aris
Kayıtlı Üye
Ölümün, Alevilikte başlıca iki yorumu bulunmaktadır. Birincisi “biyolojik ölüm”dür. Biyolojik ölümü, “ölme”, “ölüm”, “kalıbı dinlendirmek” ve “Hakk’a yürümek” gibi terimlerle dile getirmektedirler. Bu terimlerden “kalıbı dinlendirmek” ve “Hakk’a yürümek” ölümün bir son olmadığını yeni bir durumun başlangıcı olduğu inanışından kaynaklanmaktadır. Burada sözü edilen kalıp bedendir ve beden yaşlanmıştır, yorulmuştur ya da hasar görmüştür işlevini yerine getirmeyecek durumdadır. Bu durumda beden (kalıp) terk edilir. Kalıbını terk eden, Tanrıdan gelmiştir, Tanrıya dönecektir. Bu nedenle de, Hakk’a ulaşmak üzere kalıbı terk eder (Hakk’a yürür) denilmektedir. Yani ölüm/ölme, Tanrıya ulaşmak/öze yeniden kavuşmak olarak kabul edilmektedir.
İkinci ölüm ise, “Nasip (ikrar) törenindeki ölüm”dür. Bu ölüm, Alevilerce “ölmeden önce ölmek” ve “ölmek” terimleri ile ifade edilmektedir. İkrar törenindeki ölmek, iradi bir ölümdür ve bu aşama Alevi eğitiminin belki de en çarpıcı ve en zorlu aşaması olarak kabul edilmektedir.Aleviler öğreti yolunda, bütün tutkulardan, aşırı isteklerden, dünyaya bağlı geçici dileklerden, eğilmelerden kurtulmaya ve özünü gerçeğe adamaya yani öğretiyi benimseyip yola girmeye -“İkrar (Nasip) Alma”-, “ölmeden önce ölmek” demektedirler. Bu öğreti için, kişinin kendi isteğiyle maddi ve manevi dileklerinden tümden vazgeçmesiyle (yani iradi olarak ölmekle), mana aleminde, ruh bakımından hayat bulacağına inanılmaktadır. Alevilikte benimsenmiş olan Batıni yorumda iradi olarak ölen yani ikrarını alan can, dünyaya yeniden gelmiş gibidir. Yani, insanların yaşamları boyunca yaptıkları pek çok şeye, ölümle karşılaştıklarında pişmanlık duyacak olmaları ve “bir daha dünyaya gelsem böyle yapmazdım” düşüncesine varmaları “ikrar töreni”ile canlara kavratılmaktadır. Böylece insanın son veda anındaki hesaplaşmasını, önceden ikrar töreninde yaşayan Aleviler, kendilerini yeniden doğmuş olarak kabul ederler ve bu olayı da “ikinci doğum” olarak adlandırırlar. Yola girmenin ön koşulu olan “ölmeden önce ölmek” (iradi olarak ölmek), Aşık Veysel tarafından şöyle dile getirilmiştir:
Topraktandır cümle beden /Nefsi öldür ölmeden/Böyle emretmiş yaradan
Yine iradi olarak ölmeyi ve ikinci doğumu Şâhi bir nefesinde şöyle anlatmaktadır:
Dört kapı selâmın verip aldılar,/Pirim huzuruna çekip yettiler;
El ele, el Hakk’a olsun dediler, /Henüz mâsum olup cihana geldim.
Münire Bacı da bu doğumu bir nefesinde:
Doğdum iki âneden/Kimdir beni taneden
Mürşidim imdat eden/Haydariyim, Haydari.
biçiminde dile getirir. Nefeslerde de belirtilen, Alevilikte yapılan ikrar töreninden sonra, yola girenlerin kendilerini yeniden doğmuş gibi hissetmektedir.
