"Zen Yolu/Tasavvuf Yolu"ndan

AphraeL

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Mar 2010
Mesajlar
524
Tepkime puanı
69
Konum
from out of nowhere
Bugün Zen'in çok özel dünyasına giriyoruz. Zen çok özeldir, çünkü bilincin çok sıradan bir durumudur. Aslında sıradan zihinler sıradışı olmayı ister; sıradışı zihinler ise sıradanlığın içinde rahat eder. Yalnızca sıradışı insanlar rahatlamaya hazırdır ve sıradanlığın içinde dingin durumdadır. Sıradan olanlar ise aşağılık kompleksi hissederler ve bu aşağılık kompleksi nedeniyle özel olmaya çalışırlar. Özel olan kişi ise özel olmak için çaba sarfetmez. O herhangi bir boşluktan dolayı acı duymaz; o tamamen doludur, taşar, neyse odur.
Zen'in dünyasına hem çok özel, hem de çok sıradan denilebilir. Dışarıdan bakıldığında bu bir çelişki gibi görünür. Oysa bu çok basit bir olgudur. Bir gülün, bir lotusun, bir tutam çimenin özel olma çabası yoktur. Bir tutam çimenden, büyük bir yıldıza kadar her şey olduğu gibidir -neyse odur. Onlar varoluşlarından kesinlikle mutludurlar. Bu yüzden herhangi bir kıyas ya da herhangi bir rekabet yoktur. Herhangi bir hiyerarşik durum söz konusu değildir -kim alçakmış, kim yüksekmiş bunların önemi yoktur. Aslında kendinin üstün olduğunu kanıtlamaya çalışan kimse sıradandır.
Herşeyi kabul eden insan neşeli olur. Böyle birisi şükran dolu olur; varoluşa şükran duyar, bütünlüğe şükran duyar, bu kişi en üstündür.
Hz.İsa şöyle demiştir; kutsanmış olanlar bu dünyada sonuncudur, onlar benim tanrımın krallığında birinci olacaklardır. Burada Hz.İsa değişik bir dil kullanıyor, çünkü o değişik türden insanlarla konuşuyordu. Bu durum Zen niteliği taşır... Sonuncu olanlar... Fakat sonuncu olmaya çalışırsanız sonuncu değilsinizdir, bunu unutmayın.
İşte Hrististiyanların yüzyıllardır yaptığı buydu; sonuncu olmaya çalışmak ve Tanrı'nın krallığında birinci olmak. Onlar asıl noktayı kaçırdılar. Sonuncu olmak -çabasız, sadece basit bir anlayışla 'Ben neysem O'yum. Benim için başka bir varoluş şekli yok. Başka birisi olamam, başka biri olmaya ihtiyacım da yok. BÜTÜN böyle olmamı istiyor ve ben böyle rahatım, BÜTÜNün iradesine kendimi teslim ediyorum...'
Bir Zen ustası asla 'birinci olmalısın' demez. Fakat Hz.İsa Zen'i bilmeyen insanlarla konuşuyordu. Oysa Hz.İsa Zen'in ne olduğunu biliyordu. O, Hindistan'a, Ladakh'a, Tibet'e gitmişti. Hatta Japonya'da bulunduğuna dair hikayeler bile var. Bu mümkündür, çünkü o bir mistik okuldan diğerine 18 yıl gezdi. Fakat o bir Yahudi gibi konuşmak zorundaydı.
Yahudiler amaçlarına çok bağımlı olarak hareket eden insanlardır. Daima bir yerlere ulaşmaya çalışırlar. Hintliler de amaca bağımlı insanlardır. Bu yüzden Buda'yı anlayamadılar. Buda Çinliler tarafından en iyi anlaşıldı. Bundan dolayı Çinliler çok ruhani, dindar değildir -çünkü bir insan ruhani, dindar ise onun bir amacı vardır: Öteki dünyaya ait bir amaç. Bir yerlerde özel olmak isteyen bir insan, bu hayatta olmazsa gelecekte, burada değilse ölümden sonra, dünyada değilse cennette bunu hedefler.
Cennet, amaca bağlı insanların bir hayalidir. Böyle insanlar eğer ölümün ötesinde bir amaç varsa dindar olabilirler. Eğer bir amaç varsa, herşeyi feda etmeye hazırdırlar. Kısacası onlar gerçek dindar olmazlar -din, onların anlayışı, neşesi, varoluş yolu değil, arzularıdır. Din, onların derin düzeyde tekrarlanan ego oyunudur.
...
Zen konusunda anlaşılması gereken ilk şey, amaca bağımlı olmamaktır. Zen, burada, şimdide olan yaşam yoludur. Zen, manevi dünyanın diğer sıradan algılanışlarından bir diğeri değildir. O ne manevi, ne de maddidir. İkisinden de ötedir. Bu veya öteki dünyaya ait değildir, iki dünyanın büyük bir sentezidir.
Zen ustaları çok sıradan yaşarlar, herkes gibi. Fakat sıradışı bir yoldadırlar. Tamamen yeni bir bakışla, büyük bir zariflikle, muazzam bir hassaslıkla, uyanıklıkla, gözlem dolu olarak, aşkın ve saf bir bilinçlilik halinde ve o anda yaşarlar. Zen'de hiçbir şey ne kutsal, ne de dünyevidir. Herşey BİRdir, ayrılamaz BİRdir.
