Aşağıdaki yazıyı baştan sona okuyun bayağı bir fikir elde edebilirsiniz yüksek ilmi bir yazı deniyor :
GÜNÜMÜZDEKİ BAZI İLAHİYATÇI PROFÖSÖRLER VE İLAHİYATÇILARIN DAVRANIŞ BİÇİMLERİ VE DÜŞÜNCE YAPILARININ İNCELENMESİDİR(1)بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين واصلاة و السلام على سيد المرسلين (Dikkat bu yazı rastgele hazırlanmış bir yazı değildir, ALLAH'ın yardımı inayetiyle ciddi bir ilmi çalışma neticesinde ortaya çıkmıştır)(Yazıyı mutlaka sonuna kadar okuyunuz, zira yazının içerisinde Ahireti kurtarmaya sebep olacak ve parayla satın alınamayacak ilmi bilgiler verilecektir İNŞAALLAH...)
“Ey iman edenler, ALLAH yolunda adım attığınız vakit, iyice anlayın, dinleyin. Size İSLÂM selâmı veren kimseye -dünya hayatının geçici metaına göz dikerek- "Sen mümin değilsin!" demeyin.” (Nisa-94) (Bazı İlahiyatçıların(sanki kendi itikatları çok düzgünmüş gibi) kabir ziyareti yapan temiz Mü'minleri müşrik ilan etmeleri çok vahimdir)“Ümmetim hakkında en çok korktuğum kişi, konuşmasını iyi bilen münafıktır” Hadis-i Şerif (Kaynak : Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned no:143, 1/289)
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelip günahlarına mağfiret dileselerdi, Peygamber de onların bağışlanması için dua ediverseydi, elbette ALLAH'ı tevbeleri kabul eden ve merhametli bulacaklardı.” Nisa-64 (Demek ki Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) huzuruna gidip mağfiret dileyince (ilahiyatçıların söylediğinin hilafına) müşrik olunmuyormuş.) Burada bu ilahiyatçıların ve vehhabi zihniyetinin anlayamadıkları şey mağfiret dilenenin ALLAH'u Teâla olduğudur...
Hz. Ömer رضى الله عنşöyle demiştir: "Bu ümmet için en çok, ilim bilen münafıklardan korkuyorum. Bunlar, ilimleri dillerinde olan, kalpleri cahil ve amelleri kötü kimselerdir." (İhya)
İlahiyatçı Abdulaziz Bayındır, Sahabe ve Evliya Kabriniرضى الله عنهم ziyaret edeni müşrik ilan etmekte ise de “Fatih Sultan Mehmed” şiirinde bakınız ne buyurmaktadır ;“Fazl-i Hakku himmet-i cünd-i ricalluLLAH ile , Ehl-i küfri serteser kahr eylemektür niyyetüm, Enbiya vü Evliyaya istinadım var benum , Lütf-i Hakk'tandur heman ümid-i fethü nusretüm, Nefsü mâl n'ola kılsam cihanda ictihad, HamdulİLLAH var gazâya sad hazeran rağbetum, Ey Muhammed mucizat-i Ahmed-i muhtar ile, Umarım galib ola â'dayı Dine devletüm”(Herhalde Fatih Sultan Mehmet işi anlamadı da bu üç-beş tane ilahiyat profösörü anladı!!!) FATİH SULTAN MEHMET
Önsöz : Sahabe-i Kiramın رضى الله عنهم ve Evliya-i Kiramın رحمهم الله kabrini ziyaret eden temiz Müslüman kardeşlerimizin son zamanda ekranlarda bazı ilahiyat profösörleri tarafından müşrik ilan edilmeleri üzerine bu yazıyı hazırlamak son derece elzem olmuştur... Şimdi burada siz sevgili Mü'min kardeşlerimiz, bu ilmi çalışmayı dikkatle defalarca okuyunuz ... Zira burada size ilahiyatçı profösörlerin sakat görüşlerine birkaç misal dışında tek tek cevap verilmeyecek ... Ancak üniversitede dahi size profların öğretemeyeceği bir takım kâidelerle bu tür birisiyle ya da bu fikirle karşılaştığınızda, fıkıh ilmine ya da akaid ilmine derinlemesine dalmadan onların sakat itikatlarını çürütmenin ipuçları verilecek.
Klasik sistem mi modernist görüşler mi ?
ikkat ediniz ki “moda” kısa zamanda geçer ve değişir(aynı şekilde modernist dini yorumlar ve görüşlerde). Ancak dikkat ediniz ki klasik olanın modası geçmez ve her geçen gün daha da kıymetlenir (üzerinden zamanların geçmesi onun kıymetini daha çok artırır) . Bu sebeple modernist görüşleri dikkate almayalım ve eski büyük müctehitlerimizin, âlimlerimizin ve ecdadımızın klasik sisteminden ve gösterdikleri yoldan şaşmayalım...
(Derse başlamadan önce) Öncelikle bilinmesi mutlaka gereken ÇOK ÖNEMLİ BİLGİLER:
1) Kur'an-ı Kerimden ve Hadisi Şeriflerden Ahkam çıkartmak MÜCTEHİTLERİN işidir. İlahiyatçı profların değil.(Müçtehid'in şartlarının açıklaması aşağıdadır)
2) Akıl HUCCETi Baliğa değildir... Din Akılla değil, Nakilledir... Arapça lisanını en iyi bilen Sahabe رضى الله عنهم nazil olan Ayeti Celileyi ancak Efendimiz (صلى الله عليه وسلم) açıkladığı zaman anlayabiliyorlardı. Sahebenin رضى الله عنهم anlayamadığı Ayeti Celile hangi akılla anlanabilir...
Edille-i Şer'iyye dörttür ... Bunlardan üçü nakilledir (Kitap-Sünnet-İcma) bunlarla sabit olan hükmü inkar Dinden çıkar... dördüncüsü ise kıyasdır ki kıyasla sabit olan hükmü inkar etmek Dinden çıkarmaz .. Misal : bir kişi Kitap ile sabit olan ve Ayette geçen şaraba haram değil dese o anda kâfir olur(Ayeti Celilede olanı inkâr ettiğinden)... ancak (her ne kadar haramlığı kesin isede) haramlığı kıyas ile sabit olan rakı haram değil diyen kâfir olmaz... (Ancak günah, azab ve cezâ hususunda aynıdırlar)
3) Verilen fetvalar mutlaka muteber Ehl-i Sünnet kaynaklara dayandırılmalıdır. (Bu ilahiyat profösörlerinin muteber kaynakları ise ulvi !!! akıllarıdır)
4) Dalalet fırkalarıda davalarını isbatta Ayeti Celileleri delil getirmektedir. Çok Dikkat : Cehennemlik olduğu Hadisi Şerif ile bildirilmiş sapık fırkalar (şiî, vahhabi v.s.) veya hariciler de görüşlerini Ayeti Celilelerden çıkarttıkları manalara dayandırıyorlardı... Batıl davalarını ispat hususunda bir çok Ayeti Celileyi delil getiriyorlar...
7) Küfre nispet meselesi : Ehl-i Sünnet Alimleri insanları küfre nispet etmemek için son derece dikkat eder, küfür sadır olsa bile kâfir dememek için delil ararlar...
(Vahhabi gibi) Ehl-i Dalalet fırkaları ise insanların niyetlerini okumaya çalışıp hemen müşrik yaftasını yapıştırırlar...
İLMİ MÜNAZARA : İlahiyatçı Profların kendine en güvenenlerinden olan Abdulaziz Bayındır ile Medrese hocasının ilmi münazarası ;
Abdulaziz Bayındır ekranlarda çıkıp dini ve fıkhi bilgisi çok fazla olmayan insanları ilzam edip müşrik ilan etmektedir. Ancak Medrese tahsili görmüş bir hoca ile karşılaşınca son derece aciz duruma düştüğü müşahade edilmiş ve istisna kâidelerinden dahi haberinin olmadığı anlaşılmıştır. Hayrete şayandır ki eski Âlimlerin ayaklarının tozu etmeyecek bir medrese hocası ile başa çıkamayan ve münazaradan kaçarak kurtulan Abdülaziz Bayındır ne gariptir ki diğer diğer birçok ilahiyat profösörü gibi Müctehitliğe soyunmaktadır.
İlmi Münazara şu şekilde gerçekleşmiştir(Bu münazaranın ses kaydı internette mevcuttur dosya ismi :”abdulazizbayındirinzoranlari.mp3”)...Öncelikle kendisini müctehit sanmasından dolayı ve ayrıca ekranlarda “siz Dini ilimmi okudunuz da konuşuyorsunuz” gibi insanları aşağılamanın ne demek olduğunu öğrenmesi için kendisine bir ders vermenin gerektiğini düşünen bir medrese hocası uzun uğraşlardan sonra yakaladığı Abdulaziz Bayındıra istisna ile ilgili bir kâide soruyor, Tabii ki soru ciddi bir ilmi temel gerektiren şaşırtmacalı bir soru: لا تجرج الا ان آذن لك bu terkib caizmidir , değilmidir ? Caizse neden caizdir ? Değilse neden caiz değildir ?. Tabii sorulara cevapta akıllarını huccet aldıklarından ve mantık yürüttüklerinden hemen balıklama atlıyor Abdulaziz Bayındır :“sana ben izin vermeden dışarı çıkma” şeklinde terkibin ifade etmediği yanlış bir manayı da vererek(*) “neden caiz olmasın,” fetvasını yapıştırıyor.(tabiiki cevabı yanlış) medrese hocası : Bu caiz değildir : bu istisnai müfarrağ olduğundan caiz değildir.. Zira terkip istisnaya hamledilirse, istisnai müfarrağ'da da izin çıkma cinsinden olmadığından caiz değildir. Ancak şu şekilde caiz kılınabilir: İstisnaya değilde gayeye hamledilirse o takdirde caiz olur. Yukarıdaki şaşırtmacalı soru hakkında çok önemli bir açıklama :Terkib istisnai müfarrağ'dır. İzin çıkma cinsinden olmadığı için ve bu terkip tam bir istisna olmadığından istisnanın hakikatine hamledilemez. O takdirde mecaza gidilir, mastarlar vakit manasına geldiğinden gaye'ye hamledilir, o takdirde caiz olur. Sonra medrese hocası kısa bir açıklama ile : (Şefaati inkâr etmelerini kastederek) Meryem-87 Ayeti Celilesinde istisna kâidesi var burada (şefaat hakkına sahip olamayandan, söz almış kişi istisna edilmiştir.) istisna da müstesnanın(yani şefaatın) mevcut olduğuna delalet eder... Diyor ve yineAbdulaziz Bayındıra soruyor : Siz istisna kâidelerini dahi bilmeden bu Ayeti Celilelere nasıl mana verebiliyorsunuz ? Deyince , Bayındır : “Ooo amma da şey çıktın, yazarsın gönderirsin bakarız” diyor, medrese hocası ise hayır ben yüzyüze görüşmek istiyorum diyor. Sonra medrese hocası : “Sizin ekranlarda müfesser muhkemi açıklar dediğinizin kaydını gördüm (görüntü kaydı var) ” Halbuki usul kitaplarında böyle olmadığı sizede malumdur deyince, Bayındır inkâr ediyor “demedim” diyor medrese hocası : “Kaydını gönderebilirim” diyor . Sonra Bayındır kendisini kurtarabilmek için verdiği cevaptan daha beter batağa saplanıyor. Ve şöyle diyor “müteşabih muhkemi açıklar”. Asıl cevap her ikisi de değil, doğru cevap “müfesser mücmeli açıklar” olacak... Abdulaziz Bayındır başa çıkamayınca kızıp görüşmeyi kesmiştir... Açıklama ; Müteşabih lafzın kapalılık derecesine göre sınıflandırıldığı kısımdandır, muhkem ise lafzın açıklık derecesinin kısımlarındandır... Tvlerde ahkam kesen Abdulaziz Bayındır tv de muhkemi müfesser açıklar diyor(kayıt var) sonra çarkediyor demedim diyor ve kurtarayım derken “muhkemi müteşabih açıklar” diyor. Tabiiki buda büyük bir yanlış. Bu durumda kapalı/hafi lafız olan; müteşabih, açık lafız olan; muhkemi nasıl açıklar... Yani: “ALLAH herşeyi hakkıyla bilendir.”Enfal/75 (Muhkem) Ayetini, Elif-Lam-Mim(Müteşabih) Ayeti Celilesinin açıkladığını iddia etmiş oluyor. Ve bu gibi şeyleri milyonların önünde rahatça söylüyor. Ancak yanlışlarını ALLAH'ın yardımı inayetiyle yakalayan medrese ilimleri okumuş biri karşısında son derece sıkışmakta ve sıkışıncada çareyi kaçmakta bulmaktadır... Maalesef ilahiyat profösörlerimizin durumu bu, bazısının istisna kâidelerinden dahi haberi yok...Ayrıca şu akla gelmektedir : Siz daha müfesserin mücmeli açıkladığını bilmiyorsunuzda nasıl olupda Ayeti Celilelerden ”ahkâm” çıkartmaya ve müçtehitliğe soyunuyorsunuz. (Kendisine avukatlık yapan Bayraktar Bayraklı gibileriyle ise ilmi münazaraya lüzum dahi yok zira bu profösörlerin en cüretkarlarından olan Bayındırın durumu ortaya çıktıktan sonra diğerleri ile münazaraya lüzum yoktur. Bilindiği gibi ağaçta sorun varsa dalları budamakla uğraşmaktansa kökünden kesersiniz). Bu gibi profösörlerin, ilahiyatta talebe yetiştirmiş olmaları vahimdir ( (*)Yukarıdaki Abdulaziz Bayındırın yanlış mana verdiği terkibin doğru manası gayeye hamledilerek şudur : “izin verinceye kadar çıkma”) (Bir hatırlatma : İlahiyat mezunu Cevat Akşit gibi iyi hocalar mevzunun dışındadır...)
İLİMLER İKİ KISIMDIR (İmam-ı Gazali'den رضي الله عنه) : <<<ÇOK ÖNEMLi>>>Birincisi Şer'î ilimler(Din ilmi), ikincisi ise sosyal ilimler ve san'atlardır. Şer'î ilimler, Peygamberlerden عليهم السلام öğrenilirler. Bunlar akıl, tecrübe ve duyularla elde edilemezler. Sosyal ilimler ve sanatlar ise, bu yollarla kazanılırlar. Şer'î ilimler ise, Kur'ân, Sünnet, İcmâ ve Ashabın رضي الله عنهم sözleridir. Alimlerin bir konuda görüş birliği etmesi demek olan icmâın kaynağı Kur'ân ve Sünnettir. Onun ilim ve delil olması da bu yüzdendir. Ashâb'ın رضي الله عنهم sözlerinin ilim sayılması ise şundandır: ALLAH Rasûlü’nün (صلى الله عليه وسلم) din ve dava arkadaşları olan bu insanlar vahyin inişine şâhid olmuşlar ve ALLAH Rasûlü’nün (صلى الله عليه وسلم) onunla ilgili tefsir, yorum ve tatbikatını bizzat görmüşlerdir. Bu durum, onlara daha sonrakilerin bilemeyeceği bazı incelikleri bilme imkânını kazandırmıştır. Bu sebeple âlimler, dinî konularda onlara uymayı ve sözlerine tâbi olmayı Dinden saymışlardır. Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet Arapça metinlerdir. Bu Arapça metinlerdeki doğru mânaları anlamak, ancak Arapça dilini ve onun lügat, gramer ve edebiyatını bilmekle mümkündür. Bir şeyin gerçekleşmesi başka bir şeye bağlıysa, bu ikinci şey de birinci şeyin hükmünü alır. Âlet ilimlerinin Şer'î ilimlerden sayılması da bu yüzdendir.
( Huccetül İSLAM imam-ı Gazali رضي الله عنه - İhya-u Ulumiddin )
LAFZIN BAZI DURUMLARINI İNCELEYEN BAZI MİSALLER
Dikkat edilsin ki lafzın zahirinden çok daha farklı boyutları olduğu aşağıdaki misallerde görülmektedir)“yer ağırlıklarını çıkardığında...” Zilzâl-2 Ayeti Celilesinde , yer ağırlıkları nasıl çıkarabilir ? İlmi Belağatta , mecazı akli vardır. Mecazi akli ; fiilin hakiki failine değilde , o failin mekan, zaman , sebep gibi alakası bulunduğu bir şeye isnad edilmesidir. Burada fiil hakiki faile değilde, fiilin mekanına isnad edilmiş ancak ALLAH'u Teâlâ murad edilmiştir...
انبت الربيع البقل (mana: bahar bitkiyi bitirdi), şimdi vahhabi kafalı ilahiyatçıya göre bunu diyen müşrik olur. Halbuki Kur'anı Kerimin belağat ilmini inceleyen, ilmi belağata göre : Bu lafzı kullanan kâfir fiili lafzın hakikatine hamletmektedir (Yani baharın bitirdiğini kastetmekte) Mümin'e hamledildiğinde ise lafız özürlendiğinden hakiki manasına hamletmek mümkün olmamakta (zira bahar bitiremez ALLAH bitirir), lafız hakiki manayı aşmakta dolayısıyla mecaza hamledilmektedir. Ve fiil hakiki fail olan ALLAH'u Teâlâya hamledilmektedir. Şimdi kabir ziyareti yapan insanı müşrik ilan edebilirmisiniz ? (Bu kâideleri bilmeden Ayeti Celilelere mana vererek nasıl hüküm çıkartmaya cür'et edebiliyorlar)
(Gerçi bu kâideleri bilsekte biz Ayeti Celilelerden hüküm çıkartamayız, bu iş müçtehitlerin işidir)
Şöyle bir dua etseniz “Ya Rabbi, bizi - Peygamberimizin (صلى الله عليه وسلم) 'kardeşlerim' dediği - kullarından eyle !” bu ilahiyatçı prof'lara göre müşrik oldunuz gitti...