Alevilikte biyolojik ölümün “Tanrıya yeniden kavuşmak” olarak kabul görmesinin ana nedeni; nesnelerin, düşüncelerin yoktan var olmayacağına inanılmasıdır. Heterodoks yapıdaki bu öğretiye göre, İnsan-Evren-Tanrı bir bütündür (vahdet-i vücud); bundan dolayı evrendeki nesneler ve düşünceler Tanrının varlığından kaynaklanmakta ve bu durum (ölüm), varlığın (insanın) öze dönüşümü olmaktadır.
Hakk’a yürüyen “can”ın aslında ölmediğine öze (Tanrıya) geri döndüğü inanışına Alevi-Bektaşi menakıbnamelerinde sıkça rastlanır. “Cenazeye İmam Olmak” biçiminde de ifade edilen bu duruma dayanak olarak şu söylence anlatılmaktadır: “Hz. Ali’nin ölmeden önce vasiyeti üzerine, cenazesi evden almak üzere gelen kişiye verilir. Hz. Ali’nin cenazesini devenin üzerine yükleyip, oradan uzaklaşan yüzü örtülü yabancıyı Hz. Ali’nin oğulları gizlice takip ederler. Bir ara yüzündeki örtünün açılmasıyla, cenazeyi alıp götürenin de Hz. Ali olduğunu görürler”. Yani bu düşünce de ölüm, aslında bir yok oluş değil, bir dönüşümdür. Bu söylence, birçok Alevi-Bektaşi deyişine ve söylencesine de kaynaklık etmektedir. Hatai’nin, bu olayla ilgili dörtlüğü ise şöyledir:
Ali’dir cesetin kendisi yuyan/Yuyup kefeniyle tabuta koyan
Ali’dir devesin kendisi yeden/Hak ile Hak olan Arslan Ali’dir .
Tanrısal bir varlık olan insanın öz olarak yok olmayacağı inancını Aşık Ali İzzet Özkan şöyle anlatmaktadır:
Cenazeme imam oldu nazarım /Öldüren de benim ölen de benim
Mezarımı elim ilen ben kazdım /Ağlayan da benim gülen de benim
Allah gizli değil sana benziyor/Canı katı teni bana benziyor
Gâh doğar gâh batar güne benziyor/Gidenler de benim kalan da benim
Affedici, bağışlayıcı olan Tanrıdan korkmayan Aleviler, aşk derecesine varan Tanrı-Evren-İnsan sevgisiyle yoğrulmuş dünya görüşüne ve alışılmamış bir öbür dünya anlayışına sahiptirler. 16. Asır Alevi ozanlarından Azmi bu anlayışı şöyle dile getirmektedir:
Esirci misin, koydun cehenneme Arap/Hoca mısın, okur yazarsın kitap
Aslın katip midir, görürsün hesap /Hesabın mı var, yok hancı mısın?
Yüz bin cehennem olsa, korkmam birinden/Rahman ismi nazil değil mi, senden
13. Asır Alevi ozanlarından Yunus Emre de ölüm sonucunda Tanrıya ulaşmayı, dosta gitmek olarak kabul etmekte ve bu olayı dizelerinde şöyle dile getirmektedir:
Sala verin kasdımıza /Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze /Duranlara selam olsun
Ortodoks yapıdaki Sünni inanışın aksi bir öteki dünya anlayışını taşıyan Aleviler; Sünni inanç içerisinde yer alan korkutmalara, cennet inancına, cehennem inancına ve Azrail inancına da karşı çıkmaktadırlar. Al’İzzet der “Tanrı korkusu” yerine “Tanrı sevgisi”nin temel alındığı bu şiirde, tümü ile sevgi, dostluk ve içtenlik içeren bu ifadelerin özünde, Alevi öğretinin insana verdiği etki açıkça görülmektedir.