...
Zen çok pragmatik ve pratiktir. O, dünyadan el etek çekmeyi aptalca bulur. Onun yerine şöyle der: 'Dönüş! Neredeysen orada ol, fakat yeni bir yolun içerisinde ol. Bu yeni yol nedir? Rekabetçi olma. Rekabetçilik dünyasal olmaktır. Bu, dünyasal yaşamakla ya da dağlara çekilmekle ilgili bir sorun değildir. Mağaralara yerleşebilirsin, fakat diğer mağaralarda başka azizler varsa, rekabet yine olacaktır.
Bir zamanlar bir Hintli aziz tarafından davet edildim. Bir hata olmalıydı, çünkü benim düşünce yolum hakkında bir fikri yoktu. Ama beni davet etmişti, neşelendim, 'Bu iyi bir fırsat' dedim ve oraya gittim.
İlk olay birbirimize tanıştırıldığımızda başladı. Hintli aziz, altın bir tahtta oturuyordu, yanındaki daha küçük bir tahtta ise başka bir Hintli rahip oturmaktaydı. Diğer rahipler ise yerde oturuyorlardı.
Hintli aziz bana şöyle dedi: "Benim yanımdaki ufak tahtta kim oturuyor, merak ediyor olmalısın. O yüksek mahkemenin baş hakimiydi. Fakat öylesine manevi bir insan ki, bu görevinden vazgeçti, dünyadan, yüksek maaşından, statüsünden ve gücünden vazgeçti. Benim öğrencim oldu. Öylesine alçakgönüllü ki, hiçbir zaman benimle eşit düzeyde oturmadı."
Ben devam ettim: "Çok alçakgönüllü olduğunu görebiliyorum. Sizden daha ufak bir tahtta oturuyor, ancak diğerleri de yerde oturuyor! Eğer o gerçekten alçakgönüllü ise, yere bir çukur kazmalı ve orada oturmalı, tabii ki gerçekten alçakgönüllü ise. Ama bu durumda, o sadece size karşı alçakgönüllü, diğerlerine karşı ise çok kibirli."
Gözlerinden öfke kıvılcımları çıkıyordu. Her ikisi de çok kızmıştı, bir süre ne diyeceklerini bilemediler. Ben devam ettim: "Alçakgönüllüğünüzü görüyorsunuz, ikiniz de kızdınız. Bu adam da hala yerinde oturuyor. Eğer o gerçekten alçakgönüllü ise, tahtına yapışmasın, aşağı insin ve hemen bir çukur kazsın. O zaman tabii ki yeni bir rekabet olacak. Diğerleri daha büyük ve derin çukurlar kazacaklar. En alçakgönüllü olan en derin çukura girmeye çalışacak."
Daha sonra Hintli azize şöyle dedim: "O, sadece senin ölmeni bekliyor, ölür ölmez senin yerine geçecek. Şu anda yarı yolda. İçinden şöyle dua ediyor, 'Yaşlı bunak, dilerim en kısa zamanda ölürsün!' O zaman başka birisi ufak tahta oturacak ve böylece o, bu kişiyi alçakgönüllü olarak tanıtacak. Bir de şu var, eğer ufak tahtta oturan alçakgönüllü, sen nesin? Sen ondan daha yüksek bir tahtta oturuyorsun! Eğer mesele yüksek veya alçak yerde oturmaksa, tavandaki örümcek ne olacak? O daha yüce olmalı, çünkü senden daha yüksekte. Veya gökyüzünde uçak kuşlara ne demeli?
Aslında siz bu yolda hiç bir şeyden vazgeçmiş değilsiniz. Hala yeni isimlerle eski aptallıkları taşıyorsunuz. Sadece isimler değişti, ama eski rüyalar hala devam ediyor, eski arzular, eski egolar hala güçlü bir şekilde sürüyor. Herhangi bir tapınağa gidebilirsiniz, ama aynı rekabet orada da olacaktır."
Zen, şöyle der: 'Hayatın içinde ol, hayatta yanlış bir şey yoktur. Eğer bir şey yanlışsa, o sizin bakış açınızdan dolayıdır. Gözleriniz bulutlu, bilincinizin aynası tozlu. Onu temizleyin, daha fazla berraklık yaratın.'
Rekabet ortadan kalkarsa, dünyadasınızdır, ama dünyadan değilsinizdir. Eğer tutkular yok olursa, terk edilmesi gereken bir dünya da kalmaz. Fakat bu şekilde tutkular ve rekabet nasıl yok olabilir ki? Biz ona yeni yollar yaratıyoruz. Birisi sizden daha fazla para, öteki ise daha fazla erdem kazanmaya çalışıyor. Fark nedir? İkisi de aynı arzudur, aynı rüyadır, aynı uyku durumudur. İnsanlar rüyalarının peşinde koşuyorlar, rüyalar değişiyor ama onlar asla uyanmıyorlar. Rüyalar değişir, fakat siz bu rüyada, ya da o rüyadasınızdır, kendinizi karanlıkta kaybedersiniz. Aydınlanmak, rüyaları değiştirmek, eski bir rüyadan başka bir rüya durumuna geçmek, eski rüya yerine yeni bir rüya yaratmak değildir.
...
...