Halbuki misalde “Cümle yapısında Fail olarak ALLAHu Teâlâyı yaparsanız ve zamiri O'na döndürürsünüz ki doğrusu ve her Müslümanın yapacağı budur” o zaman mana şu olur;
“Ya Rabbi bizi şu kullarından eyleki Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) onlara kardeşlerim dedi)” - Halbuki bu ilahiyatçı zevat Faili Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) yapıp Müslümanların şirke isnad etmektedir. Halbuki ilkokul çocuğu dahi bu farkı anlayabilir: Yani Ya Rabbi, bizi ....... kullarından eyle (boşluğu sen doldur)... (Kabir misali bu misalin benzeridir)
Daha ilerisini söyleyelim : Duayı : “Efendimizin kullarından eyle” şeklinde de etse kâfir olmaz, zira arapçada kul'un karşılığı ” عبد" (abd) yani köle demektir. Fıkıhta köleye “abd”,efendisine “rab” denir. Rab kelimesinin arapça lugat manasıda “terbiye eden” demektir. Demek ki cümlede kullanılan ve ilk anda zahirde çok ters gibi gözüken bazı lafızlar, ilahiyatçıların iddia ettiğinin aksine çok farklı anlamlar ifade edebiliyormuş...
Saptırıcı ilahiyat profösörlerini tesbit yöntemleri ve bunların ortak özelliklerinin ve hareket tarzlarının tahlili : (2) 1- Birşey anlatırken sakat görüşlerinin arkasından davalarını Ayeti Celilerle isbata çalışırlar : (Dikkat en önemli özelliklerinden biridir bu. Konuştuklarına sakat görüşlerine ikna etmek için onu hemen Ayeti Celile ile ispat ve takviye etmeye çalışırlar.) Dikkat ediniz ki bu ilimlere vakıf olmayan iyi niyetli vatandaşımız Ayeti Celileden kaynak gösterince Ayeti Celileye muhalefet etmekten korkmakta ve cevap verememektedir... Halbuki Kur'an ve Hadisi Şerifden ahkam çıkartma işi Müctehitlerin işidir... (bunlarda kendilerini her ne kadar müctehit sansalarda müctehit değildirler) Bunlara şöyle denilebilir : “Sen müctehitmisin Ayetten Ahkam çıkarıyorsun, fıkıh kitabından alınmış görüş olarak kaynak göster” Müctehitliğin şartları vardır bir şartıda ravileri ile beraber en az 300bin Hadisi Şerifi ezbere bilmektir(Ravilerle beraber milyonu bulabilir)... Dinimizi ve Dinimizin ahkamı yüzlerce yıldır nakledilmiş ve yetiştirdiği Âlimlerle bize ulaştırmış olan müctehitler bu prof'ların dediğini demiyor, bunlarında müctehit olmadığı aşikarken biz şimdi bu 3 profösöremi yoksa yaklaşık bin senedir binlerce büyük Âlimin kabul ettiği ve izinden gittiği Müctehitlere mi inanacağız.. Zamanımızdada müctehit bilindiği kadarıyla yoktur, zaten müçtehit kuşağı yaklaşık Efendimizin صلى الله عليه وسلمvefatından sonra ilk iki asır civarıdır, ictihat kapısı açıktır ancak giren yoktur, çünkü şartları çok ağırdır ...
2- Delille değil Akıllarıyla neticeye varmaya çalışır ve buna göre fetva verirler: Bu zevatın ilham kaynakları hocalarının hocaları İngilizlerin hususiyetle mısırda belli makamlara getirdiği Muhammed Abduh (bu zat masondur) gibi zatlardır... Öyleki Fil Suresindeki kuşların kuş değil sivrisinek, atılan taşlarında mikrop olduğu gibi kafadan bir yorum çıkarmıştır.. (Ayeti Celilede kuş buyuruluyor , taş buyuruluyor sen nereden çıkartıyorsun bu manayı). Dolayısıyla bu takipçileride buşekilde akıllarını yürütmektedirler...
3- Ahkamı Ayeti Celileden çıkartırlar : Dolayısıyla Ayeti Celilede görmedikleri şeyi de hemen aklını devreye sokarak reddederler. Mesela : (Abdulaziz Bayındır)Ayeti Celilede görmediği için hemen aklını devreye sokup “Kur'an-ı Kerimi abdestsiz tutabilirsiniz” şeklinde çarpık ve temelsiz fetvayı vermiştir (halbuki bunun böyle olmadığını sekiz yaşındaki çocuklar bile bilmektedir). Acaba hiç mızraklı ilmihalide mi okumadı bu zatlar ?
4- Verdikleri fetvalara dikkat edinizki genelde muteber hiçbir fıkıh kitabını kaynak göstermezler... : Çarpık görüşlerine ve fetvalarına Osmanlı Medreselerinde kabul görmüş bir tane muteber kaynak göstermezler. Fetva verirler ancak şu kitapta diye söylemezler(Zira kaynakları akıllarıdır)
5- Görüşleri ve ortaya koyduğu fikirleri İCMAYA muhaliftir : Edille-i Şer'iyye 4 tür : Kitap Sünnet İcma Kıyas. İcmaya delil teşkil eden Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) “Ümmetim hata üzere birleşmez”(dalalet üzere birleşmez diye de geçmektedir bir başka Hadis-i Şerifde) Hadisi Şerif mütevatirdir. Dolayısıyla Müctehitler dalalet ve hata üzere birleşmez. (Bu konuda öyle bir titizlik vardır ki, o asırda yaşayan “bir müctehit” ictihat edilen konuda muhalefet etse icma olmaz diye görüş vardır). Şimdi Bütün Müctehitler İmam Âzamlar, İmam-ı Ebu Yusuflar, İmam-ı Muhammedler, İmam-ı Şafii ler, İmam-ı Malikler, İmam-ı Ahmed ler رضى الله عنهم bilememişler, bu üç ilahiyat profösörü bilmiş !!! Yukarıda ki mütevatir Hadis-i Şerif Ümmetin (Müctehitlerin) hata üzere birleşmeyecekleri konusunda kat'i nass'ken, bu 3-4 ilahiyat profösörünün dalalet üzere birleştikleri açıktır
4- Hocalarınında kendilerininde arapçaları son derece zayıftır : (Çok inatçı bir ilahiyatçı profösör ile karşılaşırsanız önüne Molla Camii isimli Nahiv kitabını koyup açın ortadan herhangi bir sahifeyi ; Anlatmayı bırakın bakın bakalım okuyabilecekler mi... Bu arada okuduğu yeri kontrol etmesi için 15-16 yaşında bir medrese talebesi de alınır-sa iyi olur. Ekranlarda Ayeti Celileri okuyup mana vermelerine aldanılmasın zira, ilahiyatta Ayeti Celileyi manasıyla beraber ezberlemektedirler... Biraz bilgisi olan bir seyircinin e-mail ile bir edat ile ilgili bir kâideyi hatırlatması karşısında Abdülaziz Bayındırın son derece endişelendiği ve heyecanlandığı müşahede edilmiştir. (ve buna da cevap verememiş-tir). (İlmi yeterlilik tvlerde din ilminde mütehassıs olmayan kişilerin karşısında ortaya çıkmaz, müderris bir hocanın karşısına çıkarsın, o zaman ne bildiğini millette görmüş olur )
5- Bu ilahiyat proflarından bazısı “temiz Müslümanları” şirk ile itham ederler : (Hususiyetle vehhabi kafalı olanlardan Abdulaziz Bayındır) Tvlerde karşısına Dini bilgisi olmayan kişilerin karşısında kabir ziyaretinde ellerini açıp “ALLAH'ım bu Evliya kulunun hürmetine duamı kabul et” diyen temiz Müslümanı şirk ile itham etmektedirler (Bayraktar Bayraklı da sanki kendisi bir şeyden haberi varmış gibi ona avukatlık yapmaktadır). Birde Bayındır(kafa yapısı vahhabi olduğundan) edepsizce Ecdadımız Osmanlıya saldırmaktadır(Osmanlı iyi olsa çökmezmiş). (zira vahhabiler Osmanlıyı hiç sevmezler, bu zatta vahhabi görüşü üzeredir, bununla beraber vahhabiler dahi bunun kadar bozuk değildir denilmektedir)... Fatih Sultan , Dördüncü Murat, Aziz Mahmut Hüdai, Şah-ı Nakşibendi hazretleri, Ariflerin Sultanı Beyazıd-ı Bestami, 70 bin Evliyanın serdarı İmam-ı Rabbani قدس الله اسرارهم. İşi anlamadı da, yarım yamalak arapçalarıyla bu üç tane ilahiyatçı profösör anladı işi !!!
6- Bunların ilahiyat fakültesindeki hocaları : Bazı ilahiyat hocalarının çok cesur olması ve kendilerini müctehit sanmaları. Ayrıca talebelerini yetiştirirkende talebeye Ahkâm Hadislerini okutarak son derece cesaret vermeleri ileride mezun olduklarında günümüzdeki bu mezkur fetvalarıyla milletin başına bela olan ilahiyatçıların çıkmasına sebep olmaktadır...
7- Nefislerinin elinde oyuncak olmuşlar : İlim tahsili nefsi terbiye etmez... zaten nefis terbiye olmadığı içindir ki nefsin elinde esir olan proflar, fetvaları kitaptan nakil ile değilde nefislerinden akılla vermeye başlar.. Biraz bazılarının hoşuna gidecek fetvalar vermesiyle çevresindeki kalabalık artınca, artık kendileri Ûlema-i Rasihin'den görmeye başlarlar. Bayraktar Bayraklı'da olduğu gibi o kadar büyük alimlerin kurcalamadığı biz iman ettik dedikleri müteşabih ayetlere mana vermeye kalkar da Usul kitaplarında zikredilen “kalbi kayanların nasibi” olan bu hisseyi almış olur...
8-Yabancı devletlerin yetiştirip özellikle toplumun akaidini bozmak için yerleştirdiği adamlar : Şimdiki ismi İran olan safevi devletinin, Osmanlı zamanında sıkça uyguladığı bir yöntemdir bu ...İlahiyat fakültelerinde de şii profösörler olduğu söylenmektedir. Bunların nasıl adam yetiştireceği de malumdur...(Osmanlıda da Kanuni döneminde iki kazaskerin bile ilmi münazarada başa çıkamadığı şii ajanını şah yönetimi istanbulda Sünni Müslümanların akaidini karıştırmak için göndermiş , daha sonra Şeyhülislam olan İbni Kemal Paşazade Hazretleri münazarada onu paçavraya çevirmiş ve Sadrazam makbul/maktul ibrahim paşanın emriyle idam edilmiştir)
9-Sosyetik ve sosyalist liboşlara yaranmaya ve kendini sevdirmeye çalışmak : İstanbul müftüsü entelektüel çevreye veya sosyeteye yaranmak için İstanbuldaki camilerdeki ezan sesini kısmaya cür'et etmiş, gelen tepkilerden sonra geri adım atmıştır. (Bunu da bir kaç ilahiyatçının üsküdardaki sosyetik çevrenin rahatsız olduğunu ve ezanın kısılması ricası üzerine yapmaya yeltenmiştir.). Ancak tarihe “ezanın sesini kısmaya cür'et eden müftü” olarak geçmekten kurtulamamıştır. Hale bakın ki İstanbul işgal altındayken kâfirler dahi buna cür'et edememiştir...
İlahiyat profösörlerinin ;
Şefaati inkâr etmelerinin sebepleri :
İstisna edatı ve bununla ilgili nahiv kâidelerini iyi bilmemeleri : Yarım yamalak arapçalarıyla Ayet-i Celilelere mana verirken hususiyetle Medreselerde okutulan nahvi kâideler konusunda son derece zayıf olduklarından dolayı ve müstesna , müstesna minh ve istisna kavramlarını tam olarak ayırdemediklerinden şefaat yoktur diye yanlışa düşüyorlar. Zira Ayeti Celilede : “Rahman'ın katında bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.”Meryem-87. Halbuki burada söz almış kimse şefaat edemeyecek olanlardan istisna edilmiştir. Bunu 15 yaşındaki Medrese talebesine okutsanız o bile bunu size gösterebilir... Bununla beraber en Sağlam kaynak olan Hadisi Şerif kitaplarında Şefaat ile ilgili Hadisi Şerifler çoktur... Misal: "İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi Peygamberini takip edip: "Ey falan! bize şefaat et, ey falan bize şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur." Buhari, Tefsir, Benû İsrail, 11, Zekât 52. (Kimsenin şefaat edemeyeceği buyurulan kâfirlerle ilgili Ayeti Celileyi insanlara okuyorlar ve bunun kâfirler ile ilgili olduğunuda söylemiyorlar, insanlarda Ayeti Celile olduğunu duyunca saygısından muhalefetten korkuyor ve gerçekten şefaat yok sanıyor. Şefaat ile ilgili Hadis-i Şerifleri burada zikretmiyoruz zira çoktur. Ulaşılabilir)
Miracı inkar etmelerinin sebepleri :
1- Miracın Mescidi Aksadan sonraki kısmını inkâr etmek, sapık mutezile fırkasının görüşüdür.... (İlahiyatta bunları yetiştiren hocalarının içinde mu'tezile görüşü üzere olan çok hoca olduğu söylenir. Dolayısıyla onlardan etkilenmeleri muhtemeldir.)
2- Herkese malumdur ki ebu Cehil ve adamlarıda Miracı inkâr etmişti. Mirac yoksa Hz Ebu Bekir Sıddık (رضى الله عنه) Efendimiz, “SIDDIK” lakabını nerede aldı o zaman ...
Halbuki herkesin bildiği gibi (bu ilahiyatçıların kabul etmediği gibi) inkar eden müşriklerin “yedi kat göklere çıktığını söylüyor” demeleri neticesinde “O dediyse doğrudur” dediği için “SIDDIK” lakabını almıştır. Ayrıca : Buhari, Müslim, Tirmizi gibi Sahih Hadis-i Şerif kaynakları Miracla ilgili Hadis-i Şeriflerle doludur...
3- Tabi bunlar akılcı taife oldukları içindir ki Mirac gibi aklın almayacağı bir şeyi kabullenmekte zorlanıyor da olabilirler.
4- Sapık görüşlerini isbatta devamlı delil olarak Ayeti Celileleri getirdiklerinden ve Ayeti Celilelerde da detaylı bir şekilde bulamadıklarından (Zira Mirac hadisesinin detaylı olan hususiyetle Mescidi Aksa dan sonraki kısmı Hadisi Şeriflerde anlatılmaktadır) inkar ediyor olabilirler ...
Sure-i Necm: 15-16-17-18 Ayetlerine bakınız ve sorunuz; Efendimiz (صلى الله عليه وسلم) Miraca çıkmadıysa Cennetül Me'va yı ve Sidretül Müntehayı nerede gördü o zaman ?
İsa عليه السلامın ineceğini inkâr etmeleri : Akılla hükme gitmeye çalıştıklarından, İsa عليه السلام ında ikinci kat semada bulunmasına da akılla bir izah getiremediklerinden birçok konuda olduğu gibi yoktur deyip kestirip atmaktadırlar. Halbuki “nakil” söz konusu olduğu zaman “akıl” devre dışı kalır, Din ise nakilledir.) Aşağıdaki Hadis-i Şerifin kaynaklarına bakılırsa daha fazla konuşmaya lüzum olmadığı görülecektir... "Meryem'in oğlu İsa Dimeşk (Şam-ı Şerif) de beyaz minarenin yanına inecektir." Hadis-i Şerif
(Müslim, Fiten:20, No:2937-110 ,4/2253 , Ebu Davud, Melahim :14, No:4321, 2/520 Taberani, Mucem-i Kebir:440, 19/196,590,1/217, Buhari, Tarih-i Kebir:1002,7/233)
Kaderi inkâr etmeleri :“Şüphesizki , BİZ herşeyi bir kaderle yarattık.” Kamer Sûresi:49 ---> Müşrikler kader hususunda Efendimiz (صلى الله عليه و سلم) ile çekişmek için geldiklerinde bu Ayet-i Kerime nazil oldu (Ahmed İbn-i Hanbel Müsned:2/444) ... “Her ümmetin bir mecûsisi(ateşe tapanı) vardır, bu ümmetin mecûsileri ise “kader yok” diyenlerdir. Onlardan herkim ölürse cenazesinde bulunmayın, hasta olanları da ziyaret etmeyin, onlar deccal'in şi'asıdır, onları deccala ilhak etmek ALLAH üzerine bir haktır.” Hadis-i Şerif (Kaynak: Ebu Davud, Sünnet:17, no:4692,4691, 2/634)
Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) parmaklarından su akıtmasını inkâr : Bayraktar Bayraklı da yukarıda izah ettiğimiz gibi yine ulvi !!! aklını devreye sokuyor ve “Peygamberleri onlara: "Evet biz de ancak sizin gibi bir beşeriz, fakat ALLAH kullarından dilediğine nimetini lutfeder ve ALLAH'ın izni olmadıkça size bir mucize ve delil getirmek bizim haddimiz değildir.”İbrahim-14 Ayeti Celilesinin sadece “Bizde sizin gibi beşeriz” kısmını okuduktan sonra cambazlık yapmaya başlıyor. Halbuki Ayeti Celilenin devamında yine şark kurnazlığıyla izne bağlı bir istisna olan kısımdan hiç bahsetmiyor (yani ALLAH izin verirse mucize ve delil getirebileceklerinden) Ve Peygamber de (صلى الله عليه وسلم) bizim gibi beşerdir , parmaklarından su akıtamaz diye basıyor fetvayı...Ancak Hadis-i Şeriflerde öyle buyrulmuyor: Abdullah b. Mes’ûd (رضى الله عنه)’den rivâyet : “RASULULLAH (s.a.v.) elini suyun içersine koydu parmakları arasından su fışkırmaya başladı. RASULULLAH (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Haydin abdest almaya... Gökten inen berekete geliniz... Hepimiz o sudan abdest aldık.” (Buhârî, Menakıb: 27) Tirmizî Parmaklarından su akıtması mucizesi mütevatirdir. (Mütevatir Hadis-i Şerifi inkâr edenin Dinden çıkmasından korkulur, mütevatir : kalabalık Sahabi topluluğunun رضى الله عنهم rivayet ettiği derecesi en kuvvetli Hadis-i Şeriflerdir.)
Hangi ilahiyat profösörünün hangi dalâlet fırkasına ya da görüşüne mensup olduğunu nasıl anlarız :Mu'tezile fırkası : Mirac yoktur ya da Ahirette ALLAH'u Teâla görülmeyecek diyorsa v.s. (bu fırka şuan yok ancak bu görüş üzere olanlar var. Bu görüş üzere olan çok ilahiyat profösörü olduğu söyleniyor) ...
