"Gizlimabet Parapsikoloji Platformu"

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

20 Yıl Sonra Nerede Olduğunu Söyle

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan alin
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

alin

Kayıtlı Üye
Gözlerini Kapat ve Bana 20 Yıl Sonra Nerede Olduğunu Söyle..

Akatlar’da yürüyordum...

Kadın beni tanıdı ve selamlaştıktan sonra, sorusunu sordu:

“Oğlum, dersleri tamamen bıraktı. Ne söylesem hiç fayda etmiyor. Ya arkadaşlarıyla buluşuyor, ya telefonda mesajlaşıyor ya da bilgisayarın başında oyun oynuyor. Ne yapacağımı şaşırdım, Hocam ne yapalım?”

“Sohbet ediyor musunuz?”

“Valla, konuşuyorum, ama hiçbir faydası yok.”

“Kaç yaşında?”

“17.”

“Mesela ne diyorsunuz?”

“Sınavların yaklaştığını söylüyorum. Derslerine çalışması gerektiğini söylüyorum. Böyle giderse sınıfta kalacağını, arkadaşlarından geri kalacağını, ilerde çok pişman olacağını, ama o zaman da duyulan pişmanlığın işe yaramayacağını anlatıyorum.”

“Siz konuşup, nasihat ediyorsunuz.”

“Evet.”

“Ama, onunla sohbet etmiyorsunuz!”

“Valla bilmem. Biz bildiğimiz kadarıyla elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz, konuşuyoruz, anlatıyoruz.”

“Doğru, bildiğiniz kadarıyla elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuz. Ama konuşmak, nasihat etmek, sohbet etmek değildir. Siz sohbet etmesini bilmiyorsunuz.”

Kadın haklı olarak “Neden bahsediyorsunuz?” diyen bir yüz ifadesiyle bana baktı.

İçim burkuldu.

Anne acı çekiyordu ve çocuğuna yardım etmek istiyordu, ama kendini çaresiz hissediyordu.

*

Öğrencileri ve ana-babaları birlikte çağırdım.

Danışmalığını yaptığım okulun küçük tiyatro salonunda buluştuk, öğrencilerle birlikte ana-babalar da oturdu.

Ufacık sahneye çıktım, bir sandalye attım oturdum, yanı başıma bir boş sandalye koydum.

“Buradaki öğrencilerden kim benimle sohbet etmek istiyor?” diye sordum. Kalkan ellerden birini gelişigüzel seçtim.

Selim adıyla anacağım bir öğrenci, yanımdaki sandalyeye geldi oturdu.

“Adın ne?”

“Selim.”

“Kaç yaşındasın?”

“12.”

“Bugün ayın kaçı?”

“24 Aralık 2008.” (Gerçek tarihtir; bu uygulamayı o gün yaptım.)

“Selim, gözünü kapa, beni iyi dinle. Gözünü açtığın zaman aradan 20 yıl geçmiş olacak. 24 Aralık 2028 tarihinde gözünü açmış olacaksın. Tamam mı?”

Anladığını belirtmek için başını salladı.

“Lütfen gözünü aç.”

Selim, gözünü açtı.

“Bugünün tarihini söyler misin?”

“24 Aralık 2028.”

“Kaç yaşındasın?”

“32.”

“Ne iş yapıyorsun?”

“İç mimarlık.”

Göz ucuyla anneye babaya bakıyorum; yüzlerinde hayret belirten hafif bir tebessüm var. Belli ki, onlar da Selim’in söylediklerini benimle birlikte ilk defa duyuyorlar.

“Nerede çalışıyorsun?”

“New York, Manhattan’da.”

Anne- babanın yüzünde saklayamadıkları büyük bir şaşkınlık ifadesi.

“Evli misin?”

“Hayır.”

“Arkadaşlarından evlenenler oldu mu?”

“Kızların hepsi evlendi.”

Gülüşmeler...

“Çalıştığın yere beni götürür müsün?”

“Ofisim, Manhattan’da 86 katlı bir binanın 42. katında.”

Gülüşmeler devam ederken hayalen o binaya yürüdük, asansöre bindik, 42. katta indik.

“Burası ‘home office’” dedi.

İçeri girdikten sonra açıkladı:

“Dubleks daire: Aşağıda salon ve mutfak var. Yukarda yatak odası ve ofis odam.”

“Selim, salonda neler var?”