Sufizm spekülasyonlarda bulunmaz. Oldukça gerçekçi, pragmatik ve pratiktir.Ayakları yere basar, soyut değildir. Buna rağmen herhangi bir dünya görüşü yoktur. Ve bir sistem olmadığından dolayı da bilgiyi sistematize etmez.
Bir sistem, varoluşu tamamıyla açıklar. Sufizm bir sistem değildir; varoluş için bir açıklaması yoktur, varoluşun gizlerine giden bir yoldur. Hiçbir şeyi açıklamaz, yalnızca gizleri gösterir. Sizi gizemin içine yollar. Sufizm varoluşun sırrını çözmez. Tüm sistemler bunu yapar; tüm işleri gizemi ve harikaları yok ederek bilinmeyeni bilinir kılmaktır. Sufizm sizi bir harikadan diğerine götürür, harikalar diyarının derinliklerine.
Bir sistem değildir, çünkü hiçbir şey hakkında hiçbir zaman tam bir açıklama vermez. Yalnızca çok, çok ufak ipuçları, içgörüler verir. Dönüp dolaşıp aynı yere gelmez, felsefe yapmaz; sürekli hikayeler, anekdotlar, mecazlar, deyişler ve şiirler ortaya koyar. Bir metafizik değil, mecazdır. 'Ay'ı işaret eden parmaktır. Parmağı analiz ederek 'ay'ı anlayamazsınız, ama içtenlikle o yöne bakarsanız, 'ay'ı görürsünüz.
Sufi hikayeleri felsefi değidir. İnce ipuçları ve fısıltılardır. Doğal olarak, sadece içtenlikle ve empati ile dinleyenler, güvenle kalplerini açıp teslim olmaya hazır olanlar Sufizmin ne olduğunu anlayabilirler. Yalnızca sevebilenler Sufizmin ne olduğunu anlayabilir.
Mesajı nedir? Mantıklı bir analiz değildir, ama Zen kadar mantıksız da değildir. Sufizm, mantıklı olmanın bir uç, mantıksız olmanın ise diğer bir uç olduğunu söyler. Sufizm ortalarda bir yerdedir, ne mantıklı ne de tamamiyle mantıksız. Sağa ya da sola yatmaz. Saçma değildir. Sokrates gibi mantıklı değildir, ama Bodhidharma gibi mantıksız da değildir. Bodhidharma ve Sokrates'in farklı göründüklerini, ancak yaklaşımlarının aynı olduğunu söyler. Aslında Bodhidharma Sokrates'den daha mantıklıdır; zaten bu yüzden mantıksızlığa kayar. Eğer mantık çizgisini izlemeye devam ederseniz, eninde sonunda mantığın bittiği yere gelirsiniz, ama yolculuk devam eder. Bodhidharma, tüm yolu gitmiş ve mantığın bittiği ama hayatın devam ettiği sınır çizgisine gelmiş olan Sokrates'dir. Bodhidharma farklı görünür, ama yaklaşımı Sokratesçidir - entelektüeldir. Zen, entelekte çok karşıdır, ama entelekte karşı olmak da entelektüel bir davranıştır. Zen, felsefe karşıtıdır, ama felsefe karşıtı olduğunuzda da felsefi olursunuz -sizin felsefeniz de budur. Sufizm uçları reddeder, ortadakini seçer, tam ortadakini.