Vehhabi : Kabir ziyareti yaparsan , Efendimizden (صلى الله عليه وسلم) şefaat istersen müşrik olursun...Camilerde tespih çekilmesine , camilerin çevresine kabir yapılmasına son derece karşıdırlar. Osmanlıya son derece düşmandırlar (Abdülaziz Bayındırın “Osmanlı iyi olsa çökmezdi” sözü düşündürücüdür. Halbuki MEVLA Teâla herşeye ecel takdir etmiştir.). Vahhabi fırkası : ALLAH ın Celle Celalühü (haşa) semada bulunduğuna inanan Tarikat ve Tasavvuf büyüğü Evliyaya (haşa) “Evliyaü'ş-şeytan” diyen bir taifedir. İngilizler tarafından Muhammed bin Abdülvehhâb'a(1703-1792) kurdurulmuşdur .İbn-i Teymiyye’nin akâid ve fıkha dâir eserlerini ciddiyetle incelemiş, onun çarpık görüşlerinin etkisi altında kalmış, katı bir taassupla büyük bir bağlılık göstermiştir. Daha sonra da kendisini müçtehid zannedip çıkmıştır.(Şu andaki Arabistan yönetimi vehhabilik itikadı üzeredir). Vehhabilik yaklaşık son 250 senedir İSLÂM âleminin başına belâ olmuşdur. Bu fırka 17nci yüzyıldan evvel yoktu, ingilizler tarafından Abdulvehhab'a kurduruldu ...
Akılcı taife : Genelde bunların çoğu akıl yürütür , hocaları mason Abduhun izini sadakatle takib ediyorlar ... mesela Abdulaziz Bayındır Kur'an-ı Kerimde; Kur'ana abdestsiz (3) ellenmez diye Ayet göremeyince (malumdur ki Ahkâmı devamlı Ayeti Kerimelerden çıkartıyor müctehit efendi !) abdestsiz ellenebilir diye basıyor fetvayı ...
Dikkat :Bunların ekserisi Ayeti Celileden delil bulamadıkları için ; hayızlı kadın namaz kılar ya da oruç tutar diyorlar. Halbuki ikisinide yapamayacağı Hadis-i Şeriflerle sabittir. Bu mesele 1400 senedir bu şekildedir. Ne namaz kılabilir ne oruç tutabilir ne de cima edebilir. (Peygamber Süleyman على نبينا وعليه السلام zamanından dahi kıssalar vardır bu konuda)
Tavsiye : Dikkat ediniz ki bazıları arapça ilimlere vakıf insanları bile şu veya bu şekilde kendi görüşlerine inandırmak için çeşitli cambazlıklar yapılmaktadır. Mesela alır kitabı Arapça kaynak eserden size bir şey gösterir(muteber kaynak olduğu halde), halbuki bu gösterdiği butlan edilmiş bir itiraz olabilir. Size bak bu kitapta var diye gösterebilir. Dolayısıyla ilmi seviyesi yüksek dünyalığa makam ve mevkiye kıymet vermeyen hususiyetle sultanlardan uzak duran ehli sünnet hocalara danışılması tavsiye olunur...
Hangi ilahiyat Profösörü hangi sakat fetvayı veriyor :
Abdulaziz Bayındır : Vehhabi görüşü üzeredir. EvliyaULLAH'ı ve kabir ziyareti yapanı müşrik ilan eder, şefaati inkar eder. (Mecazı mürselin alakalarını sorsan yada birkaç tanesini sayıp misaller istesen yüzünüze bakakalırlar da, tvlere çıkıp yarım yamalak arapçalarıyla temiz Müslümanları müşrik olmakla itham ederler...)
Evliyayı duada vesile kılmayı, gider arada hiçbir teşbih alâkası yokken müşriklerin putlarını vesile kılmasına kıyas eder... Bu zat, ilahiyat proflarının içinde itikadı en sakat olanlarındandır. Zira Evliyayı(ALLAH dostlarını) müşrik olmakla nitelendirmektedir (haşa).
Hayrettin Karaman : Yahudi ve hristiyanlar Cennete girecek , onlar için imanın şartı ikidir diyor(imanın iki şartına inansın tamam; Peygamberimize صلى الله عليه و سلم ve Kur'an-ı Kerime inanmasada, Cennete girermiş, polemik değil diyalog kitabından)...
Süleyman Ateş : hristiyan ve yahudilerin de (Efendimize (صلى الله عليه و سلم) inanmasa da) Cennete gireceğini iddia etmektedir. “ALLAH’a inanan ve O’na ibadet eden iyi ahlak sahibi insanlar hangi Dinden olursa olsun, Cennete giderler.” diyor. İsa عليه السلام ın ineceğini inkâr ediyor ve ikinci kat semada oksijen olmadığı ve orada nasıl yaşayacağı gibi komik şeyler söylemektedir.) <<<"(Yahudiler) Onu (İsa A.S.) hakikaten öldürmediler, bilakis ALLAH onu kendisine yükseltti, ALLAH Azizdir ,Hakim'dir" Nisa-158-159 >>>
Mustafa İSLAMOĞLU : “Kadere iman tartışmalı fazlalıktır” (iman bilinci sh17.) Cennet ve Cehennemin zamanı gaybi bir konudur. bu konuda konuşmak gaybı taşlamaktır. “bunu ALLAH bilir” diyor(acaba hiç mi Kur'anı Kerim okumadı bu zat): Halbuki: Birçok Ayeti Celile de Cennet ve Cehennemin Ebedi olduğu bildirilmiştir bu zatın dediği gibi gaybi bir konuda değildir. Ayeti Celile'de açıklanan bir şey nasıl gaybi bir konu olabilir ? “Girin Cehennemin kapılarından, içlerinde ebedi kalmak üzere.” Mü'min Sûresi/76Bu zatın hareket tarzı Osmanlı zamanında Müslümanların akâidini bozmak için şii safevi(iran) devleti tarafından dersaadet olan İstanbul'a gönderilen ilmi seviyesi yüksek şii ajanlarının hareket tarzı gibidir. Kendisini Sünni gösteren görevli bir şii olmasından korkulmaktadır...
Bayraktar Bayraklı : 1)Bu zat, Abdulaziz Bayındır gibi, Evliyaya müşrik dememekle beraber Bayındır'ın birçok sapık görüşüne destek vermektedir. Söyledikleri sapık mu'tezile fırkasının görüşleri ile örtüşmektedir. Miracı kabul etmemekte (göklerdeki kısmını), mütevatir olan parmaktan su akıtma mucizesini inkar etmektedir. Ayeti Celileleri kendi kafasına göre en çok kafasından te'vil edenlerdendir... Ayetlere yanlış mana verdiği de müşahede edilmiştir...(Rahman Sûresinde). İlmi seviyesi son derece düşüktür...
2) Deccal yoktur hurafedir diyor. Ancak Hadis-i Şerifler onun söylediği gibi demiyor: (Aşağıdaki Hadis-i Şerifin kaynaklarına dikkat ediniz...) "ALLAH-u Tealâ , Adem A.S. ın zürriyetini yarattığı andan beri yeryüzünde Deccal'ın fitnesinden daha büyük bir fitne olmadı ve ALLAH-u Tealâ' nın gönderdiği her peygamber ümmetini mutlaka Deccal fitnesinden sakındırdı. Ben Peygamberlerin sonuncusuyum , sizde ümmetlerin sonuncususunuz ve O (Deccal) çare yok sizin aranızda (bu ümmetin döneminde) çıkacaktır. Eğer ben aranızda iken çıkarsa , her müslüman için onu ben yenip defederim. Şayet Benden sonra çıkarsa , herkes kendi nefsini savunarak onu yenmeye çalışır. ALLAH' ta her Müslüman hakkında Benim halifem (koruyucu ve yardımcım) dır.” Hadis-i Şerif uzun bir Hadis-i Şerifdir, burada zikredilen kısa bir bölümüdür. (Kaynaklar: İbni Mace , Fiten:33, No:4077 ,2/1359 ,İbni Mace , 4075, 4076, Tirmizi, Fiten:59, No:2240,4/510) (Ebu Davud, Melâhim:14, No:4321, 2/520) (Müslim, Fiten:20, No:2937/110, 4/2250)
3)Miracın MEVLA nın (جل جلاله) huzuruna çıktığını kabul etmemektedirler. Mescidi Aksaya kadar olan kısmı inkar edemiyorlar. Zira oraya kadar olan kısım İsra Sûresinde geçtiğinden inkar eden kâfir olur, göklere yükselmeyi inkar etmek ise sapık mu'tezile mezhebinin görüşüdür, ilahiyat proflarından bu mu'tezile görüşü üzere olanlar bir hayli vardır. Miracın Mescidi Aksadan sonraki kısmını inkâr edene ise “mübtedi” denir.
Tarihçi Doç. Dr. E.Afyoncu dan çok önemli bir tesbit:“Asırlardır o kadar Âlim geçmiş Ebu Suud Efendiden İmam-ı Maturidiye kadar bunların hiçbiri anlamamış, şimdi bizim üç tane ilahiyat profösörü anlıyor.O kadar İSLAM Âlimi geçmiş bu profösörleri kulağından tutsa suya götürür susuz getirir bin kere, onlar anlamamışlar bunlar (ilahiyat profösörleri) üç kuruşluk arapçalarıyla Kur'anı onların (fetvalarının) aleyhine yorumluyorlar”
Dikkat: Problemin temelinde ilahiyat proflarının bir çoğunun kendisini ictihata ehliyetli ve müctehit sanmaları yatmaktadır...
Bu ilahiyat profları sebebiyle “İlahiyat fakültelerini” ve ayrıca Mısır el-Ezherini son yüzyılda görüşleriyle etkisi altına alan, ilahiyat profösörlerinin hocaları :Cemalüddin Afgani : (Selefiye) İngiliz casusu olduğu vesikalarla ispat edilmiştir ve masondur. Gerçekte Afkanistanlı değildir, İranın Esedabad şehrinden olup şii'dir. İSLAM dünyasını ve Müslümanları kandırabilmek için Afkanistanlı ve Sünni olarak tanıtılmıştır(zira Afkanistanda şii ler fazla barınamıyor). Kendisinin şii olduğunu saklaması, şii'liğin temel prensiplerinden olan takiyye icabıdır... Bu bozuk ve tehlikeli zat hakkında Amerikalı Araştırmacı Profösör Nikki R. Keddie (Tarih Profösörüdür) 479 sahifelik bir eser neşr etmiştir.(Sayyid Jamal adDin al-Afgani, a political biography by Nikk R. Keddie) University of Clifornia Press, 1972, Sh:18)
Mason Abduh
Selefiye) İsmi Muhammed Abduh dur masondur. Muhammed Abduh, 1849'da Mısır'da doğdu. 1905'te yine burada öldü. 1899'da İngilizlerin desteği ile Mısır müftüsü oldu. İbn-i Teymiyenin Ehl-i Sünnet'e aykırı fikirlerine sıkı bir bağlılığı vardı. “Avrupalı müsteşriklerin” ve “felsefî fikir ve yorumlarla yazılmış kitapların” tesirinde kaldı. Hocası Efgânî gibi mason olup masonluğun Ezher'e girmesini temin etti.Yazdığı yazıların Arap milliyetçiliği fikirlerinin uyandırılmasında büyük tesiri oldu. Bu şekilde Mısır ile bazı Arap ülkelerinin Osmanlı Devleti'nden ayrılmasında -kısmen de olsa- rol oynamıştır. Mezheb imamlarını taklit etmeyi bırakıp serbest bir akılla hareket edilmesini istedi ve mezhepsizliği körükledi. •Fîl Sûresi (âyet 3)'nde bildirilen ebâbil kuşlarına "sivrisinek", attıkları taşlara "mikrop" dedi. Zilzâl Sûresi'nin 7. âyetindeki "Zerre ağırlığında hayır yapan, karşılığına kavuşur." meâlindeki âyet-i kerîmeyi tefsir ederken; "Müslüman olsun, kâfir olsun, sâlih amel işleyen herkes Cennet'e girecektir." diyerek Ehl-i Sünnetten ayrıldı. Dikkat edilirse ilahiyat profösörlerinin akıl yürütmede , mason abduh gibi hocalarının izini nasıl titizlikle takip ettikleri anlaşılmaktadır...
Reşid Rıza : İngiliz taraftarıdır. Mason Abduh'un yolundan gitmekte onu üstad kabul etmektedir. Buna rağmen telfik-i mezahib isimli kitabı Diyanet tarafından yayınlanması, bunların taraftarlarının Diyanetin içinde dahi olduğu şüphesini doğurmaktadır... Bu kitap Dinimizdeki fıkhı yıkmak ve ahkâmı oyuncak haline getirmektedir.
Mevdudi : Pakistanlı gazeteci ve politikacıdır, kitaplarında İSLAMın temel inanç esaslarından KADERE İMAN a (imanın temel bir rüknü olarak) yer vermemek suretiyle Ehli Sünnetten sapmıştır. Mevdudi icazetli Din alimi değildir Pakistanda 1970 seçimlerinde 300 milletvekili çıkaracağını iddi etmiş ancak dört milletvekili çıkarabilmiştir.
Seyyid Kutub : Ateşli bir muharrirdir, Ancak bir Din alimi değildir. Kitabından alıntı : “Namazlar, dualar kişisel olup toplumsal karektere sahip değildir. İster belli duaları okumak şeklinde... Bütün bunlar tembellik çağının ürünleridir. Hayat ve hareket çağları böyle şeylere önem vermemiştir.(Seyyid Kutup, İSLAM-kapitalizm çatışması isimli kitabından)”
İbn-i Teymiye :Bu yukarıda zikrediler ilahiyat proflarının görüşlerinden etkilendiği zatlardan olan ve hususiyetle hindistan vahhabilerinin kendilerine bayrak yaptığı İbn-i Teymiye' nin sözlerine bakınca, ilahiyat proflarının bu sözlerinin kaynağı ve kimleri üstad edindikleri biraz olsun ortaya çıkmış oluyor : Meşhur İbn-i Teymiye ne diyor bakalım :
1- RASULULLAH'ın (صلى الله عليه وسلم) diğer insanlardan farkı yoktur. Onu vasıta kılarak dua etmek caiz olmaz diyor.
2- RASULULLAH (صلى الله عليه وسلم) ziyaret etmeğe niyet ederek Medîne şehrine gitmek günahtır diyor. 3- Şefaat istemek için gitmek de haramdır diyor.
Müderris hoca ile ilahiyat profösörü arasındaki fark neden kaynaklanıyor :Fark en başta eğitim aşamasında başlıyor. Mesela medrese sisteminde 500 ya da 1000 sene önce ki orijinal yazma nüshanın matbu nüshası okunur hocadan hocaya intikalle arada nokta fark olmaz. Böylece 500 sene önce okutulduğu şekilde okutuluyor, ecdad neyi nasıl okuttuysa aynı sistem. Modernist görüşler yol bulamıyor. Ayrıca ilmi seviyeleri çok yüksek Medrese hocaları dahi müctehitliğe soyunmaz biz ancak naklederiz der. Dini meselelerde akıl yürüterek eski kitapların aleyhine yeni buluşlar peşinden koşulmaz...
İlahiyat profları ise,müctehitlerin ve büyük âlimlerin görüşlerini beğenmiyor ve ayrıca müctehidin şartllarını, ne hocaları nede kendileri bilmediğinden kendilerini müctehid sanıyorlar (İmam-ı Âzamda bir adam, bende bir adamım – 1000 sene önce yaşamadım diye ictihat edemeyecekmiyim gibi edepsizce konuşuyorlar).
Bazı Kavramların açıklanması :
Müctehitlik : Müctehitlik Efendimizden (صلى الله عليه وسلم) sonra ilk iki veya üç asır gibi kısa bir dönemdir. Şartları çok ağırdır. Mesela sadece bir şartı 300 bin Hadisi Şerifi ravileriyle beraber ezbere bilmektir ki bu sayı milyonları bulabilir . Bununla beraber Müctehitlerin bir işide külli kâideler ortaya koymaktır. Öyle külli kâidelerki yaklaşık 1000 senedir nakzedilemiyor ve o kâideler halen geçerliliğini koruyup okutuluyor.. Bu ilahiyatçılara ise külli kâide nedir diye sorsanız tanımını dahi yapamazlar... Ayrıca müctehitliğin şartları o kadar ağırdır ki, çok meşhur yüzlerce Âlim ve Şeyhülislamlar dahi müctehitlik seviyesine çıkamamıştır ... (imam-ı Birgiviler,Taftazaniler, Molla Cami hazretleri ve dahi Ebu Suud Efendiler , Zenbilli Ali Efendiler رحمهم الله gibi büyük Alimler bile Müctehitlik kapısından girememiştir) Ki bu ilahiyatçı proflar bu müctehit olmayan Alimlerimizin kitaplarını anlamayı bırakın hatasız okuyamazlar bile... Soru :Müctehidler de akıl ile neticeye gitmiyor mu ? El-Cevap : Müctehitler illeti müşterek ile kıyas yapılan hükmü, kâidelere dayandırıyorlar, o külli kâidelerden neticeye ulaşıyorlar, yoksa bu ilahiyat profları gibi kuru akılla değil...
Felsefe : Şimdi bazı ilahiyatçıların (her ne kadar bu sakat kısım ilahiyatçılar gibi olmasada) felsefeye merak saldığı müşahade edilmiştir (felsefenin küfür olduğunu bilmeyen bu zatlar acaba hiçmi eski Ûlemanın kitaplarını karıştırmadı?). Felsefe küfürdür : İmam-ı Gazali'nin رضي الله عنه İbni Sinâ'nın “akıl kâdimdir” demesi sebebiyle küfrüne fetva verdiği rivayeti vardır. İlk felsefe yapan şeytandır "ben ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan." Araf/12 . Felsefecilerin atası Eflatun Hz İsa'nın عليه السلام Peygamber olduğunu bilmiş, ancak “biz yolumuzu bulmuşuz” diye ittibayı reddetmiştir. Bu iş akılla olsaydı izafiyet teorisini bulan ünlü fizikçi Einstein kurtulurdu. Akıl çok sevgili birşeydir, ancak sınırlar vardır, o sınırlar aşılmamalıdır... Mesela ALLAH'u Teâlânın ZAT'ını düşünmek haramdır, sana verilmemiş o kabiliyet, niye uğraşıyorsun keskin kayalıkların bulunduğu uçurumun kenarında...
