Mevâidü'l İrfan - Niyazi Mısri

Narsinha

Banlı Kullanıcı
Katılım
8 Ara 2012
Mesajlar
156
Tepkime puanı
22
İRFAN SOFRALARI


BİRİNCİ SOFRA


"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM"


İnsana çeşitli iyilikler lutfeden,Kur'an sofrasına insanları ve cinleri davet eden Allah'a hamdolsun. Rahman namına o sofralara çağıranların Efendisi Hz.Muhammed'e; irfan sofralarına koşarak kalblerine irfan dolduran Ali'ne ve ashabına salat ve selam olsun.Bundan sonra bu fakir kul Mısri,her ne kadar o sofralara güzel icabet edemedi ise de uzun zamandan beri yüce Allah'ın şu sözüyle o sofranın inmesini istiyordu : "Allah'ım,bize gökten öyle bir sofra indir ki bizden öncekilere de,bizden sonrakilere de bir bayram ve senden bir mu'cize olsun.Bizi rızıklandır.Muhakkak sen,rızık verenlerin en hayırlısısın."


Bin yetmiş altı yılı Şevval'inin ikinci günü akşama doğru kıbleye karşı oturmuş: "Fakirlik tamam olduğu zaman o,Allah'tır." sözünü düşünüyordum. Allah'ın ilhamiyle sırrıma bunun hakiki bir manası doğdu.O kadar kesin bir mana doğdu ki artık bunun ötesinde bir mana yoktur.Allah bana açıkça gösterdi ki kendisinden başkasının ne zahirde,ne batında varlığı yoktur.Yalnız var sanılır.Bana bildirdi ki arifin sırrında vücuttan fakr (yoksunluk) tamam olmayınca perdesiz,doğrudan doğruya Hak'kın yüzüne bakması mümkin olmaz.Nitekim yüce Allah buyurmuştur: "O gün bazı yüzler sevinçli, rablarına nazırdır." (Kıyamet 32) Varlığı atmazsa,Allah'ın göklere ve yere arzettiği,onların kabulden imtina,edip sadece insanın yüklendiği vücut emanetini ödememiş olur.Ve bu suretle büsbütün hiyanetten kurtulamaz.Allah'ı da sevmez olur.Çünkü Allah Teala "Allah hainleri sevmez" (Enfal 58) ayetiyle ifade ettiği üzere onu sevmez.


Onun gözünden perde nasıl kalksın ve nasıl Allah'ı görsün ki o,Hak'ın olan vücudu kendine mal etmektedir.Çünkü fakrın tamamı,Allah'tan başka her şeyden varlığı almaktır.Vücut kalkınca Hak görünür.Ve hiç kaybolmaz.Dersen ki: "Vücut görünürde ve gerçekte Allah Teala'nın ise o halde arif kim,O'na bakan kim,O'nu gören kim?" Derim ki: "Vücut birdir ama mertebeleri çoktur.Bir mertebede muhiblikle,bir mertebede mahbuplukla görünür.Bir mertebede gül olur,diğerinde bülbül."


Futuhat-i Mekkiyye'nin başında şöyle bir beyit vardır: "Rab Hak'tır,kul Hak'tır.Ah bilseydim,kimdir mükellef.Kuldur dersen,o ölüdür.Rab'dır dersen o halde O nasıl mükellef olur?"


Buradan anlaşıldı ki fakr: İki cihanda da vechin (yüzün) siyah olması (yok olması) dır.Yokluğa da siyah denilir.Yani dünya ve ahiret ademdir (yoktur).Bunların varlığı yoktur.Çünkü varlık gerçekte Allah'ındır.Mahlukata varlık vermek mecazidir.


Peygamber'in: "Nefsini bilen Rabbını bilir." sözünün manası da budur.Çünkü nefsinin vücudu olmadığını bilirse,kendisinde olan vücudun Allah'a ait olduğunu anlar.Yani kendisinin,mahiyyeti itibariyle Rab,görünüş itibariyle nefs olduğunu bilir.Yahut: o aynen (zat itibariyle) Rab, taayyünen (görünüş) itibariyle nefstir." diyebilirsin.


"Fakirlik küfür olayazdı." sözüne gelince bu,nafile ibadetlerle Allah'a yaklaşmanın sonucudur.Ama benim söylediklerim,farz ibadetlerle Allah'a yaklaşmanın sonucudur. "Allah gerçeği söyler,O,yola iletir." (Ahzab 4)




İKİNCİ SOFRA








"Acı ve tatlı sulu iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.Aralarında bir engel vardır;birbirinin sınırını aşamazlar." (Rahman 19-20) ayetini izah etmektedir.Ayetin anlamı şudur: Tatlı denizi ve acı denizi salıverdi.Bunlar,karşılaşıyorlar,yaklaşıyorlar,yüz eyleri birbirine temas ediyor.Fakat aralarında birbirine geçmelerine mani bir berzah (açıklık) vardır.Bundan dolayı biri diğerine karışarak onun özelliğini bozmaz.Yani sınırlarını geçemez ve aralarındaki engeli boğmazlar.


Burada iki denizden maksat şeriat ve hakikattir.Allah Teala onları salıvermiştir.Karşı karşıya gelirler,komşu olurlar,yüzeyleri birbirine dokunur.Öyle ki şeriatte bulunan her ilim ve amel hakikatte de bulunur.Hiçbiri o ilim ve amelden ayrılmazlar.Fakat yine de aralarında Allah'ın hikmeti ve kudreti icabı birbirlerine karışmalarına engel bir berzah vardır.Bu engel sebebiyle biri diğerine geçemez.Bu mani,iki taraf adamlarının vehimleridir.Yani bu iki ilim,aslında tek bir ilimden ibarettir.İki ilim itibar edilir.Bu itibardan dolayı,iki taraf erbabı arasında daimi bir ihtilaf vardır.Bunun zahirde misali dağ'dır.Dağ,dağ olması dolayısiyle tektir.Çıkışı ve inişi dolayısiyle ikidir.Çıkışı şeriate misal,inişi hakikate misaldir.Dağda yürümek,çıkan için zordur;inen için kolaydır.Ama dağın zirvesinde olan kimse çıkış ve iniş zahmetinden kurtulmuştur.


Bu engelden dolayı iki taraf ehlinden gizli kalan bir hikmet gereğince biri,diğerinin hükmünü kaldırmaz.Zira bu engel,iki cihanın imarı için konulmuştur.Bunun içindir ki tamamen birbirine geçip karışmazlar Şeriat ehli,hakikat ehlinin ilmini bilmediklerinden ve onları şeriate aykırı sandıklarından dolayı hakikat ehline karşı koyarlar.Tam kemale ermiş muhakkikler müstesna,hakikat ehli de şeriati hakikate aykırı görerek onu terk etmekte bir sakınca görmedikleri için şeriat ehline karşı koyarlar.Fakat dağın zirvesine ulaşan en yüksek kulelerde oturan arifler,A'RAF ehlidirler.Bu iki ilmin,bir tek ilim olduğunu,iki taraf erbabının gözlerindeki illet örtüsünden dolayı iki ilim gibi göründüğünü bilirler.Ve iki taraf ehlinin de haklarını verirler.
İki tarafın benzerliklerini açıklayarak,müşkillerini çözerek bu iki ilim erbabının arasını mümkün mertebe düzeltmeğe çalışırlar.


Her asırda bunların aralarını bulan kimseler mevcuttur.Eğer aralarını bulan kimseler olmasaydı,aralarında savaş olur,düzen bozulurdu.Bundan dolayı dır ki "Ahlak güzelliklerinin en iyisi,iki kişi arasını islah etmektir." denilmiştir.Bu iki ilim,sulh ile karışacak,birleşecek gibi olur,lakin aralarındaki berzah ile ayrılırlar.Ve böylece daimi olarak halleri birbirine tecavüz etmez.Ta ki birinin hükmü diğerini yenerek iki cihanın dengesi bozulmasın.








ÜÇÜNCÜ SOFRA






"Ey iman edenler,zandan çok sakınınız. Çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin gizlisini araştırmayınız,biriniz,diğerinizin gıybetini etmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Elbet bundan iğrendiniz.Allah'tan korkunuz. Şüphesiz Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir." (Hucurat 12)


Bil ki,güneş nereye yönelse,karşısında karanlık görmez. Karşısına düşen her şey aydınlık (nur) görünür. Güneşin gördüğü nur,karşısına düşen eşyayı ışıklandıran kendi yüzünün nurudur. Ama zulmetin karşısında aydınlık olmaz.Karanlık,karşısında bulunan eşyada daima karanlık görür. Bu karanlık,karşısına düşen eşyayı karartan kendi karanlığıdır.İmdi güneş,kendine kıyasen,bütün alemin nurdan ibaret bulunduğunu zanneder.Zulmet (karanlık) ise,kendisine kıyas ederek bütün eşyanın zulmetten ibaret olduğunu sanar.


Güneş,arif-i billah olan muvahhid mü'minin misalidir. Bu zaten bütün eşyada,kendi irfanının,tevhidinin,imanının ve ayanının "Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.Lakin siz onların tesbihlerini anlıyamazsınız." (İsra 44) ayetinin ifade ettiği gibi aksini,nurunu görür.Halbuki aslında eşyanın bir kısmında cehalet,küfür ve isyan zulmeti vardır. Fakat o mü'minin bakışının nuru,bütün eşyayı kaplar da o,hepsinde sadece nur görür. Bütün insanlara iyi zan besler. Bu sıfat,bir insana,ancak kemale eriştiren bir mürşid-i kamilin terbiyesi altında iç tasfiyesiyle mümkün olur.


Zulmet ise cehalet ile kalbi kararmış cahile benzer. Bu adam,bütün eşyada bir eksiklik görür,herkeste bir ayıp arar.Cahil neye baksa,cehaletinin ve aybının siyahlığı o şeye akseder. Baktığı şey ne olursa olsun onda muhakkak bir ayıp ve noksan bulur.Fukara bilmez ki o,kendi ayıp ve noksanıdır,oradan kendine aksetmiştir.










DÖRDÜNCÜ SOFRA






"Gece ve gündüzü birer ayet (delil) kıldık. Gecenin ayetini kaldırıp, rabbınızın bol nimetini aramanız,yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için gündüzün ayetini aydınlık yaptık. Her şeyi uzun uzadıya açıkladık." (İsra 12)


Denildi ki iki ayet ay ve güneştir.O zaman mana şöyle olur: Gece ve gündüzün iki aydınlatıcısını iki ayet kıldık.Yahut gece ve gündüzü iki ayet kıldık.Gece ayetini ki aydır,mahvetmek demek,onu kendi nefsinde nursuz,karanlık kılmak,yahut nurunu ay sonuna yaklaştıkça yavaş yavaş eksiltip tamamen gidermek demektir. Gündüzün ayetini ki güneştir,gösterici kılmak ise onu,ışıgiyle eşyayı gösteren ışın sahibi yapmaktır. "Ta ki Rabbınızın keremini arayasınız." yani gündüzün aydınlığında geçim sebeplerinizi arayasınız ve onunla işlerinizin zamanlarını bilmeğe tevessül edesiniz,gece gündüzün değişmesiyle yahut hareketiyle senelerin sayısını,hesabı,hesap cinsini bilesiniz. "Din ve dünya işlerinde muhtaç bulunduğunuz her şeyi açık açık izah ettik." Şüpheye yer kalmayacak şekilde açıkladık.(Kadi-i Beydavi)


Ben derim ki: Ayette geçen mahvetmekten,Ayın nurunun,Bedre (dolunaya) doğru girgide artmasıyla gece karanlığının yavaş yavaş azalması da kasdedilmiş olabilir. Burada izafet,yine adedin ma'duda izafeti gibidir. Ya da Kamer nurunun ay sonuna doğru yavaş yavaş azalması da muradedilmiş olabilir. O zaman izafet lam veya fi manasınadır. Her iki mananında kasdedilmiş olması muhtemeldir. Gündüzü gösterici kılmaktan maksat,onu kemal nurunda daima aydınlatıcı,parlak kılmak demektir. Bu misal,telvin (kesret) ehli ile temkin (hakikat) ehlini temsil etmektedir. Telvin ehline ilim, ma'rifet, ibadet ve taat tahsilinde iki gününden hiçbiri diğerine eşit olmayacak şekilde daima ilerlemek gerektiğini tenbih eder. Çünkü Hz.Peygamber Efendimiz : "İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır." buyurmuştur. Keşif ve ayan güneşi doğup yakin hasıl oluncaya kadar ilerlemelidir.


"Ta ki Rabbınızın keremini,nimetini arayasınız." demek,ilim ve maarifin zikir ve güç riyazat ile çoğalmasını telep edesiniz. "Tevhid-i Zat" hakikatinin doğmasıyla "Senelerin sayısını ve hesabı bilesiniz." demektir.Zira her yönüyle O'nu bilmek,ancak,Allah Teala'nın,gündüzünün ayetini keşfederek vücudunu gösterici kıldığı kimseye nasibolur. Halkın günü,haftaları,ayları ve yılları olduğu gibi hesap gününün de günü,haftaları,ayları ve seneleri vardır. Halkın günü gece ve gündüz olarak yirmidört saattir.Rabbın günü bin senedir. "Muhakkak Rabbın indinde bir gün,sizin saydığınız bin yıl gibidir." (Hac 47) Allah'ın indinde miktarı elli bin yıl olan gün de vardır ki o,hesap günüdür. Herbirinin kendine uygun haftaları,ayları ve yılları vardır. Bunun sayısını bilmek, Suğra (küçük),vusta (orta),kübra (büyük) devrelerini bilmeğe bağlıdır.
Bu devrelerin hepsini Arş devresi içine alır.Fakat Arş devrelerinin sayısını bilmek ne mümkündür, ne de zapta sığar. Çünkü sonu yoktur.Zira Ahiret ebedidir. "Ta ki Rabbınızın keremini arayasınız." sözü, telvin ehlinin haline işarettir. "Senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz." sözü ise temkin ehlinin haline işarettir. Bu ayette telvin (kesret) ehlini,temkin (hakikat) ehli olmaya teşvik vardır.


İnsanlar arasında öyle insan vardır ki Allah onun ilim,iman ve yakinini artırarak cehalet gecesinin ayetini yok eder,ömrünü nur üzerinde geçirip bitirir. Öyle insan da vardır ki Allah onun,ömrünün sonuna doğru günden güne günahlar zulmetiyle kalbinin kararmasından meydana gelen gecesinin geceye mahsus aydınlatıcı ayetini yok eder de o kimse ömrünü böyle karanlık içerisinde geçirir. Bundan Allah'a sığınırız. Öyle insan da vardır ki isyan zulmeti ile kalbi kararmış olup,Allah,kalbini külliyyen mühürliyecek iken,sonra günahtan tevbe ile imanının,amelinin ve ihlasının nuru doğar; o nur ve yakin, Allah'ın dilediği kadar artar,o insanı karanlıktan kurtarır. Bu hal bazılarında bir kaç defa tekerrür eder. Eğer bir kimse: "Bizden iyilik geçmiş kimselerden" ayetinin mazharı ise ömrünü,iman ve amelinin nuru arttığı zaman saadet üzre bitirir.Fakat,ezelde şekavete mazhar olanlardan ise İhsandan sonra yüz üstü düşmekten Allah'a sığınırız.Ömrünü,isyan zulmetinin arttığı sırada şekavet üzre bitirir.Ve öyle insan da vardır ki Allah onun gündüzünün ayetini gösterici kılmış ve kah eksilen kah artan bir durumda bulunan telvinden kurtarmıştır.Çünkü sabah olduğu zaman lambaya ihtiyaç kalmaz.Bunlar peygamberler,sıddikler,şehidler ve salihlerdir. "Bunlarla arkadaşlık ne güzel şey." (Nisa 69)


Bu haller,sözünü ettiğimiz ihtiyari olaylarda görüldüğü gibi insanın tabii bünyesinde de görülür.Mesela tabii vücudumuzda bulunan güzellik ve kuvvet gibi.Güzellik çocukta yirmi yaşa veya daha yukarı çağa varıncaya kadar artar.Ondan sonra eksilmeye başlar.Kuvvet de böyledir.Ömür ortalarına kadar artar,sonra eksilmeye başlar.Ta ki insan,bunların,Allah'ın kendine vermiş bulunduğu bir emaneti olduğunu,tekrar Allah'a döneceğini "Bütün işlerin de O'na döneceğini" bilsin.Ve güzelliğiyle kuvvet ve kudretiyle böbürlenmesin.Zira dellalin,kendisinde bulunan emanet ve ariyetlerden dolayı halka kibretmesi,ahmaklık ve beyinsizliktir.İnsanda daha buna benzer haller çoktur.Lakin sözü bu risaleye uygun gelmeyecek şekilde uzatmayı gerektireceğinden dolayı kısa kestik. "Allah gerçeği söyler,O,yola iletir." (Ahzab 14)
Binaenaleyh,ey Ehlullah yolunda süluk eden talip,Allah yolunda mücahede et ki ruhunun güneşi battığı yerden doğsun,tutulduğu yerden açılsın,kalbinin alemleri nurlansın,nuru yüzüne vursun ve senin yüzünden karşında bulunanlara yansıyarak hepsini aydınlatsın. Karşında bulunanlar,senin ilim ve irfanının nurundan istifade etsin,senin gölgende,yani cisminin ve bedeninin gölgesinde istirahat etsinler. İşte güzel huyun kemali budur.Allah,bizi de sizi de bu vasıflarla vasıflananlardan,Allah indinde ve insanlar indinde razı olunmuş ve sevilmiş olan bu huylarla huylanmış bulunanlardan eylesin, amin.






BEŞİNCİ SOFRA




Filozoflar şöyle demişlerdir: "Nefs-i Natıka,hakikatlere uygun suretlere bürünür ve onlara sadık hükümleri gerçekleştirirse sanki o,bütün vücut (varlık) un kendisi olur.Bütün yaratıklar bu cismani suretlerle çok şiddetli bir şekilde birleştiklerinden ve bunlarla son derece meşgul bulunduklarından dolayı kendilerini seçemiyecek ve görünmeye muktedir olamıyacak durumdadırlar.Sanki o suretler ve heykellerden ibaret olmuşlardır."


Yani nefs-i natıka (konuşan nefs),cisimlilik dolayısıyla son derece kesiftir ruhaniyyet dolayısıyla son derece latiftir.Ruh,hangi şeye girse onun hükmünü alır,onun rengine bürünür.Tıpkı su gibi.Suyun rengi de kabın rengine bağlıdır.Bu bilindi ise bil ki: nefs-i natıka,letafet kazanıp,hariçte hakikatlere uygun olan,onlara muhalif olmayan zihni hayallerin şekilleriyle bezenir ve o hakikatlere uygun hükümleri giyer ve bu düşünceler nefs-i natıkada iyice yerleşir,nefs-i natıkanın sözlerinde ve fiillerinde bunların eseri meydana çıkar ve nefs-i natıka hiç abes konuşmayacak,abes iş ve hareket etmeyecek şekilde bu hakikatlerde rüsuh bulursa işte o zaman nefs-i natıka,sanki o suretlerin,şahsiyetlerin,o heykellerin kendisi olur.Bu,dış alemde şuna benzer: Mesela Zeyd bir şehirden çıkıp başka bir şehre yerleşse,bir zaman sonra çıktığı o şehir halkını eskiden gördüğü gibi şahıslar ve görüntüler olarak tasavvur etse yanılmış olur.Çünkü o şehir halkı ölüm ve doğum ile,kuvvetlenme,zayıflama ve büyüme ile değişmiş,halden hale,sıfattan sıfata geçmişlerdir.Bundan dolayı onun bu düşüncesi gerçeğe uygun değildir.Ama o şehir halkını,şahıslarıyla,görünüşleriyle değil de türleriyle ve cinsleriyle düşünürse onun bu düşüncesi,gerçeklere uygun düşer.