Biçimci Tanrı anlayışını, kuralcı Tanrısal düzeni eleştiriye, hırpalamaya yönelik bu şiirlerin felsefesi kaynağı, Batı’dan gelen kamutanrıcılık anlayışının Doğu’dan alınan çilecilik felsefesiyle kaynaştırılmasından doğmuştur. Bu felsefeyi oluşturanlar yalnız Anadolu’da yaşayan Alevilerde değildir. Heterodoks muhalefetin, Anadolu başkaldırısı ile birleşmesinden doğan bu öğretiye göre, kabaca; evren Tanrının gerçek olmayan bir görüntüsüdür. Bu anlayışta, yaratan ve yaratılan diye ayrım sanal bir gerçektir. Var olan yalnızca Tanrıdır. O’nu, canlı ve cansız varlıklardan ayrı saymak, “ikilik” yaratmaktadır. Gerçek bozgunculuk, gerçek nifak da budur. Tek varlık ya da varlığın tekliği (vahdet-i vücut) anlayışına göre, Sünni şeriat kuralları, Kur’an’ı Kerim’in biçimini öne alarak yaratan-yaratılan ikiliğini ortaya çıkarır ve bu durum, Tanrı dışında başka bir varlığı kabul etmek ve de benimsemektir ki, bozgunculuğa ve Tanrıyı yadsımaya uzanır. Gerçek küfür işte bu anlayıştır.
Düşünsel dokusunu “Bâtıni” yorumla oluşturan Alevilik, bu ilkeden yola çıkarak Ortodoks Sünni şeriat kurallarının geçersiz, biçimsel kurallarından oluşan bir anlayış olduğunu ileri sürmektedir. Alevilere göre, önemli olan Tanrı ile bir olunacak veya Tanrıda yok olacak yolu bulmak ve bu yolda ilerlemektir.
Heterodoks öğretide yaratıcı diye Ortodoks Sünni kurumlarca öne sürülen, soyut varlığa karşı bir başkaldırı görülmektedir. Yani heterodoksi içinde yer alan topluluk üyeleri, ortodoksiye göre tanımlanan Tanrıyı yadsımakta ve bu kesimin belirlediği düzende, Tanrısal olarak belirtilen kuralları anlamsız bularak buna karşı çıkılmaktadır.dinin belli bir yorumuna (Ortodoks Sünni yorum) ve onun getirdiği Tanrısal kurallara yani Tanrı adına, insanların ortaya koyduğu anlayışa başkaldırmaktır ve yermektir.
Kul Himmet de dört büyük melekten söz ederken Azrail için can alıcı değil, canı cana ulaştırıcı olarak bahsederken yine bu anlayış, egemen (Ortodoks Sünni) üslubun dışındadır:
Kudret kelâmını söyler Cebrail
Rıza lokmasını sunar Mikail
Canı cana ulaştırır Azrail
İsrafil ağzında düğündür Muhabbet.
alıntı
İkinci ölüm ise, “Nasip (ikrar) törenindeki ölüm”dür. Bu ölüm, Alevilerce “ölmeden önce ölmek” ve “ölmek” terimleri ile ifade edilmektedir. İkrar törenindeki ölmek, iradi bir ölümdür ve bu aşama Alevi eğitiminin belki de en çarpıcı ve en zorlu aşaması olarak kabul edilmektedir.Aleviler öğreti yolunda, bütün tutkulardan, aşırı isteklerden, dünyaya bağlı geçici dileklerden, eğilmelerden kurtulmaya ve özünü gerçeğe adamaya yani öğretiyi benimseyip yola girmeye -“İkrar (Nasip) Alma”-, “ölmeden önce ölmek” demektedirler. Bu öğreti için, kişinin kendi isteğiyle maddi ve manevi dileklerinden tümden vazgeçmesiyle (yani iradi olarak ölmekle), mana aleminde, ruh bakımından hayat bulacağına inanılmaktadır. Alevilikte benimsenmiş olan Batıni yorumda iradi olarak ölen yani ikrarını alan can, dünyaya yeniden gelmiş gibidir. Yani, insanların yaşamları boyunca yaptıkları pek çok şeye, ölümle karşılaştıklarında pişmanlık duyacak olmaları ve “bir daha dünyaya gelsem böyle yapmazdım” düşüncesine varmaları “ikrar töreni”ile canlara kavratılmaktadır. Böylece insanın son veda anındaki hesaplaşmasını, önceden ikrar töreninde yaşayan Aleviler, kendilerini yeniden doğmuş olarak kabul ederler ve bu olayı da “ikinci doğum” olarak adlandırırlar. Yola girmenin ön koşulu olan “ölmeden önce ölmek” (iradi olarak ölmek), Aşık Veysel tarafından şöyle dile getirilmiştir:
Topraktandır cümle beden /Nefsi öldür ölmeden/Böyle emretmiş yaradan
Yine iradi olarak ölmeyi ve ikinci doğumu Şâhi bir nefesinde şöyle anlatmaktadır:
Dört kapı selâmın verip aldılar,/Pirim huzuruna çekip yettiler;
El ele, el Hakk’a olsun dediler, /Henüz mâsum olup cihana geldim.