Bakınız Hûccetül İSLÂMİmam-ı Gazali رضي الله عنه “felsefe” hakkında ne buyuruyor;Felsefenin en sakıncalı kısmı ;ALLAH Teâlâ’nın ZAT ve sıfatlarını akıl gücüyle anlama-ya çalışmaktır. Çünkü, bunun kurcaladığı ilahiyat, akıl yoluyla değil, yalnızca vahiy yoluyla bilinebilir. Akıl bu alanda, karanlıkta yürüyen bir yabancı gibidir. Başka ilimlerin konu-larını felsefe adı altında bir araya getiren felsefeciler, kendilerine özgü ciddî, tutarlı ve makul fikirler ortaya koyamamışlardır. Yaptıkları şey, yanlışlardan, küfürlerden ve tabiat üzerinde mülahaza-lardan oluşan bir takım mezhepler ve ekoller oluşturmaktan ibaret kalmıştır. (İhya-u Ulumiddin)
Din nakilledir, akıl huccet değildir :Bu konu birçok insanın sürçtüğü bir konudur. Bazıları Dini ahkâmı akılla bulabileceklerini zannetmektedirler.Halbuki akıl huccet değildir (4) Şu misale bir bakalım : Zekâtta; 5 devede 1 koyun, 10 devede 2 koyun, 15 devede 3 koyun zekat verilir. 40 koyunda ise 1 koyun verilir... Şimdi aklımızı kullanarak deve misalin-den sonuca ulaşırsak, 80 koyunda 2 koyun, 120 koyunda 3 koyun verilir gibi mantık yürütülür. Halbuki iş böyle değildir: 40 koyunda 1 koyun, 120 ye kadar da 1 koyun zekat verilmektedir. Bakın akıl nasıl durdu. Nakl'in söz konusu olduğu yerde akıl yürütülemez. Ancak nakli bir delil bulunamazsa o takdirde şartlara ve kâidelere riayetle kıyasa gidilir.
Bakalım Sahabe-i Kiram, Mezheb imamlarımız, Müctehitler ve Evliya ile (haşa ) bu 3-5 ilahiyatçı profösör ve görüşleri arasında bir benzerlik var mı ? :
İmam-ı Şafiiرحمه الله buyuruyor : “Bir ihtiyacım olduğunda iki rekat namaz kılar, Ebu Hanifenin رحمه اللهkabrine gider ve orada dua ederdim. O'nun bereketiyle ihtiyacım derhal karşılanırdı”... El Heytemi, el- Hayratü'l-Hisan s.94
İmam-ı Malikرحمه الل: Abbasi Halifesi Ebu Cafer Hacca gittiği zaman Hz Peygamberin (صلى الله عليه وسلم) kabrine ziyarete vardığında orada bulunan İmam Malik'e رضى الله عنه "Ya Eba AbdİLLAH ! Yönümü kıbleye dönüpte mi dua edeyim?” dediğinde “Niçin yönünü ondan çevireceksin Bilakis RasulULLAH'a yönünü dön Onun şefaatini iste” buyurdu. İmam-ı Malik Ademعليه السلام ın yaptığı tevessülü kabul edip fıkhi bir mes'elede delil getirmiştir. (Kaynaklar: Şifâü's-Sikam, Vefa'ül Vefa, El-Mevâhibü'l-Ledünniyye) (Adem عليه السلام hata işlediğinde “Ey Rabbim Muhammedin(صلى الله عليه وسلم) hakkı için SEN'den istiyorum” demiştir.)
Ahmed bin Hanbel : Tevessülü kabul etmektedir. Mensek adlı eserinde yazılıdır.
(Yukarıdaki bilgilerden sonra şimdi; Bazı ilahiyat Prof'larının sakat görüşlerine delil olarak gösterdikleri Sûre-i Fatiha'daki “iyyake na'büdü ve iyyake nes'teîn”(yalnız SEN'den isteriz) Ayeti Kerimesini bu büyük Müctehitler olan Mezheb İmamlarımız anlayamadılar da, yarım yamalak arapçalarıyla bu 3-5 ilahiyatçı profösör mü anladı ? )
Evliyanın kerâmeti mes'elesi :
Akâid okuyanlar bilirler;Akâidde “Evliyanın kerâmeti haktır” geçer.Soru : İlahiyat Profları Evliyanın kerâmetini neden kabul etmiyorlar? El-Cevap : Adamlar, kalabalık Sahabe topluluğunun رضى الله عنهم rivayet ettiği mütevatir rivayetle gelen Peygamberimizin (صلى الله عليه وسلم) mucizesini kabul etmiyorlar bunu nasıl kabul etsin ?
Evliyanın kerâmetini inkâr eden vehhabi zihniyetli ilahiyatçı proflar, keramet yoksa aşağıdaki Ayeti Celileri nasıl izah edecekler ?
1) Seba Melikesi Belkısın tahtını Süleyman على نبينا وعليه السلام ın veziri o kadar uzak mesafeden nasıl göz açıp kapayıncaya kadar getirmiştir?(Neml Suresi-39)
2) Zekeriyya على نبينا وعليه السلام mihrabta kilitli Meryem validemizin yanına ne zaman girse orada o mevsimde bulunmayan yiyecekler bulurdu...(Al-i İmrân-37)
Asaf ve Meryem validemiz Peygamber olmadıklarına göre Ayeti Celilelerde geçen bu kerametleri nasıl izah edebilirler?
Dikkat ediniz ki Süleyman على نبينا و عليه السلام harikulade olarak getirilecek olan tahtı insan ve cinden istiyor, şimdi bu vahhabi kafalılara göre şirkmi işlemiş oluyor (haşa)...
("Ey Heyet kendileri teslimiyyet gösterip bana gelmeden önce, o kadının tahtını bana kim getirir?" dedi. Neml-38)Bu taktirde İlahiyatçı profların kafa yapılarına göre şunusöyleme durumuna düşülmez mi? :Süleyman على نبينا و عليه السلام a niçin ALLAH'tanجل جلاله değilde insandan ya da cinden istiyor ?
Hz Ömer رضى الله عنه hutbe esnasında yüzlerce kilometre ötede İranın Nihavent bölgesinde düşmanla savaşan İSLÂM askerlerini ve Kumandan Sariye'yi رضى الله عنه görmüş “Sâriye dağa, dağa” diye nida etmiştir ve buna Sahabe-i Kiram رضى الله عنهم şahit olmuştur. Sesi duyan Sariye رضى الله عنه tedbiri almış ve geri döndüğünde Hz Ömer'in رضى الله عنه sesini duyduğunu söylemiştir. (İbn-i Kesir Te sir el-Bidâye c.7 sh131)
Hz Yusuf على نبينا و عليه السلامAyeti Celilede “Şu gömleği götüründe (gözleri ona üzüntüsünden ağlamaktan kör olan) babamın yüzüne sürün, görücü hale gelir” (Yusuf Sûresi-93) Şimdi ALLAH'u Teâlâ جل جلاله gömleği şifaya vesile kılıyorsa, o gömlekten çok daha kıymetli olan bir ALLAH dostunu neden vesile kılmasın ?
Adem عليه السلام ın iki oğlu ALLAH'u Teâlâya yaklaşmak maksadıyla O'na kurban sunmuşlardı. ALLAH'u Teâlâya yaklaşmak için garip bir hayvan vesile ediliyor da, vahhabi kafalı ilahiyatçılara göre ise her nedense ALLAH'u Teâlânın kulları olan Evliya-ı Kiram'dan رحمهم الله vesile olmuyor...
Bununla beraber : Vahhabi ve selefilerin görüşlerinin kaynağı ve hocası İbn-i Teymiye devlet ve ulemanın önünde tevessül(vesile kılmanın) haramdır görüşünden dönmüş ve mübah olduğunu kabul etmiştir... el-Bidaye ve'n Nihaye c:14/47 (ancak her nedense bunlar hala dönememektedir.)
Çok Önemli : Hanefi Fıkhı Alimleri altı kuşağa ayrılmıştır (Bu bilgiyi zayi etmeyin kolay bulunacak bir bilgi değildir) :
1- İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed gibi , İmam-ı Âzamın talebeleri olan müctehitler kuşağı . Bunlar İmam Âzamın tesbit ettiği kâidelerden fıkıh âhkamı çıkarma gücüne
sahip kimselerdir...
2- Hassaf, Tahavi, Kerhi, Serahsi, Hulvani, Pezdevi ve başkaları gibi mesheb sahibinden herhangi bir rivayet gelmeyen meselelerde içtihat eden kimseler. Bunlar ne usul ne de
füru da, yani ne delil ve kâidelerde ve ne de delil ve kâidelerden çıkan hükümlerde İmam'ın görüşünden ayrılmaya yetkili değillerdir. Ancak İmam'dan bir rivayet bulunmayan
hükümleri, İmam'ın tesbit ettiği usule göre çıkartma yetkisine sahiptirler.
3-Sadece tahriç, yani kapalı bir sözü açıklamaya veya birden çok manaları verebilen bir sözün hangi manada kullanıldığını kestirme gücünde olan “tahriç sahibi” kimseler
4-Kuduri sahibi ve İmam-ı Merginani gibi, yine tahriç sahibi olup dirayet gücü ile ancak bir rivayeti diğer bir rivayetten üstün görme yetkisinde olanlar...
5-Mukallitler kuşağı. Bunlar -muteber olan dört metin sahipleri gibi- güçlü, zayıf , seçkin ve gevşek görüşleri birbirinden ayırt edebilen kimselerdir...
6-Bunlardan sonra gelen kuşak ki bunlar, semizi, cılızı, sağı , solu ayırt edemiyen kimselerdir... (el-Fevaid-ül behiyye fi teracimil Hanefiye)
Hûccetül İSLÂM İmam-ı Gazali'den رضى الله عنهPERDELER :
Başka bir fırka ise bu rütbeyi geçmiş ve tarikat yoluna girmeye başlamışlar, marifet kapuları kendilerine açılmıştır. Marifet başlangıçlarından her koku aldıkça hayretler içinde kalmışlardır. Buna sevindi ve bu garib haller kendilerini şaşırttı da, gönülleri hep o tarafa aktı. Başkalarına kapalı olan bu kapıların kendilerine açılmasını düşünür ve ona bağlanırlar. İşte bütün bunlarda kalplerinin buna bağlanmasını ve buna iltifat etmesiyle aldanmış kimselerdir. Sâlikin seyr'ü sülûk'unda en büyük perde böyle bir noktada saplanıp kalmaktır. Zira ALLAH'u Teâlâ'ya giden yolun hayranlığının nihayeti yoktur. Her noktada böyle şaşıp duraklasa adımları kısalır ve maksadına ulaşamaz. Bu hükümdarın birini görmek için sarayına giderken, sarayın önünde bir meydan, meydan içinde bir bahçede öyle çeşitli çiçekler ve aydınlıklar görür ki, bundan önce böyle şeyler görmemiştir. Hayranlık içinde bunlara baka kalıp da randevu saatini geçiren gibidir.
Diğer bir fırka bunları da geçti. Yoldaki parlaklıklara ve ikramlara aldırış etmedi, yoluna devam etti ve kurb-i Hakk'a vasıl oldu. Ancak bunun tamamen vuslat olduğunu sandılar. Burada durdu ve işi karıştırdılar. Halbuki ALLAH'u Teâlâ'nın nurdan yetmiş bin perdesi vardır. Sâlik bu perdelerden birine yükseldiğinde, tam vuslata eriştiğini sanır. İbrahim aleyhisselâm'ın sözü ile buna işaret edilmiştir. Nitekim ALLAH'u Teâlâ : «İşte o, üstünü gece bürüyüp örtünce bir yıldız görmüş "Bu benim Rabbim!" demiş» (En'âm:76) buyurmuştur. Bundan murad, gökte parlayan cisimler değildir. Zira İbrahim âleyhisselâm, onları küçüklüğünde de görüyor ve onların ilâh olmadığını biliyordu. Aynı zamanda gökte parlayan tek değil, daha bir çok cisimler de vardır. Cahil bir bedevi bile yıldızları ilâh tanımadığı halde, yüce mevkii ve şerefiyle İbrahim âleyhisselâm, yıldızı Rab kabul edermiydi ? Bunlardan murad, ALLAH'u Teâlâ'nın nur perdelerinden biridir. Bu perdeki sâlikin yolu üzerindedir. Bu perdeler aşılmadan vusûl olmaz. Bunlar birbirinden büyük nurâni perdelerdir. En küçüklerin Kevkeb ve en büyüklerine Şems, aradakilere de Kamer denir. Bu perdelere istiâre olarak yıldız, ay ve güneş adı verilmiştir.
İbrahim aleyhisselam'a göklerin Melekutu, gizlilikleri durmadan gösterildi. Nitekim ALLAH'u Teâlâ : «Biz İbrahim'e kat'i ilme erenlerden olması için göklerin ve yerin mülkünü de öylece gösteriyorduk» (6-En'âm:75) buyurmuştur. Birinden diğerine geçerek yükseldi. Her mülâki olduğu hicapta vâsıl olduğunu sandı. Sonra ilerde daha büyük hicap olduğunu görünce, hemen oraya terakki eder ve orada da aynı şekilde vuslat'ı Hakk olduğunu sanır. Sonra daha ilerde başka bir perde görünce o perdeye ve nihayet en yakın olan son perdeye vardığında bu hicâbı daha da büyük görerek vâsıl olduğunu sandı. Sonra bunda da kemâl derecesinden eksiklik görünce; «Hayır, ben böyle geçici şeyleri sevmem. Yer ve gökleri yoktan var edene yönümü çevirdim» dedi. İşte bu yolun yolcusu, bazı hicâplarda aldanabilir. Meselâ, ilk hicapta duraklayabilir ki, bu ilk hicâp, kulun kendisi ile Rabbi arasındaki zâtıdır. Bu da ALLAH'ın جل جلاله nurlarından bir nur ve emr-i Rabbanidir. Yani Hakk'ın topyekûn hakikatinin tecelligâhı olan sırr'ı kalb'dir. O, bütün âlemi ihâta eder, herşeyin sûreti orada tecelli eder, işte o zaman orası alabildiğine parlar. Zira bütün varlıklar olduğu gibi orada açıklanır. Bu Sırr'ı Kalb evvelemirde üzerine perde çekilmiş bir pencere gibidir. ALLAH'ü Teâlâ'nın nuru kalbde parlayıp perde kalktıktan sonra, bu kalbin sahibi kalbine bakınca, onun üstün cemâlinden hayretlere düşer ve "E'NEL HAKK" demeğe başlar. İşte burası ayakların sürçtüğü bir yerdir.Şayet bunun daha ilerisi kendisine açıklanmazsa buna aldanır, burada kalır ve helâk olur da ilâhi nurlardan olan küçük bir yıldız'ın tecellisine aldanmış olur. Bundan sonra Güneş şöyle dursun, Ay'a bile yükselemez. Burası sâlikin aldandığı bir yerdir. Çünkü burada parlayan ile parladığı yer birbirine karıştırılıyor. Aynaya akseden bir rengi ayna da gören kimsenin, bunu aynanın kendi rengi sanması ve bardağın içine konan şey ile bardağın renklerinin birbirine karışması gibidir. Nitekim şair : "Bardak inceldi, şarap inceldi, birbirine benzediler ve iş karıştı”.- "Sanki şarap var, bardak yok veya bardak ve şarap yoktur" dedi
İşte hristiyanlar da bu göz ile Hz İsâ'ya baktılar. İlâhi nurun kendisinde parladığını görünce şaşırdılar. Yıldızı aynada veya suda görenler gibi. Onu aynada veya suda zannedip elleri ile almak istediler. İşte bunlar aldanmışlardır.
ALLAH yoluna sülûk edenlerin aldandıkları yerler, cildlere sığmayacak kadar çoktur. Bunları son haddine kadar açıklamak bütün mükaşefe ilimlerini izâh ile mümkündür ki, buna ruhsat yoktur. Hatta buraya kadar anlattıklarımızı da açıklamaya lüzûm yok denebilir. Zira ALLAH yoluna sülûk eden kimsenin, bunları başkasından duymasına muhtaç olmadığı gibi, bu yola girmeyenlere de bunları duymak bir fayda sağlamaz, belki zarar verir. Çünkü anlamadığı şeyleri duymakla dehşete kapılır. Ancak bunları duymak, içinde bulunduğu gurur ve aldanıştan kurtarması bakımından faydalı olabilir ve işin kendi zannettiği kısa görüş ve muzahraf mücadelesinden daha mühim olduğunu anlar da, Evliyâullah'ın mükaşefelerinden hikaye edilenleri tasdik eder. Bununla gurur ve aldanışı büyük olanlar yine de eskisi gibi inkârlarında ısrar edebilirler.
Emr-i Rabbani olan şeyleri anlatmaya aklın tahammülü yoktur. Ekseriyetin akılları burada şaşırır kalır. Hele evham ve hayal sahipleri, gözün sesleri anlamayacağı gibi bunu anlamaktan tamamen âcizdirler. Cevher ve arazla mukayyed olup bunların arasında sıkışan akıllar Emr-i Rabbaninin vasıflarının daha başlangıcında sarsılır ve tezelzüle uğrarlar. Akıl ile O'nun vasıflarından bir şey bilinemez. Emr-i Rabbani akıldan başka ve ondan daha üstün bir şey ile bilinir ki o nur, Nübüvvet ve Velayet kandilinde parlar... ALLAH'u Teâlâ'ya vasıl olmak için bir merkez bu merkezin önünde geniş bir meydan, bu meydanın önünde bir eşik ve bir merdiven vardır. Burası Emr-i Rabbaninin merkezidir. Buradaki kapucu ile münasebet kurmayanlar, bu sahaya bile giremez. Nerde kaldı onun sonudaki müşahedeler... (İhya-u Ulumiddin)
Sofiyenin Fena makamı ile tabir ettiği şey; ALLAH'tanجل جلاله başkasından ve kendisinden yok olmuş ve öyle bir hale gelmiş ki, ALLAH'tan جل جلالهbaşka bir şey görmez olmuştur. Bunu anlamayanlar bunu reddederler ve bir doksan boyunda bir adam nasıl yok olur? der de sözlerini anlamadıklarından onlara gülerler. Zaten Âriflerin sözlerinin, cahiller için gülünç olması zaruridir. (Yarasa kuşunun güneşi görememesi , güneşdeki bir kusurdan değil kendi gözündeki kusurdandır)
Bazılarıda yer ve göklerdeki ilahi nurdan lambalarını doldurdu. Zaten ateş değmese bile onların yakıtları parlak olduğu için ışık veriyordu. Sonra yakıta kibriti değdirdikleri anda nûr üzerine nûr olarak parladı da Rabbisinin nûru ile beraber yer ve gök aydınlandı. Hatta Melekut âleminin sırları ortaya çıktı ve herşeyi olduğu gibi gördüler . Sonra onlara ALLAHu Teâlânın edebi ile edeplenerek sükut edin, denildi. Zira yerin kulağı var çevrenizde görüş ve anlayışı zaif olan insanları var. En zayıfınızın durumuna göre konuşun. Yarasanın gözünden perdeyi kaldırmayın. Çünkü o buna dayanamaz. Güneşin geride bıraktığı izinden istifade eden yarasa kuşu gibi, sizinde parlayan nurunuzun döküntülerinden geride kalanlar istifade etmiş olsunlar. Şair: “iyiler meclisinde iyi şarap içtik, zira iyilerin şarabı iyi olur” “içtik ve bardak artığını yere döktük, zira büyüklerin bardağından yerinde nasibi vardır” . Gerçi körü götürmek mümkündür, fakat o da bir hadde kadardır. Yol daralıp kıldan ince kılıçtan keskin olduğu vakit, üzerinden ancak kanadı olan kuşlar geçebilir. (İmam-ı Gazali رضى الله عنه / İhya-u Ulumiddin ) (Alıntı - medresedersleri)
bu arada senin ALLAH'ın şeyt.. olmuş kelimesi adamı Dinden çıkarabilecek çok tehlikeli bir kelimedir...