İşte birinci düşünce sahipleri acı bir azap içerisindedirler.Çünkü onlar kalblerini durmadan değişen gölgelere bağlamışlardır.Onlar,erişilemeyen bir gölgenin peşinden koşmaktadırlar.İşte dünyaya ve dünya adamlarına gönül bağlayan da böyledir.Öteki tasavvur sahipleri ise daimi bir rahat ve ebedi bir huzur içerisindedirler.Çünkü onlar,kalblerini devamlı olan ahiretin salih amellerine vermişlerdir.Bu,öyle sağlam bir iptir ki ona tutunan kopup düşmez.İşte avam,daima serap gibi yalancı,süslü batıl suretlerle uğraşarak,letafet taraflarını kesafet taraflarında mahvettiklerinden dolayı,sanki bu aslında olmayan aldatıcı şahsiyetlerin ve görünür heykellerin kendileri haline gelmişlerdir.Havass (seçkinler) e gelince bunlar da daima hakikatlere uygun suretlerle uğraşmak dolayısıyla kesafetlerini letafetlerinde kaybettiklerinden,sanki o hakikatlerin ve o vücudun kendisi olmuşlardır.Çünkü insan,düşündüğünün aynıdır.Bunun için biri Arapça,biri Farsça,biri Türkçe olan üç beyit söylenmiştir:


Arapça: "Ey Fazıl kardeşim,sen düşüncenden ibaretsin,yoksa büyüttüğün et ve kan değilsin."
Farsça: "Ey kardeş,sen düşüncesin,kemik ve akıl değilsin.Eğer düşüncen gül ise gülsün; diken ise külhansın."
Türkçe: "Ademi dedikleri endişedir,gayr-i adem ustuhan-ü rişedir (Adam olmayan kemik ve tüydür.) Ademin endişesi olsa latif,şüphesiz zatı olur anın şerif."


Ey kardeşim,görüntüler zindanından gözünü kaldır da yukarıya bak.Çünkü bunlar,Kur'an'da Esfel-i Safilin diye adlandırılan aşağıların aşağısıdır.Mutlak külliler alemine bak ki o alemin derecelerinin en aşağısı nevi'ler alemidir.Bunun üstünde cinsler,cinslerin üstünde yüksek cinsler,bunların üstünde cinslerin cinsi vardır.Sonra cevherler,arazlar,vücup ve imkan,sonra mutlak vücut gelir ki burada varlık dairesi tamamlanır ve sen rahatlar ezeli ve ebedi sevince erersin.Muhakkak bil ki gözünü cüz'ler aleminden kaldırmadıkça,külliler ile ülfet etmedikçe bütün neş'elerde devamlı olan ilahi işlerdeki rahatı bulamazsın. "Allah gerçeği söyler,O,yola iletir."

ALTINCI SOFRA






Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "O gün Yer,başka bir Arza,gökler başka göklere değiştirilir.Herkes kahredici Tek Allah'ın huzuruna çıkarlar." (İbrahim 48) "O'nun yüzünden başka her şey helak olacaktır.Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz." (Kasas 88)


Bil ki insan neden lezzet alıyor,nede rahat ediyorsa mutluluğu ondadır.Her şeyin lezzeti tab'ı (yaradılışı) na göredir.Bir şeyin yaradılışının gereği,o şeyin mahulika lehi (ne için yaratılmış ise o) dir.Eşya,yaratılmış bulunduğu gayeye kavuşmak ister.Çünkü ondan bir parçadır.Nasıl ki parçalar bütüne kavuşmak talebeder,nehirler denize ulaşmak isterse,her şey de böyle küllüne (bütününe) kavuşmak,onda fani olmak ister.
Gözün lezzeti,güzel şeylere bakmada,kulağın lezzeti makamları,güzel sesleri duymada,kalbin lezzeti yaratıldığı şeye nail olmada yani umuru (işleri) bilmededir.Kalbin gıdası bilgidir.Gıda sevilir ve istenir.
Bil ki insanlığın saadeti,Allah Teala'yı bilmededir.Çünkü bu,lezzetlerin ve rahatların en son mertebesidir.Lezzetlerin en bayağısı da sanatları bilmektir.Fakat yine de bu,çocukların oyunları bilmesinden daha tatlıdır.İlmi bilmek de oyunu bilmekten lezzetlidir.Sonra şeriat ilmini bilmek,diğer ilimleri öğrenmekten daha lezzetlidir.Tarikat ilmi de şeriat ilminden daha tatlıdır.Ama hakikat ilmini bilmek,hepsinden lezzetlidir.Çünkü hakikat ilmi,fiiller tevhidi,sıfatlar tevhidi ve zat tevhidine vakıf olarak Allah'ın sırlarına ermektir.Allah'ı bilmek ise elbette lezzetlerin ve rahatların sonudur.Bu,kalbin yani padişahın gıdasıdır.Diğerleri duyuların,organların,uzuvların ve hizmetçilerin gıdasıdır.Tabii padişahın gıdası ve lezzeti hizmetçilerin gıda ve lezzetinden daha üstündür.


Bil ki sen,kalb padişahının lezzetine,diğer duyuların lezzetinden vaz geçmedikçe ulaşamazsın.Zira yolcu birinci konaktan çıkmadan ikinci konağa ulaşamaz.Bütün konaklardan geçmeyince şühud kabesine giremez.Hakikate kavuşan arifler tekrar dünya konaklarına döndükleri zaman artık yemek,içmek,cima etmek,bahçelerde gezip dolaşmak,dostları ve Allah'tan başkalarını ziyaret etmek,onlara mani teşkil etmez.Anla ve bil ki her duyunun ve uzvun kemali,ne için yaratılmış ise onun kemaline ve gayesine erişmesidir.Kalbin kemali,ne için yaratılmış ise onun kemaline ulaşmasıyla mümkün olur.Bu da Allah'ı,bütün fiillerinde,sıfatlarında ve zatında tevhid etmek /birlemek) ile mümkündür.İşte o zaman duyuların ve uzuvların lezzetleri başka lezzetlere,arş başka bir arza ve gökler,başka göklere değişir. "Tek ve kahredici Allah'ın huzuruna çıkarlar." "O'nun yüzünden başka her şey helak olacaktır.Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz." Hasılı kalb,kemaline ulaşırsa duyular ve uzuvlar da kemaline ulaşır;Allah ile işitir,Allah görür,Allah ile konuşur.Ve kul,sultanların sultanına ulaşır.O zaman iş ve devir tamam olur.Allah Teala bizi kendisine kavuşanlardan eyliye. "Allah gerçeği söyler,O,yola iletir."


YEDİNCİ SOFRA






Yüce Allah buyurdu: "Allah selamet evine çağırır." (Yunus 25) Allah kullarını sıfatlar ve zat tevhidine davet eder.Bunların tevhidi,bütün afetlerden selamet evidir.O,fiiller tevhidine kelime-iTevhid,namaz,zekat,oruç,hac gibi şeriatçe emredilen; şirk,adam öldürme,zina,haram yemek ve bunun gibi şeriatçe yasak kılınan şeylerden menetmek gibi çeşitli ibadetler ve nehiylerle davet eder.Çünkü kul,emirlerini tutmak,nehiylerden kaçmak ile selamet evine girer.Yani hiç kimse yaptığı bu ibadet fiilleri için "Bunlar caiz değildir" diye itiraz edemez,bu suretle zahirde bir müdahelecinin sataşmasına uğramaz.
Göğüslerindeki aldatma,tecavüz,kin,hased,kibir,kendini beğenme,işittirme,riya gibi kötü duyguları kalblerinden çıkaran sıfatlar tevhidine de çeşitli güç riyazetlerle nefs-i emmarenin arzusunu öldürmek,nefsin dediğini yapmamak,alışkanlık haline getirdiği şeyleri terk etmek gibi şeyleri yapmayı emrederek davet eder.Bu suretle nefis itmi'nane ulaşır.Nefis itminnana kavuştuğu takdirde güzel huylardan ibaret bulunan sıfatların selamet evine girer.Kötü ahlak zindanında,kalblere sıçrayan kötülük ateşinden kurtulmuş olur.Ve bu kötü huyların azabından daima rahat içerisinde olur.


İnsanlardan ve her şeyden vücudu (varlığı) kaldıran zati tevhide de: "Allah'ı çok zikrediniz." (Ahzab 41) ayetiyle zikri. "Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler." (Al-i İmran 191) ayetiyle düşünceyi emrederek çağırmaktadır.Ta ki bu suretle zikir ve fikir çakmağından doğan ateşin nuru çıksın,benlik perdelerini yaksın,kalb alemlerini aydınlatsın,onlara Allah'tan başka varlık olmadığını göstersin ve onları varlık azabından ve günahından kurtarsın. "Varlığın öyle bir günahtır ki onunla hiçbir ginah mukayese edilemez." (Hadis).Keza varlık azabiyle de hiçbir azap mukayese edilemez.Çünkü kendine varlık tanımak,yüklendiği emanete hiyanet demektir.İnsan,vücudu emanet olarak almıştır.Kim emaneti öderse kendisinden daha lezzetli,daha rahat,ve daha zevkli bir selamet olmayan ebedi,zati selamete girer.Zira bu,bütün selametlerin ruhudur.Bu selametin ebedi olması şu demektir: Yani bir kimse oraya bir an içerisinde girerse artık bütün neş'elerde (anlarda) orada kalır,çıkmaz.Zira ezeli isti'dad bunu gerektirir. "Allah gerçeği söyler,O,yola iletir."


SEKİZİNCİ SOFRA






İlmini göstererek zenginlerin kapısında dolaşan ve onlardan bir şeyler uman alimlerin neye benzediğini izah babındadır.Kapılarında ilmini göstererek dolaştığı kimseler kendisini hor görürler ve nasihatini de kabul etmezler.Bu alim,örümceğe benzer.Çünkü örümcek de gider,insanların kapılarında,evlerin küvetlerinde,deliklerinde,tavanlarında ev (yuva) yapar.Hem de o kadar güzel yapar ki sanatının meharetinden,ölçülerinin güzelliğinden,açılarının düzeninden mühendisler hayret ve acz içinde kalırlar.Fakat onun orada yuvalanmasındaki maksat sinek,kelebek ve emsali şeyleri avlamak olduğundan insanlar ona yüz vermezler,aksine onu yıkmaya çalışırlar,kötü görür şum tutarlar.


İlmiyle amel eden salih,hiç kimseye yüz suyu dökmeyen alim de arıya benzer.Allah şöyle buyurmuştur: "Allah'tan başka veliler edinen kimseler ev edinen örümcek gibidir.Evlerin en bayağısı da elbet örümcek evidir.Bilmiş olsalardı!" (Ankebut 41).Ve buyurmuştur: "Rabbın arıya:" Dağlarda,ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva edin;sonra da Rabbinin gösterdiği yollardan mütevazi olarak yürü." diye vahyetti.Onun karınlarından insanlara çeşitli renklerde içki (bal,bal şerbeti) çıkar.Onda insanlara şifa vardır.Düşünen bir millet için bunda ibret vardır." (Nahl 68-69).


Bil ki faydalı ilimleri cem'eden ve onlarla salih ameller işliyen alimi,Allah bilmediği ilimlere aşina kılar.Çünkü Peygamber Aleyhisselam Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bildiğiyle amel edeni Allah,bilmediği ilimlere varis kılar." Ve buyurmuştur: "Kırk sabah Allah'a halisane ibadet eden kimsenin kalbinden lisanına hikmet pınarları fışkırır." İmdi kırk sabah ibadet eden böyle olursa ya kırk hafta,kırk ay,yahut kırk sene ihlasla sabahlıyan kimse nasıl olur? Veraset ilmi temiz baldır.Kalbleri saflaştırır,ruhları temizler,dilleri tatlılaştırır.


Hasılı ey kardeşim,Hak nazarında kapılarda,deliklerde,tavanlarda yuva yapan örümcek gibi olma.Çünkü o ev,sahibini sıcaktan ve soğuktan korumaz.Örümcek onu sadece sinek ve kelebek avlamak için yapar.Yani ilim aracılığı ile zenginlerin dünyalıklarından faydalanmak için onların kapılarına gitme.Halktan uzlet eden arı gibi ol.İlmini ve amelini halis et ve iyilikle emir kötülükten nehiy dışında ilim ve amelini insanlardan gizle.Çünkü arı,Yüce Rabbın vahyiyle öyle bir ev yaptı ki örümceğinki gibi mühendisler onun da sanatından hayrete düştüler,aciz kaldılar.Hatta bununki ondan da güzel.Arıların karınlarından çeşitli renklerde şarap çıkar ki bunda insanlara şifa vardır.Arı tadı ağızlarda kalan o saf bal ile evinin hücrelerini doldurur,onunla kendinin ve insanların açlığını ve çeşitli hastalıkları savar.Yani tenhayı ve uzleti sevmekte ilim ile amel etmekte arı gibi ol ki sana veraset ilmi hasıl olsun.Ahlak-i hamide meyvasını versin,kalbin,Allah'ın ilhamına konak olsun,böylece va'z-ü nasihat ve irşadda söylediğin her kelimen,içinde insanlara şifa bulunan çeşitli renklerdeki şarap (bal) olsun.Bir vaiz bir şeyhe yazıp ona: "Halkın,bizi değil de sizi dinlemeye meyletmesinin sebebi nedir?" diye sordu.Şeyh cevabında dedi ki: "Ey kardeşim,bizim ağızlarımızda tevhid balı,zikir balı;Kalblerimizde Allah aşkı var.Bizim kalblerimizden doğup ağzımıza gelen her söz,içinden çıktığı ve üzerinden geçtiği şeyin (yani kalbin ve dilin) tadiyle karışmıştır.Bunun içindir ki bizim sözümüzden ağızlar ve kulaklar tatlılanır."




DOKUZUNCU SOFRA






"Herkesin yöneldiği bir yön vardır.Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.Nerede olursanız olun,Allah sizi bir araya toplar.Allah şüphesiz her şeye kadirdir." (Bakara 148). ayetinin işari manası hakkındadır.




Bin yetmiş altı senesi Şevval ayının onuncu günü idi,ricası benim yanımda farz derecesinde olan ihvandan biri,tarikat ve hakikat erbabı nokta-i nazarından bu ayetin işaretini açıklamamı rica etti.Şifahen bu ricayı kabul ettikten sonra bütün kemalleri zatında toplayan Allah'a yöneldim.Araştırma yapmadım.Hiç bir kitaba bakmadım.Tamamen O'na yönelip ilhamını bekledim.Nihayet Yüce Allah sırrıma bu sofrayı indirdi.Yedim,içtim ve bize lutfettiği nimetlere ve hidayete karşı Allah'a hamd ve şükrettim: "Allah bize hidayet etmeseydi,biz hidayete erişemezdik." (A'raf 43).Muvaffakiyetim Allah iledir.O'na dayanırım,O'na güvenirim.İstedim ki "İnsanların en şerlisi yalnız yiyendir." tehdidinden kaçmak "Rabbının nimetini söyle." (Duha 11) emrine uymak için sofrayı kağıtlara yazıp sereyim de hazmetmeye kabiliyetli kardeşler ondan yesinler ve Yüce Allah'a şükretsinler ki O da onlara nimetlerini artırsın,huylarını,vasıflarını güzelleştirsin.İşte Allah'ın tevfiki ve irşadiyle ayetin beyanına başlıyorum.Başarıya ulaştıran ve irşadeden O'dur.




Allah Teala buyurdu: "Herkesin bir yönü vardır." Ümmetlerden her birinin,fertlerden her ferdin,uzuvlardan her uzvun,nefis ve ruh kuvvetlerinden her birinin bir yönü,maksadı ve belirli bir kıblesi vardır.Bu kıble veya yön,Allah'ın isimlerinden bir isimdir.O kişi ona yönelir.Müvelli,ismi faildir.Yönelen manasına gelir.Görünüşte insan yönelmektedir ama hakikatte yöneldiği maksadın cezbesi kendini çekmektedir.Amel insanı Allah'a çeker nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Güzel kelime O'na çıkar ve salih amel O'na yükselir." (Fatır, 40).Artık anla.Bunu bildinse bilirsin ki insanlardan hiçbiri maksadından ve kıblesinden sapmaz.Ancak kendisini o cihete döndüren ve önce kendisine maksad olan kimse,Allah'ın diğer bir ismi galip gelirse o zaman ilk maksadından döner.Allah'ın ismi onu,birinci maksadının elinden alırsa ona: "Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir." (Bakara 150) der.Bütün vecihleri döndüren isimlerle,insanların hoş görüp yöneldikleri maksatları kasdediyorum.Yani bu maksatlar,onların yüzlerini mıknatıs gibi cezbe ile çeker,ona yönelirler.Bundan dolayı "ilim,maluma tabidir" demişlerdir.İnsan bir şeyi hoş görürse ona yönelir.Sonra başka bir şeyi birinci maksadından daha hoş görürse,haddi zatında o şey birincisinden hoş olmasa da o adam birinci maksadını bırakır,ikinci maksadı kendisine maksat edinir.Çünkü ikincisi kendine göre birincisinden daha güzeldir.Ona bakmaktan,ona yönelmekten zevk alır.Bir şeyin peşinden giden kimse,ondan daha cazip bulduğu başka bir şeyin peşine gider,ikincisi birincisinden daha cazip göründüğü için birincisinin yerine bu defa onu maksad edinir.Çünkü o şey kendini çeker. "Allah işleri yerine getirendir." (Yusuf 21).Allah güzeldir,O maksad olmak ve bilinmek ister.