Zen'deki anahtar kelime 'dikkat'tir, Sufizm'de ise 'yürek'. Zen zihne karşıdır, ama zihnin ötesine zihinle geçer. Sufizm zihne karşı değildir, zihne tamamen kayıtsızdır. Sufizm yüreğe yoğunlaşmıştır; kısacası zihni umursamaz. Evet, Sufi'de de bir aydınlanma olur. Eğer Zen'deki aydınlanmaya satori, zihin-uyanıklığı dersek, Sufi'deki aydınlanmaya da 'yürek-uyanıklığı' denilebilir. Sufi'nin yolu aşığın yoludur, Zen yolu ise savaşcının, samurayın yolu.
...
Sufizm bir dünya görüşü değil, görmektir. Dünya görüşü olduğunuz yerde sayıyorsunuz demektir; bir felsefeye, gerçekle ilgili belli açıklamalara inanırsınız. Aynı kalırsınız, değişmezsiniz. Dünya görüşü sizi biraz bilgilendirir, daha bilgili olursunuz.
Görmek ise sizi dönüştürür. Ancak dönüştüğünüzde, yaşamın başka yüksekliklerini ve derinliklerini deneyimlediğinizde, görebilirsiniz.
Sufizm bir görüdür. Aslında 'Sufizm' demek doğru değildir çünkü bir 'izm' değildir. Sufiler 'Sufizm' demez; bu başkalarının verdiği bir addır. Onlar tasavvuf derler, bu bir aşk görüşüdür, gerçeğe aşk ile yakınlaşmaktır. Varoluş hakkında düşünen kişi biraz muhaliftir çünkü varoluşu bir sorun sanır - sanki varoluş ona meydan okuyordur ve o da buna karşılık veriyordur, sırrı çözmelidir, gizemi yok etmelidir. Savaşır.
Sufi der ki: "Biz ve varoluş biriz. Varoluşla kavgaya lüzum yok. Gönlünü al, birleş, davet et, sev, arkadaş ol ve varoluş sırlarını kendisi açacaktır."
Sufizmin bir sistem olmadığını söylemiştim, çünkü tüm sistemler sınırlama getirir, çevrenizde birer hapishane oluşturur. Sufizm özgürlüktür. Belli bir sisteme inanmanızı söylemez. İnançtan değil, güvenmekten bahseder.
Sufizmin bir felsefe olmadığını söylemiştim, ama felsefe karşıtı da değildir. Yalnızca felsefeyi ve felsefe karşıtı olmayı umursamaz. Es geçer, kayıtsızdır. Der ki: "Gerçek varken ne diye kelimelerle uğraşayım? Suyu içmek varken ne diye suyla ilgili teorilere kafa patlatayım? Güneşe çıkıp güneş ışınlarıyla dans etmek varken ne diye teorilerle boğuşayım? Otantik bir şey yaşamamak niye?"
Felsefe dönüp durur; hep bir şeyler hakkındadır. Hiçbir zaman gerçeğin özüne dokunmaz. Gerçek hakkında düşünür ama gerçek hakkında düşünmek gerçeği yalancı çıkarmaya çalışmaktır. Gerçek düşülmesi değil karşılaşılması gereken bir şeydir. Gerçek inanılmamalı, yaşanmalıdır. Gerçek bir sonuç değildir, bir kıyaslama süreci ile gerçeğe ulaşamazsınız. Gerçek ortadadır! Gerçek sizsiniz, kuşlardır gerçek, güneştir, aydır. Gerçek her yerde ve siz gözlerinizi kapıyorsunuz ve gerçeği düşünüyorsunuz? Düşünce yoldan çıkarır. Düşünmeye gerek yok. Yaşayın onu! Gerçeği yalnızca yaşayarak bilebilirsiniz.