GÜNÜMÜZDEKİ BAZI İLAHİYATÇI PROFÖSÖRLER VE İLAHİYATÇILARIN DAVRANIŞ BİÇİMLERİ VE DÜŞÜNCE YAPILARININ İNCELENMESİDİR(1)بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين واصلاة و السلام على سيد المرسلين (Dikkat bu yazı rastgele hazırlanmış bir yazı değildir, ALLAH'ın yardımı inayetiyle ciddi bir ilmi çalışma neticesinde ortaya çıkmıştır)(Yazıyı mutlaka sonuna kadar okuyunuz, zira yazının içerisinde Ahireti kurtarmaya sebep olacak ve parayla satın alınamayacak ilmi bilgiler verilecektir İNŞAALLAH...)
“Ey iman edenler, ALLAH yolunda adım attığınız vakit, iyice anlayın, dinleyin. Size İSLÂM selâmı veren kimseye -dünya hayatının geçici metaına göz dikerek- "Sen mümin değilsin!" demeyin.” (Nisa-94) (Bazı İlahiyatçıların(sanki kendi itikatları çok düzgünmüş gibi) kabir ziyareti yapan temiz Mü'minleri müşrik ilan etmeleri çok vahimdir)“Ümmetim hakkında en çok korktuğum kişi, konuşmasını iyi bilen münafıktır” Hadis-i Şerif (Kaynak : Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned no:143, 1/289)
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelip günahlarına mağfiret dileselerdi, Peygamber de onların bağışlanması için dua ediverseydi, elbette ALLAH'ı tevbeleri kabul eden ve merhametli bulacaklardı.” Nisa-64 (Demek ki Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) huzuruna gidip mağfiret dileyince (ilahiyatçıların söylediğinin hilafına) müşrik olunmuyormuş.) Burada bu ilahiyatçıların ve vehhabi zihniyetinin anlayamadıkları şey mağfiret dilenenin ALLAH'u Teâla olduğudur...
Hz. Ömer رضى الله عنşöyle demiştir: "Bu ümmet için en çok, ilim bilen münafıklardan korkuyorum. Bunlar, ilimleri dillerinde olan, kalpleri cahil ve amelleri kötü kimselerdir." (İhya)
İlahiyatçı Abdulaziz Bayındır, Sahabe ve Evliya Kabriniرضى الله عنهم ziyaret edeni müşrik ilan etmekte ise de “Fatih Sultan Mehmed” şiirinde bakınız ne buyurmaktadır ;“Fazl-i Hakku himmet-i cünd-i ricalluLLAH ile , Ehl-i küfri serteser kahr eylemektür niyyetüm, Enbiya vü Evliyaya istinadım var benum , Lütf-i Hakk'tandur heman ümid-i fethü nusretüm, Nefsü mâl n'ola kılsam cihanda ictihad, HamdulİLLAH var gazâya sad hazeran rağbetum, Ey Muhammed mucizat-i Ahmed-i muhtar ile, Umarım galib ola â'dayı Dine devletüm”(Herhalde Fatih Sultan Mehmet işi anlamadı da bu üç-beş tane ilahiyat profösörü anladı!!!) FATİH SULTAN MEHMET
Önsöz : Sahabe-i Kiramın رضى الله عنهم ve Evliya-i Kiramın رحمهم الله kabrini ziyaret eden temiz Müslüman kardeşlerimizin son zamanda ekranlarda bazı ilahiyat profösörleri tarafından müşrik ilan edilmeleri üzerine bu yazıyı hazırlamak son derece elzem olmuştur... Şimdi burada siz sevgili Mü'min kardeşlerimiz, bu ilmi çalışmayı dikkatle defalarca okuyunuz ... Zira burada size ilahiyatçı profösörlerin sakat görüşlerine birkaç misal dışında tek tek cevap verilmeyecek ... Ancak üniversitede dahi size profların öğretemeyeceği bir takım kâidelerle bu tür birisiyle ya da bu fikirle karşılaştığınızda, fıkıh ilmine ya da akaid ilmine derinlemesine dalmadan onların sakat itikatlarını çürütmenin ipuçları verilecek.
Klasik sistem mi modernist görüşler mi ?

(Derse başlamadan önce) Öncelikle bilinmesi mutlaka gereken ÇOK ÖNEMLİ BİLGİLER:
1) Kur'an-ı Kerimden ve Hadisi Şeriflerden Ahkam çıkartmak MÜCTEHİTLERİN işidir. İlahiyatçı profların değil.(Müçtehid'in şartlarının açıklaması aşağıdadır)
2) Akıl HUCCETi Baliğa değildir... Din Akılla değil, Nakilledir... Arapça lisanını en iyi bilen Sahabe رضى الله عنهم nazil olan Ayeti Celileyi ancak Efendimiz (صلى الله عليه وسلم) açıkladığı zaman anlayabiliyorlardı. Sahebenin رضى الله عنهم anlayamadığı Ayeti Celile hangi akılla anlanabilir...
Edille-i Şer'iyye dörttür ... Bunlardan üçü nakilledir (Kitap-Sünnet-İcma) bunlarla sabit olan hükmü inkar Dinden çıkar... dördüncüsü ise kıyasdır ki kıyasla sabit olan hükmü inkar etmek Dinden çıkarmaz .. Misal : bir kişi Kitap ile sabit olan ve Ayette geçen şaraba haram değil dese o anda kâfir olur(Ayeti Celilede olanı inkâr ettiğinden)... ancak (her ne kadar haramlığı kesin isede) haramlığı kıyas ile sabit olan rakı haram değil diyen kâfir olmaz... (Ancak günah, azab ve cezâ hususunda aynıdırlar)
3) Verilen fetvalar mutlaka muteber Ehl-i Sünnet kaynaklara dayandırılmalıdır. (Bu ilahiyat profösörlerinin muteber kaynakları ise ulvi !!! akıllarıdır)
4) Dalalet fırkalarıda davalarını isbatta Ayeti Celileleri delil getirmektedir. Çok Dikkat : Cehennemlik olduğu Hadisi Şerif ile bildirilmiş sapık fırkalar (şiî, vahhabi v.s.) veya hariciler de görüşlerini Ayeti Celilelerden çıkarttıkları manalara dayandırıyorlardı... Batıl davalarını ispat hususunda bir çok Ayeti Celileyi delil getiriyorlar...
7) Küfre nispet meselesi : Ehl-i Sünnet Alimleri insanları küfre nispet etmemek için son derece dikkat eder, küfür sadır olsa bile kâfir dememek için delil ararlar...
(Vahhabi gibi) Ehl-i Dalalet fırkaları ise insanların niyetlerini okumaya çalışıp hemen müşrik yaftasını yapıştırırlar...
İLMİ MÜNAZARA : İlahiyatçı Profların kendine en güvenenlerinden olan Abdulaziz Bayındır ile Medrese hocasının ilmi münazarası ;
Abdulaziz Bayındır ekranlarda çıkıp dini ve fıkhi bilgisi çok fazla olmayan insanları ilzam edip müşrik ilan etmektedir. Ancak Medrese tahsili görmüş bir hoca ile karşılaşınca son derece aciz duruma düştüğü müşahade edilmiş ve istisna kâidelerinden dahi haberinin olmadığı anlaşılmıştır. Hayrete şayandır ki eski Âlimlerin ayaklarının tozu etmeyecek bir medrese hocası ile başa çıkamayan ve münazaradan kaçarak kurtulan Abdülaziz Bayındır ne gariptir ki diğer diğer birçok ilahiyat profösörü gibi Müctehitliğe soyunmaktadır.
İlmi Münazara şu şekilde gerçekleşmiştir(Bu münazaranın ses kaydı internette mevcuttur dosya ismi :”abdulazizbayındirinzoranlari.mp3”)...Öncelikle kendisini müctehit sanmasından dolayı ve ayrıca ekranlarda “siz Dini ilimmi okudunuz da konuşuyorsunuz” gibi insanları aşağılamanın ne demek olduğunu öğrenmesi için kendisine bir ders vermenin gerektiğini düşünen bir medrese hocası uzun uğraşlardan sonra yakaladığı Abdulaziz Bayındıra istisna ile ilgili bir kâide soruyor, Tabii ki soru ciddi bir ilmi temel gerektiren şaşırtmacalı bir soru: لا تجرج الا ان آذن لك bu terkib caizmidir , değilmidir ? Caizse neden caizdir ? Değilse neden caiz değildir ?. Tabii sorulara cevapta akıllarını huccet aldıklarından ve mantık yürüttüklerinden hemen balıklama atlıyor Abdulaziz Bayındır :“sana ben izin vermeden dışarı çıkma” şeklinde terkibin ifade etmediği yanlış bir manayı da vererek(*) “neden caiz olmasın,” fetvasını yapıştırıyor.(tabiiki cevabı yanlış) medrese hocası : Bu caiz değildir : bu istisnai müfarrağ olduğundan caiz değildir.. Zira terkip istisnaya hamledilirse, istisnai müfarrağ'da da izin çıkma cinsinden olmadığından caiz değildir. Ancak şu şekilde caiz kılınabilir: İstisnaya değilde gayeye hamledilirse o takdirde caiz olur. Yukarıdaki şaşırtmacalı soru hakkında çok önemli bir açıklama :Terkib istisnai müfarrağ'dır. İzin çıkma cinsinden olmadığı için ve bu terkip tam bir istisna olmadığından istisnanın hakikatine hamledilemez. O takdirde mecaza gidilir, mastarlar vakit manasına geldiğinden gaye'ye hamledilir, o takdirde caiz olur. Sonra medrese hocası kısa bir açıklama ile : (Şefaati inkâr etmelerini kastederek) Meryem-87 Ayeti Celilesinde istisna kâidesi var burada (şefaat hakkına sahip olamayandan, söz almış kişi istisna edilmiştir.) istisna da müstesnanın(yani şefaatın) mevcut olduğuna delalet eder... Diyor ve yineAbdulaziz Bayındıra soruyor : Siz istisna kâidelerini dahi bilmeden bu Ayeti Celilelere nasıl mana verebiliyorsunuz ? Deyince , Bayındır : “Ooo amma da şey çıktın, yazarsın gönderirsin bakarız” diyor, medrese hocası ise hayır ben yüzyüze görüşmek istiyorum diyor. Sonra medrese hocası : “Sizin ekranlarda müfesser muhkemi açıklar dediğinizin kaydını gördüm (görüntü kaydı var) ” Halbuki usul kitaplarında böyle olmadığı sizede malumdur deyince, Bayındır inkâr ediyor “demedim” diyor medrese hocası : “Kaydını gönderebilirim” diyor . Sonra Bayındır kendisini kurtarabilmek için verdiği cevaptan daha beter batağa saplanıyor. Ve şöyle diyor “müteşabih muhkemi açıklar”. Asıl cevap her ikisi de değil, doğru cevap “müfesser mücmeli açıklar” olacak... Abdulaziz Bayındır başa çıkamayınca kızıp görüşmeyi kesmiştir... Açıklama ; Müteşabih lafzın kapalılık derecesine göre sınıflandırıldığı kısımdandır, muhkem ise lafzın açıklık derecesinin kısımlarındandır... Tvlerde ahkam kesen Abdulaziz Bayındır tv de muhkemi müfesser açıklar diyor(kayıt var) sonra çarkediyor demedim diyor ve kurtarayım derken “muhkemi müteşabih açıklar” diyor. Tabiiki buda büyük bir yanlış. Bu durumda kapalı/hafi lafız olan; müteşabih, açık lafız olan; muhkemi nasıl açıklar... Yani: “ALLAH herşeyi hakkıyla bilendir.”Enfal/75 (Muhkem) Ayetini, Elif-Lam-Mim(Müteşabih) Ayeti Celilesinin açıkladığını iddia etmiş oluyor. Ve bu gibi şeyleri milyonların önünde rahatça söylüyor. Ancak yanlışlarını ALLAH'ın yardımı inayetiyle yakalayan medrese ilimleri okumuş biri karşısında son derece sıkışmakta ve sıkışıncada çareyi kaçmakta bulmaktadır... Maalesef ilahiyat profösörlerimizin durumu bu, bazısının istisna kâidelerinden dahi haberi yok...Ayrıca şu akla gelmektedir : Siz daha müfesserin mücmeli açıkladığını bilmiyorsunuzda nasıl olupda Ayeti Celilelerden ”ahkâm” çıkartmaya ve müçtehitliğe soyunuyorsunuz. (Kendisine avukatlık yapan Bayraktar Bayraklı gibileriyle ise ilmi münazaraya lüzum dahi yok zira bu profösörlerin en cüretkarlarından olan Bayındırın durumu ortaya çıktıktan sonra diğerleri ile münazaraya lüzum yoktur. Bilindiği gibi ağaçta sorun varsa dalları budamakla uğraşmaktansa kökünden kesersiniz). Bu gibi profösörlerin, ilahiyatta talebe yetiştirmiş olmaları vahimdir ( (*)Yukarıdaki Abdulaziz Bayındırın yanlış mana verdiği terkibin doğru manası gayeye hamledilerek şudur : “izin verinceye kadar çıkma”) (Bir hatırlatma : İlahiyat mezunu Cevat Akşit gibi iyi hocalar mevzunun dışındadır...)
İLİMLER İKİ KISIMDIR (İmam-ı Gazali'den رضي الله عنه) : <<<ÇOK ÖNEMLi>>>Birincisi Şer'î ilimler(Din ilmi), ikincisi ise sosyal ilimler ve san'atlardır. Şer'î ilimler, Peygamberlerden عليهم السلام öğrenilirler. Bunlar akıl, tecrübe ve duyularla elde edilemezler. Sosyal ilimler ve sanatlar ise, bu yollarla kazanılırlar. Şer'î ilimler ise, Kur'ân, Sünnet, İcmâ ve Ashabın رضي الله عنهم sözleridir. Alimlerin bir konuda görüş birliği etmesi demek olan icmâın kaynağı Kur'ân ve Sünnettir. Onun ilim ve delil olması da bu yüzdendir. Ashâb'ın رضي الله عنهم sözlerinin ilim sayılması ise şundandır: ALLAH Rasûlü’nün (صلى الله عليه وسلم) din ve dava arkadaşları olan bu insanlar vahyin inişine şâhid olmuşlar ve ALLAH Rasûlü’nün (صلى الله عليه وسلم) onunla ilgili tefsir, yorum ve tatbikatını bizzat görmüşlerdir. Bu durum, onlara daha sonrakilerin bilemeyeceği bazı incelikleri bilme imkânını kazandırmıştır. Bu sebeple âlimler, dinî konularda onlara uymayı ve sözlerine tâbi olmayı Dinden saymışlardır. Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet Arapça metinlerdir. Bu Arapça metinlerdeki doğru mânaları anlamak, ancak Arapça dilini ve onun lügat, gramer ve edebiyatını bilmekle mümkündür. Bir şeyin gerçekleşmesi başka bir şeye bağlıysa, bu ikinci şey de birinci şeyin hükmünü alır. Âlet ilimlerinin Şer'î ilimlerden sayılması da bu yüzdendir.
( Huccetül İSLAM imam-ı Gazali رضي الله عنه - İhya-u Ulumiddin )
LAFZIN BAZI DURUMLARINI İNCELEYEN BAZI MİSALLER

انبت الربيع البقل (mana: bahar bitkiyi bitirdi), şimdi vahhabi kafalı ilahiyatçıya göre bunu diyen müşrik olur. Halbuki Kur'anı Kerimin belağat ilmini inceleyen, ilmi belağata göre : Bu lafzı kullanan kâfir fiili lafzın hakikatine hamletmektedir (Yani baharın bitirdiğini kastetmekte) Mümin'e hamledildiğinde ise lafız özürlendiğinden hakiki manasına hamletmek mümkün olmamakta (zira bahar bitiremez ALLAH bitirir), lafız hakiki manayı aşmakta dolayısıyla mecaza hamledilmektedir. Ve fiil hakiki fail olan ALLAH'u Teâlâya hamledilmektedir. Şimdi kabir ziyareti yapan insanı müşrik ilan edebilirmisiniz ? (Bu kâideleri bilmeden Ayeti Celilelere mana vererek nasıl hüküm çıkartmaya cür'et edebiliyorlar)
(Gerçi bu kâideleri bilsekte biz Ayeti Celilelerden hüküm çıkartamayız, bu iş müçtehitlerin işidir)
Şöyle bir dua etseniz “Ya Rabbi, bizi - Peygamberimizin (صلى الله عليه وسلم) 'kardeşlerim' dediği - kullarından eyle !” bu ilahiyatçı prof'lara göre müşrik oldunuz gitti...