Bunu bildinse bil ki yüksek maksat,alçak maksattan daha tatlıdır.Zira onda güzellikler,alçaktakinden daha toplu ve daha tamdır.Çünkü yükseklik tarafında letafet daha çoktur.Alçaldıkça kesafet artar.Her latif,letafeti oranında kesifi kuşatır.Her şey,yüksekliği oranında latifdir.Bir şey ne derece kesafetten kurtulursa o derece daha kuşatıcı,rahat,iç açıcı,sevinç verici ve lezzetli olur.Kimin yükseklere bağlılığı daha çok olursa,rahatı daha çok,bilgisi daha tam ve kalbi daha geniş olur.Mesela iman tatlıdır,ibadetle iman yalnız imandan daha tatlıdır.Zuhd yalnız ibadetten daha tatlıdır.Nefsi bilmek,tek başına zühdden daha tatlıdır.Nefsi bilmek de derecelere ayrılır: Nefsi Levvameyi bilenin lezzeti,Emmareyi bileninkinden çoktur.Çünkü nefs-i levvame,yükseklik itibariyle nefs-i emmarenin kıblesindedir.Nefs-i mülhimeyi bilenin lezzeti,bunun aşağısında olan nefs-i levvame'yi bileninkinden çoktur.Çünkü o da kendi altında olanın yani levvame'nin kıblesindedir.Nefs-i Mutmainneyi bilenin lezzeti,mülhimeyi bileninkinden çoktur.Çünkü mutmainne,mülhimenin kıblesindedir.Nefs-i Raziye'yi bilenin lezzeti,mutmainneyi bileninkinden çoktur.O da mutmainnenin kıblesindedir.Nefs-i Marziyyeyi bilenin lezzeti,raziyyeyi bileninkinden çoktur.Çünkü o da Raziyye'nin kıblesindedir.Nefs-i Safiyye'yi bilenin lezzeti de hepsinden çoktur.İşte bu nefsi bilmek,ayniyle Hakkı bilmektir.Çünkü Peygamber Aleyhisselam Efendimiz buyurmuştur: "Nefsini bilen Rabbını bilir." yani nefsini bilen,o marifetle Rabbını da bilmiş olur.Yoksa nefsi bilmeden ayrı bir marifetle değil.Nefsi bilenin kıblesi Allah Teala'dır.Bu marifet anında kendisine: "Nereye yönelirseniz orada Allah'ın yüzü vardır." (Bakara 115) ayetinin sırrı açılır.Allah kullarını bu bilgiye teşvik ederek buyuruyor: "Hayır işlerinde yarşınız." (Bakara 148).Yani ey Muhammed ümmeti isimlere ve sıfatlara bağlı bütün belirli maksatların menşeine,dünyevi ve uhrevi bütün arzuların kaynağına koşunuz.Dikkat ediniz o,Zat-i İlahi ve mutlak Vücut'tur.O öyle bir varlıktır ki o belirli maksatlar,görünüşü ve itibarı yönünden Sırf Vücut'tan başka bir şey koklamamışlardır.Belirli isimlerin ve sıfatların gereğine göre nerede olursanız Allah size gelir.Yani bütün sıfatları tamamen kendinde toplayan Zat-i Buht (Allah) onların maksat ve gayeleri olan bu isim ve sıfatlardan doğan görüntüleri kaldırdıktan sonra tecelli eder. "O,her şey üzerinedir." Başlangıç ve görünüşler itibariyle her şekilde görünür.Fakat zatını da gizler.Ama Maad (ahiret),zuhur ve zati tecellisi itibariyle de bütün görüntüleri ve çoklukları ortadan kaldırmaya "kadir'dir." "Allah gerçeği söyler,O,yola iletir."




ONUNCU SOFRA






Allah buyurmuştur: "-Allah'ın-Yaptığından sorulmaz." (Enbiya 23).


Kadı Beyzavi (K.S) şöyle demiş:Azametinden,yetkisinin kuvvetinden,uluhiyyet ve zati saltanatında tekliğinden dolayı yaptığından sorulmaz.Gizli olmadığı üzere bu manadan zulüm kokusu geliyor.Çünkü eğer sormaktan korkmak, azametinden ve büyüklüğünün kuvvetinden ileri geliyorsa o halde sormanın mümkün olduğunu, ancak azametinden dolayı sorulmadığını, söylemek lazım gelir.


Fakat bu fakirin zevkine göre yaptığından sorulmaz.Çünkü O,her şeyi hikmetiyle yapar.Ama bu hikmeti keşif ehlinden başkalarının aklı anlıyamaz. Ne zaman Hak Teala'nın: "Yaptığından sorulmaz" hikmeti insanlara açılırsa ancak o zaman anlayabilirler. Çünkü soru kalmaz ki.Zira O'nun hikmeti, bütün mahlukatına olan rahmetini, sehasını, keremini ve lutfunu eksiltmez.
Şöyle ki: Allah Teala mahlukatı yaratmış,her şeyi tam yerli yerince koymuştur.Bir kul,Allah'ın fiillerinden kendi ilmine, zevkine ve tab'ına aykırı olan bir şeyi sormak isterse Allah Teala onun basiret gözünü açar ve kul Allah'ın o şeydeki hikmetini görür. Bu suretle kul,zaruri olarak kalbinden niçin,nasıl sorularını çıkarır ve artık ondan hayret etmez. Onu yerine layık görür.Artık hiç bir şeyin sinek kanadı kadar fazla yahut eksik tarafını dahi Rabbına sormayı kendine yakıştıramaz.Elbette bir hastalığın,bir kusurun,bir eksikliğin,bir fakirliğin,bir zararın,bir cehlin, bir küfrün kaldırılmasını doğru bulmaz.Allah'ın insanlara ezelde taksim ettiği rızkı, eceli, kudreti, aczi,taati ve masiyeti değiştirmeyi istemez.Eşyayı olduğu gibi görür.Bunların hepsini,içinde hiç zulüm olmayan,sırf adalet ve eksiksiz sırf kemal,hiç bozukluğu,eğriliği büğrülüğü olmayan tam doğru kabul eder.Her şer sandığının altında bir hayır vardır ve her zarar sandığı şeyin sonunda bir fayda vardır.Bir zaman zulmetin kapladığı bir şeyi,başka bir zaman nur kaplar.


Allah cömert,kerim ve merhametlidir.Yaratıklarına asla cimrilik etmez. Onların yararına olan bir şeyi kendine alıkoymaz. İşte bu,ikinci bir soru daha meydana çıkarır ki keşf erbabı bunu sormaktan ve buna cevap vermekten menedilmişler, bilginler bunda hayrete düşmüşlerdir.

ON BİRİNCİ SOFRA






Bin altmış yedi senesi Rebiu'l-ahir sonlarında bir gün kulların çokluğunu,fakat abidlerin azlığını,zahidlerin nadir olduğunu,ariflerin de yani ariflerden Allah'a yaklaştırılmış olanların azdan az olduğunu; çoğunluğu fasıkların,asilerin ve kafirlerin teşkil ettiğini ve bana göre bunların Allah'ın rahmetinden uzak bulunduğunu düşünüyor ve kendi kendime diyordum ki: "Acaba bu çoğunluğun hali ne olacak? Biz iyi biliyoruz ki Yüce Allah Erhamürrahimin'dir." Bunun sırrının,Allah tarafından açılması için kalbimin burçlarında dolaşıyordum.Birden bana iki kanatlı büyük bir kapı açıldı.Kanatlarından birine şöyle yazılmıştı: "Bu,dünyanın sırrıdır." ötekine de: "Bu,ahiretin sırrıdır." yazılı idi.




Kapının hemen ardında güzel yüzlü,mütenasip endamlı,yüzünün nurundan Güneşin utandığı bir genç gördüm.Bana dedi ki: "Sana dünya ve ahiretin sırrı açıldı.Üzerindeki beşeri elbiseyi,ve izafi varlığı (vücudu) at,kapıdan içeri gir.Tuhaf bir şey göreceksin ve sana ledünni ilimler açılacak,Yüce Allah'a yakın ve uzak olanı bilecek ve dertlerden kurtulacaksın." Çıkardım ve kapıdan içeri girdim.Bana nurani bir elbise giydirdi.Bir de baktım ki ilmim ve anlayışım,kulağım,gözüm bütün iç ve dış duyularım başka bir ilme,başka bir anlayışa,başka bir kulağa,göze ve yeteneklere değişti.Günüm, "Arzın başka bir arza,göklerin başka göklere değişip herkesin tek kahredici Allah'ın huzurunda duracağı gün" oldu.Ve: "O'nun vechinden başka her şey helak olacaktır." ayetinin manası meydana çıktı.Bildim ki Rabbımın banagiydirdiği elbise,Hakkani varlıktır.Sonra o halimle yaratılmışlara baktım.


Gördüm ki benim zannımda abid,zahid,veliyyullah olanların çoğu Allah'tan ve O'nun rahmetinden uzaktır.Onunla Allah arasında gösterişten,işittirmeden,kendini beğendirmeden,nefsini temize çıkarmadan,böbürlenmeden,kendi nefsi yahut insanlar hakkında Allah'a kötü zan taşımaktan,ya da zahiren kendinden aşağı olana hakaret gözüyle bakmaktan meydana gelen bir perde vardır.Halbuki kendisi iyi yaptığını sanıyor.Ve zannımda fasık,asi,riyakar,sapkın,bid'atçi,mülhid,zındık olanların çoğunu da Allah'a yakın,Allah'ın dostu,O'nun sevgilisi gördüm.Bunlar,kalblerinde bulunan üzüntü,zillet,hulus,Allah'ı bilme kendi nefsi ve diğer kullar hakkında Allah'a iyi zan besleme,herkese tevazu gösterme gibi sebeplerden bir sebeple Allah'a yaklaşmışlardı.Ve gördüm ki uzaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi kibir ve şöhret; Allah'a yaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi de tevazu,ve mahviyettir.


Aslında yakınlık ve uzaklık varlığı olmayan mevhum şeylerdir ya.Sonra bana: "Benim velilerim,benim kubbelerim altındadır,onları benden başka kimse bilmez." Kudsi Hadisinin sırrı açıldı.Allah Teala'nın örtüsüyle ayıp kubbelerinin altında gizli olan velileri kimse bilmez.Bunları,izafi varlığı atanlar bilirler.Peygamber Aleyhisselam Efendimiz buyurmuştur: "Varlığın öyle bir günahtır ki onunla hiçbir günah mukayese edilmez."


Sonra Hakkani vücudu giydim, ve öylece ikinci defa halka baktım.Bu defa bütün mahlukatı Yüce Allah'a yakın gördüm.Gözüm önceki bakışında aldanmış olduğundan üzüntü içerisinde bana döndü.İmam Şatıbi bu görüş makamında bir beyit söylemiş:


"Bütün insanlar mevla sayılır;Çünkü Allah'ın kazasına göre bir iş yapıyorlar."


Sonra bana daha başka sırlar ve bilgiler de açıldı ki onları ifşa etmek helal değildir.İşte o vakitten beri o görüş ve o varlık benden hiç gitmedi.Evvel ve ahir Allah'a hamdolsun.




ON İKİNCİ SOFRA






"Ey insanlar,sizi bir tek nefisten yaratan,ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının.Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayet edin şüphesiz Allah sizi gözetleyip durmaktadır." (Nisa 1)


Bil ki insanlar tamamen bir tek nefisten yaratıldıklarından dolayı,birbirlerine gidip gelen,aralarında sevgiyi artırır.Ama bu,Allah için buğz etmeye de mani olmaz.Zira küfre,şirke,isyana,müşriklere ve asilere Allah için kızmak vaciptir.Onları imana ve salaha davet etmek gerekir.Burada Allah için sevmek,Allah için buğz etmek (sevmemek) vardır.


Bil ki sen,insanlara melaike gözüyle bakarsan,onları yeryüzünde fesat çıkaran,kan döken varlıklar görürsün.O halde onların sohbetinden,arkadaşlığından sakınmalısın.Çünkü onlar hatayı kabul etmezler,kusuru affetmezler,bir aybı örtmezler,nakirin (zerrenin) kıtmirin (köpeğin) hesabını sorarlar.Azı da çoğu da kıskanırlar.Acınmak isterler ama kendileri acımazlar.Hata ve unutmayı cezalandırırlar,affetmezler.Koğuculuk ve iftira ile ihvanı ihvandan kaçırırlar.Onlardan uzaklaşmak,insanın dinini muhafaza bakımından tercihe şayandır.Razı olsalar,yüzden gülerler.Kızsalar,içleri kin dolar.Zahirleri siyab (elbise) batınları (içleri) ziyab (düşmalık) tır.Zanlarla keserler,arkanda seni gözleriyle kaşlariyle çekiştirirler.Dostların dahi hasedden,şüpheden ve koruculuktan geri durmazlar.Şöyle bir evde,bir yerde bir müddet rastlayıp sohbet ederek iyice sınamadığın kimsenin sevgisine güvenme.Senden uzak kaldığında ve dost olup yaklaştığında,zenginliğinde fakirliğinde iyice tecrübe et; yahut onunla yolculuk et veya dinar ve dirhem ile (para ile) alış veriş et veya dara,ihtiyaca düş;eğer bütün bu hallerde ondan razı oldu isen onu büyükse baba,küçükse oğul,akran ise kardeş et.
İnsanlar birbirleriyle muamelelerinde dört hal üzeredirler: Bir kısmı iyilik edene iyilik eder.Bu,eşek huyludur.Bir kısmı kötülük edene kötülük eder.Bu da köpeklerin ve yırtıcı hayvanların huyundandır.Bir kısmı iyilik edene kötülük eder.Bu da yılan huyludur.Bir kısmı da kötülük edene iyilik eder.Bu da Peygamberlerin,velilerin ve salihlerin ahlakındandır.Şimdi bu söylenenleri duydunsa artık kendine hangisini uygun görürsen onu seç.Eğer dördüncü kısımdan olamıyorsan,bari insanların ahvalini araştırmamalısın ki onlara iyi zan besliyesin ve onlarla iyi geçinebilesin.Bu da olmazsa onları bırak,onlardan kaçın ta ki onları kötü sanıp eziyet etmeyesin,akrabayı terk edenlerden,insanların hukukunu çiğneyenlerden olmayasın.


Ama insanlara Allah'ın nuruyla bakarsan,zulmette nur,zehirde panzehir,düşmanlarda dost,kahirde lutuf ve o kadar çok çeşitli zıt aynalar içerisinde bir tek yüz ve bir cemal görürsün. "O'nun gibi hiçbir şey yoktur." Nitekim Gazali (K.S.) demiştir. "Kainatta olduğundan daha güzeli yoktur." Kendi kendine şu beyti tekrar et:


Alemin nakşını hep hayal gördüm
Ol hayal içre bir cemal görürüm
Heme alem çü mazhar-i Hak'tır
Anın içün kamu kemal gördüm


O zaman sana insanların şerlileri ile hayırlıları bir olur.Her ikisiyle de karışıp konuşman eşittir.Hatta şerlileri arasına katılırsın ki sana eziyet etsinler de onların eziyetlerine tahammül edesin,bunun yanında onlara iyilik edesin.Çünkü sevgilinin,aşıka celal ile muamelesi,cemal ile muamelesinden daha tatlıdır.İşte bu bakış sırasında melaikenin bakışı,utancından mahvolur.




ON ÜÇÜNCÜ SOFRA






Yakinen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekutunu göstermiştik.Gece basınca bir yıldız görmüştü, "İşte bu benim Rabbim" dedi;yıldız batınca, "Batanları sevmem" dedi.Ayı doğarken görünce, "İşte bu benim Rabbim" dedi,batınca, "Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum" dedi.Güneşi doğarken görünce, "İşte bu benim Rabbim,bu daha büyük" dedi;batınca, "Ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım" dedi. "Doğrusu ben yüzümü,gökleri ve yeri yaratana,dosdoğru çevirdim,ben puta tapanlardan değilim." (En'am 75-79)


Bu fakir kula da Allah'a sülukum sırasında sülukun istikameti bereketiyle Allah'a şükür,aynı şey vaki oldu.Ben o günlerde on iki konak'tan beşinci konakta idim.Hiç kararım kalmamıştı.Bir yandan öbür yana kaçıyor,mücahede şiddetinden dolayı bir yerde ve bir halde duramadığım için kendimi minareden,yahut da dağlardan aşağı atacak oluyordum.Süluk günlerimin ekserisinde gıdam,yirmi dirhem arpa ekmeği idi.Nihayet bin altmış senesi Muharrem Ayı'nın son on gününde dördüncü Cuma gecesinde süluk esnasında uyanık iken bir de gördüm ki evin içinde karşımda bir yıldız.Onu baş gözümle gördüğümü zannettim de gözümü yumdum.Baktım ki hayır,yine öyle görünüyor.Gözümü açtım,yine önceki gibi karşımda.O zaman anladım ki bu,kalb gözüyle görülüyor.Birkaç gün o yıldız gözümden kaybolmadı.Sonra büyüdü,büyüdü Ay kadar oldu.Birkaç gün de böyle devam etti.Sonra git gide büyüdü Güneş kadar oldu.Birkaç gün de böyle gittikten sonra yine yavaş yavaş büyüdü,yükseldi,altı ciheti kapladı.İlk gördüğüm zamandaki ıstırabım,kalb çalkantım,nurun genişleyip altı yönü kaplayıncaya kadar yavaş yavaş tamamen dinmişti.Artık bundan sonra cesetle mücadele ve riyazet yapamadım.Kalb ve ruh ile bunların durumlarına uygun şekilde mücahedeye devam ettim.Bu hali,şeyhim,göz bebeğim Elmalı'lı Ümmi Sinan (K.S.) a söyledim.Dedi ki: "İbrahim Aleyhisselam'dan kalan beşinci menzilin hali budur.Bu menzil onun ilk makamı idi.Onun ilk menzili,ittiba bereketiyle Muhammed Aleyhissaletu vesselam Efendimiz'in ümmeti için beşinci menzil oldu.Fakat Allah'ın Resulu aleyhissaletu vesselam için bir makam yoktur.Bütün makamlar onun ayakları altında bir tek adımdan ibarettir." Sonra buyurdu: "Seni İbrahim Aleyhisselam'a lutfettiği Sırat-ı Müstakime ileten,ve seni onun izinde gittiğin için O'na varis kılan Allah'a hamdolsun." Sonra şu ayeti okudu: "Gece onu örtünce bir yıldız gördü."


ON DÖRDÜNCÜ SOFRA






Müslim Ebu Hüreyre'den şu Hadisi rivayet etmiştir: "İşte Cümdan,yürüyünüz." Cümdan Cim'in ötüresiyle,mimin sükuniyle Medine-i Münevvere'den bir gece uzaklıkta meşhur bir dağdır.Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem ) bunun üzerinden geçtiği zaman: "Müferridler geçti ileri." buyurmuştu.Kadi,müferridi ra'nın kesriyle ve şeddesiyle zikrediyor.Diğerleri şeddesiz olarak müfrid diyorlar.Müferrid veya müfrid: bir şeyi tek yapmak demektir.Hz.Peygamber Efendimiz'den: "Müferridler kimlerdir ya Resulullah?" diye sorduklarında: "Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlardır." buyurdu.Hadisin tam metni İbnu Melek'te mevcuttur.Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Yer yüzünde yürümediler mi ki kalbleri olsun da onunla düşünsünler,yahut kulakları olsun da onunla işitsinler.Çünkü gözler kör olmaz,lakin göğüslerdeki kalbler kör olur." (Celaleyn)


Ben,doğum yerim olan Malatya'da ilk ilim talebinde bulunduğum sırada kalbimde tarikat-i Sufiyye'yi bilmek arzusu vardı.Önce onların meclislerine muhalif idim,gitmezdim.Fakat sohbetleri bereketiyle günden güne şevkim arttı,nihayet Halveti Şeyhlerinden birine bey'at ettim.Babam da beni ona gitmekten menediyor,kendi şeyhine götürmek istiyordu.O zat nakşibendiyyeden idi.Ve bana göre kamil değildi.Sefer etmem icabetti.Nihayet bin kırk sekiz yılında ki Bağdat bu yılda fethedilmişti,ilim talebi kasdiyle Diyarbekir'e sefer ettim.Ama asıl maksadım tarikat ilmi idi.Orada bir yıl kaldım,sonra Mardin'e gittim.Orada da bir sene kaldım.Diyarbekir ve Mardin'de mantık ve kelam okudum.Oradan Mısır'a gittim.Mısır'da Şeyhuniyye (Medresesinde) Kadiriden bir şeyh buldum.Ona bey'at ettim ve Camiiü'l-Ezher'de de derse başladım.Camiü'l-Ezher'de okuyor ve o tekkede de yatıyordum.Ciddi çalışıyor,her ikisini de muntazaman yürütüyordum.Bir gün şeyhim bana dedi ki: "Zahir ilim talebinden tamamen vazgeçmedikçe tarikat ilmi sana açılmaz."