Münire Bacı da bu doğumu bir nefesinde:
Doğdum iki âneden/Kimdir beni taneden
Mürşidim imdat eden/Haydariyim, Haydari.
biçiminde dile getirir. Nefeslerde de belirtilen, Alevilikte yapılan ikrar töreninden sonra, yola girenlerin kendilerini yeniden doğmuş gibi hissetmektedir.
Alevilikte biyolojik ölümün “Tanrıya yeniden kavuşmak” olarak kabul görmesinin ana nedeni; nesnelerin, düşüncelerin yoktan var olmayacağına inanılmasıdır. Heterodoks yapıdaki bu öğretiye göre, İnsan-Evren-Tanrı bir bütündür (vahdet-i vücud); bundan dolayı evrendeki nesneler ve düşünceler Tanrının varlığından kaynaklanmakta ve bu durum (ölüm), varlığın (insanın) öze dönüşümü olmaktadır.
Hakk’a yürüyen “can”ın aslında ölmediğine öze (Tanrıya) geri döndüğü inanışına Alevi-Bektaşi menakıbnamelerinde sıkça rastlanır. “Cenazeye İmam Olmak” biçiminde de ifade edilen bu duruma dayanak olarak şu söylence anlatılmaktadır: “Hz. Ali’nin ölmeden önce vasiyeti üzerine, cenazesi evden almak üzere gelen kişiye verilir. Hz. Ali’nin cenazesini devenin üzerine yükleyip, oradan uzaklaşan yüzü örtülü yabancıyı Hz. Ali’nin oğulları gizlice takip ederler. Bir ara yüzündeki örtünün açılmasıyla, cenazeyi alıp götürenin de Hz. Ali olduğunu görürler”. Yani bu düşünce de ölüm, aslında bir yok oluş değil, bir dönüşümdür. Bu söylence, birçok Alevi-Bektaşi deyişine ve söylencesine de kaynaklık etmektedir. Hatai’nin, bu olayla ilgili dörtlüğü ise şöyledir:
Ali’dir cesetin kendisi yuyan/Yuyup kefeniyle tabuta koyan
Ali’dir devesin kendisi yeden/Hak ile Hak olan Arslan Ali’dir .
Tanrısal bir varlık olan insanın öz olarak yok olmayacağı inancını Aşık Ali İzzet Özkan şöyle anlatmaktadır:
Cenazeme imam oldu nazarım /Öldüren de benim ölen de benim
Mezarımı elim ilen ben kazdım /Ağlayan da benim gülen de benim
Allah gizli değil sana benziyor/Canı katı teni bana benziyor
Gâh doğar gâh batar güne benziyor/Gidenler de benim kalan da benim
Affedici, bağışlayıcı olan Tanrıdan korkmayan Aleviler, aşk derecesine varan Tanrı-Evren-İnsan sevgisiyle yoğrulmuş dünya görüşüne ve alışılmamış bir öbür dünya anlayışına sahiptirler. 16. Asır Alevi ozanlarından Azmi bu anlayışı şöyle dile getirmektedir:
Esirci misin, koydun cehenneme Arap/Hoca mısın, okur yazarsın kitap
Aslın katip midir, görürsün hesap /Hesabın mı var, yok hancı mısın?