Halbuki misalde “Cümle yapısında Fail olarak ALLAHu Teâlâyı yaparsanız ve zamiri O'na döndürürsünüz ki doğrusu ve her Müslümanın yapacağı budur” o zaman mana şu olur;
“Ya Rabbi bizi şu kullarından eyleki Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) onlara kardeşlerim dedi)” - Halbuki bu ilahiyatçı zevat Faili Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) yapıp Müslümanların şirke isnad etmektedir. Halbuki ilkokul çocuğu dahi bu farkı anlayabilir: Yani Ya Rabbi, bizi ....... kullarından eyle (boşluğu sen doldur)... (Kabir misali bu misalin benzeridir)
Daha ilerisini söyleyelim : Duayı : “Efendimizin kullarından eyle” şeklinde de etse kâfir olmaz, zira arapçada kul'un karşılığı ” عبد" (abd) yani köle demektir. Fıkıhta köleye “abd”,efendisine “rab” denir. Rab kelimesinin arapça lugat manasıda “terbiye eden” demektir. Demek ki cümlede kullanılan ve ilk anda zahirde çok ters gibi gözüken bazı lafızlar, ilahiyatçıların iddia ettiğinin aksine çok farklı anlamlar ifade edebiliyormuş...
Saptırıcı ilahiyat profösörlerini tesbit yöntemleri ve bunların ortak özelliklerinin ve hareket tarzlarının tahlili : (2) 1- Birşey anlatırken sakat görüşlerinin arkasından davalarını Ayeti Celilerle isbata çalışırlar : (Dikkat en önemli özelliklerinden biridir bu. Konuştuklarına sakat görüşlerine ikna etmek için onu hemen Ayeti Celile ile ispat ve takviye etmeye çalışırlar.) Dikkat ediniz ki bu ilimlere vakıf olmayan iyi niyetli vatandaşımız Ayeti Celileden kaynak gösterince Ayeti Celileye muhalefet etmekten korkmakta ve cevap verememektedir... Halbuki Kur'an ve Hadisi Şerifden ahkam çıkartma işi Müctehitlerin işidir... (bunlarda kendilerini her ne kadar müctehit sansalarda müctehit değildirler) Bunlara şöyle denilebilir : “Sen müctehitmisin Ayetten Ahkam çıkarıyorsun, fıkıh kitabından alınmış görüş olarak kaynak göster” Müctehitliğin şartları vardır bir şartıda ravileri ile beraber en az 300bin Hadisi Şerifi ezbere bilmektir(Ravilerle beraber milyonu bulabilir)... Dinimizi ve Dinimizin ahkamı yüzlerce yıldır nakledilmiş ve yetiştirdiği Âlimlerle bize ulaştırmış olan müctehitler bu prof'ların dediğini demiyor, bunlarında müctehit olmadığı aşikarken biz şimdi bu 3 profösöremi yoksa yaklaşık bin senedir binlerce büyük Âlimin kabul ettiği ve izinden gittiği Müctehitlere mi inanacağız.. Zamanımızdada müctehit bilindiği kadarıyla yoktur, zaten müçtehit kuşağı yaklaşık Efendimizin صلى الله عليه وسلمvefatından sonra ilk iki asır civarıdır, ictihat kapısı açıktır ancak giren yoktur, çünkü şartları çok ağırdır ...
2- Delille değil Akıllarıyla neticeye varmaya çalışır ve buna göre fetva verirler: Bu zevatın ilham kaynakları hocalarının hocaları İngilizlerin hususiyetle mısırda belli makamlara getirdiği Muhammed Abduh (bu zat masondur) gibi zatlardır... Öyleki Fil Suresindeki kuşların kuş değil sivrisinek, atılan taşlarında mikrop olduğu gibi kafadan bir yorum çıkarmıştır.. (Ayeti Celilede kuş buyuruluyor , taş buyuruluyor sen nereden çıkartıyorsun bu manayı). Dolayısıyla bu takipçileride buşekilde akıllarını yürütmektedirler...
3- Ahkamı Ayeti Celileden çıkartırlar : Dolayısıyla Ayeti Celilede görmedikleri şeyi de hemen aklını devreye sokarak reddederler. Mesela : (Abdulaziz Bayındır)Ayeti Celilede görmediği için hemen aklını devreye sokup “Kur'an-ı Kerimi abdestsiz tutabilirsiniz” şeklinde çarpık ve temelsiz fetvayı vermiştir (halbuki bunun böyle olmadığını sekiz yaşındaki çocuklar bile bilmektedir). Acaba hiç mızraklı ilmihalide mi okumadı bu zatlar ?
4- Verdikleri fetvalara dikkat edinizki genelde muteber hiçbir fıkıh kitabını kaynak göstermezler... : Çarpık görüşlerine ve fetvalarına Osmanlı Medreselerinde kabul görmüş bir tane muteber kaynak göstermezler. Fetva verirler ancak şu kitapta diye söylemezler(Zira kaynakları akıllarıdır)
5- Görüşleri ve ortaya koyduğu fikirleri İCMAYA muhaliftir : Edille-i Şer'iyye 4 tür : Kitap Sünnet İcma Kıyas. İcmaya delil teşkil eden Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) “Ümmetim hata üzere birleşmez”(dalalet üzere birleşmez diye de geçmektedir bir başka Hadis-i Şerifde) Hadisi Şerif mütevatirdir. Dolayısıyla Müctehitler dalalet ve hata üzere birleşmez. (Bu konuda öyle bir titizlik vardır ki, o asırda yaşayan “bir müctehit” ictihat edilen konuda muhalefet etse icma olmaz diye görüş vardır). Şimdi Bütün Müctehitler İmam Âzamlar, İmam-ı Ebu Yusuflar, İmam-ı Muhammedler, İmam-ı Şafii ler, İmam-ı Malikler, İmam-ı Ahmed ler رضى الله عنهم bilememişler, bu üç ilahiyat profösörü bilmiş !!! Yukarıda ki mütevatir Hadis-i Şerif Ümmetin (Müctehitlerin) hata üzere birleşmeyecekleri konusunda kat'i nass'ken, bu 3-4 ilahiyat profösörünün dalalet üzere birleştikleri açıktır
4- Hocalarınında kendilerininde arapçaları son derece zayıftır : (Çok inatçı bir ilahiyatçı profösör ile karşılaşırsanız önüne Molla Camii isimli Nahiv kitabını koyup açın ortadan herhangi bir sahifeyi ; Anlatmayı bırakın bakın bakalım okuyabilecekler mi... Bu arada okuduğu yeri kontrol etmesi için 15-16 yaşında bir medrese talebesi de alınır-sa iyi olur. Ekranlarda Ayeti Celileri okuyup mana vermelerine aldanılmasın zira, ilahiyatta Ayeti Celileyi manasıyla beraber ezberlemektedirler... Biraz bilgisi olan bir seyircinin e-mail ile bir edat ile ilgili bir kâideyi hatırlatması karşısında Abdülaziz Bayındırın son derece endişelendiği ve heyecanlandığı müşahede edilmiştir. (ve buna da cevap verememiş-tir). (İlmi yeterlilik tvlerde din ilminde mütehassıs olmayan kişilerin karşısında ortaya çıkmaz, müderris bir hocanın karşısına çıkarsın, o zaman ne bildiğini millette görmüş olur )
5- Bu ilahiyat proflarından bazısı “temiz Müslümanları” şirk ile itham ederler : (Hususiyetle vehhabi kafalı olanlardan Abdulaziz Bayındır) Tvlerde karşısına Dini bilgisi olmayan kişilerin karşısında kabir ziyaretinde ellerini açıp “ALLAH'ım bu Evliya kulunun hürmetine duamı kabul et” diyen temiz Müslümanı şirk ile itham etmektedirler (Bayraktar Bayraklı da sanki kendisi bir şeyden haberi varmış gibi ona avukatlık yapmaktadır). Birde Bayındır(kafa yapısı vahhabi olduğundan) edepsizce Ecdadımız Osmanlıya saldırmaktadır(Osmanlı iyi olsa çökmezmiş). (zira vahhabiler Osmanlıyı hiç sevmezler, bu zatta vahhabi görüşü üzeredir, bununla beraber vahhabiler dahi bunun kadar bozuk değildir denilmektedir)... Fatih Sultan , Dördüncü Murat, Aziz Mahmut Hüdai, Şah-ı Nakşibendi hazretleri, Ariflerin Sultanı Beyazıd-ı Bestami, 70 bin Evliyanın serdarı İmam-ı Rabbani قدس الله اسرارهم. İşi anlamadı da, yarım yamalak arapçalarıyla bu üç tane ilahiyatçı profösör anladı işi !!!
6- Bunların ilahiyat fakültesindeki hocaları : Bazı ilahiyat hocalarının çok cesur olması ve kendilerini müctehit sanmaları. Ayrıca talebelerini yetiştirirkende talebeye Ahkâm Hadislerini okutarak son derece cesaret vermeleri ileride mezun olduklarında günümüzdeki bu mezkur fetvalarıyla milletin başına bela olan ilahiyatçıların çıkmasına sebep olmaktadır...
7- Nefislerinin elinde oyuncak olmuşlar : İlim tahsili nefsi terbiye etmez... zaten nefis terbiye olmadığı içindir ki nefsin elinde esir olan proflar, fetvaları kitaptan nakil ile değilde nefislerinden akılla vermeye başlar.. Biraz bazılarının hoşuna gidecek fetvalar vermesiyle çevresindeki kalabalık artınca, artık kendileri Ûlema-i Rasihin'den görmeye başlarlar. Bayraktar Bayraklı'da olduğu gibi o kadar büyük alimlerin kurcalamadığı biz iman ettik dedikleri müteşabih ayetlere mana vermeye kalkar da Usul kitaplarında zikredilen “kalbi kayanların nasibi” olan bu hisseyi almış olur...
8-Yabancı devletlerin yetiştirip özellikle toplumun akaidini bozmak için yerleştirdiği adamlar : Şimdiki ismi İran olan safevi devletinin, Osmanlı zamanında sıkça uyguladığı bir yöntemdir bu ...İlahiyat fakültelerinde de şii profösörler olduğu söylenmektedir. Bunların nasıl adam yetiştireceği de malumdur...(Osmanlıda da Kanuni döneminde iki kazaskerin bile ilmi münazarada başa çıkamadığı şii ajanını şah yönetimi istanbulda Sünni Müslümanların akaidini karıştırmak için göndermiş , daha sonra Şeyhülislam olan İbni Kemal Paşazade Hazretleri münazarada onu paçavraya çevirmiş ve Sadrazam makbul/maktul ibrahim paşanın emriyle idam edilmiştir)
9-Sosyetik ve sosyalist liboşlara yaranmaya ve kendini sevdirmeye çalışmak : İstanbul müftüsü entelektüel çevreye veya sosyeteye yaranmak için İstanbuldaki camilerdeki ezan sesini kısmaya cür'et etmiş, gelen tepkilerden sonra geri adım atmıştır. (Bunu da bir kaç ilahiyatçının üsküdardaki sosyetik çevrenin rahatsız olduğunu ve ezanın kısılması ricası üzerine yapmaya yeltenmiştir.). Ancak tarihe “ezanın sesini kısmaya cür'et eden müftü” olarak geçmekten kurtulamamıştır. Hale bakın ki İstanbul işgal altındayken kâfirler dahi buna cür'et edememiştir...
İlahiyat profösörlerinin ;
Şefaati inkâr etmelerinin sebepleri :
İstisna edatı ve bununla ilgili nahiv kâidelerini iyi bilmemeleri : Yarım yamalak arapçalarıyla Ayet-i Celilelere mana verirken hususiyetle Medreselerde okutulan nahvi kâideler konusunda son derece zayıf olduklarından dolayı ve müstesna , müstesna minh ve istisna kavramlarını tam olarak ayırdemediklerinden şefaat yoktur diye yanlışa düşüyorlar. Zira Ayeti Celilede : “Rahman'ın katında bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.”Meryem-87. Halbuki burada söz almış kimse şefaat edemeyecek olanlardan istisna edilmiştir. Bunu 15 yaşındaki Medrese talebesine okutsanız o bile bunu size gösterebilir... Bununla beraber en Sağlam kaynak olan Hadisi Şerif kitaplarında Şefaat ile ilgili Hadisi Şerifler çoktur... Misal: "İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi Peygamberini takip edip: "Ey falan! bize şefaat et, ey falan bize şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur." Buhari, Tefsir, Benû İsrail, 11, Zekât 52. (Kimsenin şefaat edemeyeceği buyurulan kâfirlerle ilgili Ayeti Celileyi insanlara okuyorlar ve bunun kâfirler ile ilgili olduğunuda söylemiyorlar, insanlarda Ayeti Celile olduğunu duyunca saygısından muhalefetten korkuyor ve gerçekten şefaat yok sanıyor. Şefaat ile ilgili Hadis-i Şerifleri burada zikretmiyoruz zira çoktur. Ulaşılabilir)
Miracı inkar etmelerinin sebepleri :
1- Miracın Mescidi Aksadan sonraki kısmını inkâr etmek, sapık mutezile fırkasının görüşüdür.... (İlahiyatta bunları yetiştiren hocalarının içinde mu'tezile görüşü üzere olan çok hoca olduğu söylenir. Dolayısıyla onlardan etkilenmeleri muhtemeldir.)
2- Herkese malumdur ki ebu Cehil ve adamlarıda Miracı inkâr etmişti. Mirac yoksa Hz Ebu Bekir Sıddık (رضى الله عنه) Efendimiz, “SIDDIK” lakabını nerede aldı o zaman ...
Halbuki herkesin bildiği gibi (bu ilahiyatçıların kabul etmediği gibi) inkar eden müşriklerin “yedi kat göklere çıktığını söylüyor” demeleri neticesinde “O dediyse doğrudur” dediği için “SIDDIK” lakabını almıştır. Ayrıca : Buhari, Müslim, Tirmizi gibi Sahih Hadis-i Şerif kaynakları Miracla ilgili Hadis-i Şeriflerle doludur...
3- Tabi bunlar akılcı taife oldukları içindir ki Mirac gibi aklın almayacağı bir şeyi kabullenmekte zorlanıyor da olabilirler.
4- Sapık görüşlerini isbatta devamlı delil olarak Ayeti Celileleri getirdiklerinden ve Ayeti Celilelerde da detaylı bir şekilde bulamadıklarından (Zira Mirac hadisesinin detaylı olan hususiyetle Mescidi Aksa dan sonraki kısmı Hadisi Şeriflerde anlatılmaktadır) inkar ediyor olabilirler ...
Sure-i Necm: 15-16-17-18 Ayetlerine bakınız ve sorunuz; Efendimiz (صلى الله عليه وسلم) Miraca çıkmadıysa Cennetül Me'va yı ve Sidretül Müntehayı nerede gördü o zaman ?
İsa عليه السلامın ineceğini inkâr etmeleri : Akılla hükme gitmeye çalıştıklarından, İsa عليه السلام ında ikinci kat semada bulunmasına da akılla bir izah getiremediklerinden birçok konuda olduğu gibi yoktur deyip kestirip atmaktadırlar. Halbuki “nakil” söz konusu olduğu zaman “akıl” devre dışı kalır, Din ise nakilledir.) Aşağıdaki Hadis-i Şerifin kaynaklarına bakılırsa daha fazla konuşmaya lüzum olmadığı görülecektir... "Meryem'in oğlu İsa Dimeşk (Şam-ı Şerif) de beyaz minarenin yanına inecektir." Hadis-i Şerif
(Müslim, Fiten:20, No:2937-110 ,4/2253 , Ebu Davud, Melahim :14, No:4321, 2/520 Taberani, Mucem-i Kebir:440, 19/196,590,1/217, Buhari, Tarih-i Kebir:1002,7/233)
Kaderi inkâr etmeleri :“Şüphesizki , BİZ herşeyi bir kaderle yarattık.” Kamer Sûresi:49 ---> Müşrikler kader hususunda Efendimiz (صلى الله عليه و سلم) ile çekişmek için geldiklerinde bu Ayet-i Kerime nazil oldu (Ahmed İbn-i Hanbel Müsned:2/444) ... “Her ümmetin bir mecûsisi(ateşe tapanı) vardır, bu ümmetin mecûsileri ise “kader yok” diyenlerdir. Onlardan herkim ölürse cenazesinde bulunmayın, hasta olanları da ziyaret etmeyin, onlar deccal'in şi'asıdır, onları deccala ilhak etmek ALLAH üzerine bir haktır.” Hadis-i Şerif (Kaynak: Ebu Davud, Sünnet:17, no:4692,4691, 2/634)
Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) parmaklarından su akıtmasını inkâr : Bayraktar Bayraklı da yukarıda izah ettiğimiz gibi yine ulvi !!! aklını devreye sokuyor ve “Peygamberleri onlara: "Evet biz de ancak sizin gibi bir beşeriz, fakat ALLAH kullarından dilediğine nimetini lutfeder ve ALLAH'ın izni olmadıkça size bir mucize ve delil getirmek bizim haddimiz değildir.”İbrahim-14 Ayeti Celilesinin sadece “Bizde sizin gibi beşeriz” kısmını okuduktan sonra cambazlık yapmaya başlıyor. Halbuki Ayeti Celilenin devamında yine şark kurnazlığıyla izne bağlı bir istisna olan kısımdan hiç bahsetmiyor (yani ALLAH izin verirse mucize ve delil getirebileceklerinden) Ve Peygamber de (صلى الله عليه وسلم) bizim gibi beşerdir , parmaklarından su akıtamaz diye basıyor fetvayı...Ancak Hadis-i Şeriflerde öyle buyrulmuyor: Abdullah b. Mes’ûd (رضى الله عنه)’den rivâyet : “RASULULLAH (s.a.v.) elini suyun içersine koydu parmakları arasından su fışkırmaya başladı. RASULULLAH (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Haydin abdest almaya... Gökten inen berekete geliniz... Hepimiz o sudan abdest aldık.” (Buhârî, Menakıb: 27) Tirmizî Parmaklarından su akıtması mucizesi mütevatirdir. (Mütevatir Hadis-i Şerifi inkâr edenin Dinden çıkmasından korkulur, mütevatir : kalabalık Sahabi topluluğunun رضى الله عنهم rivayet ettiği derecesi en kuvvetli Hadis-i Şeriflerdir.)
Hangi ilahiyat profösörünün hangi dalâlet fırkasına ya da görüşüne mensup olduğunu nasıl anlarız :Mu'tezile fırkası : Mirac yoktur ya da Ahirette ALLAH'u Teâla görülmeyecek diyorsa v.s. (bu fırka şuan yok ancak bu görüş üzere olanlar var. Bu görüş üzere olan çok ilahiyat profösörü olduğu söyleniyor) ...