İlimden ayrılmam bana güç geldi.Ağlıyarak tazarru ve niyaz ile Allah'a istihare ettim ve uyudum.Gördüm ki güya ben büyük bir şehirdeyim,sultana hizmet ediyorum.Sultan da Şeyh Abdul-Kadir Geylani (K.S.) imiş.Kendisinin avlusu geniş bir sarayı var.Kendisi,nedimlerinden büyük bir cemaat arasında bir tarafta abdest alıyor.Sanki ben de öbür tarafında tereddüd içerisinde duruyor,bana kızacağından korkuyorum.Oradan çıkacak bir yer de bulamadım.Beni gördü,çağırdı: "Ey Sufi" Hemen kendisine döndüm.Ve önünde durdum.Hadimlerinden birine: "Buna bir kese getir." dedi.Hizmetçi çabuk çabuk bir kaç adım gidince "gel,dedi,ona kendi cebimden vereyim." Elini cebine soktu,bir kese çıkardı ve bana uzattı.huzurunda keseyi açtım.İçinde taze sikkeli dirhemler vardı.Başka bir kese daha gördüm,onu da açtım.Onda da taze sikkeli dinarlar vardı.Ben: "Efendim,bu iki kesenin manası nedir?" diye sordum.Cevaben dedi ki: "Dirhemler zahir ilimdir,öğren ve onunla amel et.Dinarlar tarikat ilmidir,ona ancak sana takdir edilmiş bulunan kimsenin (mürşidin) yüzünden kavuşabilirsin" ve bana: "Senin şeyhin bu şehirde değildir." diye işaret etti.Söylemeye muktedir olamayacağım bir ferah ve sevinç ile uyandım.


Rü'yayı şeyhime söyledim.Bu rü'ya üzerine beni halife yapmak istedi.Dedim ki: "Efendi benim kalbim hilafete kanmaz.Artık bundan sonra seyahat etmek istiyorum.Çünkü hiçbir yerde durağım kalmadı.Eğer bana izin vermezsen helak olmaktan korkuyorum."İzin verdi.Bana yüzünden ilim mukadder olan zatı bulmak arzusiyle yola çıktım.Senelerce dolaştım.Arap ve Rum (Anadolu) şehirlerinde çok şeyhlerin sohbetine eriştim.Akıbet şeyhim,göz bebeğim,kalbimin devası Şeyh Ümmi Sinan Elmalı (K.S.) nın hizmetine ulaştım.Kalbimin şifasını onun hizmeti şerefinde buldum.Mübarek nefesi kimyasiyle,bana Hz.Şeyh Abdul-Kadir Geylani (K.S.) nın bahsettiğim rü'yada bana işaret ettiği her şey hasıl oldu.Allah'a hamdolsun,Allah'ın lutfiyle telvin gitti,temkin hasıl oldu. "Allah gerçeği söyler,O,yola iletir."


ON BEŞİNCİ SOFRA






Abdullah İbnu Mes'ud (R.A) ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resulullah sallallahu aleyhi vesellem bir çizgi çizdi ve bize: "Bu,Allah'ın yoludur." dedi.Sonra sağında solunda birtakım çizgiler çizdi ve dedi ki: "Bunlar da yollardır.Bu yolların her birinde bir şeytan oturmuş kendisine davet eder." ve okudu: "İşte benim doğru yolum budur,ona tabi olun." "Muhakkak sizin sa'yiniz (yani ameliniz) çeşitlidir." Kiminiz ilim ve amel ile sa'yeder,cennet'e gider.Kiminiz cehalet ve nefis arzusiyle zulmete koşar da Cehennem'e gider. "Herkesin uyduğu bir ciheti vardır.Hayır işlerine koşunuz.Nerede olursanız Allah hepinizi toplu olarak bir araya getirecektir." (Bakara 148)


Bil ki insanın sa'yinin çeşitli oluşu,insanların dört tavır (merhale) de bulunuşlarından dolayıdır.Bu dört tavır (merhale) ile hayvanlar alemini,yırtıcılar alemini,şeytanlar alemini ve melekler alemini ifade etmek istiyorum.Her alemin mahiyyeti,insanı öteki alemin aksi yöne iter.Doğumdan hemen sonra insanın ilk alemi başlar ki hayvanlar alemidir.Bu alem onu yemeye,içmeye,helal ya da haram birleşmeye sevkeder.İnsan orada sebat eder,imana ve amele dönmezse dünya sevgisi ona galebe çalar,dünyadan her istediğini de pek tabii elde edemez,neticede yırtıcılar alemine girer.Kibir,kin,hased,intikam,mukadderse katl ile vasıflanır ve o insanın sireti yırtıcı hayvanlara döner.Eğer bundan da imana ve amele dönmezse mevki hırsı galebe eder,muradına ancak hilelerle erişir ve sonunda devler ve şeytanlar alemine girer.Hile,hud'a yalan,gıybet,koğuculuk ve iftira ile İblis gibi halk arasına fitneler düşürmek gibi huylarla vasıflanır.Orada kalırsa Esfel-i Safilin (aşağıların aşağısı) da kalmış ve insanların en sapkını olmuş olur.Ama saadete ulaşıp da melekler alemine dönerse ki bu alem zikir,tesbih,tehlil ve istiğfar alemidir; bütün insanlar ile iyi geçinir ve güzel ahlaklı olur ki güzel ahlak insanın kemalidir.Bununla ötekilerden (meleklerden) üstün olur.Çünkü böyle insanlar oraya hayvanlar,yırtıcılar,dev ve şeytan alemlerinden ilim ve amel ile yükselmişlerdir.Mücadele ederek oraya geçmişlerdir. "Güzel söz O'na çıkar,salih amel O'na yükselir." (Fatır 10).İnsanlardan bazıları birinci mertebede,bazıları ikincide,bazıları üçüncüde ve bazıları da dördüncüdedir.Bazıları da merhaleden merhaleye seferini tamamladıktan sonra daimi olarak bir halden diğer hale geçmek üzere bulunurlar.


Şimdi bak gör,senin nefsin bu otlaklardan hangisinde otlamaktadır.Onu aşağılardan yukarıya döndürmek için çemirlen ki helak badirelerinde ilimler suyundan-ki salih amellerin neticeleridir-susuz kalmayasın.Eğer insan isen himmetini hayvanların,yırtıcıların ve iblisin gittiği yönden çevir.Allah'a koşman,yolların en yükseğinde olsun.Çünkü Allah'a giden yollar,mahlukatın nefesleri sayısı kadar çoktur.Nefsi bilmeye çalışmak,insanı Allah'ı ve gayelerin en yükseği olan tevhid mertebelerini bilmeye görürür.


Bil ki güzel ahlak imandır, ameldir,ihlastır,zikirdir,ihsandır,tevazu'dur,öğüt tür,tasavvuftur,cömertliktir,mürüvvet etmedir,rızadır,sabırdır,Allah'ı sevmedir,Allah'tan korkmadır.Bunlar,ancak Adem Aleyhisselam'ın ilmi kendisinde zuhur eden insanlara vergidir.Bu ilim,esma ilmidir.Yani ledünni ilimdir,ve amel-i salihin neticesi olan veraset ilmidir.Çünkü Peygamber Aleyhissaletu vesselam Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Her kim bildiğiyle amel ederse Allah onu bilmediği şeylerin ilmine varis kılar." Nasıl ki melekler de önce Adem'e itaat etmediler.Ancak Allah Teala Adem'e esma ilmini ilham ettikten sonra ona secde ettiler ve hürmetle onu başlarının üstüne kaldırdılar.Ahlak-i Hamide de böyledir.Ancak Allah'ın veraset ilmini lutfettiği kimsede bulunur.O (insa)nlar bu ilmi arzu ederler,çünkü bu ilim,peygamberlerin ve velilerin ilmidir.İşitilmedi mi ki bizim Peygamberimiz okuma ilmiyle değil,veraset ilmiyle bir veli idi.Ama İblis'e gelince: kimdeki cin,dev ve şeytanın sıfatları olan hile,hud'a yalan bühtan ile insanları azdırma huyları zuhur ederse bu sıfatların sahibi; Ahlak-ı Hamide meleklerinin itaat ettiğiikinci ilim erbabına icmalen ve tafsilen düşman olmakta devam eder.Bu sıfatlar onu beşeri sıfatların hükmüne düşürmek suretiyle mahvetmeye ramak kalır.Artık sen anla.


Binaenaleyh Adem hilafetinde olan kimsenin,halk ile muamelesinde halin icabına göre ahlak-ı hamide meleklerini kullanması ve daima kötü ahlak şeytanından kaçınması,ledünni ilim talibi bulunan melaikeyi şadedip onları da bu ilimde otlatması,mülhidlerden ve münkirlerden daima kaçınması gerekir.ON BİRİNCİ SOFRA






Bin altmış yedi senesi Rebiu'l-ahir sonlarında bir gün kulların çokluğunu,fakat abidlerin azlığını,zahidlerin nadir olduğunu,ariflerin de yani ariflerden Allah'a yaklaştırılmış olanların azdan az olduğunu; çoğunluğu fasıkların,asilerin ve kafirlerin teşkil ettiğini ve bana göre bunların Allah'ın rahmetinden uzak bulunduğunu düşünüyor ve kendi kendime diyordum ki: "Acaba bu çoğunluğun hali ne olacak? Biz iyi biliyoruz ki Yüce Allah Erhamürrahimin'dir." Bunun sırrının,Allah tarafından açılması için kalbimin burçlarında dolaşıyordum.Birden bana iki kanatlı büyük bir kapı açıldı.Kanatlarından birine şöyle yazılmıştı: "Bu,dünyanın sırrıdır." ötekine de: "Bu,ahiretin sırrıdır." yazılı idi.




Kapının hemen ardında güzel yüzlü,mütenasip endamlı,yüzünün nurundan Güneşin utandığı bir genç gördüm.Bana dedi ki: "Sana dünya ve ahiretin sırrı açıldı.Üzerindeki beşeri elbiseyi,ve izafi varlığı (vücudu) at,kapıdan içeri gir.Tuhaf bir şey göreceksin ve sana ledünni ilimler açılacak,Yüce Allah'a yakın ve uzak olanı bilecek ve dertlerden kurtulacaksın." Çıkardım ve kapıdan içeri girdim.Bana nurani bir elbise giydirdi.Bir de baktım ki ilmim ve anlayışım,kulağım,gözüm bütün iç ve dış duyularım başka bir ilme,başka bir anlayışa,başka bir kulağa,göze ve yeteneklere değişti.Günüm, "Arzın başka bir arza,göklerin başka göklere değişip herkesin tek kahredici Allah'ın huzurunda duracağı gün" oldu.Ve: "O'nun vechinden başka her şey helak olacaktır." ayetinin manası meydana çıktı.Bildim ki Rabbımın banagiydirdiği elbise,Hakkani varlıktır.Sonra o halimle yaratılmışlara baktım.


Gördüm ki benim zannımda abid,zahid,veliyyullah olanların çoğu Allah'tan ve O'nun rahmetinden uzaktır.Onunla Allah arasında gösterişten,işittirmeden,kendini beğendirmeden,nefsini temize çıkarmadan,böbürlenmeden,kendi nefsi yahut insanlar hakkında Allah'a kötü zan taşımaktan,ya da zahiren kendinden aşağı olana hakaret gözüyle bakmaktan meydana gelen bir perde vardır.Halbuki kendisi iyi yaptığını sanıyor.Ve zannımda fasık,asi,riyakar,sapkın,bid'atçi,mülhid,zındık olanların çoğunu da Allah'a yakın,Allah'ın dostu,O'nun sevgilisi gördüm.Bunlar,kalblerinde bulunan üzüntü,zillet,hulus,Allah'ı bilme kendi nefsi ve diğer kullar hakkında Allah'a iyi zan besleme,herkese tevazu gösterme gibi sebeplerden bir sebeple Allah'a yaklaşmışlardı.Ve gördüm ki uzaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi kibir ve şöhret; Allah'a yaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi de tevazu,ve mahviyettir.


Aslında yakınlık ve uzaklık varlığı olmayan mevhum şeylerdir ya.Sonra bana: "Benim velilerim,benim kubbelerim altındadır,onları benden başka kimse bilmez." Kudsi Hadisinin sırrı açıldı.Allah Teala'nın örtüsüyle ayıp kubbelerinin altında gizli olan velileri kimse bilmez.Bunları,izafi varlığı atanlar bilirler.Peygamber Aleyhisselam Efendimiz buyurmuştur: "Varlığın öyle bir günahtır ki onunla hiçbir günah mukayese edilmez."


Sonra Hakkani vücudu giydim, ve öylece ikinci defa halka baktım.Bu defa bütün mahlukatı Yüce Allah'a yakın gördüm.Gözüm önceki bakışında aldanmış olduğundan üzüntü içerisinde bana döndü.İmam Şatıbi bu görüş makamında bir beyit söylemiş:


"Bütün insanlar mevla sayılır;Çünkü Allah'ın kazasına göre bir iş yapıyorlar."


Sonra bana daha başka sırlar ve bilgiler de açıldı ki onları ifşa etmek helal değildir.İşte o vakitten beri o görüş ve o varlık benden hiç gitmedi.Evvel ve ahir Allah'a hamdolsun.




ON İKİNCİ SOFRA






"Ey insanlar,sizi bir tek nefisten yaratan,ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının.Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayet edin şüphesiz Allah sizi gözetleyip durmaktadır." (Nisa 1)


Bil ki insanlar tamamen bir tek nefisten yaratıldıklarından dolayı,birbirlerine gidip gelen,aralarında sevgiyi artırır.Ama bu,Allah için buğz etmeye de mani olmaz.Zira küfre,şirke,isyana,müşriklere ve asilere Allah için kızmak vaciptir.Onları imana ve salaha davet etmek gerekir.Burada Allah için sevmek,Allah için buğz etmek (sevmemek) vardır.


Bil ki sen,insanlara melaike gözüyle bakarsan,onları yeryüzünde fesat çıkaran,kan döken varlıklar görürsün.O halde onların sohbetinden,arkadaşlığından sakınmalısın.Çünkü onlar hatayı kabul etmezler,kusuru affetmezler,bir aybı örtmezler,nakirin (zerrenin) kıtmirin (köpeğin) hesabını sorarlar.Azı da çoğu da kıskanırlar.Acınmak isterler ama kendileri acımazlar.Hata ve unutmayı cezalandırırlar,affetmezler.Koğuculuk ve iftira ile ihvanı ihvandan kaçırırlar.Onlardan uzaklaşmak,insanın dinini muhafaza bakımından tercihe şayandır.Razı olsalar,yüzden gülerler.Kızsalar,içleri kin dolar.Zahirleri siyab (elbise) batınları (içleri) ziyab (düşmalık) tır.Zanlarla keserler,arkanda seni gözleriyle kaşlariyle çekiştirirler.Dostların dahi hasedden,şüpheden ve koruculuktan geri durmazlar.Şöyle bir evde,bir yerde bir müddet rastlayıp sohbet ederek iyice sınamadığın kimsenin sevgisine güvenme.Senden uzak kaldığında ve dost olup yaklaştığında,zenginliğinde fakirliğinde iyice tecrübe et; yahut onunla yolculuk et veya dinar ve dirhem ile (para ile) alış veriş et veya dara,ihtiyaca düş;eğer bütün bu hallerde ondan razı oldu isen onu büyükse baba,küçükse oğul,akran ise kardeş et.
İnsanlar birbirleriyle muamelelerinde dört hal üzeredirler: Bir kısmı iyilik edene iyilik eder.Bu,eşek huyludur.Bir kısmı kötülük edene kötülük eder.Bu da köpeklerin ve yırtıcı hayvanların huyundandır.Bir kısmı iyilik edene kötülük eder.Bu da yılan huyludur.Bir kısmı da kötülük edene iyilik eder.Bu da Peygamberlerin,velilerin ve salihlerin ahlakındandır.Şimdi bu söylenenleri duydunsa artık kendine hangisini uygun görürsen onu seç.Eğer dördüncü kısımdan olamıyorsan,bari insanların ahvalini araştırmamalısın ki onlara iyi zan besliyesin ve onlarla iyi geçinebilesin.Bu da olmazsa onları bırak,onlardan kaçın ta ki onları kötü sanıp eziyet etmeyesin,akrabayı terk edenlerden,insanların hukukunu çiğneyenlerden olmayasın.


Ama insanlara Allah'ın nuruyla bakarsan,zulmette nur,zehirde panzehir,düşmanlarda dost,kahirde lutuf ve o kadar çok çeşitli zıt aynalar içerisinde bir tek yüz ve bir cemal görürsün. "O'nun gibi hiçbir şey yoktur." Nitekim Gazali (K.S.) demiştir. "Kainatta olduğundan daha güzeli yoktur." Kendi kendine şu beyti tekrar et:


Alemin nakşını hep hayal gördüm
Ol hayal içre bir cemal görürüm
Heme alem çü mazhar-i Hak'tır
Anın içün kamu kemal gördüm


O zaman sana insanların şerlileri ile hayırlıları bir olur.Her ikisiyle de karışıp konuşman eşittir.Hatta şerlileri arasına katılırsın ki sana eziyet etsinler de onların eziyetlerine tahammül edesin,bunun yanında onlara iyilik edesin.Çünkü sevgilinin,aşıka celal ile muamelesi,cemal ile muamelesinden daha tatlıdır.İşte bu bakış sırasında melaikenin bakışı,utancından mahvolur.




ON ÜÇÜNCÜ SOFRA






Yakinen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekutunu göstermiştik.Gece basınca bir yıldız görmüştü, "İşte bu benim Rabbim" dedi;yıldız batınca, "Batanları sevmem" dedi.Ayı doğarken görünce, "İşte bu benim Rabbim" dedi,batınca, "Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum" dedi.Güneşi doğarken görünce, "İşte bu benim Rabbim,bu daha büyük" dedi;batınca, "Ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım" dedi. "Doğrusu ben yüzümü,gökleri ve yeri yaratana,dosdoğru çevirdim,ben puta tapanlardan değilim." (En'am 75-79)


Bu fakir kula da Allah'a sülukum sırasında sülukun istikameti bereketiyle Allah'a şükür,aynı şey vaki oldu.Ben o günlerde on iki konak'tan beşinci konakta idim.Hiç kararım kalmamıştı.Bir yandan öbür yana kaçıyor,mücahede şiddetinden dolayı bir yerde ve bir halde duramadığım için kendimi minareden,yahut da dağlardan aşağı atacak oluyordum.Süluk günlerimin ekserisinde gıdam,yirmi dirhem arpa ekmeği idi.Nihayet bin altmış senesi Muharrem Ayı'nın son on gününde dördüncü Cuma gecesinde süluk esnasında uyanık iken bir de gördüm ki evin içinde karşımda bir yıldız.Onu baş gözümle gördüğümü zannettim de gözümü yumdum.Baktım ki hayır,yine öyle görünüyor.Gözümü açtım,yine önceki gibi karşımda.O zaman anladım ki bu,kalb gözüyle görülüyor.Birkaç gün o yıldız gözümden kaybolmadı.Sonra büyüdü,büyüdü Ay kadar oldu.Birkaç gün de böyle devam etti.Sonra git gide büyüdü Güneş kadar oldu.Birkaç gün de böyle gittikten sonra yine yavaş yavaş büyüdü,yükseldi,altı ciheti kapladı.İlk gördüğüm zamandaki ıstırabım,kalb çalkantım,nurun genişleyip altı yönü kaplayıncaya kadar yavaş yavaş tamamen dinmişti.Artık bundan sonra cesetle mücadele ve riyazet yapamadım.Kalb ve ruh ile bunların durumlarına uygun şekilde mücahedeye devam ettim.Bu hali,şeyhim,göz bebeğim Elmalı'lı Ümmi Sinan (K.S.) a söyledim.Dedi ki: "İbrahim Aleyhisselam'dan kalan beşinci menzilin hali budur.Bu menzil onun ilk makamı idi.Onun ilk menzili,ittiba bereketiyle Muhammed Aleyhissaletu vesselam Efendimiz'in ümmeti için beşinci menzil oldu.Fakat Allah'ın Resulu aleyhissaletu vesselam için bir makam yoktur.Bütün makamlar onun ayakları altında bir tek adımdan ibarettir." Sonra buyurdu: "Seni İbrahim Aleyhisselam'a lutfettiği Sırat-ı Müstakime ileten,ve seni onun izinde gittiğin için O'na varis kılan Allah'a hamdolsun." Sonra şu ayeti okudu: "Gece onu örtünce bir yıldız gördü."