“Salonda masa var, koltuklar, sandalyeler, komodin, sehpalar...”

“Duvarlarda ne var?”

“Resimler var, fotoğraflar. Ailemin fotoğrafı da var.”

“Ailenin fotoğrafına bakınca neler görüyorsun? Beraber bakabilir miyiz?”

“Annem var, babam var. Ailece çektirdiğimiz bir fotoğraf. Abim, ablam ve ben varım.”

“En küçük sen misin?”

“Evet.”

“Selim, bu fotoğrafa baktığında, içinde ‘keşke!’ duygusu beliriyor mu? İçindeki herhangi bir ‘keşke’nin sesini duyuyor musun?”

Hiç beklemeden “Evet,” dedi.

“Haydi, anlat bize” dedim.

“Ben, babamla birlikte futbol maçına gitmeyi çok istedim. Bir de hafta sonları onunla top oynamak, kırlara gitmek istedim. Güreşmek istedim. Ama babam çok yoğundu. Çalışmak zorundaydı, olmadı, zaman bulamadı. Ne yapalım, böyle oldu...”

Babaya baktım; gözlerinin yaşını tutmaya çalışıyor, ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.

Selim’e teşekkür ettim.

Ve sordum:

“Selim, bu konuşmamızda, sana büyüklük tasladığımı, sana nasihat etmeye çalıştığımı hissettin mi?”

“Hayır!”

“Olanla ilgili olarak mı konuştuk, olması gereken üzerine mi?”

“Olanla ilgili olarak konuştuk.”

“Selim, seninle yeniden böyle sohbet etmek istesem, benimle konuşmak ister misin? Konuşmamızdan zevk aldın mı?”

“Yeniden konuşmak isterim. Evet, sohbetimizden zevk aldım...”

Doğan CÜCELOĞLU
 
Bir anne değilim, sadece bir anne bananın evladıyım ve gözlerim doldu okurken.. Keşke tüm anne ve babalar bu kadar bilinçli olsa :( Yetişen toplum ailelerin eseri ve cocukların yaşadığı hatta yaşayamadığı hayatların esiridierler.. Hamur yoğrulmuştur artık ve şekil alabilmesi geç ve güçtür...

Çocuklarımızın hayallerini çalmamak dilegiyle..
 
Ne yazsam bilemedim. Aynı durumun üzerinden en fazla 7-8 ay geçti. Şimdi eskisi gibi olsam yine böyle cümlelerle devam edeceklerdi.
 
Yaptığım resmi görünce çok beğenmişti hadi geç oldu yat artık sarı prensesim dedi beni öptü Sabah olduğunda o yoktu Ben uyurken gece 3 sularında kalp krizi geçirmiş ve ölmüştü Ben daha 10 yaşındaydım babam öldüğünde... Annem babamın kederiyle benimle hiç ilgilenmedi kendi yemeğimi kendim hazırlar, okul kıyafetlerimi kendim yıkayıp ütülerdim Okuldan sonra oyun oynama lüksüm yoktu benim.4+5 kardeştik biz ben ise en küçükleriydim ilk anneden olan kardeşlerimiz(4 taneydiler) evliydi. Abimler çalışır babamın yokluğunu aratmamaya çalışırlardı Annemin okuma yazması yoktu alıp bir kitap okumasını bekleyemezdim Ablam lise çağındaydı babamın vefatından sonra sinir hapları kullanmaya günün 24 saati uyumaya başladı Annem bahçeyle ilgilenirdi bizimle ilgilenmesi gereken yerde...şimdi 10 yaşında bir çocuk hayal etmenizi istiyorum ev temizliği yapan sonra yemek hazırlayan tabii en fazla patates kızartırdım parmaklarımın ucunda durduğumda ancak tencerenin içini görebilirdim Tabii çözümünü bulmuştum ufak bir tabureye çıkıyordum.. kalan zamanlarda ders çalışıyordum Banyomla bile ilgilenen yoktu iki kere bitlenmiştim :)
Ablamın bana yardım etmemesine karşılık bende odasına gizlice girer taraklarıyla saçlarımı tarardım ee sonunda bit onada bulaşırdı tabii :)
Abimler kız kardeşlerinin sorumlulukları üstlerine kalınca ahkam kesmeye başladılar
Ablamı hep gezmeye götürürlerdi kendine gelsin diye arada kalan ezilen beni hiç kimse görmedi hiç kimse... tek sordukları dersler nasıl derslerim iyiydi
ablam bana söz vermişti sen büyü bende seni sinemaya götürücem bende seni gezdiricem diye... yıllar geçtii okul birincilikleri aldım annem sadece derslerimle övündü millete...
bendeki beni görememişlerdi Ben asla yalan söylemedim Ben asla okuldan kaçmadım özellikle bir sevgili uğruna Annemden Allah razı olsun en azından mayamızı güzel karmış Vicdan duygusunu bize aşılamış 24 yaşına geldim babam öleli 14 sene oldu
Ablama bazen söylüyorum başka insanlarda aramasaydım bazı şeylerin açlığını...En azından sen sözünü tutsaydın da beni sinemaya götürseydin!!!
İnanın bu yazı beni mahvetti okuduğum anda
Yıllar sonra bastırdığım duygularım beni alt üst etti

