Bir denge kurması gerekir öyleyse insanın, "ortak" olanla "şahsî" olan, "geçmiş" olanla "gelecek" olan, "şart"la "realite", fizikle metafizik arasında. Bu ikili, üçlü düzende, ya da daha gerçekçi bir deyişle, çoğulcu yapı ve perspektifte bir denge kurma, insanın sürekli oluşumuna, hakikate varma umuduna temel olacaktır. Ama bu dengeyi, bu çeşitli antiteler arasında mutlak bir eşitlik sağlamak gerektiği şeklinde anlamamalıdır. Metafiziğe dalıp fiziği, fiziğe dalıp metafiziği kaybetmemekde
bütün mesele. Metafizik konulara dalıp güncel konularını ihmal eden bir topluluğa, Ulu Peygamber: “geçmiş kavimler ve milletler bu tip tartışmalar yüzünden mahv olup gittiler" derken bu gerçeği belirtiyordu. Tarih, uygarlık ve büyük devlet batışlarında bu gerçeğin somut örneklerini vermiştir bize.
Bir başka anlatımla, gaibe inanmak, hazırı inkâr demek olmamalıdır. Tersi de doğru. Fiziği kaybedecek kadar metafiziğe dalmak, son uçta, insana, metafiziği de kaybettirir. Metafiziği yadsıyacak, yitirecek kadar fiziğe dalmak, hatta daha ileri giderek, fiziği metafizik gibi alarak yüceltmek, sonuçta fiziği de kaybettirecektir insana. Dünyanın ve varoluşumuzun özelliğidir bu. Kaldıraç kanunu, hayatımızda, ruh hayatımızda da geçerlidir. Bir nesneyi istediğimiz güçle tutabilmek için mutlaka bir dayanak noktasına sahip olmamız lâzımdır. Fiziğe dayanarak metafiziği, metafiziğe dayanarak fiziği omuzlayabiliriz. Yoksa, bunlar, tek başlarına dayanılır olmaktan çıkarlar. Absürdite de, Camus'nün iddiasının tersine, bu ikisinin dengesizliğinden doğar. Omuzun çökmesidir dengelenmemiş bir ağırlığın altında, uyumsuzluk. Yoksa, fizik ve metafiziğin yerini tutan veya onları yoksayıp yerlerini alan bir gerçeklik değil.