ON DÖRDÜNCÜ SOFRA






Müslim Ebu Hüreyre'den şu Hadisi rivayet etmiştir: "İşte Cümdan,yürüyünüz." Cümdan Cim'in ötüresiyle,mimin sükuniyle Medine-i Münevvere'den bir gece uzaklıkta meşhur bir dağdır.Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem ) bunun üzerinden geçtiği zaman: "Müferridler geçti ileri." buyurmuştu.Kadi,müferridi ra'nın kesriyle ve şeddesiyle zikrediyor.Diğerleri şeddesiz olarak müfrid diyorlar.Müferrid veya müfrid: bir şeyi tek yapmak demektir.Hz.Peygamber Efendimiz'den: "Müferridler kimlerdir ya Resulullah?" diye sorduklarında: "Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlardır." buyurdu.Hadisin tam metni İbnu Melek'te mevcuttur.Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Yer yüzünde yürümediler mi ki kalbleri olsun da onunla düşünsünler,yahut kulakları olsun da onunla işitsinler.Çünkü gözler kör olmaz,lakin göğüslerdeki kalbler kör olur." (Celaleyn)


Ben,doğum yerim olan Malatya'da ilk ilim talebinde bulunduğum sırada kalbimde tarikat-i Sufiyye'yi bilmek arzusu vardı.Önce onların meclislerine muhalif idim,gitmezdim.Fakat sohbetleri bereketiyle günden güne şevkim arttı,nihayet Halveti Şeyhlerinden birine bey'at ettim.Babam da beni ona gitmekten menediyor,kendi şeyhine götürmek istiyordu.O zat nakşibendiyyeden idi.Ve bana göre kamil değildi.Sefer etmem icabetti.Nihayet bin kırk sekiz yılında ki Bağdat bu yılda fethedilmişti,ilim talebi kasdiyle Diyarbekir'e sefer ettim.Ama asıl maksadım tarikat ilmi idi.Orada bir yıl kaldım,sonra Mardin'e gittim.Orada da bir sene kaldım.Diyarbekir ve Mardin'de mantık ve kelam okudum.Oradan Mısır'a gittim.Mısır'da Şeyhuniyye (Medresesinde) Kadiriden bir şeyh buldum.Ona bey'at ettim ve Camiiü'l-Ezher'de de derse başladım.Camiü'l-Ezher'de okuyor ve o tekkede de yatıyordum.Ciddi çalışıyor,her ikisini de muntazaman yürütüyordum.Bir gün şeyhim bana dedi ki: "Zahir ilim talebinden tamamen vazgeçmedikçe tarikat ilmi sana açılmaz."


İlimden ayrılmam bana güç geldi.Ağlıyarak tazarru ve niyaz ile Allah'a istihare ettim ve uyudum.Gördüm ki güya ben büyük bir şehirdeyim,sultana hizmet ediyorum.Sultan da Şeyh Abdul-Kadir Geylani (K.S.) imiş.Kendisinin avlusu geniş bir sarayı var.Kendisi,nedimlerinden büyük bir cemaat arasında bir tarafta abdest alıyor.Sanki ben de öbür tarafında tereddüd içerisinde duruyor,bana kızacağından korkuyorum.Oradan çıkacak bir yer de bulamadım.Beni gördü,çağırdı: "Ey Sufi" Hemen kendisine döndüm.Ve önünde durdum.Hadimlerinden birine: "Buna bir kese getir." dedi.Hizmetçi çabuk çabuk bir kaç adım gidince "gel,dedi,ona kendi cebimden vereyim." Elini cebine soktu,bir kese çıkardı ve bana uzattı.huzurunda keseyi açtım.İçinde taze sikkeli dirhemler vardı.Başka bir kese daha gördüm,onu da açtım.Onda da taze sikkeli dinarlar vardı.Ben: "Efendim,bu iki kesenin manası nedir?" diye sordum.Cevaben dedi ki: "Dirhemler zahir ilimdir,öğren ve onunla amel et.Dinarlar tarikat ilmidir,ona ancak sana takdir edilmiş bulunan kimsenin (mürşidin) yüzünden kavuşabilirsin" ve bana: "Senin şeyhin bu şehirde değildir." diye işaret etti.Söylemeye muktedir olamayacağım bir ferah ve sevinç ile uyandım.


Rü'yayı şeyhime söyledim.Bu rü'ya üzerine beni halife yapmak istedi.Dedim ki: "Efendi benim kalbim hilafete kanmaz.Artık bundan sonra seyahat etmek istiyorum.Çünkü hiçbir yerde durağım kalmadı.Eğer bana izin vermezsen helak olmaktan korkuyorum."İzin verdi.Bana yüzünden ilim mukadder olan zatı bulmak arzusiyle yola çıktım.Senelerce dolaştım.Arap ve Rum (Anadolu) şehirlerinde çok şeyhlerin sohbetine eriştim.Akıbet şeyhim,göz bebeğim,kalbimin devası Şeyh Ümmi Sinan Elmalı (K.S.) nın hizmetine ulaştım.Kalbimin şifasını onun hizmeti şerefinde buldum.Mübarek nefesi kimyasiyle,bana Hz.Şeyh Abdul-Kadir Geylani (K.S.) nın bahsettiğim rü'yada bana işaret ettiği her şey hasıl oldu.Allah'a hamdolsun,Allah'ın lutfiyle telvin gitti,temkin hasıl oldu. "Allah gerçeği söyler,O,yola iletir."


ON BEŞİNCİ SOFRA






Abdullah İbnu Mes'ud (R.A) ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resulullah sallallahu aleyhi vesellem bir çizgi çizdi ve bize: "Bu,Allah'ın yoludur." dedi.Sonra sağında solunda birtakım çizgiler çizdi ve dedi ki: "Bunlar da yollardır.Bu yolların her birinde bir şeytan oturmuş kendisine davet eder." ve okudu: "İşte benim doğru yolum budur,ona tabi olun." "Muhakkak sizin sa'yiniz (yani ameliniz) çeşitlidir." Kiminiz ilim ve amel ile sa'yeder,cennet'e gider.Kiminiz cehalet ve nefis arzusiyle zulmete koşar da Cehennem'e gider. "Herkesin uyduğu bir ciheti vardır.Hayır işlerine koşunuz.Nerede olursanız Allah hepinizi toplu olarak bir araya getirecektir." (Bakara 148)


Bil ki insanın sa'yinin çeşitli oluşu,insanların dört tavır (merhale) de bulunuşlarından dolayıdır.Bu dört tavır (merhale) ile hayvanlar alemini,yırtıcılar alemini,şeytanlar alemini ve melekler alemini ifade etmek istiyorum.Her alemin mahiyyeti,insanı öteki alemin aksi yöne iter.Doğumdan hemen sonra insanın ilk alemi başlar ki hayvanlar alemidir.Bu alem onu yemeye,içmeye,helal ya da haram birleşmeye sevkeder.İnsan orada sebat eder,imana ve amele dönmezse dünya sevgisi ona galebe çalar,dünyadan her istediğini de pek tabii elde edemez,neticede yırtıcılar alemine girer.Kibir,kin,hased,intikam,mukadderse katl ile vasıflanır ve o insanın sireti yırtıcı hayvanlara döner.Eğer bundan da imana ve amele dönmezse mevki hırsı galebe eder,muradına ancak hilelerle erişir ve sonunda devler ve şeytanlar alemine girer.Hile,hud'a yalan,gıybet,koğuculuk ve iftira ile İblis gibi halk arasına fitneler düşürmek gibi huylarla vasıflanır.Orada kalırsa Esfel-i Safilin (aşağıların aşağısı) da kalmış ve insanların en sapkını olmuş olur.Ama saadete ulaşıp da melekler alemine dönerse ki bu alem zikir,tesbih,tehlil ve istiğfar alemidir; bütün insanlar ile iyi geçinir ve güzel ahlaklı olur ki güzel ahlak insanın kemalidir.Bununla ötekilerden (meleklerden) üstün olur.Çünkü böyle insanlar oraya hayvanlar,yırtıcılar,dev ve şeytan alemlerinden ilim ve amel ile yükselmişlerdir.Mücadele ederek oraya geçmişlerdir. "Güzel söz O'na çıkar,salih amel O'na yükselir." (Fatır 10).İnsanlardan bazıları birinci mertebede,bazıları ikincide,bazıları üçüncüde ve bazıları da dördüncüdedir.Bazıları da merhaleden merhaleye seferini tamamladıktan sonra daimi olarak bir halden diğer hale geçmek üzere bulunurlar.


Şimdi bak gör,senin nefsin bu otlaklardan hangisinde otlamaktadır.Onu aşağılardan yukarıya döndürmek için çemirlen ki helak badirelerinde ilimler suyundan-ki salih amellerin neticeleridir-susuz kalmayasın.Eğer insan isen himmetini hayvanların,yırtıcıların ve iblisin gittiği yönden çevir.Allah'a koşman,yolların en yükseğinde olsun.Çünkü Allah'a giden yollar,mahlukatın nefesleri sayısı kadar çoktur.Nefsi bilmeye çalışmak,insanı Allah'ı ve gayelerin en yükseği olan tevhid mertebelerini bilmeye görürür.


Bil ki güzel ahlak imandır, ameldir,ihlastır,zikirdir,ihsandır,tevazu'dur,öğüt tür,tasavvuftur,cömertliktir,mürüvvet etmedir,rızadır,sabırdır,Allah'ı sevmedir,Allah'tan korkmadır.Bunlar,ancak Adem Aleyhisselam'ın ilmi kendisinde zuhur eden insanlara vergidir.Bu ilim,esma ilmidir.Yani ledünni ilimdir,ve amel-i salihin neticesi olan veraset ilmidir.Çünkü Peygamber Aleyhissaletu vesselam Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Her kim bildiğiyle amel ederse Allah onu bilmediği şeylerin ilmine varis kılar." Nasıl ki melekler de önce Adem'e itaat etmediler.Ancak Allah Teala Adem'e esma ilmini ilham ettikten sonra ona secde ettiler ve hürmetle onu başlarının üstüne kaldırdılar.Ahlak-i Hamide de böyledir.Ancak Allah'ın veraset ilmini lutfettiği kimsede bulunur.O (insa)nlar bu ilmi arzu ederler,çünkü bu ilim,peygamberlerin ve velilerin ilmidir.İşitilmedi mi ki bizim Peygamberimiz okuma ilmiyle değil,veraset ilmiyle bir veli idi.Ama İblis'e gelince: kimdeki cin,dev ve şeytanın sıfatları olan hile,hud'a yalan bühtan ile insanları azdırma huyları zuhur ederse bu sıfatların sahibi; Ahlak-ı Hamide meleklerinin itaat ettiğiikinci ilim erbabına icmalen ve tafsilen düşman olmakta devam eder.Bu sıfatlar onu beşeri sıfatların hükmüne düşürmek suretiyle mahvetmeye ramak kalır.Artık sen anla.


Binaenaleyh Adem hilafetinde olan kimsenin,halk ile muamelesinde halin icabına göre ahlak-ı hamide meleklerini kullanması ve daima kötü ahlak şeytanından kaçınması,ledünni ilim talibi bulunan melaikeyi şadedip onları da bu ilimde otlatması,mülhidlerden ve münkirlerden daima kaçınması gerekir.

ONALTINCI SOFRA








Allah'ın resulü (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır: "Sadık ru'ya,peygamberliğin kırk altı şu'besinden bir şu'bedir.Bu da mü'minlerin peygamberlikten nasipleridir." Mevlana Cami (Ks.S.) nin Füsus şerhinin Yusuf Fassı'nda da böyle der.


Fakir der ki içimden geçiyordu ki İmam Busıri (K.S.) nin Kaside-i Bürde'sini tahmis (ikili beyti üç mısra ilave ile beş mısraya çıkarmaktır.) veya tesbi (ikili beyti beş mısra ilave ile yedi mısraya çıkarmaktır.) edeyim.Ve her beytin başında Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz) in ismini getireyim.İsti'dadım olmadığı için buna muvaffak olamadım.Ne kadar çalıştımsa güçlük çektim,ağır geldi,uzun zaman sadece birkaç beyitten fazla birşey yazamadım.Bu yazdıklarımı da beğenmiyordum.Fakat bu düşünceyi de kalbimden çıkaramadım.Benim bilgin,salih bir ihvanım vardı.Ona içimdeki bu iştiyakı,fakat bunu gerçekleştirmeye muvaffak olamadığımı söyledim.Bana: "Sahibinden yani Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz.) nden izin aldın mı?" dedi. "Hayır" dedim. "İşte içine doğmayışının sebebi budur.Bunu Hz.Resul Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz'dan sor." dedi.Sanki ben uyuyordum da o kardeşim bu öğütüyle beni uykudan uyandırdı.Birkaç gece Resul Aleyhisselam'ın sırrına yalvararak,niyaz ederek kerem denizinden fakiri boş döndürmemesini istiyerek iltica ettim.Bin yetmiş beş senesi Muharremü'l-Haram'ının ikinci onunda Bursa'da Resulüllah'ın mubarek yüzünü görmek şerefine nail oldum:


Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz) bana arkadaşlarından birini göndermiş,Kendisi şark tarafından garp tarafına geçiyormuş.Bana dedi ki: Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz.) sana diyor ki: "Beyaz at bizden ayrıldı,arkamızdaki otlakta kaldı.Onu alsın,bize getirsin." O gelen zat,bana atın nerede bulunduğunu ve oraya gidilecek yolu gösterdi. "Resulullah'ın sözü başım üstüne" dedim.Hemen ata koştum ve onu denilen yerde buldum.Yularını elime aldım,çabuk sürdüm, Allah'ın Resulü (Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz) Hazretlerine yetiştirdim.Yanında yedi kişi vardı.Bir dağın eteğinde,nehir kenarında,bir ağaç gölgesinde konaklamışlardı.Aralarında Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz) de bulunuyordu.Baktım namaz kılıyorlar.Ben yetişinceye kadar namazlarını bitirdiler.Resul-i Ekrem'e kavuşunca sabrım tükendi,utanmayı bir yana bıraktım,hemen boynuna sarıldım,öptüm,Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz) nin iki dudağını emdim.Ben mubarek dudaklarını öptüğüm sırada: "İşte bu,ilimler ma'denidir;bu,bilgiler kaynağıdır;bu,Allah'ın vahiy hazinesidir." diyordum.Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz.) beni bir müddet bundan menetmedi,sonra bana: "Namaz kıldın mı?" buyurdu. "Hayır,ya Resulallah." dedim. "İşte su dedi,abdest al ve namaz kıl." "Baş üstüne" dedim.Namaz kılmak için abdest almaya başlayınca ferahımdan sevinç ve ağlama ile tatlı bir şekilde uyandım.


Derhal tesbi'e başladım.O gün otuz yedi beytin tesbi'i mümkün oldu.Ertesi gün kırk beyit tesbi,ettim.Hasılı on gün içinde bitti.Yüce Allah'a hamdolsun.Allah ve Resulü daha iyi bilir,ru'yanın tabiri bu idi: Ameller sahibinin bineğidir.Onu isteğine ulaştırır.Tasnifler ve diğer hayırlı işler de böyle (sahibinin bineği) dir.Demek at Kaside-i Bürde idi,onu Allah'ın Resulüne götürmemiz için bize olan emir,onu,Muhammed Aleyhisselam'ın ismine kavuşturmaya işaret idi.Çünkü isim,ehl-i hakikat indinde müsemmanın kendisidir.Onların yedi kişi olmaları da tesbi'e işaret idi.Abdest almakla emir ise,tesbi'e başlama emrine işaret idi.Vefatından sonra,kardeşlerimden bu ru'yayı,Tesbi'i Muhammedi'nin başına yazmalarını rica ederim.








ONYEDİNCİ SOFRA










Allah Teala buyurmuştur: "Allah'tan korkanlara va'dedilen Cennet şöyledir: Orada temiz su ırmakları,tadı bozulmayan süt ırmakları,içenlere zevk veren şarap ırmakları,süzme bal ırmakları vardır.Onlara orada her türlü ürün ve Rablerinden mağfiret vardır.Bunların durumu,ateşte temelli kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?" (Muhammed 15)


İnsanlık aleminde suyun,sütün,şarabın ve balın misali şöyledir: Bil ki ilim arayan kimse ilim talebinde suyun denizi araması gibi olmalıdır.Nasıl ki su,gece gündüz durmadan ne dağ,ne ova,ne taş,ne orman,ne de güzel ve çirkin arazi demeden hepsini geçip denize kavuşur.İşte ilim talebinin de hiç durmaması,ilim denizine ulaşıncaya kadar matlubunu bulduğu herkesten o kimse şeref ve izzet sahibi olmasa da tevazuu esirgememesi lazımdır.İlmi de kendi ruhunu ve başka ruhları besliyecek faydalı bir ilim olmalıdır.Nasıl ki süt vücutları besler.İlim ve ameliyle bir mürşidi kamile koşmalıdır ki şarap gibi sakisini de,içenini de sarhoş eden bir ma'rifete (bilgiye) erişebilsin.Ahlakı da kalblere şifa veren süzme bal gibi olmalıdır.Bir kimse bunları yani ilmi,ameli,ma'rifeti ve güzel ahlakı kendinde toplarsa onun meclisi cennet olur.


Bil ki Cennet'te bu dört nehir bulunduğu gibi müzekkir (zikrettiren) ve şeyhte de cennettekinin misali olan bu dört şey bulunmalıdır.Bunlardan biri eksik olursa onun meclisi cennet olmaz.Çünkü cennet bunlardan yoksun değildir.Aralarında tam bir münasebet olmazsa,onun meclisi insana hoş gelmez.Meclisi insanların meyledeceği bir meclis olmaz.Yani seyri ve ilim talebi ve ilim ehline tevazu'u tam olmazsa ilmi eksik olur,ona meyledilmez.Mesela ilmi cemeder de onunla amel etmezse o ilim kendisine fayda vermemiştir.Artık başkasına yararlı olması beklenemez.Ondan fayda umulmaz ve halk da ona rağbet etmez.Hem alim,hem ilmiyle amil olur da kamil ve mükemmil bir mürşitten icazetli bulunmaz,sadece kendi kendine zahid geçinirse onda da ne kendisine,ne de başkasına bir lezzet hasıl olmaz.Zira cem'inin çırasında mahabbet yandırılmamışsa onun etrafında pervane nasıl toplanır? Kendisini büyük bir nimet olan ma'rifet,halim kılmamış ise onun sözü bal gibi göğüslere şifa vermez.Halk onunla ünsiyyet etmez.Her cihetten kendisine meyledilmesi için bu dördünü kendinde toplaması lazımdır.Taki her yönden kendisine meyledilsin.Nasıl ki Cennet her milletin arzusudur ama ona herkes giremez.Ancak mekarihine (sıkıntılarına) katlananlar girebilirler.Çünkü cennet mekruhlarla (sıkıntılarla) çevrilmiştir.Bu meziyyetler bir insanda kolay kolay toplanmaz.Ancak çok yorulmak,güçlük çekmek,belaya katlanmak,erbabına tevazu göstermek suretiyle elde edilebilir.Çünkü Cenabı Hak şöyle buyurmuştur: "Yoksa siz,Allah aranızdan mücahede edenleri ve sabredenleri bilmedikçe Cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Al-i İmran 142)
"Beyit: Aşkın yaşayışında safa rahatlık nereden olacak? Çünkü Cennet mekarihle bezenmiştir."




