçasında yazılı olan şeyleri okuttu. tam iki hafta boyunca kimse ne anahtardan nede incir ağacındaki ağzına dahi almadı. günlerce dedemden arapça dersi alıp dualar ezberledim.
dedem yaşlı kadından el aldığımı söyledi. temriye ile havas ilmine giriş yapmıştım.
arapçayı okuyabilcek seviyeye geldiğimde, dedem herşeyi anlatmaya başladı. önceleri doktor olarak bildiğim dedemin büyüyle uğraştığını öğrenmiştim. içim korku, heyecan ve endişe kaplıydı. herşeyi yavaş yavaş öğreniyordum.
abdest alıp kuyunun ordaki incir ağacının yanına gittik.
"görebiliyor musun" diye sordu dedem.
ağacın altında hiç birşey yoktu. gerçekten kimseyi göremiyordum.
"hayır. yok kimse yok" dedim.
gülümsedi. arapça dualar okuyup yanındaki torbadan çıkardığı bir kavanoz dolusu böceği toprağa bıraktı. birkaç dakika sonra yeniden ayağı zincirli şeyi görmeye başladım. yüzünde endişe hakimdi, korku dolu gözüyle dedeme bakıyordu.
"şimdi? şimdi görüyor musun "
" evet dedim , evet dede görüyorum".
babam geldi. elinde başka bir kitapla. yanıma yaklaştı.
"senin oğlum bu, senin. kontrol etmeyi öğrendiğinde serbest bırakıcaz" dedi.
sevinmiştim. incir koparıp ona verdim. ağzını sıktı. yemek istemiyordu. ısrar etmedim. dedeme baktım, inciri elimden aldı. başımı okşadı.
beyler bir kaç yazı sonra güçsüz bir cinin musallat olduğu kızın tedavisini anlatıcam. okuyan yoksa, akşam anlatıcam.
tasvirler gerçekten beni etkiliyor. rahatsız ediyorlar. eğer okuyan varsa, en azından çekiceğim zorluğun değdiğini bileyim
"ona birşey vermene gerek yok, istemen yeterli" dedi.
anahtarı istedim. onu serbest bırakmak istiyordum. o heyecanla babamın mont ceplerine ellerimi daldırdım. her yerde anahtarı aradım. babamın yanında taşıdığını düşünüyordum ,yoktu. dedem kolumdan tutup yanına çekti.
"hazır olduğunda onu tutan bir zincir, onu görmediğin bir an dahi olmucak, bugunluk bu kadarı kafi"
diyip beni tekrardan eve çıkardılar. o gece kuran değil kenzülün el yazması havas kitabını getirmişti dedem. doğum tarihi, doğum saatimi bir kağıda yazıp evi kağıda nakşetti. çizdiği kağıdın her yerine arapça vefkler yazdı.
bana bakarak gülümsedi. mutluluğu gözlerinden okunuyordu.
"bu kadarınıda beklemiyordum kerata" diyip havastan ilk dersimi verdi.
o gece cüzzamlı bir hasta tedavisini öğrendim. havasın sadece iyileştirici yönlerinin olduğunu düşünmeye başlamıştım. o gece beni erken yatırdılar. haftalar sonra ilk defa hasta kabul etmişlerdi. onun tedavisinde bende odada bulunacaktım. incir ağacının altındakiyle oynadığım oyunları, uçurduğum uçurtmaları hayal ederek uykuya daldım.
sabah ezanıyla beraber uyanmıştık. dedem hazırlıklar yapıyordu. babam siyah kaplı bir defter arasından bir sayfa koparıp, katladıktan sonra boynuma astı.
köşedeki kanepede annemin yanına oturdum. 20li yaşlarda bir bayan, yanında ailesi ile içeri girdiler. ve arkalarında hiç unutmadığım, simsiyah saçları dizine kadar uzanan, oddaki herkesten uzun simsiyah elbisesiyle biri girdi. kapı eşiğinde bekliyordu. dedemle gözgöze geldiklerini gördüm. ben dedem ve babamdan başka kimse onu görmüyordu.
kız günlerdir kendisini odasına kapamış, yıkanmaktan korkan , yemeklerden tiksinen bir hale geldiğini anlattı ailesi. birkaç kere kendisini öldürmeye çalıştığını, ev içinde duvara yansıyan gölgesiyle konuştuğunu söylediler.