Vehhabi : Kabir ziyareti yaparsan , Efendimizden (صلى الله عليه وسلم) şefaat istersen müşrik olursun...Camilerde tespih çekilmesine , camilerin çevresine kabir yapılmasına son derece karşıdırlar. Osmanlıya son derece düşmandırlar (Abdülaziz Bayındırın “Osmanlı iyi olsa çökmezdi” sözü düşündürücüdür. Halbuki MEVLA Teâla herşeye ecel takdir etmiştir.). Vahhabi fırkası : ALLAH ın Celle Celalühü (haşa) semada bulunduğuna inanan Tarikat ve Tasavvuf büyüğü Evliyaya (haşa) “Evliyaü'ş-şeytan” diyen bir taifedir. İngilizler tarafından Muhammed bin Abdülvehhâb'a(1703-1792) kurdurulmuşdur .İbn-i Teymiyye’nin akâid ve fıkha dâir eserlerini ciddiyetle incelemiş, onun çarpık görüşlerinin etkisi altında kalmış, katı bir taassupla büyük bir bağlılık göstermiştir. Daha sonra da kendisini müçtehid zannedip çıkmıştır.(Şu andaki Arabistan yönetimi vehhabilik itikadı üzeredir). Vehhabilik yaklaşık son 250 senedir İSLÂM âleminin başına belâ olmuşdur. Bu fırka 17nci yüzyıldan evvel yoktu, ingilizler tarafından Abdulvehhab'a kurduruldu ...
Akılcı taife : Genelde bunların çoğu akıl yürütür , hocaları mason Abduhun izini sadakatle takib ediyorlar ... mesela Abdulaziz Bayındır Kur'an-ı Kerimde; Kur'ana abdestsiz (3) ellenmez diye Ayet göremeyince (malumdur ki Ahkâmı devamlı Ayeti Kerimelerden çıkartıyor müctehit efendi !) abdestsiz ellenebilir diye basıyor fetvayı ...
Dikkat :Bunların ekserisi Ayeti Celileden delil bulamadıkları için ; hayızlı kadın namaz kılar ya da oruç tutar diyorlar. Halbuki ikisinide yapamayacağı Hadis-i Şeriflerle sabittir. Bu mesele 1400 senedir bu şekildedir. Ne namaz kılabilir ne oruç tutabilir ne de cima edebilir. (Peygamber Süleyman على نبينا وعليه السلام zamanından dahi kıssalar vardır bu konuda)
Tavsiye : Dikkat ediniz ki bazıları arapça ilimlere vakıf insanları bile şu veya bu şekilde kendi görüşlerine inandırmak için çeşitli cambazlıklar yapılmaktadır. Mesela alır kitabı Arapça kaynak eserden size bir şey gösterir(muteber kaynak olduğu halde), halbuki bu gösterdiği butlan edilmiş bir itiraz olabilir. Size bak bu kitapta var diye gösterebilir. Dolayısıyla ilmi seviyesi yüksek dünyalığa makam ve mevkiye kıymet vermeyen hususiyetle sultanlardan uzak duran ehli sünnet hocalara danışılması tavsiye olunur...
Hangi ilahiyat Profösörü hangi sakat fetvayı veriyor :
Abdulaziz Bayındır : Vehhabi görüşü üzeredir. EvliyaULLAH'ı ve kabir ziyareti yapanı müşrik ilan eder, şefaati inkar eder. (Mecazı mürselin alakalarını sorsan yada birkaç tanesini sayıp misaller istesen yüzünüze bakakalırlar da, tvlere çıkıp yarım yamalak arapçalarıyla temiz Müslümanları müşrik olmakla itham ederler...)
Evliyayı duada vesile kılmayı, gider arada hiçbir teşbih alâkası yokken müşriklerin putlarını vesile kılmasına kıyas eder... Bu zat, ilahiyat proflarının içinde itikadı en sakat olanlarındandır. Zira Evliyayı(ALLAH dostlarını) müşrik olmakla nitelendirmektedir (haşa).
Hayrettin Karaman : Yahudi ve hristiyanlar Cennete girecek , onlar için imanın şartı ikidir diyor(imanın iki şartına inansın tamam; Peygamberimize صلى الله عليه و سلم ve Kur'an-ı Kerime inanmasada, Cennete girermiş, polemik değil diyalog kitabından)...
Süleyman Ateş : hristiyan ve yahudilerin de (Efendimize (صلى الله عليه و سلم) inanmasa da) Cennete gireceğini iddia etmektedir. “ALLAH’a inanan ve O’na ibadet eden iyi ahlak sahibi insanlar hangi Dinden olursa olsun, Cennete giderler.” diyor. İsa عليه السلام ın ineceğini inkâr ediyor ve ikinci kat semada oksijen olmadığı ve orada nasıl yaşayacağı gibi komik şeyler söylemektedir.) <<<"(Yahudiler) Onu (İsa A.S.) hakikaten öldürmediler, bilakis ALLAH onu kendisine yükseltti, ALLAH Azizdir ,Hakim'dir" Nisa-158-159 >>>
Mustafa İSLAMOĞLU : “Kadere iman tartışmalı fazlalıktır” (iman bilinci sh17.) Cennet ve Cehennemin zamanı gaybi bir konudur. bu konuda konuşmak gaybı taşlamaktır. “bunu ALLAH bilir” diyor(acaba hiç mi Kur'anı Kerim okumadı bu zat): Halbuki: Birçok Ayeti Celile de Cennet ve Cehennemin Ebedi olduğu bildirilmiştir bu zatın dediği gibi gaybi bir konuda değildir. Ayeti Celile'de açıklanan bir şey nasıl gaybi bir konu olabilir ? “Girin Cehennemin kapılarından, içlerinde ebedi kalmak üzere.” Mü'min Sûresi/76Bu zatın hareket tarzı Osmanlı zamanında Müslümanların akâidini bozmak için şii safevi(iran) devleti tarafından dersaadet olan İstanbul'a gönderilen ilmi seviyesi yüksek şii ajanlarının hareket tarzı gibidir. Kendisini Sünni gösteren görevli bir şii olmasından korkulmaktadır...
Bayraktar Bayraklı : 1)Bu zat, Abdulaziz Bayındır gibi, Evliyaya müşrik dememekle beraber Bayındır'ın birçok sapık görüşüne destek vermektedir. Söyledikleri sapık mu'tezile fırkasının görüşleri ile örtüşmektedir. Miracı kabul etmemekte (göklerdeki kısmını), mütevatir olan parmaktan su akıtma mucizesini inkar etmektedir. Ayeti Celileleri kendi kafasına göre en çok kafasından te'vil edenlerdendir... Ayetlere yanlış mana verdiği de müşahede edilmiştir...(Rahman Sûresinde). İlmi seviyesi son derece düşüktür...
2) Deccal yoktur hurafedir diyor. Ancak Hadis-i Şerifler onun söylediği gibi demiyor: (Aşağıdaki Hadis-i Şerifin kaynaklarına dikkat ediniz...) "ALLAH-u Tealâ , Adem A.S. ın zürriyetini yarattığı andan beri yeryüzünde Deccal'ın fitnesinden daha büyük bir fitne olmadı ve ALLAH-u Tealâ' nın gönderdiği her peygamber ümmetini mutlaka Deccal fitnesinden sakındırdı. Ben Peygamberlerin sonuncusuyum , sizde ümmetlerin sonuncususunuz ve O (Deccal) çare yok sizin aranızda (bu ümmetin döneminde) çıkacaktır. Eğer ben aranızda iken çıkarsa , her müslüman için onu ben yenip defederim. Şayet Benden sonra çıkarsa , herkes kendi nefsini savunarak onu yenmeye çalışır. ALLAH' ta her Müslüman hakkında Benim halifem (koruyucu ve yardımcım) dır.” Hadis-i Şerif uzun bir Hadis-i Şerifdir, burada zikredilen kısa bir bölümüdür. (Kaynaklar: İbni Mace , Fiten:33, No:4077 ,2/1359 ,İbni Mace , 4075, 4076, Tirmizi, Fiten:59, No:2240,4/510) (Ebu Davud, Melâhim:14, No:4321, 2/520) (Müslim, Fiten:20, No:2937/110, 4/2250)
3)Miracın MEVLA nın (جل جلاله) huzuruna çıktığını kabul etmemektedirler. Mescidi Aksaya kadar olan kısmı inkar edemiyorlar. Zira oraya kadar olan kısım İsra Sûresinde geçtiğinden inkar eden kâfir olur, göklere yükselmeyi inkar etmek ise sapık mu'tezile mezhebinin görüşüdür, ilahiyat proflarından bu mu'tezile görüşü üzere olanlar bir hayli vardır. Miracın Mescidi Aksadan sonraki kısmını inkâr edene ise “mübtedi” denir.
Tarihçi Doç. Dr. E.Afyoncu dan çok önemli bir tesbit:“Asırlardır o kadar Âlim geçmiş Ebu Suud Efendiden İmam-ı Maturidiye kadar bunların hiçbiri anlamamış, şimdi bizim üç tane ilahiyat profösörü anlıyor.O kadar İSLAM Âlimi geçmiş bu profösörleri kulağından tutsa suya götürür susuz getirir bin kere, onlar anlamamışlar bunlar (ilahiyat profösörleri) üç kuruşluk arapçalarıyla Kur'anı onların (fetvalarının) aleyhine yorumluyorlar”
Dikkat: Problemin temelinde ilahiyat proflarının bir çoğunun kendisini ictihata ehliyetli ve müctehit sanmaları yatmaktadır...
Bu ilahiyat profları sebebiyle “İlahiyat fakültelerini” ve ayrıca Mısır el-Ezherini son yüzyılda görüşleriyle etkisi altına alan, ilahiyat profösörlerinin hocaları :Cemalüddin Afgani : (Selefiye) İngiliz casusu olduğu vesikalarla ispat edilmiştir ve masondur. Gerçekte Afkanistanlı değildir, İranın Esedabad şehrinden olup şii'dir. İSLAM dünyasını ve Müslümanları kandırabilmek için Afkanistanlı ve Sünni olarak tanıtılmıştır(zira Afkanistanda şii ler fazla barınamıyor). Kendisinin şii olduğunu saklaması, şii'liğin temel prensiplerinden olan takiyye icabıdır... Bu bozuk ve tehlikeli zat hakkında Amerikalı Araştırmacı Profösör Nikki R. Keddie (Tarih Profösörüdür) 479 sahifelik bir eser neşr etmiştir.(Sayyid Jamal adDin al-Afgani, a political biography by Nikk R. Keddie) University of Clifornia Press, 1972, Sh:18)
Mason Abduh

Reşid Rıza : İngiliz taraftarıdır. Mason Abduh'un yolundan gitmekte onu üstad kabul etmektedir. Buna rağmen telfik-i mezahib isimli kitabı Diyanet tarafından yayınlanması, bunların taraftarlarının Diyanetin içinde dahi olduğu şüphesini doğurmaktadır... Bu kitap Dinimizdeki fıkhı yıkmak ve ahkâmı oyuncak haline getirmektedir.
Mevdudi : Pakistanlı gazeteci ve politikacıdır, kitaplarında İSLAMın temel inanç esaslarından KADERE İMAN a (imanın temel bir rüknü olarak) yer vermemek suretiyle Ehli Sünnetten sapmıştır. Mevdudi icazetli Din alimi değildir Pakistanda 1970 seçimlerinde 300 milletvekili çıkaracağını iddi etmiş ancak dört milletvekili çıkarabilmiştir.
Seyyid Kutub : Ateşli bir muharrirdir, Ancak bir Din alimi değildir. Kitabından alıntı : “Namazlar, dualar kişisel olup toplumsal karektere sahip değildir. İster belli duaları okumak şeklinde... Bütün bunlar tembellik çağının ürünleridir. Hayat ve hareket çağları böyle şeylere önem vermemiştir.(Seyyid Kutup, İSLAM-kapitalizm çatışması isimli kitabından)”
İbn-i Teymiye :Bu yukarıda zikrediler ilahiyat proflarının görüşlerinden etkilendiği zatlardan olan ve hususiyetle hindistan vahhabilerinin kendilerine bayrak yaptığı İbn-i Teymiye' nin sözlerine bakınca, ilahiyat proflarının bu sözlerinin kaynağı ve kimleri üstad edindikleri biraz olsun ortaya çıkmış oluyor : Meşhur İbn-i Teymiye ne diyor bakalım :
1- RASULULLAH'ın (صلى الله عليه وسلم) diğer insanlardan farkı yoktur. Onu vasıta kılarak dua etmek caiz olmaz diyor.
2- RASULULLAH (صلى الله عليه وسلم) ziyaret etmeğe niyet ederek Medîne şehrine gitmek günahtır diyor. 3- Şefaat istemek için gitmek de haramdır diyor.
Müderris hoca ile ilahiyat profösörü arasındaki fark neden kaynaklanıyor :Fark en başta eğitim aşamasında başlıyor. Mesela medrese sisteminde 500 ya da 1000 sene önce ki orijinal yazma nüshanın matbu nüshası okunur hocadan hocaya intikalle arada nokta fark olmaz. Böylece 500 sene önce okutulduğu şekilde okutuluyor, ecdad neyi nasıl okuttuysa aynı sistem. Modernist görüşler yol bulamıyor. Ayrıca ilmi seviyeleri çok yüksek Medrese hocaları dahi müctehitliğe soyunmaz biz ancak naklederiz der. Dini meselelerde akıl yürüterek eski kitapların aleyhine yeni buluşlar peşinden koşulmaz...
İlahiyat profları ise,müctehitlerin ve büyük âlimlerin görüşlerini beğenmiyor ve ayrıca müctehidin şartllarını, ne hocaları nede kendileri bilmediğinden kendilerini müctehid sanıyorlar (İmam-ı Âzamda bir adam, bende bir adamım – 1000 sene önce yaşamadım diye ictihat edemeyecekmiyim gibi edepsizce konuşuyorlar).
Bazı Kavramların açıklanması :
Müctehitlik : Müctehitlik Efendimizden (صلى الله عليه وسلم) sonra ilk iki veya üç asır gibi kısa bir dönemdir. Şartları çok ağırdır. Mesela sadece bir şartı 300 bin Hadisi Şerifi ravileriyle beraber ezbere bilmektir ki bu sayı milyonları bulabilir . Bununla beraber Müctehitlerin bir işide külli kâideler ortaya koymaktır. Öyle külli kâidelerki yaklaşık 1000 senedir nakzedilemiyor ve o kâideler halen geçerliliğini koruyup okutuluyor.. Bu ilahiyatçılara ise külli kâide nedir diye sorsanız tanımını dahi yapamazlar... Ayrıca müctehitliğin şartları o kadar ağırdır ki, çok meşhur yüzlerce Âlim ve Şeyhülislamlar dahi müctehitlik seviyesine çıkamamıştır ... (imam-ı Birgiviler,Taftazaniler, Molla Cami hazretleri ve dahi Ebu Suud Efendiler , Zenbilli Ali Efendiler رحمهم الله gibi büyük Alimler bile Müctehitlik kapısından girememiştir) Ki bu ilahiyatçı proflar bu müctehit olmayan Alimlerimizin kitaplarını anlamayı bırakın hatasız okuyamazlar bile... Soru :Müctehidler de akıl ile neticeye gitmiyor mu ? El-Cevap : Müctehitler illeti müşterek ile kıyas yapılan hükmü, kâidelere dayandırıyorlar, o külli kâidelerden neticeye ulaşıyorlar, yoksa bu ilahiyat profları gibi kuru akılla değil...
Felsefe : Şimdi bazı ilahiyatçıların (her ne kadar bu sakat kısım ilahiyatçılar gibi olmasada) felsefeye merak saldığı müşahade edilmiştir (felsefenin küfür olduğunu bilmeyen bu zatlar acaba hiçmi eski Ûlemanın kitaplarını karıştırmadı?). Felsefe küfürdür : İmam-ı Gazali'nin رضي الله عنه İbni Sinâ'nın “akıl kâdimdir” demesi sebebiyle küfrüne fetva verdiği rivayeti vardır. İlk felsefe yapan şeytandır "ben ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan." Araf/12 . Felsefecilerin atası Eflatun Hz İsa'nın عليه السلام Peygamber olduğunu bilmiş, ancak “biz yolumuzu bulmuşuz” diye ittibayı reddetmiştir. Bu iş akılla olsaydı izafiyet teorisini bulan ünlü fizikçi Einstein kurtulurdu. Akıl çok sevgili birşeydir, ancak sınırlar vardır, o sınırlar aşılmamalıdır... Mesela ALLAH'u Teâlânın ZAT'ını düşünmek haramdır, sana verilmemiş o kabiliyet, niye uğraşıyorsun keskin kayalıkların bulunduğu uçurumun kenarında...
Bakınız Hûccetül İSLÂMİmam-ı Gazali رضي الله عنه “felsefe” hakkında ne buyuruyor;Felsefenin en sakıncalı kısmı ;ALLAH Teâlâ’nın ZAT ve sıfatlarını akıl gücüyle anlama-ya çalışmaktır. Çünkü, bunun kurcaladığı ilahiyat, akıl yoluyla değil, yalnızca vahiy yoluyla bilinebilir. Akıl bu alanda, karanlıkta yürüyen bir yabancı gibidir. Başka ilimlerin konu-larını felsefe adı altında bir araya getiren felsefeciler, kendilerine özgü ciddî, tutarlı ve makul fikirler ortaya koyamamışlardır. Yaptıkları şey, yanlışlardan, küfürlerden ve tabiat üzerinde mülahaza-lardan oluşan bir takım mezhepler ve ekoller oluşturmaktan ibaret kalmıştır. (İhya-u Ulumiddin)
Din nakilledir, akıl huccet değildir :Bu konu birçok insanın sürçtüğü bir konudur. Bazıları Dini ahkâmı akılla bulabileceklerini zannetmektedirler.Halbuki akıl huccet değildir (4) Şu misale bir bakalım : Zekâtta; 5 devede 1 koyun, 10 devede 2 koyun, 15 devede 3 koyun zekat verilir. 40 koyunda ise 1 koyun verilir... Şimdi aklımızı kullanarak deve misalin-den sonuca ulaşırsak, 80 koyunda 2 koyun, 120 koyunda 3 koyun verilir gibi mantık yürütülür. Halbuki iş böyle değildir: 40 koyunda 1 koyun, 120 ye kadar da 1 koyun zekat verilmektedir. Bakın akıl nasıl durdu. Nakl'in söz konusu olduğu yerde akıl yürütülemez. Ancak nakli bir delil bulunamazsa o takdirde şartlara ve kâidelere riayetle kıyasa gidilir.