Yüz bin cehennem olsa, korkmam birinden/Rahman ismi nazil değil mi, senden
13. Asır Alevi ozanlarından Yunus Emre de ölüm sonucunda Tanrıya ulaşmayı, dosta gitmek olarak kabul etmekte ve bu olayı dizelerinde şöyle dile getirmektedir:
Sala verin kasdımıza /Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze /Duranlara selam olsun
Ortodoks yapıdaki Sünni inanışın aksi bir öteki dünya anlayışını taşıyan Aleviler; Sünni inanç içerisinde yer alan korkutmalara, cennet inancına, cehennem inancına ve Azrail inancına da karşı çıkmaktadırlar. Al’İzzet der “Tanrı korkusu” yerine “Tanrı sevgisi”nin temel alındığı bu şiirde, tümü ile sevgi, dostluk ve içtenlik içeren bu ifadelerin özünde, Alevi öğretinin insana verdiği etki açıkça görülmektedir.
Biçimci Tanrı anlayışını, kuralcı Tanrısal düzeni eleştiriye, hırpalamaya yönelik bu şiirlerin felsefesi kaynağı, Batı’dan gelen kamutanrıcılık anlayışının Doğu’dan alınan çilecilik felsefesiyle kaynaştırılmasından doğmuştur. Bu felsefeyi oluşturanlar yalnız Anadolu’da yaşayan Alevilerde değildir. Heterodoks muhalefetin, Anadolu başkaldırısı ile birleşmesinden doğan bu öğretiye göre, kabaca; evren Tanrının gerçek olmayan bir görüntüsüdür. Bu anlayışta, yaratan ve yaratılan diye ayrım sanal bir gerçektir. Var olan yalnızca Tanrıdır. O’nu, canlı ve cansız varlıklardan ayrı saymak, “ikilik” yaratmaktadır. Gerçek bozgunculuk, gerçek nifak da budur. Tek varlık ya da varlığın tekliği (vahdet-i vücut) anlayışına göre, Sünni şeriat kuralları, Kur’an’ı Kerim’in biçimini öne alarak yaratan-yaratılan ikiliğini ortaya çıkarır ve bu durum, Tanrı dışında başka bir varlığı kabul etmek ve de benimsemektir ki, bozgunculuğa ve Tanrıyı yadsımaya uzanır. Gerçek küfür işte bu anlayıştır.
Düşünsel dokusunu “Bâtıni” yorumla oluşturan Alevilik, bu ilkeden yola çıkarak Ortodoks Sünni şeriat kurallarının geçersiz, biçimsel kurallarından oluşan bir anlayış olduğunu ileri sürmektedir. Alevilere göre, önemli olan Tanrı ile bir olunacak veya Tanrıda yok olacak yolu bulmak ve bu yolda ilerlemektir.
Heterodoks öğretide yaratıcı diye Ortodoks Sünni kurumlarca öne sürülen, soyut varlığa karşı bir başkaldırı görülmektedir. Yani heterodoksi içinde yer alan topluluk üyeleri, ortodoksiye göre tanımlanan Tanrıyı yadsımakta ve bu kesimin belirlediği düzende, Tanrısal olarak belirtilen kuralları anlamsız bularak buna karşı çıkılmaktadır.dinin belli bir yorumuna (Ortodoks Sünni yorum) ve onun getirdiği Tanrısal kurallara yani Tanrı adına, insanların ortaya koyduğu anlayışa başkaldırmaktır ve yermektir.
Kul Himmet de dört büyük melekten söz ederken Azrail için can alıcı değil, canı cana ulaştırıcı olarak bahsederken yine bu anlayış, egemen (Ortodoks Sünni) üslubun dışındadır:
Kudret kelâmını söyler Cebrail
Rıza lokmasını sunar Mikail
Canı cana ulaştırır Azrail
İsrafil ağzında düğündür Muhabbet.
alıntı