dedem ayağı kalktığında kapı eşiğindeki siyahlı adamda yürümeye başladı. aynı anda kızın başına elini koydular. dedem arapça konuşuyordu. odadakiler kıza dua ettiklerini sanıyordu , ama ben siyahlı adamla konuştuğuna emindim. dedem kızın başını sabit tutuyordu, siyahlı adam kızın göz hizasında eğilip kız ile göz göze geldi. o andan itibaren kızda korku belirtileri başlamıştı.
hayvan mezarlığından duyduğum fısıltıları tekrar duyuyordum. kızın korkulu tavırları benimde korkmamı sağlamıştı. siyahlı adam kızın gözbebeklerinden eliyle birşeyleri çekerek dışarı çıkardığında kız çığlıklar atmaya başladı. gözlerinden kan akıyordu.
odadaki herkes gelen kanın kendiliğinden geldiğini düşündüğüne emindim. dedem sürekli birşeyler söylüyordu. evdekiler tedirgin şekilde olan biteni izliyordu. kız ayağı kalmayı denedi. başını öne eğip kafasını sallıyordu. siyahlı adamın gözlerden çıkardığı şeyi odaya saldı.
el büyüklüğünde bir ışıltının odadaki mumun duvara yansıyan gölgesine karıştığını gördüm. gölge hareket etmeye başlamıştı. odadakiler dahi olanları görebiliyordu. kontrolü kaybettiğini düşünüyorduk.
dedem kızın yanından uzaklaştı. siyahlı adam merdivenlerden üst kata çıktı.
babam elinde uzun bir sopayla havas kitabındaki sayfayı okumaya başladı. mumun sallanıyordu. zamanla ışığını kaybetti. bir süre sonra söndüğünde odada hareket halinde hiç bir gölge kalmadı. dedem, kıza bir yudum okunmuş su içirerek tedaviyi tamamladı. hasta suyu içtikten sonra bir tutam kanlı saç kustu.
hiç konuşmadan ayağı kalktı. annesinin yanına gitti ve karnının aç olduğunu söyledi.
annem yan odadaki leğenden iki tane cevizli lokum 5 zeytin ve yarım domates getirdi. renki olarak hatırladığım olaylardan biri.
hasta karnını doyururken siyahlı adam tekrar kapı eşiğinde belirdi. saçlarından tuttuğu bir varlık vardı. incir ağacının altında gördüğümden daha iri, gözleri sağlamdı. ayakları gözlerinin baktığı yere göre tersti. dedeme onu gösteriyordu. ne yapması gerektiğini soruyordu.
dedem boş bir kağıda vefkler yazdıktan sonra ,ayakkabı derisine kağıdı sardı. ipe geçirdikten sonra kızın boynuna astı. dua okuduğunu odadaki herkese inandırmıştı.
siyahlı adamla konuştuğuna o an yemin edebilirdim. dedem yerine oturur oturmaz siyahlı adam elinde tuttuğu uzun saçlı varlıkla ön kapıdan çıktı. bahçedeki tarlaya doğru ilerledi.
babam siyahlı adamı görebildiğmi farketmişti. kolumdan tutarak yan odaya götürdü. ne gördüğü mü sordu.
gördüklerimin hepsini anlattım.
" hastalar gittikten sonra dedenede anlatırsın" dedi. gözlerimdeki korkuyu anlamış olmalı ki, ellerimden tutarak
"biz burdayken dünya üzerinde hiç birşeyden korkmana gerek yok" dedi.
beraber odaya geri döndük.
odaya girdiğimde kız konuşmaya başlamıştı.
ailesi alışverişe çıktığında yemek hazırlamak için mutfağa giriyor. lavaboda sabah kahvaltısından birikmiş bir sürü bulaşık. yıkamaya üşeniyor ve o bulaşıkların
üzerine makarna suyunu süzüyor. o sırada lavaboda oynamakta olan -3 harfli- nin çocuklarından biri haşlanarak hayatını kaybediyor. intikam almak için kızın bedenine sahip oluyor.
dedem olayları dinledikten sonra cin ailesnin diğer fertlerinden zarar gelmemesi için vefklerle donattığı bir muska daha hazırladı. yavaş yavaş katlayarak dua okumaya başladı. siyahlı adam dedemin yanında belirdi. muskaya el sürerek odadan çıktı.
toprağa gömmeleri için aileye verdi. onları öğle yemeğine kadar ağırladık. zaman geçtikçe kız eski haline dönmüştü. hayır duaları alıp aileyi uğurladık.
dedem yanıma gelip ne gördüğümü sordu. gördüğüm her şeyi, siyahlı adamın elinde tuttuğu uzun saçlı varlığa kadar anlattım. babama bakarak
" vakti geldi" dedi.
babamla incir ağacının altına indik.