Bakalım Sahabe-i Kiram, Mezheb imamlarımız, Müctehitler ve Evliya ile (haşa ) bu 3-5 ilahiyatçı profösör ve görüşleri arasında bir benzerlik var mı ? :
İmam-ı Şafiiرحمه الله buyuruyor : “Bir ihtiyacım olduğunda iki rekat namaz kılar, Ebu Hanifenin رحمه اللهkabrine gider ve orada dua ederdim. O'nun bereketiyle ihtiyacım derhal karşılanırdı”... El Heytemi, el- Hayratü'l-Hisan s.94
İmam-ı Malikرحمه الل: Abbasi Halifesi Ebu Cafer Hacca gittiği zaman Hz Peygamberin (صلى الله عليه وسلم) kabrine ziyarete vardığında orada bulunan İmam Malik'e رضى الله عنه "Ya Eba AbdİLLAH ! Yönümü kıbleye dönüpte mi dua edeyim?” dediğinde “Niçin yönünü ondan çevireceksin Bilakis RasulULLAH'a yönünü dön Onun şefaatini iste” buyurdu. İmam-ı Malik Ademعليه السلام ın yaptığı tevessülü kabul edip fıkhi bir mes'elede delil getirmiştir. (Kaynaklar: Şifâü's-Sikam, Vefa'ül Vefa, El-Mevâhibü'l-Ledünniyye) (Adem عليه السلام hata işlediğinde “Ey Rabbim Muhammedin(صلى الله عليه وسلم) hakkı için SEN'den istiyorum” demiştir.)
Ahmed bin Hanbel : Tevessülü kabul etmektedir. Mensek adlı eserinde yazılıdır.
(Yukarıdaki bilgilerden sonra şimdi; Bazı ilahiyat Prof'larının sakat görüşlerine delil olarak gösterdikleri Sûre-i Fatiha'daki “iyyake na'büdü ve iyyake nes'teîn”(yalnız SEN'den isteriz) Ayeti Kerimesini bu büyük Müctehitler olan Mezheb İmamlarımız anlayamadılar da, yarım yamalak arapçalarıyla bu 3-5 ilahiyatçı profösör mü anladı ? )
Evliyanın kerâmeti mes'elesi :
Akâid okuyanlar bilirler;Akâidde “Evliyanın kerâmeti haktır” geçer.Soru : İlahiyat Profları Evliyanın kerâmetini neden kabul etmiyorlar? El-Cevap : Adamlar, kalabalık Sahabe topluluğunun رضى الله عنهم rivayet ettiği mütevatir rivayetle gelen Peygamberimizin (صلى الله عليه وسلم) mucizesini kabul etmiyorlar bunu nasıl kabul etsin ?
Evliyanın kerâmetini inkâr eden vehhabi zihniyetli ilahiyatçı proflar, keramet yoksa aşağıdaki Ayeti Celileri nasıl izah edecekler ?
1) Seba Melikesi Belkısın tahtını Süleyman على نبينا وعليه السلام ın veziri o kadar uzak mesafeden nasıl göz açıp kapayıncaya kadar getirmiştir?(Neml Suresi-39)
2) Zekeriyya على نبينا وعليه السلام mihrabta kilitli Meryem validemizin yanına ne zaman girse orada o mevsimde bulunmayan yiyecekler bulurdu...(Al-i İmrân-37)
Asaf ve Meryem validemiz Peygamber olmadıklarına göre Ayeti Celilelerde geçen bu kerametleri nasıl izah edebilirler?
Dikkat ediniz ki Süleyman على نبينا و عليه السلام harikulade olarak getirilecek olan tahtı insan ve cinden istiyor, şimdi bu vahhabi kafalılara göre şirkmi işlemiş oluyor (haşa)...
("Ey Heyet kendileri teslimiyyet gösterip bana gelmeden önce, o kadının tahtını bana kim getirir?" dedi. Neml-38)Bu taktirde İlahiyatçı profların kafa yapılarına göre şunusöyleme durumuna düşülmez mi? :Süleyman على نبينا و عليه السلام a niçin ALLAH'tanجل جلاله değilde insandan ya da cinden istiyor ?
Hz Ömer رضى الله عنه hutbe esnasında yüzlerce kilometre ötede İranın Nihavent bölgesinde düşmanla savaşan İSLÂM askerlerini ve Kumandan Sariye'yi رضى الله عنه görmüş “Sâriye dağa, dağa” diye nida etmiştir ve buna Sahabe-i Kiram رضى الله عنهم şahit olmuştur. Sesi duyan Sariye رضى الله عنه tedbiri almış ve geri döndüğünde Hz Ömer'in رضى الله عنه sesini duyduğunu söylemiştir. (İbn-i Kesir Te sir el-Bidâye c.7 sh131)
Hz Yusuf على نبينا و عليه السلامAyeti Celilede “Şu gömleği götüründe (gözleri ona üzüntüsünden ağlamaktan kör olan) babamın yüzüne sürün, görücü hale gelir” (Yusuf Sûresi-93) Şimdi ALLAH'u Teâlâ جل جلاله gömleği şifaya vesile kılıyorsa, o gömlekten çok daha kıymetli olan bir ALLAH dostunu neden vesile kılmasın ?
Adem عليه السلام ın iki oğlu ALLAH'u Teâlâya yaklaşmak maksadıyla O'na kurban sunmuşlardı. ALLAH'u Teâlâya yaklaşmak için garip bir hayvan vesile ediliyor da, vahhabi kafalı ilahiyatçılara göre ise her nedense ALLAH'u Teâlânın kulları olan Evliya-ı Kiram'dan رحمهم الله vesile olmuyor...
Bununla beraber : Vahhabi ve selefilerin görüşlerinin kaynağı ve hocası İbn-i Teymiye devlet ve ulemanın önünde tevessül(vesile kılmanın) haramdır görüşünden dönmüş ve mübah olduğunu kabul etmiştir... el-Bidaye ve'n Nihaye c:14/47 (ancak her nedense bunlar hala dönememektedir.)
Çok Önemli : Hanefi Fıkhı Alimleri altı kuşağa ayrılmıştır (Bu bilgiyi zayi etmeyin kolay bulunacak bir bilgi değildir) :
1- İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed gibi , İmam-ı Âzamın talebeleri olan müctehitler kuşağı . Bunlar İmam Âzamın tesbit ettiği kâidelerden fıkıh âhkamı çıkarma gücüne
sahip kimselerdir...
2- Hassaf, Tahavi, Kerhi, Serahsi, Hulvani, Pezdevi ve başkaları gibi mesheb sahibinden herhangi bir rivayet gelmeyen meselelerde içtihat eden kimseler. Bunlar ne usul ne de
füru da, yani ne delil ve kâidelerde ve ne de delil ve kâidelerden çıkan hükümlerde İmam'ın görüşünden ayrılmaya yetkili değillerdir. Ancak İmam'dan bir rivayet bulunmayan
hükümleri, İmam'ın tesbit ettiği usule göre çıkartma yetkisine sahiptirler.
3-Sadece tahriç, yani kapalı bir sözü açıklamaya veya birden çok manaları verebilen bir sözün hangi manada kullanıldığını kestirme gücünde olan “tahriç sahibi” kimseler
4-Kuduri sahibi ve İmam-ı Merginani gibi, yine tahriç sahibi olup dirayet gücü ile ancak bir rivayeti diğer bir rivayetten üstün görme yetkisinde olanlar...
5-Mukallitler kuşağı. Bunlar -muteber olan dört metin sahipleri gibi- güçlü, zayıf , seçkin ve gevşek görüşleri birbirinden ayırt edebilen kimselerdir...
6-Bunlardan sonra gelen kuşak ki bunlar, semizi, cılızı, sağı , solu ayırt edemiyen kimselerdir... (el-Fevaid-ül behiyye fi teracimil Hanefiye)
Hûccetül İSLÂM İmam-ı Gazali'den رضى الله عنهPERDELER :
Başka bir fırka ise bu rütbeyi geçmiş ve tarikat yoluna girmeye başlamışlar, marifet kapuları kendilerine açılmıştır. Marifet başlangıçlarından her koku aldıkça hayretler içinde kalmışlardır. Buna sevindi ve bu garib haller kendilerini şaşırttı da, gönülleri hep o tarafa aktı. Başkalarına kapalı olan bu kapıların kendilerine açılmasını düşünür ve ona bağlanırlar. İşte bütün bunlarda kalplerinin buna bağlanmasını ve buna iltifat etmesiyle aldanmış kimselerdir. Sâlikin seyr'ü sülûk'unda en büyük perde böyle bir noktada saplanıp kalmaktır. Zira ALLAH'u Teâlâ'ya giden yolun hayranlığının nihayeti yoktur. Her noktada böyle şaşıp duraklasa adımları kısalır ve maksadına ulaşamaz. Bu hükümdarın birini görmek için sarayına giderken, sarayın önünde bir meydan, meydan içinde bir bahçede öyle çeşitli çiçekler ve aydınlıklar görür ki, bundan önce böyle şeyler görmemiştir. Hayranlık içinde bunlara baka kalıp da randevu saatini geçiren gibidir.
Diğer bir fırka bunları da geçti. Yoldaki parlaklıklara ve ikramlara aldırış etmedi, yoluna devam etti ve kurb-i Hakk'a vasıl oldu. Ancak bunun tamamen vuslat olduğunu sandılar. Burada durdu ve işi karıştırdılar. Halbuki ALLAH'u Teâlâ'nın nurdan yetmiş bin perdesi vardır. Sâlik bu perdelerden birine yükseldiğinde, tam vuslata eriştiğini sanır. İbrahim aleyhisselâm'ın sözü ile buna işaret edilmiştir. Nitekim ALLAH'u Teâlâ : «İşte o, üstünü gece bürüyüp örtünce bir yıldız görmüş "Bu benim Rabbim!" demiş» (En'âm:76) buyurmuştur. Bundan murad, gökte parlayan cisimler değildir. Zira İbrahim âleyhisselâm, onları küçüklüğünde de görüyor ve onların ilâh olmadığını biliyordu. Aynı zamanda gökte parlayan tek değil, daha bir çok cisimler de vardır. Cahil bir bedevi bile yıldızları ilâh tanımadığı halde, yüce mevkii ve şerefiyle İbrahim âleyhisselâm, yıldızı Rab kabul edermiydi ? Bunlardan murad, ALLAH'u Teâlâ'nın nur perdelerinden biridir. Bu perdeki sâlikin yolu üzerindedir. Bu perdeler aşılmadan vusûl olmaz. Bunlar birbirinden büyük nurâni perdelerdir. En küçüklerin Kevkeb ve en büyüklerine Şems, aradakilere de Kamer denir. Bu perdelere istiâre olarak yıldız, ay ve güneş adı verilmiştir.
İbrahim aleyhisselam'a göklerin Melekutu, gizlilikleri durmadan gösterildi. Nitekim ALLAH'u Teâlâ : «Biz İbrahim'e kat'i ilme erenlerden olması için göklerin ve yerin mülkünü de öylece gösteriyorduk» (6-En'âm:75) buyurmuştur. Birinden diğerine geçerek yükseldi. Her mülâki olduğu hicapta vâsıl olduğunu sandı. Sonra ilerde daha büyük hicap olduğunu görünce, hemen oraya terakki eder ve orada da aynı şekilde vuslat'ı Hakk olduğunu sanır. Sonra daha ilerde başka bir perde görünce o perdeye ve nihayet en yakın olan son perdeye vardığında bu hicâbı daha da büyük görerek vâsıl olduğunu sandı. Sonra bunda da kemâl derecesinden eksiklik görünce; «Hayır, ben böyle geçici şeyleri sevmem. Yer ve gökleri yoktan var edene yönümü çevirdim» dedi. İşte bu yolun yolcusu, bazı hicâplarda aldanabilir. Meselâ, ilk hicapta duraklayabilir ki, bu ilk hicâp, kulun kendisi ile Rabbi arasındaki zâtıdır. Bu da ALLAH'ın جل جلاله nurlarından bir nur ve emr-i Rabbanidir. Yani Hakk'ın topyekûn hakikatinin tecelligâhı olan sırr'ı kalb'dir. O, bütün âlemi ihâta eder, herşeyin sûreti orada tecelli eder, işte o zaman orası alabildiğine parlar. Zira bütün varlıklar olduğu gibi orada açıklanır. Bu Sırr'ı Kalb evvelemirde üzerine perde çekilmiş bir pencere gibidir. ALLAH'ü Teâlâ'nın nuru kalbde parlayıp perde kalktıktan sonra, bu kalbin sahibi kalbine bakınca, onun üstün cemâlinden hayretlere düşer ve "E'NEL HAKK" demeğe başlar. İşte burası ayakların sürçtüğü bir yerdir.Şayet bunun daha ilerisi kendisine açıklanmazsa buna aldanır, burada kalır ve helâk olur da ilâhi nurlardan olan küçük bir yıldız'ın tecellisine aldanmış olur. Bundan sonra Güneş şöyle dursun, Ay'a bile yükselemez. Burası sâlikin aldandığı bir yerdir. Çünkü burada parlayan ile parladığı yer birbirine karıştırılıyor. Aynaya akseden bir rengi ayna da gören kimsenin, bunu aynanın kendi rengi sanması ve bardağın içine konan şey ile bardağın renklerinin birbirine karışması gibidir. Nitekim şair : "Bardak inceldi, şarap inceldi, birbirine benzediler ve iş karıştı”.- "Sanki şarap var, bardak yok veya bardak ve şarap yoktur" dedi
İşte hristiyanlar da bu göz ile Hz İsâ'ya baktılar. İlâhi nurun kendisinde parladığını görünce şaşırdılar. Yıldızı aynada veya suda görenler gibi. Onu aynada veya suda zannedip elleri ile almak istediler. İşte bunlar aldanmışlardır.
ALLAH yoluna sülûk edenlerin aldandıkları yerler, cildlere sığmayacak kadar çoktur. Bunları son haddine kadar açıklamak bütün mükaşefe ilimlerini izâh ile mümkündür ki, buna ruhsat yoktur. Hatta buraya kadar anlattıklarımızı da açıklamaya lüzûm yok denebilir. Zira ALLAH yoluna sülûk eden kimsenin, bunları başkasından duymasına muhtaç olmadığı gibi, bu yola girmeyenlere de bunları duymak bir fayda sağlamaz, belki zarar verir. Çünkü anlamadığı şeyleri duymakla dehşete kapılır. Ancak bunları duymak, içinde bulunduğu gurur ve aldanıştan kurtarması bakımından faydalı olabilir ve işin kendi zannettiği kısa görüş ve muzahraf mücadelesinden daha mühim olduğunu anlar da, Evliyâullah'ın mükaşefelerinden hikaye edilenleri tasdik eder. Bununla gurur ve aldanışı büyük olanlar yine de eskisi gibi inkârlarında ısrar edebilirler.
Emr-i Rabbani olan şeyleri anlatmaya aklın tahammülü yoktur. Ekseriyetin akılları burada şaşırır kalır. Hele evham ve hayal sahipleri, gözün sesleri anlamayacağı gibi bunu anlamaktan tamamen âcizdirler. Cevher ve arazla mukayyed olup bunların arasında sıkışan akıllar Emr-i Rabbaninin vasıflarının daha başlangıcında sarsılır ve tezelzüle uğrarlar. Akıl ile O'nun vasıflarından bir şey bilinemez. Emr-i Rabbani akıldan başka ve ondan daha üstün bir şey ile bilinir ki o nur, Nübüvvet ve Velayet kandilinde parlar... ALLAH'u Teâlâ'ya vasıl olmak için bir merkez bu merkezin önünde geniş bir meydan, bu meydanın önünde bir eşik ve bir merdiven vardır. Burası Emr-i Rabbaninin merkezidir. Buradaki kapucu ile münasebet kurmayanlar, bu sahaya bile giremez. Nerde kaldı onun sonudaki müşahedeler... (İhya-u Ulumiddin)
Sofiyenin Fena makamı ile tabir ettiği şey; ALLAH'tanجل جلاله başkasından ve kendisinden yok olmuş ve öyle bir hale gelmiş ki, ALLAH'tan جل جلالهbaşka bir şey görmez olmuştur. Bunu anlamayanlar bunu reddederler ve bir doksan boyunda bir adam nasıl yok olur? der de sözlerini anlamadıklarından onlara gülerler. Zaten Âriflerin sözlerinin, cahiller için gülünç olması zaruridir. (Yarasa kuşunun güneşi görememesi , güneşdeki bir kusurdan değil kendi gözündeki kusurdandır)
Bazılarıda yer ve göklerdeki ilahi nurdan lambalarını doldurdu. Zaten ateş değmese bile onların yakıtları parlak olduğu için ışık veriyordu. Sonra yakıta kibriti değdirdikleri anda nûr üzerine nûr olarak parladı da Rabbisinin nûru ile beraber yer ve gök aydınlandı. Hatta Melekut âleminin sırları ortaya çıktı ve herşeyi olduğu gibi gördüler . Sonra onlara ALLAHu Teâlânın edebi ile edeplenerek sükut edin, denildi. Zira yerin kulağı var çevrenizde görüş ve anlayışı zaif olan insanları var. En zayıfınızın durumuna göre konuşun. Yarasanın gözünden perdeyi kaldırmayın. Çünkü o buna dayanamaz. Güneşin geride bıraktığı izinden istifade eden yarasa kuşu gibi, sizinde parlayan nurunuzun döküntülerinden geride kalanlar istifade etmiş olsunlar. Şair: “iyiler meclisinde iyi şarap içtik, zira iyilerin şarabı iyi olur” “içtik ve bardak artığını yere döktük, zira büyüklerin bardağından yerinde nasibi vardır” . Gerçi körü götürmek mümkündür, fakat o da bir hadde kadardır. Yol daralıp kıldan ince kılıçtan keskin olduğu vakit, üzerinden ancak kanadı olan kuşlar geçebilir. (İmam-ı Gazali رضى الله عنه / İhya-u Ulumiddin ) (Alıntı - medresedersleri)
bu arada senin ALLAH'ın şeyt.. olmuş kelimesi adamı Dinden çıkarabilecek çok tehlikeli bir kelimedir...