An (5) farkindalikta zen budizm ve sufizm etkileri

joys

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Ara 2010
Mesajlar
642
Tepkime puanı
249
Konum
İzmir
İş
Tekamülü hayırlısı ile tamamlamak İNŞALLAH tıpkı her insan gibi...
Yaşamı tanımlamak gerekirse “Evrenin bize en büyük armağanı ve en büyük mucizesi olan yaşamın doğru algılanarak yaşandığının veya içgüdülerle otomatik davranılarak ona gerçek değerinin verilmediğinin tek ölçüsü farkındalıktır” denilebilir.
Farkındalığın ilkel düzeydeki mantığı ‘ya-veya’ mantığı, ileri düzeydeki mantığı ise ‘hem-hem’ mantığıdır. Hem-hem mantığını mistik okulların öğretilerinde bulmak mümkündür. Çin mistik okullarında hoca öğrencisine ‘kung-an’ denilen sorular sorar. Japon Zen Budizminde bu sorulara ‘Koan’ adı verilir. Koan’lar bir çeşit bilmece gibidirler. Fakat bu bilmeceleri ya-veya mantığı ile çözmek mümkün değildir.

Örnek olarak, “Tek elin sesi nedir?” sorusu bir koandır. Ses çıkarmak için iki elin birbirine çarpması gerekir. Yani ikilik varlık oluşturur. Bu varlık ses de olabilir başka bir şey de. Tek elin sesi olabilir mi? Şeklindeki bir soru “Teklikten varlık oluşabilir mi?” veya “Teklikten çokluk oluşabilir mi?” sorusuna eşdeğerdir. Etrafımızda çokluk görüyoruz. Ancak hepsinin özü aynıdır. Teklikten hem çokluk oluşur hem de çoklukta teklik vardır. Bu durum sanki iki karşıt kavramın sentezi, birleşimidir. İşte bu birleşimi sağlayan da hem-hem mantığıdır. Zen hocasının da istediği öğrencisinin bu hem-hem mantığını kavrayabilmesidir.

Hoca öğrencisine bu koanı sorduğunda ikilikten kurtulup hem-hem mantığı yardımıyla birliğe ve bütünselliğe ulaşmasını arzular. Bu mantığın yardımıyla daha geniş ve kapsayıcı farkındalık gelişir. İşte tüm mistik okulların amacı da bu türden farkındalığın artmasını sağlamaktır.
Bir diğer Koanda hoca öğrencisine şu soruyu sormuştur: “Köpekte Buda özelliği var mıdır?” Öğrenci vardır dese hoca onu kovar. Yoktur dese gene kovar. Öğrenci ya-veya mantığı içinde bocalarken sonunda “Hem vardır hem de yoktur” yanıtını bulduğunda Koanı çözmüş demektir.

Muhiddin İbn-i Arabinin Vahdet-i Vücut felsefesinde bu yaklaşıma önce “Tenzih” (ret etme) sonra da “Teşbih” (benzetme) yapılarak ulaşılır. Önce Allah’ı tanımlayacak her kavram red edilir. Ret etmekle yaratıcının ikilemci kavramlarla tanımlanamayacağı ve dar kalıplar içine sığmayacağı ifade edilir. Böylece tenzih metoduyla yokluğa ulaşılır. Fakat o yoklukta kalınmaz ve teşbih yapılarak Allah’ın 99 sıfata sahip olduğu ifade edilir. Fakat bu sıfatların sadece birer teşbih, benzetme, olduklarının şuuruna varmak gerekir. Demek ki çokluğu anlamak için yokluktan geçmek şarttır. Önce sıfıra (yokluğa) ulaşmak ve o noktadan sonsuzu bulmak gereklidir. İşte bu yüzdendir ki tüm mistik okullarında uzun süreli oruç tutmak ve inzivaya çekilip çile çekmek önemli bir yer tutmaktadır.Yokluğa ulaşmayı nefsin her türlü oyunundan kurtulup, nefsini yenmek yani ‘Ölmeden önce ölmek’ hali olarak da tanımlayabiliriz.

Nefis Kontrolü
Günümüzde yokluk büyük bir korku kaynağıdır ve yokluğa düşmemek için her türlü tedbir alınır. Oysa ki sonsuza yokluk sayesinde ulaşılır. Yokluğu sadece materyel, nesnel anlamda işaret etmek pek doğru bir yaklaşım olmaz. Yani, para mal-mülk yokluğundan söz edilmiyor sufi felsefesinde. Benlik yokluğundan, ego yokluğundan söz ediliyor ki tüm tasavvuf felsefelerinin özünde saklı olan temel bilgi de budur; Egoyu yenmek, daha doğrusu farkındalıkla kontrol altına almak için binlerce yıldır, yine binlerce ve milyonlarca insan bu metotları uygulayarak kendilerine yeni yollar açmışlardır.
Nefsini kontrol altına alıp egosundan kurtulmuş insan gerçek anlamda farkında olan insandır. Fakat yokluk içinde kalmamak gerekir. Eskiden Melamilik okuluna bağlı olanlar sadece yoklukta yaşarlardı. Bunu hem maddi hem de manevi boyutlara yaymışlardı. Oysa ki yokluğun farkında olup çokluğu da yaşamak mümkündür. Bunun yolu da hem-hem mantığını anlayıp sahiplenmekle olur.
Hem-hem mantığına göre varlık hem vardır hem de yoktur. Varlık vardır, çünkü yaşanabilir ve hissedilebilir. Fakat varlık yoktur çünkü varlığı sözle anlatmak mümkün değildir. Yani varlık kavramlara sığmaz.

13. yüzyılda Çin’de yaşamış olan Zen Budhizm hocası WuMen ne diyor: “Tüm Zen okulunun anahtarı bu küçük ‘Değil’ sözünde gizlidir. Değil, sözünü boşluk veya hiçlik olarak algılamayın. Bu sözü varlığın karşıtı olan ‘yokluk’ olarak da anlamayın. Bu sözü kızgın bir demir topu yutar gibi yutmanız gerekir. Bugüne kadar bildiğiniz tüm bilgileri yırtıp atmanız gerekir. Kendinizi yavaşça olgunlaşmaya terk edin ve göreceksiniz ki içinizle dışınız bir olacaktır. Rüyanızdan uyanacaksınız ama onu hiç kimseye anlatamayacaksınız.”
WuMen “Kendinizi yavaşça olgunlaşmaya terk edin” diyor. Bu terk etme durumuna ‘teslimiyet’ diyebiliriz. Günümüzün düşünce tarzında ‘teslimiyet’ yanlış bir anlam kazanmıştır. İnsanın sanki esir olması, kendi iradesinden vazgeçip başkasının iradesini kabullenmesi gibi anlaşılıyor. Oysa ki teslimiyet demek istek ve ihtiraslarını, takıntılarını kontrol etmek, hayatta daha kabullenici olmak anlamını taşır. İnsana değil, RUHSALLIĞIN TEMEL İŞLEYİŞ PRENSİPLERİNE teslim olun yani Rab’binizi bilin anlamını taşır gerçek teslimiyet kavramı. Çünkü kendini Bilen Rab’bini bilir.
Teslimiyet, kendi egomuzu frenleyerek sözle anlatılamayan var olmayı yani görünenin ardındaki görünmeyeni anlamaya çalışmak demektir.

Alıntı
 
Üst