Lütfen çocuklarınıza kardeşlerinize verdiğiniz en ufak sözü dahi yerine getirin!!!

Zaman;
verdiğiniz sözleri sizin aklınızdan uçurur ama onlarınkinde derin bir iz yaratır
Ve unutmayın sizin hayatınızda önemsemediğiniz şeyler başka insanların hayalleri arasında olabilir.

anneme 8 kardeşime ve hayata teşekkür ediyorum siz böyle olmasaydınız Bende bu kadar güçlü olmazdım. Hepinizi seviyorum:Angel_anim:
 
Gözlerini Kapat ve Bana 20 Yıl Sonra Nerede Olduğunu Söyle..

Akatlar’da yürüyordum...

Kadın beni tanıdı ve selamlaştıktan sonra, sorusunu sordu:

“Oğlum, dersleri tamamen bıraktı. Ne söylesem hiç fayda etmiyor. Ya arkadaşlarıyla buluşuyor, ya telefonda mesajlaşıyor ya da bilgisayarın başında oyun oynuyor. Ne yapacağımı şaşırdım, Hocam ne yapalım?”

“Sohbet ediyor musunuz?”

“Valla, konuşuyorum, ama hiçbir faydası yok.”

“Kaç yaşında?”

“17.”

“Mesela ne diyorsunuz?”

“Sınavların yaklaştığını söylüyorum. Derslerine çalışması gerektiğini söylüyorum. Böyle giderse sınıfta kalacağını, arkadaşlarından geri kalacağını, ilerde çok pişman olacağını, ama o zaman da duyulan pişmanlığın işe yaramayacağını anlatıyorum.”

“Siz konuşup, nasihat ediyorsunuz.”

“Evet.”

“Ama, onunla sohbet etmiyorsunuz!”

“Valla bilmem. Biz bildiğimiz kadarıyla elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz, konuşuyoruz, anlatıyoruz.”

“Doğru, bildiğiniz kadarıyla elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuz. Ama konuşmak, nasihat etmek, sohbet etmek değildir. Siz sohbet etmesini bilmiyorsunuz.”

Kadın haklı olarak “Neden bahsediyorsunuz?” diyen bir yüz ifadesiyle bana baktı.

İçim burkuldu.

Anne acı çekiyordu ve çocuğuna yardım etmek istiyordu, ama kendini çaresiz hissediyordu.

*

Öğrencileri ve ana-babaları birlikte çağırdım.

Danışmalığını yaptığım okulun küçük tiyatro salonunda buluştuk, öğrencilerle birlikte ana-babalar da oturdu.

Ufacık sahneye çıktım, bir sandalye attım oturdum, yanı başıma bir boş sandalye koydum.

“Buradaki öğrencilerden kim benimle sohbet etmek istiyor?” diye sordum. Kalkan ellerden birini gelişigüzel seçtim.

Selim adıyla anacağım bir öğrenci, yanımdaki sandalyeye geldi oturdu.

“Adın ne?”

“Selim.”

“Kaç yaşındasın?”

“12.”

“Bugün ayın kaçı?”

“24 Aralık 2008.” (Gerçek tarihtir; bu uygulamayı o gün yaptım.)

“Selim, gözünü kapa, beni iyi dinle. Gözünü açtığın zaman aradan 20 yıl geçmiş olacak. 24 Aralık 2028 tarihinde gözünü açmış olacaksın. Tamam mı?”

Anladığını belirtmek için başını salladı.

“Lütfen gözünü aç.”

Selim, gözünü açtı.

“Bugünün tarihini söyler misin?”