"görüyor musun?" diye sordu. içimi korku değil, bir mutluluk kapalmıştı.
" görüyorum evet görüyorum, ikisini birden görüyorum" dedim. gözlerimi tek gözlü olandan ayıramıyordum.
"göz perdelerin açıldı oğlum, artık tam zamanı" dedi.
ayakları ters olanın , ilk gördüğümden çok daha büyük olduğunu görebiliyordum. uzun saçları bel hizasındaydı. altında yırtık olmayan bir pantalon üstünde ise deri bir kıyafet vardı. kolları ve ayakları çok ince, tırnakları uzun ve gittikçe kalınlaşıyordu.
ağlıyordu. eline toprağı alıp sıktı. babama dönerek
"kader değiştirdiniz, kaderiniz değişicek" dedi.
çıkardığı ses beni korkutmaya yetmişti. babamın elinden tutup beline yaslandım. o şekilde eve kadar yürüdük.
akşam yemeğine kadar terasta uçurtma uçurdum. kurduğum hayallerle yaşıyordum o dakikalarda. ne zaman serbest kalıcaktı acaba? ya şimdi kalsaydı. koşmam için uçurtmayı elleriyle tutabilir miydi? hayal kurması bile beni mutlu ediyordu.
ön cepheden bakıldığında tarla, kuyu ve incir ağacı görülüyordu. sürekli oraya bakıyordum el yapımı kapıdan çıkıpta gelir mi acaba diye. bu uzaklıktan ayaklarındaki zincirleri seçemiyordum.
güneşin batımıyla ayıklıdan gelen rüzgar güçünü kazanmıştı. 15 metrelik teras ipimi sonuna kadar salmıştım. elimle çekiştirerek dengesini sağlıyordum. acaba o görüyor mu diye düşünüyordum. görüpte oda aynı hayalleri kuruyor mu.
hayaller dünyasına daldığım o sıralarda, bacadan siyahlı adamın yanıma geldiğini gördüm. tek başımaydım. korkudan uçurtma ipini bıraktım. kımıldayamıyordum. ayağım kalkmıyor, başım dahi dönmüyordu. sadece göz bebeklerimle etrafa bakabiliyordum
sağ kolum havada kalmıştı. uçurtmamın yan komşumuzun çatısında parçalandığını görüyordum. kalp atışlarım hızlanmış korkudan dudaklarım morarmıştı. başıma elini koyarak bana baktı. gözlerine baktığımda, bir santimlik alandan kendimi tam boy olarak görüyordum.
elini başımdan çektiğinde tekrar hareket etmeye başlamıştım. sağ elim bir anda düştü. ayaklarım beni taşıyamıyacak güçteydi. ilk adımımda dizimin üstünde ayakta kalabildim. yerden destek alarak ayağı kalktım. damarlarım kaşınıyordu.
üç katı duvardan destek alarak indim. siyahlı adam kapının eşiğinden bana bakıyordu. arkalarında dedem ve babam ayakta durmuşlar beni bekliyorlardı.
"korkma oğlum, bundan daha büyük bir korku yaşamıyacaksın" dedi babam
kanepeye yatırdılar. dedem başımı okşayıp
"güçlü oğlum benim, torunum " dedi. eğilip alnımdan öptü.
"işte şimdi, işte şimdi vakit tamamdır" dedi.
korkmalı mıydım, yoka ne yapmalıydım bilmiyordum. tek bildiğim yaşadığım o kısa anların gerçekliğiydi. yattığım yerden gökyüzüne bakıyordum. günler önce , bu gökyüzüne baktığımda uçurtmamın hayalini kuran ben, şimdi tek hayalimin incir ağacında zincirlenmiş olarak beni beklediğiydi.
vakit tamamdı. ama o , o hala zincirliydi. ve yanında zincirli bir başkası vardı. korkuyormuydu acaba. babama onu görmek istediğimi söyledim.
bahçeye indiğimizde hayvan mezarlığının başında siyahlı adamı gördüm. eğilerek bir tutam toprağı avuçladı. sıktığı avcunu açıp toprağa baktı. arkasını dönerek elindekilerin hepisini yere fırlattı. hızla yan tarlaya dalıp gözden kayboldu. siyahlı adam gider gitmez onun, tek gözlünün yanına gittim.
"bir isim koymalısın" dedi babam.
gözgöze gelmiştik. yanına yaklaşıp eğildim. zincirli ayaklarındaki toprakları temizledim. zayıf kollarından tutarak adını sordum.