ONSEKİZİNCİ SOFRA










Allah Teala buyurmuştur: "Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez,bunun dışında dilediğini affeder." (Nisa 116)


Ve buyurmuştur: "Bil ki Allah'tan başka İlah yoktur."


Peygamber Aleyhissaletu vesselam Efendimiz de buyurmuştur: "Adem oğlunda bir et parçası var ki o iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur;o bozulduğu zaman bütün ceset de bozulur.Bilin ki o kalbdir."


Kalbin fesadı şirk iledir.
Şirk de dört türlüdür.
*Müşriklerin şirki: putlara ve saireye tapmak gibi.
*Allah'ın fiillerinde şirk: Fi'li mutlak olarak kula nisbet etmek gibi.
*Allah'ın sıfatlarında şirk: Kula izafi değil de mutlak olarak kemal nisbet etmek gibi.
*Gerçek Vücut (Varlık) ta şirk: Halka doğrudan doğruya vücut nisbet etmek gibi.


Kalb bu dört türlü şirkten ne kadar bozulursa,şirkin fesadı insana sirayet eder ve o kişi o miktar azaba çarptırılır.


Allah,her şirkin karşısında onu gideren bir tevhid olmak üzere dört tevhid ile selamet evine çağırır.
*Birinci şirkin karşısında bulunan tevhid: Allah Teala'nın: "Bil ki Allah'tan başka ilah yoktur." sözüdür.Yani Allah'tan başka tapılacak varlık yoktur demektir.Bu tevhid ile mü'min kafir ayrılır.
*İkinci şirke karşı tevhid: "Hiç bir canlı yoktur ki Allah onun alnından yakalamamış (ona el koymamış) bulunsun." (Hud 56) sözüdür.Bu tevhid ile havass (seçkinler),işi bizzat Allah'a nisbet etmekle avamdan ayrılırlar.Bu görüşte olan şöyle der:
*Üçüncü şirke mukabil tevhid; Yüce Allah'ın: "Hamd alemlerin Rabbına mahsustur." sözüdür.Bu tevhid ile ahassu'l-havass (seçkinlerin seçkinleri) bütün hamidleri bizzat Allah'a nisbet etmekle havasstan (seçkinlerden) ayrılırlar.Bu görüşte olan şöyle der: "Her güzel şey O'nun cemalinin yankısıdır.Belki her güzelin güzelliği O'dur."
*Dördüncü şirke karşılık olan tevhid; Allah Teala'nın: "O'nun vechinden başka her şey helak olacaktır." (Kasas 88) sözüdür.Bu tevhid ile Hak'kın vücudu ile halkın vücudu ayrılır.Bu görüşte halkın vücudu yok görülür.Baki olan,var olan yalnız O'nun varlığıdır.


Tevhidin bu dört mertebesinden her biri,kendi miktarınca sahibini selamet evine sokar.
Fi'illerin şirki daha ziyade avamda,bilhassa çarşı-pazar ehlinde bulunur.Bunun alameti: Bazılarının diğerlerine söğüp saymak,iftira etmek,döğmek,öldürmek,intikam almak şeklinde görülen husumetlerdir.Onlar,işleri Allah'tan değil,başkalarından görürler.Çünkü eğer bütün fi'illerin-hikmetini ve yaratılışını- yalnız Allah'tan olduğunu bilselerdi barış içinde yaşarlardı.Bu şirkin erbabı,amellerinde gösteriş yaparlar.


Sıfatların şirki,umumiyetle a'yan (ileri gelenler) de,özellikle bilginlerde bulunur.Bunun alameti,kemalde kendinden aşağı olanlara kibretmek,kendinden üstün olana hased beslemektir.Çünkü hal diliyle: "Elhamdülillahi Rabbilalemin: Hamd alemlerin Rabbine mahsustur." deselerdi,o hususta kendi akranlariyle ve kendinden üstün olanlarla barış içinde olurlardı.


Zat şirki,umumiyetle mevki sahiplerinde,özellikle şeyhlerde bulunur.Zira bütün mertebeleriyle vahdet-i vücudu (varlığın bir olduğunu) bilselerdi bazılarına yüz gösterip bazılarına da sırt çevirmezler ve aşağı mertebelere hakaret gözüyle bakmazlar ve irşad ile bağlı kalmazlardı.Çünkü bu görüş noktasında biri diğerinin karşısında bulunmaz.(zıt yoktur).Burada yüz göstermek ve sırt çevirmek,nazar ve irşad,sadece..... Allah için makbuldür,doğrudur.
Artık sen anla.Bundan dolayıdır ki: Peygamberimiz Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sıddiklerin başından en son çıkan şey mevki hırsdır." Yani insan mevkii kendi nefsi için isterse kötüdür.Yok eğer Allah için isterse iyidir.Nebilerin ve Resullerin mevkiinden daha büyük mevki hani?


"Alemin nakşını hep hayal gördüm
Ol hayal içre bir Cemal gördüm
Heme alem çü mazhar-ı Hak'tır
Anın içün kamu kemal gördüm."


Bil ki tevhidin kemali,dışıyla birincinin ehlinden,içiyle sonuncunun ehlinden görünmektir.


ON DOKUZUNCU SOFRA




Sadrettin Konevi (Ks.S.) Şerhul-Ehadisi'l-Erbain'in yirmi yedinci Hadis şerhinde şöyle demiştir: "Allah'ın Resulü (S.A.V.) in şöyle buyurduğu sabit oldu: "Zaman döndü,dolaştı,Allah'ın yeri göğü yarattığı gündeki hali üzre geldi." Bu hadisin sırrının keşfi manası şöyledir:


Bil ki bu Hadis,kamillerin ittıla,kasbedilebileceği ilahi ilimlerden birçok umdeleri ihtiva etmektedir.Bunlardan biri,Arşlık devresinin başlamasıdır.Bil ki olgun keşif göstermiştir ki: Arşlık devresi Mizan'dan başlar.Ondan Hut'a geçer.Allah semavi ruhları devirlerle,asli,külli,belirli suretlerle Arş'ın karnına (içine) koymuştur.Bu altı burcun hükmü yirmi bir bin yıldır.Hamel burcundan sünbüle burcuna kadar hükmen elli bin yıl gelmiştir.Burada işaret edilen emr-i İlahi mucibince,insanlık nev'i Sünbüle devrinin ilk hükmünde meydana çıkmıştır.Bunun müddeti yedi bin yıldır.Bizim Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in zuhuru Sünbüle devrinin sonuncu binindedir.Bu zuhur Sünbüle devri hükümleriyle ahirete mahsus mizan devri arasını toplayan berzahi (aracı) cüzlerdedir.İlim erbabının burçlar hakkında söylediklerinin benzeri Zevatü'l-Cesedeyn (iki cesetliler) dir.Çünkü bu zamanın yarısı da istikbal faslının özelliğiyle karışıktır.Nebi Aleyhisselam'ın bi'seti (gönderilmesi) zamanı ki bu zaman dünyanın ahiretle karışma zamanıdır,tıpkı şer'i gündüzün evveli olan sabahtan,güneşin doğmasına kadar olan zaman gibidir.Sabahla güneşin doğması arasındaki zaman ne ise Resul'ün gönderilmesiyle kıyamet arasındaki zaman da odur.Nasıl şafak attıktan sonra ışık yavaş yavaş artarsa,ahiret ahkamının zuhuru da bi'setten,güneşin battığı yerden doğmasına kadar artar.İşte buna Peygamber Efendimiz şu sözüyle işaret buyurmuştur: "Ben o zamanda gönderildim ki benimle kıyamet şu iki (parmak) gibi (birbirine) yakındır.Az daha o beni geçecek." Bu hususta daha sayılamayacak kadar çok işaretler vardır.Sonra Konevi izahının sonlarında şöyle diyor: Ama insan nev'inin zuhur zamanı,bu yedi bin yıla münhasır sanılmasın.Öyle değil.Bundan maksad şunu anlatmaktır: "Yüce Allah,külli devrenin başında adı geçen şeyleri yarattı.Hüküm ve emr-i ilahi Sünbüle burcuna gelince Adem'i yarattı.Devirlerin sayısını ve Sünbüle burcuna intikal edenleri Allah bilir.Bir de Allah bunları kullarından bazılarına bildirir.Onlar bilir ama söylemezler." Sadrettin Konevi (Ks.S.) nin sözü bitti.


İbnu Arabi ve Konevi'ye göre bütün kainatta bir tek varlık vardır.O da Allah'tır.Diğer varlıklar,kendiliklerinden bir varlığa sahip olmayıp O'varlığyla vardırlar.Güneş ışığının var olması gibi.


Allah,kainattan önce var idi,halen de yine öyle vardır.Zatı,asla değişmez.Ancak tecellileri değişir.İşte O'nun değişik tecellileri,kainattaki varlıkları,şekilleri meydana getirir.Allah'ın üzerinden zaman geçmez.Zaman biz insanlar içindir.Allah kainatı başka bir maddeden değil,kendinden yaratmıştır.Kainatı yaratmak isteyince,isim ve sıfatlarını açığa çıkarmıştır.İşte Allah'ın isim ve sıfatları,bu kainattaki şekilleri meydana getirmiştir.Yani kainat,O'nun isim ve sıfatlarının görünüşünden başka bir şey değildir.Varlığın şekilsiz hali Allah'tır.Buna Gayb-i Mutlak mertebesi de denir.Bunun mahiyyetini kendisinden başkası bilmez.Bunun altında derece derece varlığın şekil almış hali de yaratıklar,yani şekilli varlıklar alemidir.Şekilsiz varlığın,şekiller alemini meydana getirişine,Allah'ın isim ve sıfatlarında sereyanı veya Allah'ın eşyaya inmesi denir.


Allah ilk tecellisiyle Akl-ı Küll veya Akl-ı Evvel'i meydana getirmiştir.Akl-ı Külden taşan tecellilerle de derece derece diğer yaratıklar hasıl olmuştur.Şekilsiz varlığın,bu şekiller alemini meydana getirmesi,kademe kademe olmuştur.Mutasavvıflara göre varlık beş mertebeye ayrılmıştır.İlk mertebe Gayb-i Mutlak mertebesidir.Son mertebe ise Madde alemidir.Varlık ilk mertebeden başlayarak yaratıkları meydana getirir,çeşitli varlıklar ve şekiller halinde görünür,döne döne tekrar ilk haline gelir.Yani Akl-ı Külden başlayan yaratıklar alemi tekrar Akl-ı Külle ve sonunda Allah'a kavuşur.Bu suretle varlık bir daire teşkil eder.Dairenin bittiği nokta,başladığı noktadır.Böylece "Başlangıç O'ndandır,dönüş O'nadır." ayetinin sırrı meydana çıkar.İşte Niyazi,Çizdiği bu daire ile Konevi'nin bu fikrini izah etmektedir.


Müeelifin talebesi,Kari-i Mısri de daire kenarına Sadrettin Konevi'nin Fatiha tefsirinden bir parça almıştır.Orada bu gerçek izah edilir:
"Mertebe,her şeyin hakikatinden ibarettir.Fakat o şeyin soyut varlığı yönünden değil,o şeyle,onu meydana getiren birleştirici nisbet ve o şeye tabi olan hakikatler yönünden.Önce de açıkladığımız gibi hakikatler birbirine tabidir.Tabi,metbuun halleri ve gerekli sıfatlarıdır...
"Hakk'ın zatı ve mertebesi vardır.Hakk'ın mertebesi,O'nun ilah olması nisbetinin düşünülmesinden ibarettir.Bu nisbete mahiyeti itibariyle ULUHİYYET denmiştir."
"Hak'ın zatı,bütün bağlılıklardan,itibardan tecerrüdü,kendisinin hiçbir şeye,hiçbir şeyin dekendisine münasebeti olmadığı mertebe hakkında hiçbir şey söylenemez.Hakk'ın halka,halkın da Hakk'a bağlı bulunduğu mertebede ise Allah'ın zatına haller ve sıfatlar nisbet edilir.Çünkü halk,Hakk'ın görünme ve meydana çıkma yerleridir.Rıza,gazap,icabet,sevinç,ve saire gibi şeyler ki bunlara şuun denmiştir.Her müessirde birtakım sıfatlar vardır ki bunlar,O'ndaki üluhiyyet mertebesidir.Bu mertebenin kabz,bast,yaşatma,öldürme, kahr vs.gibi şeylere mahsus halleri vardır.Bunlar mertebenin hükümleridir.Bu genel mukaddimeyi bil ki,Allah'ın izniyle yararlanasın. "Sadrettin Konevi'nin Fatiha Tefsirinden."










YİRMİNCİ SOFRA










Allah Teala buyurdu: "Ey Peygamber,Rabbinden sana indirileni tebliğ et.Eğer yapmazsan O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun." (Maide 67).Beyzavi (Ks.S.) şöyle diyor: "Ayetin zahiri,bütün indirilen şeyin tebliğini gerektirir.Belki de murad: Kulların menfaatlerine uygun olanı tebliğdir.Çünkü Allah'ın ifşasını haram kıldığı sırları da vardır."


Süfyan İbnu Uveyne,Ebu Hüreyre (R.A.) den Peygamber Aleyhisselam Efendimiz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Öyle ilim vardır ki kapalı inci gibidir.Onu Allah'ı bilen alimlerden başkası bilmez.Onu söyledikleri zaman kibirlilerden başkası inkar etmez." Avarifte de bu mevcuttur.Hadis şunu ifade etmektedir: Yani ilmin başkasına göre kapalı oluşu,kapalı eşyanın kıymet,güzellik,üstünlük bakımından kapalı olmayan nisbeti gibidir.Bu takdirde Hadisin manası şöyle olur: İlimler arasında kapalı ve saklı eşya gibi bir ilim vardır ki onu ancak Allah'ı bilen alimlerden başkası bilmez.Bu ilmi söylerse,onu ancak gaflet ehli ve suret erbabı inkar eder.Çünkü bu ilim suret ilmi değildir.Eh kişi de bilmediğine düşmandır.İhya'da Zeynü'labidin'den rivayet edilen bir beyt vardır:


"Nice ilim cevheri var ki onu saçsam: Sen puta tapıyorsun derler.Mü'minlerden birtakım adamlar kanımı helal sayarlar;Ve yaptıkları şeylerin en kötüsünü güzel sanırlar."


Fakir der ki: Bu zikredilen alim o kimsedir ki,onun ilminin cevherlerini,sadeflerin alimleri,hatta meşayihinde çoğu anlamaz.Nitekim Şeyh Akşemseddin,Risale-i Nuriyyesi'nde şöyle diyor: Bir kısım da var ki ehl-i hakikatten olmayan şeyhler onu inkar ederler.Bu alim tıpkı şu denize benzer: Halk arasındaki şüphe ve ihtilaf rüzgarlarının esmesi neticesinde üstünün dalgalanmasından dibi etkilenip hareket etmez.Onlar varlık Arşının gölgesi altında oturmuş,oradan korkusuz ve hüzünsüz insanların hallerini seyrederler. "Doğrusu Allah'ın velilerine korku yoktur,onlar üzülmezler de." (Yunus 62).


Hikaye olunur ki tüccarlardan biri,dirhemlerle,dinarlarla dolu bir gemi ile bir padişahın memleketine gitmiş. "Bu şehirde ticarette bana kim denktir?" diye dellal çağırtmış.Hiç kimse bulunmamış.Yalnız bir kişi çıkmış ama elbisesinin eskiliğinden ve isminin küçük görülmesinden dolayı onun zengin olduğu bilinmezmiş.Meğer bu zata babalarından,dedelerinden bitmez tükenmez hazineler kalmış imiş.Kendisi her gün o kalan cevherlerden bir cevher döğer,onu yemeğe katar,yanındakilerine yedirirmiş.Onların kuvvetleri günden güne artarmış.Tacir bunu duyunca hemen ona misafir olmak istemiş.O da bunu misafir kabul etmiş.Yine adeti vechile önüne bir cevher koymuş,döğmek istemiş.Tüccar: "Bunu bana ver,gemidekilerin hepsini sana vereyim." demiş.O zat: "Hayır" demiş,senin geminde olanları ben ne yapayım? Ben hamal değilim.Bana bu yeter.Senin geminde olanlara ihtiyacım yok benim." Tüccar demiş ki: "O halde bana hibe et." O zat: "Bizim adetimiz,demiş,cevheri döğmeden müstahak olanlara vermemektir.Çünkü cevheri bütün alırsa bunu zaptedemez,fazla yer bu yüzden helak olur.Onun için döğerler,yemeğe katarlar ve o suretle yiyenlerin önüne koyarlar.Onlar da bunu yerlerse akılları,zihinleri ve fikirleri nurlanır,zekaları artar,bunun gibisini kazanmaya muktedir olurlar.

YİRMİ BİRİNCİ SOFRA






Allah Teala buyurmuştur: "Hiçbir hayvan yoktur ki O (Allah) onu alnından yakalamış olmasın.Şüphesiz Rabbim,dosdoğru bir yol üzerindedir." (Yunus 62).Her şey dabbedir (canlıdır),yerde hareket eder oradan yaratılmış bulunduğu gayeye gider.


Bil ki neye ibret nazariyla baksan,onu ma hulika lehi'ne (yaratılmış bulunduğu maksada) seferber bulursun.Görürsün ki senin de,başkalarının da menzilleri vardır.Herkes bir saik,bir (güdücü) ile bir menzile konar.Eğer orada fani olursa o menzil,kendi menzilidir.Eğer geçip giderse başkasınındır.Senin tasarrufun altında bulunan her şey: altın,güöüş,ev,bark,kap-kacak,sergi,çocuklar,zevce,kitaplar,hizmetçiler ve diğerleri sen gerçi bunların maliki ve sahibi olduğunu zannedersin,biri elinden çıksa üzülür,azap çekersin.Lakin bu hareketin senin bilmezliğinden ileri gelir.Tek tek,ya da çifter çifter,ya da daha çok olarak çeşitli taraflardan geldiler,sana kondular ve seni menzillerinden bir menzil yaptılar.Sonra geldikleri gibi seni bırakıp ne için yaratılmış ve fenaları nerede mukadder ise onu aramak maksadiyle gittiler.


Eğer bunu bilmezsen,kalbini bunlardan birine yahut çoğuna bağlarsın veyahut sen istemeden elinden çıkmış,başkasının eline geçmiş olan şeyin,yine senin olmasını temenni edersin veya arzu ettiğin şey olmazsa tasalanırsın ve buna sebeb olana kin beslersin.İşte bütün düşmanlık,buğz ,hased,kibir,kendini beğenme ve benzeri şeyler,hep fiillerin tevhidini bilmemekten ileri gelir.Ama bunu bilen ve elini ister kendi tasarrufundan ister başkalarının tasarrufunda bulunsun,kendisinin olmayana uzatmayan ve onun sevgisini kalbinden söküp atan kimse,zikredilen ıstıraplardan kurtulur,rahat bulur.