“24 Aralık 2028.”

“Kaç yaşındasın?”

“32.”

“Ne iş yapıyorsun?”

“İç mimarlık.”

Göz ucuyla anneye babaya bakıyorum; yüzlerinde hayret belirten hafif bir tebessüm var. Belli ki, onlar da Selim’in söylediklerini benimle birlikte ilk defa duyuyorlar.

“Nerede çalışıyorsun?”

“New York, Manhattan’da.”

Anne- babanın yüzünde saklayamadıkları büyük bir şaşkınlık ifadesi.

“Evli misin?”

“Hayır.”

“Arkadaşlarından evlenenler oldu mu?”

“Kızların hepsi evlendi.”

Gülüşmeler...

“Çalıştığın yere beni götürür müsün?”

“Ofisim, Manhattan’da 86 katlı bir binanın 42. katında.”

Gülüşmeler devam ederken hayalen o binaya yürüdük, asansöre bindik, 42. katta indik.

“Burası ‘home office’” dedi.

İçeri girdikten sonra açıkladı:

“Dubleks daire: Aşağıda salon ve mutfak var. Yukarda yatak odası ve ofis odam.”

“Selim, salonda neler var?”

“Salonda masa var, koltuklar, sandalyeler, komodin, sehpalar...”

“Duvarlarda ne var?”

“Resimler var, fotoğraflar. Ailemin fotoğrafı da var.”

“Ailenin fotoğrafına bakınca neler görüyorsun? Beraber bakabilir miyiz?”

“Annem var, babam var. Ailece çektirdiğimiz bir fotoğraf. Abim, ablam ve ben varım.”

“En küçük sen misin?”

“Evet.”

“Selim, bu fotoğrafa baktığında, içinde ‘keşke!’ duygusu beliriyor mu? İçindeki herhangi bir ‘keşke’nin sesini duyuyor musun?”

Hiç beklemeden “Evet,” dedi.

“Haydi, anlat bize” dedim.

“Ben, babamla birlikte futbol maçına gitmeyi çok istedim. Bir de hafta sonları onunla top oynamak, kırlara gitmek istedim. Güreşmek istedim. Ama babam çok yoğundu. Çalışmak zorundaydı, olmadı, zaman bulamadı. Ne yapalım, böyle oldu...”

Babaya baktım; gözlerinin yaşını tutmaya çalışıyor, ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.

Selim’e teşekkür ettim.

Ve sordum:

“Selim, bu konuşmamızda, sana büyüklük tasladığımı, sana nasihat etmeye çalıştığımı hissettin mi?”

“Hayır!”

“Olanla ilgili olarak mı konuştuk, olması gereken üzerine mi?”

“Olanla ilgili olarak konuştuk.”

“Selim, seninle yeniden böyle sohbet etmek istesem, benimle konuşmak ister misin? Konuşmamızdan zevk aldın mı?”

“Yeniden konuşmak isterim. Evet, sohbetimizden zevk aldım...”

Doğan CÜCELOĞLU


bu gerçekten muhteşem..
 
Ben de size teşekkür ederim sayın valentina, bu yürekli paylaşımınız için. Suçlamak yerine güçlenmeyi seçtiğiniz için, sevgiden elinizi çekmediğiniz ve farkındalığınız için.

Kimileri hayatın ilk yılları, çok dar boğazlardan geçer ve bazen yakasını bırakmaz o ilk yılların izleri. Ya farkında olur ya da ömrünün sonuna kadar suçlamalarla, daha yeni sıkıntıları ve dar boğazları çeker.

Ben de anneyim, şükrettiğim öyle çok şey var ki hayatın hengamesinde... Ağzımızdan çıkaracağımız sadece bir söz bile, o küçücük zihinlerde bilinçaltına dönüşüyor. Oradan da onun, belki de hayatı boyu yaşantısına çekeceği, kodları barındırıyor. Bize göre anlık bir söz, onların belki de yaşamı oluyor. Ebeveynler yeri geldiğinde, ip üstünde duran cambaz gibi olmalı, hem hayatın dik yokuşunu dengede tutmalı, hem de büyüyen o hediyelerini, evlatlarını, yaşama hazırlayabilmeli.


Kimimiz anne babayız, kimimiz ise anne baba adayı. Umarım o masum hediyelerimizi, hayata karşı en güzel şekilde hazırlarız.

Sevgiyle...
 
Geri
Üst