YİRMİ İKİNCİ SOFRA








Dünyayı ve dünya ehlini bir misalle anlatma hakkındadır.Buna uygun olan ayet şudur:
"İnsanların hesapları zamanı yaklaştı,halbuki onlar hala habersiz,(Hak'tan) yüz çeviriyorlar.Rablarından kendilerine gelen her yeni ihtarı,mutlaka gönülleri gaflet içerisinde eğlenerek dinlerler." (Enbiya 1-3).


Bil ki dünya geniş bir evdir.Bu evi sultan yapmış,ortasında da bir bahçe yetiştirmiş,o bahçeye faydalı ve zararlı her çeşit ağaç dikmiştir.Zararlı ağaçları da yine gizli bir hikmet icabı dikmiştir.O hikmeti Allah'tan ve Allah'ın öğretmesiyle ilimde rüsuh bulanlardan başkası bilemez.O bahçede nehirler ve göller akıtmış,şehir halkını tamamen oraya davet etmiştir.Davet edenlere,bahçede bulunan faydalı ve zararlı olan şeyleri bildirmiş ve onlara davet edilenlere bunları öğretmelerini emretmiştir ki davetliler,kendilerine zararlı olanlara yaklaşmasınlar.Zararlı şeylerden yeyip hasta olanları tedavi etmek için davet edenlere panzehir ve ilaçlar vermiştir.Bu zararlı şeylerden kimi aklı giderir,kimi kör eder,kimi sağırlaştırır,kimi oturtur (kötürüm eder),kimi hasta eder,kimi de öldürür.Faydalı olanlardan da kimi aklı artırır,kimi körü açar,sağırı işittirir,kimi deliyi akıllı eder,kimi hastayı iyileştirir,kimi ölüyü diriltir.


O bahçeye giren halk da üç zümredir.Bir fırka bahçeye girer,oradaki her türlü faydalı şeylerden yer,ve güçleri yettiği kadar da beğendiklerinden toplayıp salimen ganimetlerle dışarı çıkarlar.Bir fırka da girer,iştah açıcı nefis meyvalardan yer,bazan da iştahları çeker de zararlı meyvalardan da yer,sonra henüz helak olmazdan hemen doktorlara koşarlar.Doktorlar kendilerini tedavi ederler.Bu suretle dertlerden kurtulurlar.Bunlar da yine ellerinden geldiği kadar faydalı şeylerden kucaklar,sağ salim dışarı çıkarlar.Bir fırka da var ki bahçeye girerler,her buldukları şeyi,faydalısını zararlısını ayırt etmeden yerler,bu yüzden yıkılır,helak olup giderler.Davet eden,kendilerine: "Onda zarar var." dese de dinlemezler.Sonra: "Sizin zehirinizin panzehiri,derdinizin devası bendedir" dese de yine dinlemezler,helak olurlar.O bahçede bu üç zümre her zaman mevcuttur.


Sen üç fırkadan birini seç ve onlardan ol.Ağaçların en faydalısı tevhid ağacıdır. "Allah'ın,hoş bir sözü,kökü sağlam,dalları göğe doğru olan Rabbinin izniyle her zaman meyva veren-hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye Allah onlara misal gösteriyor." (İbrahim 24-25) Ağaçların en zararlısı da küfür,şirk ve nifak ağacıdır.Sonra kibir,düşmanlık,hased ve benzeri ağaçlardır. "Çirkin bir söz,yerden koparılmış,kökü olmayan kötü bir ağaca benzer." (İbrahim 26) Güzel ağaç,kelime-i yevhid ya da insanı kamildir;kötü ağaç ta nifak ve küfür, "Münafık ve kafir" dir de denilmiştir.Sonra bahçede olanların en faydalısı emirler,sonra nafileler bostanıdır.Orada bulunanların en zararlısı da menhiyyat (yasaklar,sonra mekruhat kötü şeyler) dir.Panzehir de tevbedir.Tabib ve davetçi peygamberler,mürşidler,veliler ve basiretli va'iz ve nasihler'dir.


YİRMİ ÜÇÜNCÜ SOFRA






Bil ki Ay'ın Güneş'e doğru bir yüzü vardır.Bu yüz daima tamdır.Ne artar,ne eksilir.Bir de halka doğru olan bir yüzü vardır ki Ay bu yüzünü,devri dolayısıyla insanlara eksik gösterir.Ama bu yüzünün eksik görünmesi,Güneş'i takibeden yüzünün tamlığına zarar vermez.O halde senin de Hakk'a doğru olan Hak nazargahı olan kalb yüzün,imanla,yakinle ve O'na güzel zan beslemekle tam olsun.Halkın baktığı taraf olan dış yüzünün eksikliği,gizli (iç) yüzünün tamlığına zarar vermez.Buna da şu hikaye uygun düşer: Ömer ile Ali (Allah her ikisinden de razı olsun) Yemen tarafında Üveys'ül-Karani'yi bulup kendisine Resul-i Ekrem'in (S.A.V.) vasiyyet ettiği hırkasını teslim ettikleri zaman ona: "Bize öğüt ver,dediler. "Rabbınızı biliyor musunuz?" dedi.
-"Evet."
-"O halde O'nu bildikten sonra O'ndan başkasını bilmemek size zarar vermez."
-"Daha da söyle."
-"Rabbınız size öğretti mi?"
-"Evet."
-"O halde başkası öğretmese de size zarar vermez."


Aya bak da nefsini halka karşı iyi zan beslemeye yöneltmekte ondan ibret al.Yani ne zaman ki birisinin zahirinde bir ayıp ve noksanını görürsen,kendi kendine: "Belki Allah ile muamelesi tamdır,aybı bana göredir" de.


Hikaye olunur ki: Hasan-i Basri (Allah ondan razı olsun) bir gün Bağdat'ta Dicle Nehri kenarında siyah bir adama rastladı.Bu adam,yanında bulunan kadınla şarap içiyordu.Hatırına geldi ki: "Bu siyahi,şarap içmeseydi,benden efdal idi." Hasan-i Basri'nin adeti,nefsini her şeyden aşağı görmek idi.Bir de baktı ki iki adam Dicle'de boğuluyor.Hemen o siyah adam su üzerinde yürüyüp o adamları kurtardı.Hasan Basri'ye dönüp şöyle dedi: "Ya Hasan,Allah indinde sen benden efdalsen,sen de benim gibi suda yürü ve boğulanlardan birini kurtar" Ve ilave etti: "Bu yanımda bulunan kadın anamdır.İçtiğimiz Zemzem suyudur.Biz burada,senin basir (Kalb gözün açık) olup olmadığını anlamak için böyle oturduk." Hasan onun ayaklarına düştü: "Onları boğulmaktan,beni de mü'mine karşı kötü zan beslemekten kurtardın" dedi.O zat Hasan'a şöyle dua etti: "Yarabbi,Hasan'ı içinde bulunduğu halden kurtar.Zira Hasan senin Katında benden yüz derece daha efdaldir."


İnsanların çoğu halkın baktığı yüzlerinin bir Bedir (Ayın on dördü) olmasını isterler de kalb yüzlerine aldırmazlar.Bundan dolayı bazılarında kefere gibi Muhak (ay sonu Ayın görünmemesi),bazılarında fasıklar gibi hilaf,bazılarında salih mü'min gibi Bedir vardır.


YİRMİ DÖRDÜNCÜ SOFRA






Varidat sahibi şöyle diyor: "Her Peygamber veya velinin,zamanında buğz ve düşmanlıkla karşılaşması ve kendisine ancak pek az kimsenin inanması,fakat öldükten sonra bunların isimlerinin meşhur olup ilelebet yaşaması ve insanların çoğunun inanıp onları sevmelerindeki sebep nedir?"


"Ben derim ki: Evvela velinin karşısında kıskananları çoktur.Etrafta halkı kendisinden kaçıracak,onların hatırlarını bulandıracak,inançlarınısarsacak sözler söyleyip gezerler.Ama veliler ölünce haset de ölür,sırf menkıbeleri kalır,bundan dolayı insanların çoğu onlara inanır ve onları sever.


"İkinci olarak: İnsanların arasında kalmak,görüşmek,bir arada oturmak laübalilik meydana getirir,muhabbeti,hususiyle itikadı azaltır.


"Üçüncü olarak: Ki en kuvvetlisi de budur,insanlar peygamberliği ve veliliği olduğundan başka türlü zannederler.Nitekim şöyle diyorlardı: "O da bizim gibi yiyor,içiyor,sokaklarda geziyor,o da bizim gibi bir insandır." Kitab-ı Kerim'in ifade ettiği gibi peygamberler onların istedikleri her mucizeyi ve harikayı yapamazlar.İnsanlar zannediyorlardı ki peygamberler yememeli,içmemeli,sokaklarda gezmemeli ve kendileri gibi bir beşer olmamalı ve her istedikleri mucizeyi getirebilmelidir.Onun kendi zanları gibi olmadığını görünce "Peygamberler şöyle şöyle olur.Halbuki bu öyle değildir." derler.Onu inkar ederler.Bilmezler ki geçmiş peygamberler de böyle idi.Bunu inkar edenler o geçmiş peygamberlerin zamanında olsalardı bu fasit zanlarıyla,onların zamanlarındaki insanlar gibi onları da inkar ederlerdi.Sonra gelenler,her kamilin zamanı geçip gidince nakıslar,onların,kendi tasarladıkları fakat aslında muhal olan kemalleri haiz bulunduklarını zannederler ve onlara bu sıfatlarla inanırlar ve bu sebepten şimdikileri de inkar ederler.Peygamber veya velinin vasıflanmasını gerekli buldukları,zihinlerinde yer eden kemallerin çoğu ne şimdi ne de gelecekte hakikate uygun değildir.İşte mevcut olan peygamber veya velileri inkar etmelerine,eskilere inanmalarına sebep budur,Allah daha iyi bilir." Varidat sahibinin sözü burada bitti.


Fakir der ki: İnkarın dördüncü bir sebebi daha var,o da şudur: Arkadaşlığı gerektiren şey aynı cinsten olmak ve tabii münasebettir.Nitekim denilmiştir ki: Allah'ın yeryüzünde ehli ehle sevkeden melekleri vardır.Tab'ında peygamberlerin ve velilerin tabiatında bulunan kemallerden bir parça mevcut olan kimse,onları görüp işittiği zaman hemen onlara meyleder.Onların bilfiil mevcut kemalleri,kendisindeki bilkuvve kemali çeker.Bunun kemalinin onlara kapılması (incizabı) aşık ve maşuk misali gibidir.Mayasına bu kemalden katılmamış kimse,onların gördüğü zaman yarasa güneşten nasıl kaçarsa o şekilde onlardan kaçar.Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Habis kadınlar,habis erkekler içindir;habis erkekler de habis kadınlar içindir.İyi kadınlar iyi erkekler içindir,iyi erkekler de iyi kadınlar içindir." (Nur 26).


Fakat insan ölünce aradaki nefret de ölür,asl olan muvafakat kalır.Çünkü varlık bütün mertebeleriyle birdir.Münaferet,yüzyüze gelmekten doğar.Mukabele (karşılaşma) ölümle yok olunca muvafakat hasıl olur.Artık anla.
Kuyuda geçen bir temsil var: Kuyuya atılmış olan Yusuf Aleyhisselam ancak kuyuya kova salanın ipine yapışarak çıktı.İmdi peygamberler ve veliler,Allah'tan gelip Allah'a giden kervanlar ve kafilelerdir.Kendisinde Rabbani bilgiler ve bilkuvve ilahi insanlık kemalleri bulunan Yusuf da tabiat zindanında hapsedilmiştir.Dünya ahiret konaklarından bir konaktır.Kova,insanlara inen Allah kitabıdır.Kervancıların (yani peygamberlerin) kovayı sarkıtmaları,insanları Allah'ın kitabına davet etmeleridir.Ona yapışmak,o kitabı getiren kimseye inanıp onu kabul etmektir.Ama kuyuda olan;kurbağa,çiyan,akrep,yılan ve daha kuyuda yaşayan diğer haşerelerden biri ise o,sarkıtılan ipe asılmaz,ona yapışıp kuyudan çıkmak istemezse (kim ne yapsın?).Çünkü insanlardan bazılarının ruhları güzel,yüksek meşreplidir.Alçak kimselerle ünsiyyet etmez.Yüksek vatanına gitmesine aracılık yapacak sadık bir arkadaş arar.Bazılarının ruhları da habistir,alçak meşreplidir.Ancak kendi meşrebinde olanlarla ünsiyyet eder.Tabiat aleminde vatan tutar.Alem-i A'la (yüksek alem) ya çıkan sefer ehlini ve seyyahları sevmez.Hiç davet kabul etmez.Yüce Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Biz insanı en güzel bir surette yarattık,sonra onu aşağıların aşağısına attık.Ancak iman edip salih ameller işliyenler müstesna." (Tin 1-6)


YİRMİ BEŞİNCİ SOFRA






Rüsum alimlerinin (şekilci bilginleri) ve tarikat alimlerini kış ve bahar misali ile temsil eder.Bil ki: Kış daima baharın eserlerini, bahçelerin çiçeklerini, ağaçların meyvalarını,bütün meyvaları ve diğer nimetleri görmeye aşıktır.Ama ikisinin tab'ı birbirine zıt olduğundan onları hiç göremez. Zira ne zaman ki çiçekler soğuğu görseler, başlarını ceplerine (yani kabuklarına) saklarlar ve soğuğun gitmesinden iyice emin olmadan çıkarmazlar.İşte rüsum uleması ve tarikat uleması da böyledir.Çünkü birinci kısım ulema, birtakım davalardan, varlıktan, gösterişten, cidalden kurtulamaz.


Zira ilimleri onlarla meydana çıkacak da ondan.Ama ikinci kısım alimler tevazudan,varlığı,gösterişi, cidali terk etmekten hali değildir.Çünkü onların ilimleri de bunları terk etmekle kalblerinin bahçelerinde bilgi çiçeklerini verir ve o çiçeklerden varidat meyvalarını,çeşitli ilim ve müşahedeleri çıkarırlar.Bunlar,rüsum ilimleri erbabiyle gösteriş ve cidal ile karşılaşsa,hatta bu sıfatlardan yalnız birisi kalblerine girse bu,onların kalblerinde,kış,baharın çiçeklerini gidermek için ne yaparsa onu yapar.Kalblerine soğukluk düşürür.Keza tarikat alimleriyle hakikat alimleri arasında da aynı durum mevcuttur.

YİRMİALTINCI SOFRA




İnsan vücudunun,devamlı olarak kafilelerin gelip geçtiği dört yol ortasında bulunan büyük bir şehre benzetilmesi hakkındadır.Kafileler bu yollardan birinden şehre girip ötekinden çıkarlar.Mü'minin,vücudu şehrine giren kafilelerle muamelesini,ve münafıkın bu kafilelerle muamelesini,yani bu kafilelerin şehre ne suretle girip çıktıklarını beyan etmektedir.


Bil ki: Her insan,sureta cirmi küçük de olsa,manada büyüktür.Yedi gök ve yedi Arz ve bunlar içinde bulunan şeyler,Arş,Kürsi,Levh,Kalem,Cennet,Cehennem günde birkaç defa o vücut şehrine bir yandan girer,döner dolaşır,öbür yandan çıkar.Ama bunu insanlardan pek azı hissedebilir.İnsan tıpkı büyük bir şehir gibidir.Ortasında büyük sultanın oturduğu büyük bir taht vardır.Bu tahta oturan sultan,Tanrı'nın hükmüdür.Ruh onun mülkü,kalb hazinesi,akıl ölçücüleri-tartıcıları,fehim ölçeği ve terazisidir.Bu şehrin dört kapısı vardır.Göz,kulak,dil ve el.Bütün mahlukat bir taraftan girer,öbür taraftan çıkar.Şehre girenler,aklın önünden geçmeden çıkamazlar.Fehim,bunların kıymetçe,ölçü ve tartıca iyisini kötüsünü seçer,beğendiğini alıkor,beğenmediğini salıverir.Bu kafilelerden kimi göz kapısından girer,el kapısından çıkar.Yani görülerek girer,fiil,amel ve sanat olarak çıkar.Kimi kulak kapısından girer,dil kapısından çıkar.Yani işitilmek suretiyle girer,söz halinde çıkar.Akıl da önünden geçenlerin resimlerini çeker,hayale verir.Hayal,akıl defterlerinin sahibidir.Akıl da çektiği resimlerden beğendiklerini alıkor,beğenmediklerini salıverir.


Bunu bildinse,bil ki: Görme ve işitme yoluyla kafilelerin vücut şehrine girişlerinde mü'minle münafık arasında bir fark yoktur.Fakat gelen sermayeyi alıp fiilde ve sözde kullanma bakımından ikisi arasında çok farklar vardır.Mü'min,kulak ve göz yoluyla gelenlerden Allah indinde hayırlı olanlarını alır,iyi yapar,iyi konuşur.Bir iyiliği bin,hatta daha çok yapar.O mü'min, "Her başakta yüz tane bulunan yedi başak bitiren bir bahçe gibidir.Allah,dilediğine kat kat verir." (Bakara 261) Münafık ise kulak ve göz yoluyla gelen kafilelerden Allah indinde şerli olanlarını alır,şer yapar,şer konuşur.Hatta o,mü'minin aksine,bir şerri bin ve daha fazla yapar.O,birçok dallar veren,her dalında birçok dikenler bulunan kötü bir tane gibidir.
MÜ'min,imanına kuvvet veren,ilmini ve irfanını artıran amellerini halis yapan,ahlakını düzeltenlerden başkasına rağbet etmez.Münafık da nifakını kuvvetlendiren,şeytanlığını artıran,kalb cemiyetini (huzurunu) dağıtan,vesvesesini toplıyandan başkasına kuvvet vermez.İ'tibar ru'yete değil,gördüğünü alıp onunla amel etmeyedir.İşitmeye değil,ahlaka ve konuşmaya itibar olunur.Güzeli işitmeye itibar yoktur;itibar,onu kabul etmeye,güzel meyvasının zuhurunadır.İyi olana bakmak mühim değil,fakat o iyi şeyin,senin amellerini hayra çevirmesi mühimdir.


İnsan,önünden her şey geçen,bir ayna gibidir.Bazı aynada eşyanın suretleri doğru,güzel görünür,bazılarında da eğri büğrü görünür.Mesela dev aynasında her şey,dev gibi görünür.Yahut insanlar Cenab-ı Hak'ın buyurduğu üzere iyi veya çorak yere benzerler: "Güzel toprak,bitkisini Rabbinin izniyle verir.Kötü olan da ancak kavruk bitki çıkarır." (A'raf 58) İyi toprak,kötü tohumu islah eder.İki üç devrede onu iyi yapar.Kötü toprak da iki üç devrede iyi tohumu bozar.Gerçek söz dinlemede indan kalbi de böyledir.Nitekim Allah Teala buyurmuştur: "Allah onlarda bir hayır görseydi,elbette onlara işittirirdi.Onlara işittirse bile elbette yüz çevirir,geri dönerler." (Enfal 23) Ama bunların hepsinde hüküm,yine Hak Teala'nın hükmüdür. "İnsanların hepsi mevla sayılır,çünkü onlar,Allah'ın kazasına göre bir fiil icra ediyorlar."


YİRMİYEDİNCİ SOFRA


Rahman ve Rahim Allah'ın adiyle:


"Biz onu Kadir gecesinde indirdik." Burada şuna işaret edilmektedir: Ölüm,ister iradi,ister ıztırari,ister tevazui olsun,yokluk olduğundan dolayı zulmettir.Zira ölüm,zulmetin başlangıçlarındandır.Bunun hepsi Kadir gecesidir.Bu geceye Kadir gecesi denmesinin sebebi,kadir sahibinin,bu kadrine ancak Allah'ta mücahede yoluyla ulaşabilmesidir.Kulun kalbine ilim ve ma'rifet,ancak ve ancak zikirle,tevhidle,mürşidin teveccühü ile varlığından tamamıyle geçip fena fillah oluncaya kadar mücahede etmesiyle iner.Zira tane,toprak altında fani olmadan içindekini bitirmez.Mezkur mücahedeye ve fenaya Leyletü'l -kadr (Kadir Gecesi) denmiştir.Bu gecenin Ramazan ayında bulunmasının kuvvetle muhtemel olması da bu söylediğimiz fikre delildir.(Çünkü Ramazan mücahede ayıdır.)
"Kadir gecesinin ne olduğunu sana ne bildirdi?" Burada da,şuna işaret edilmektedir: Allah'ta mücahede'nin kadrini Allah Teala'dan başkası bilmez.Çünkü mücahid,sülukünün başlangıcında,mücahede sonunda kendisine ne gibi maarif ve müşahede açılacağını bilemez.Bu öücahede,bu kadrin (şerefin) zuhuruna sebep olduğundan dolayı ona kadir nisbet edildi.(kadir denildi).Yoksa kadir,mücahede ile hasıl olan maarifin (bilgilerin) dir.Mücahede bir ağaçtır,maarif onun meyvasıdır.


Sonra süluki mücahedenin kadrini üç vechile beyan ederek buyurdu: "Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır." Burada da şuna işaret vardır: Maarif-i İlahiyye'nin husulü ile sonuçlanan Allah'ta mücahede,sahibinin,değirmen eşeği gibi eseri etrafında dolaştığı bin ay ibadetten hayırlıdır.Sonra Yüce Allah Teala buyurdu: "Melekler ve ruh,o gecede her emri yüklenerek inerler." Bu da şuna işarettir: Süluki mücahedede kendilerine müşkil olan her hususta meleki ilhamlar,Rabbani varidat iner,bununla mücahede edenlerin müşkilleri çözülür,onlar kalb şehirlerinin fethine,görmedikleri birtakım askerlerle giderler ki bu askerler gizli padişahlardır.Bunun içindir ki: "Hüküm,Allah'ın yer yüzünde askerleridir.Onlarla müridlerin ruhlarını takviye eder." denilmiştir.Nerede ordularla bir şehri fethe giden,nerede tek başına giden!


"Şafak atıncaya kadar selamet." Bu ayet de işaret ediyor ki: Bir mürşid-i kamilin mürakabesi altında süluki mücahede,ta hakikat güneşi doğuncaya kadar her türlü yol afetlerinden selamette olmaktır.Çünkü sultan,askerleri,harb aletleri çok olduğundan dolayı yoldaki hırsızlardan,eşkiyalardan,düşmanlardan emindir.Yöneldiği beldeyi emniyet içerisinde fethedebilir.Ama kendi kendine bir şehri fethetmek veya hücum eden askerlerden savunmak için mücahede yoluna çıkan,o hususta tek başına kalır.Allah daha iyi bilir.
Bil ki: Bir kimse kendi kadrini bilmez,asli kabiliyyet ve fıtratını bozar,ömür malını havaya sarfederse mücahede kadrini nasıl bilebilir? Hele maarif-i İlahiyyeden ibaret olan mücahede meyvasını tadmamış ise.Mücahede gecesinde kadir (şan,şeref) sahibini şaşırtmaz,azdırmaz.O zat,kadrine kibir eklemez.Yani onunla başkasına kibirlenmez.Ama bunu,süluki mücahedenin gayrinde bulan kimse bununla başkasına kibreder ve o takdirde bu kadrin,ne kendisine,ne de başkasına faydası olmaz.


Önce kemaline güvendiği ve o kemale ehil olduğunu iddia ettiği için yüksek kadr (şeref) e ulaşamaz.Çok cahil vardır ki,Allah indinde alimlerin,kibirleri ve ehliyyet iddiaları yüzünden ulaşamayacakları mertebelere ulaşmışlardır.


Sonra: Bu kemal,üzerine yılan dolanmış bir ağaç gibidir.Bundan dolayı insanlar ondan kaçarlar.Beyazid Bistami Hazretleri şöyle demiş: "Kadri bulan,kadir sahibinin kadrini bilmekle,babalar,analar ve şeyhler gibi kadirli kimselere hürmet etmekle onu bulmuştur." Allah indinde mahlukattan birini küçük görmek kadar büyük bir günah yoktur.Kendi meş'um nefsinin azizliği için,Allah'ın,kadrini yücelttiği kimselerin zelil olmasını istiyor.Miskin bilmiyor ki: "İzzet tamamen Allah'ındır." (Yunus 65) onu kullarından dilediğine verir.






YİRMİSEKİZİNCİ SOFRA


Bir babadan yahut alemde medhedilen,Allah indinde de makbul birçok babalardan doğan dört oğul hakkındadır.Birincisi zenginin malından doğuyor.Bu çocuk,malını Allah yolunda sarfediyor,mescid,medrese,köprü,yol ortasında kervansaray,ribatlar,içinde Allah'ın adının anılması için tekkeler yaptırıyor.Bu oğul,sağ kaldıkça daima babasını hayr ile anar,ona hayır dua eder.


İkincisi,onun sülbünden doğuyor,babasına iyi halef oluyor.Bu da babasını hayr ile anr ve ona hayr ile dua eder.


Üçüncüsü ahbaptan,irfan talebesinden olan sohbet evladından olan ruhtan tevellüdediyor.Baba ölür,o da babasını yadeder.


Dördüncüsü kalbi olan manevi çocuktur ki bu,şeyhin nefsinden doğar,çıra yıldız veya güneş gibi meclisi aydınlatır.Bu çocuk,şeyhinden sonra onun halifesi olan sadık müriddir.Her biri kabiliyyetine göre babasını sena ile anar ve ona hayır dua eder.Bir kimsenin bu dört evladı veya bunlardan biri varsa o,hayır duadan hiç unutulmaz.Ve hayatında olduğu gibi ameli göğe yükselmeye devam eder.
Ey aziz kardeş,ölmemek istiyorsan,bunların hepsinin veya bazılarının senden doğmasına ve tamamen unutulup gitmemesine çalış,akıllı kimse bu evlatlardan nasıl kısır kalmak ve bu sonsuz sevaptan mahrum olmak ister? Bu,kıyamete kadar hayat ve nesil devam ettikçe bana ve sana bir öğüttür.Yüce Allah Teala'nın,Hud Aleyhisselam dilinden söylediği sözdür: "Hiçbir canlı yoktur ki O,onun alnından yakalamış olmasın.Doğrusu Rabbim,doğru yoldadır." (Hud 56)

YİRMİDOKUZUNCU SOFRA












"Her nefis ölümün tadını tadacaktır.Kim Cehennemden (dünyada cehennem amellerinden) uzaklaştırılar.(dünyada cennet amellerini işliyerek) Cennete sokulursa kurtulur.(matlubunun sonuna ulaşır.) Dünya hayatı (lezzetleri,süsleri) aldatıcı bir geçimden başka değildir." (Al-i İmran 185)




Bil ki: Zindana giren herkes korkar ve üzülür.Girenlerden bazıları çıkarılır,öldürülür;bazıları affedilir,bazıları da çıkar nimet ve ihsana nail olur.İnsan da böyledir.Dünya zindanına girer.Sonra bunlardan bazıları oradan çıkınca kabirde ve ahirette en şiddetli azaba düçar olur.Bazıları da çıkar,Allah onun günahlarını bağışlar.Bazıları da çıkar,Cennetlerde ve cennetin içinde bulunan nimetlerde çeşitli izzet ve ikrama mazhar olur.Onun dünyadan çıkışı,Yusuf Aleyhisselam'ın zindandan çıkışı gibidir.Hikaye edilir ki: Yusuf Aleyhisselam,Mısır kralının izzet ve ikramıyla zindandan çıkyığı zaman zindanın kapısına şunu yazmıştı: "Burası günahkarların hüzün evi,sevenlerin imtihan evidir." Zindanda olanlar,onun çıkışına üzüldüler,ağladılar ve dediler ki: "Biz senin cemalini görmek ve hikmetli öğütlerini duymakla teselli buluyorduk.Bundan sonra kim bizi teselli edecek?" Zindandan çıkışı,Yusuf Aleyhisselam için en sevimli bir olaydı,halbuki arkadaşlarına en kötü,en feci bir şeydi.




Bu hadisede güzel bir nükte vardır.Mü'min,dünya evinden çıktığı zaman anası babası,çocukları,karıları,kardeşleri,dostları onun ayrılışına ağlarlar.Oysa onlar ağlarken,mü'mim dünyadan çıkışına sevinir.Ölüm,onlar için en korkulu ve acı bir şeydir.Ama ölümü tadan mü'min için ölüm,Yusuf Aleyhisselam'ın zindandan çıkması kadar sevinçli bir hadisedir.Zira Yusuf,zindana köle olarak girmiş,melik olarak çıkmıştı.Mü'min de dünyaya aşık olarak girer,maşuk olarak çıkar.Muamele,ölmiyen melikten,ölmiyen melike olur.Artık anla ve dünya zindanında köle ol ki oradan efendi olarak çıkasın.




Ey mü'min,Yusuf çıkınca Mısır mülkünü ve hükümranlığını buldu ise,mü'min de dünya zindanından çıktığında Cenneti ve onun hükümranlığını bulur.İbnu Ömer (R.A.) den Resulullah (S.A.V.) in şöyle dediği rivayet edilir: "Cennet ehlinin,bahçesine,zevcelerine,nimetlerine,sevincin e bakan kimseye en yakın mesafede bulunan,bin senelik yol (uzaklığında) dır.(En aşağıda bulunanın,bu kadar geniş bir muhite tasarrufu vardır).Allah'a göre en çok kerim olanı da sabah akşam Rahman'ın yüzüne bakandır.(Tirmizi).İşte cennet ehlinden en düşük olanının hali ve işte en yüksek derecede bulunanın hali.Artık istediğini kendine seç.


OTUZUNCU SOFRA














Şeyh Mahmud el-Üsküdari'ye gönderdiğim mektubun sureti:




Rahmani keremden hiçbir sabah olmadı,felaha çağıran (müezzin),latif,Rabbani sabah meltemini teneffüse hiç davet etmedi ki muhakkak o zaman önce ilmi,sonra ruhi mertebelerdeki tanışma (Allah,bu kainatı yaratacağını ezelde biliyordu.Yani kainat,O'nun ilminde vardı.İnsanlar Allah'ta bir tasavvur olarak mevcut idiler.İşte bu hale İlmi Mertebe adı verilir.Sonra bu tasavvuru latif olan ruhlar haline getirdi.İnsanlar önce tasavvurdan ibaret iken ruhlar haline geldiler.Bu da Ruhlar Mertebesidir.İşte Niyazi Efendi bu mertebelerde insanların birbirlerini tanımalarını anlatmak istiyor.) hükümlerinden biri,kalb-i selim yularını aşk ile çekip nefs yokluğu kamçısiyle onu dosdoğru sevgi yolundaki dostlarla ülfet için sevk etmiş olmasın.(O dostları görmek istiyakını duydum daima) Onlarla ülfete sevk etti ki ayrılık kalksın,ruhlar aleminde olduğu gibi şu gölgeler aleminde de birleşme olsun.Özellikle sıcak dost,aziz ve kerim,seyyid,yüce şeyh,hal ve makam erbabının medar-ı iftiharı,alim,arif,Allah'a yürüyen, (O'nun kapısında) duran,önce sabur,sonra şekur isminin mazharı,her ikisinde de gafur kardeşi görmek arzusu içindeyim.Allah,onu vahdette kesreti,kesrette vahdeti görmekten perdelememiştir.Çünkü erbabı indinde vahdet ve kesret hiçbir zaman birbirine zıt değildir.Asıl kemal,vahdet ve kesreti cemetmektir.Zira bu,Makam-ı Mahmud'dur.




Halkın en fakiri,Samimi kardeş Mısri.


OTUZBİRİNCİ SOFRA




Büyüklerden birine gönderdiğim mektubun sureti:
Bismillahirrahmanirrahim.Hamd Allah'a,Allah'ın selamı bütün seçtiği kullarına,Efendimiz Muhammed'e ve onun kuşatıcı ilmine,Cem' ve fark'ı havi haline varis olan seçkin ashabına ve aline olsun.Sonra bütün mertebeleriyle selam,mükafatlarla aziz,Şeyh Mustafa ismiyle müsemma temizlik ve vefa ile vasıflanmış kardeşimin,hali ve zevki ile tatlılanmış güzel mektubunu aldım.Şiir:
Allah içün kardeşimden bir mektup geldi,Manası sır gelini,lafzı da onun peçesi.
Öyle bir hazine ki cem'-ü fark'ı ve ikinci farkı cem'eder,Öğülmüş,doğru bir mektup.
Ben de cevap olarak birkaç söz yazmak istiyorum ama ne mümkün.
Zira irfanının etrafı ma'murdur.Onun irfanı bir bulut gibidir.
Yağdıran bir bulut ki kalbleri diriltiyor,hitabının tadı kulakları okşuyor.


Fakat ben yine de sevgimden dolayı cevaba cür'et ettim.Sevap almak ve Kalbimdekini size açmak üzere örtülü olandan perdeleri kaldırmak istedim.
Bundan sonra fakir der ki: İlimler denizinin erbabı dört kısımdır.Nasıl ki zahir denizi de bilenlerce dört kısımdır.Zira insanlardan kimi denizi görmemiş sadece işitmiş,kimi uzaktan görmüş,kimi sahilden görmüş,kimi de içine girebilmiştir.Birinci insan,denizi ömründe pek az hatırlar.İkincisi,günlerinin pek azında hatırlar.Üçüncüsü vakitlerinin yarısında denizi görür ve hatırlar.Dördüncüsü ise denizi hiç unutmaz ve unutamaz.Çünkü gözü devamlı olarak ona bakmakta,kalbi de ebediyyen onu anmaktadır.Birincisi iman sahiplerine benzer.İkincisi ihsan sahiplerine,üçüncüsü yakın sahiplerine,dördüncüsü keşf ve ayan sahiplerine benzer.Birincisi ancak işittiğini ve öğrendiğini yahut kitaplardan okuduğunu söyler.İkincisi,kalbine nadiren gelen (varidat) la ondan bahseder.Üçüncüsü,bir takım insanlardır ki lisanları varidat-ı İlahiyye ve Maarif-i Rabbaniyye ile doludur.Bildiklerinden ziyade ilham edildiklerini söylerler.Çünkü onların kalbleri,fehimlerin kabları,ilimlerin kaynaklarıdır.Maarif-i İlahiyye kalblerinden dillerine akar.Onlar ilahi mevhibeleri söylemeden duramazlar.Onlar irfan bahçelerinin bülbülleri,Süleyman'ın Esrar hüdhüdleridir.Dördüncüleri öyle insanlardır ki bildiklerinden dilleri tutulmuştur.Ruhlarının zevklerinden ötürü bildiklerini söyleyemezler.Onlar daima muhatap olanların zevklerine göre konuşurlar.Çünkü onların zevkleri,kendilerinden aşağı olanlar şöyle dursun,ekseri ariflerin zevkine de uymaz.Salih insanların iyi zanlarında ehlullah kabul edilenler dahi onları duysa katline hücum ederler.Nasıl ki Cüneyd de Mansur'un katline hücum etmişti.Celalü'ddin Rumi Hazretleri demiştir ki: "Eğer mansur benim keşfettiğim (sırları) esrarı duysaydı vallahi benim katlime sür'at ederdi." Bu esrar,ihata edilemeyecek kadar geniştir.Ulum ve maarif öğrenilemeyecek kadar çoktur.İnsan alıcı,kabiliyetlidir,Allah hadidir' İnsana çalışmaktan başka bir şey yoktur.Meclisinizde zikir ve tevhid nurunu alanlara,tecrid ve tefrid (ayırma ve birleme) yolunun saliklerine selamlar.


Halkın en fakiri,fakrın hadimi Bursa'da sakin Şeyh Muhammed Mısri.


OTUZİKİNCİ SOFRA




Şeyhler Şeyhi Erdebili'ye gönderilen mektubun sureti:Mütteki alimlerin en bilgini,mütebahhir fudalanın en üstünü,fazilet kaynağı,yakin madeni,nebilerin ve resullerin ilimlerinin varisi,yani tarikatte şeyhlerimizin şeyhi,hakikatte güneşlerimizin nuru,kalblerimize ilimlerinin kovalarını dökmekte devam etmekte,ruhlarımız,onun irfanına iştiyak duymaktadır.Bu fakirden hürmet ve tazimle o Hazrete Allah'ın selamı ve berekatı olsun.Bizi müstecap duasından unutmamasını,füyuzat kaynağı olan kalbinden çıkarmamasını istirham ederim.Çünkü ehlullah Hakk'ın kapılarıdır.Onların kalbleri,O'nun tecellilerinin ve lütuflarının kablarıdır.Safa-i hatırla gizli vakitlerde Rabbinin huzuruna çıkıp orada bizi,hayr ile yadetmesini,bizi masivadan defedici şeylerle anmasını,tam mahviyyet kemalinden sonra bizi Allah'a yaklaştırmasını,kalbimizi Allah'tan alıkoyan biri iki görme halini bizden gidermesini rica ederiz.Allah niyyetimizi ve maksadımızı bilir.Dilediği zaman duamızı kabul eder.




Halveti fukarasının en aşağılardan ve en zayıf hadimlerinden fakir duacı Muham
med Mısri'den evvel ve ahir selam.








OTUZÜÇÜNCÜ SOFRA




Şeyhu'l-İslam Yahya el-Minkariye gönderilen mektubun suret:Alimlerin,bilgileri derecesinde mertebelerini yükselten Allah'a hamdolsun.Zira her bilenin üstünde bir bilen vardır.Kullarının olgunlarını ayırmış,onlara zatından ve Kerim vechinden başka gaye koymamıştır.Salat ve selam en güzel bir surette güzel ahlakıyla halkı Sırat-ı Müstakime irşadedene;onun al ve ashabına ,güzel ahlak ve kalb-i selim ile onlara tabi olanlara olsun.Allah'ın selamı,rahmeti ve rızası;nimetlerinizin velisi,himmetleri yüksek,ahlakı olgun,keremi yüce olan Şeyhimiz,İslam ve müslümanların şeyhi (Allah onun şerefli vücudunu izzet ve şerefiyle daim eyleyip bizleri faydalandırsın,Allah onu daha yüksek mertebelere ulaştırsın,kıdemini ümidinin de üstüne ulaştırsın),Oğlun gelmesiyle gözlerimiz sevindi.Onun medhiyle kalbler ve diller süslendi.Nasıl olmasın ki onun övdüklerinden bazısının tarihine Allah Teala'nın şu sözü işaret etmektedir: "Ağırlıklarınızı ancak güçlükle gidebileceğiniz bir beldeye taşır." (Nahil 7) ve buyurmuştur: "Ne yaş ne kuru her şey apaçık bir kitaptadır." (En'am 59) Büyük Allah doğru söyledi.


Halkın en fakiri,fakrın hadimi,duacı fakir,Şeyh Muhammed el-Mısri.


YAZAR: Niyazi Mısri
 

[XTR] Similar Threads

Üst