Alıntı- OSHO- Zen Yolu/ Tasavvuf Yolu

Saygılar,
AphraeL
 

Duman Lekesi

Kayıtlı Üye
Katılım
7 Şub 2011
Mesajlar
810
Tepkime puanı
164
Derler ki iyi bilen iyi anlatır. Bu yazıda anlatılan konu da, bu işi bilen tarafından ustaca nakledilmiş. Teşekkür ederim sevgili Apharel...
 

ibriz

Kayıtlı Üye
Katılım
23 Ocak 2011
Mesajlar
59
Tepkime puanı
26
Osho'nun bazen sırf ikna etmek için saçmaladığı oluyor. Insanların geneli sıradan olmak istemediği için aslında öyle bişi söylemiyomuş gibi görünse de, bal gibi insanların bilinç altına 'sıradan olmamak için meditasyon yapınız' mesajı gönderiyor.
Iyi de sevgili Osho, zen felsefesinde bunların önemi yoktu ama sen bana koca bi paragraf sıradanlık ve sıradışılıktan bahsettin. Hem de bu felsefeyi anlatmaya çalışırken. Hiç hoşuma gitmedi. Yine de sana karşı duyduğum bi sempati var, orada söylediği tek bir cümle de aslında yeterince bildiğini anlatıyor 'Zen hem sıradanlık, hem sıradışılıktır'. Ne kadar doğru? Ah bi de insanları peşine takma kaygın olmasa. Ne çok severdim seni.


paylaşım için teşekkürler, ibriz.
 

AphraeL

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Mar 2010
Mesajlar
524
Tepkime puanı
69
Konum
from out of nowhere
Bir de şöyle bir nokta var. Osho kendisi yazmamış bu kitapları. O nedenle "mürid"lerinin azizliğine uğramış olabilir.
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Chao Chao, Nan Chuan'a sordu.
Tao nedir?
BU SORU YANITLANAMAZ. Yanıtlanabilecek ve yanıtlanamayacak sorular vardır. Bilime ait sorular
yanıtlanabilir, dine ait olanlarsa yanıtlanamazlar. Yanıtlanamayacak sorular gerçek sorulardır. Çünkü
onların kökleri varoluşun büyük gizemindedir -bu yüzden yanıtlanamazlar.
Bu soru çok masum görünüyor. Fakat yanıtlaması imkansız bir soru. Bu soru ne sorduğunuzu
bilmediğinizi gösteriyor. Tao "Oluşun " diğer adıdır. Siz "Oluş nedir?" diye soramazsınız. O
deneyimlenebilir. Şimdi burada deneyimlenebilir. Yarın değil. O sizi çevreliyor, siz onun içinde nefes
alıyorsunuz, siz onun parçasısınız. O sizin varoluşunuzun kalp atışıdır. O nabzınızdır. O sizin
bilincinizdir.
Şu andaki sessiz anı dinleyin. Bu odur. Fakat bu soruyu yanıtlamanın bir yolu yoktur. Tao ancak işaret
edilip gösterilebilir.
Bu yüzden Zen ustaları derler ki: "Buda sadece Ay'ı gösterdi". Onun parmaklarına yapışma. Parmaklar
sadece Ay'ı işaret eder, Ay'ın kendisi değildir.
Tao sadece bir kelimedir, keyfi bir kelimedir. Manası hiçliktir. O, varoluşun oluşunu gösteren bir
parmaktır sadece. Kuşlar cıvıldıyor, ağaçlar sessizce duruyor ve siz kalbinizdeki muazzam sevgiyle
derin bir iletişim içerisinde oturmaktasınız... bu odur! Fakat bu bir yanıt değildir.
Chao Chao, sordu. Tao nedir?
Non Chuan yanıtladı; "Sıradan zihin Tao'dur."
Sonsuz gerçekliği kapsayan, şimdiye kadar verilmiş en iyi yanıtladan biri- çok basit ve her şeye gebe.
"Sıradan zihin Tao'dur."
Sıradan zihin ne demektir? Zihninizde hiçbir şey yoksa, hiçbir şey istemiyorsanız, hiçbir arzu, hiçbir
soru, soru işareti, merak, zihninizde heyecanlandırıcı rüyalar yoksa, hiçbir düşünce, anı, hayal, geçmiş
gelecek yoksa.......O zaman zihin tamamen sıradandır.
Sıradan zihinle Tao'yu deneyimleyeceksiniz. Çünkü oluşu deneyimleyeceksiniz. Rüyalarınız ve
arzularınız daima sizinledir. Onları bir dakika bile kaybetmediniz. İsteseniz bile kaybedemezsiniz- bu
sizin içgüdüsel doğanızdır. Fakat zihninizdeki düşünceler etrafınızda bir bulut yaratır ve devamlı trafik
olur.
Zihindeki trafiği izlerseniz çok şaşırırsınız: tek bir an bile boşluk yoktur. Ne zaman bir boşluk varsa
Tao'nun tadı oradadır. Uzaktaki guguk kuşunun çağrısı...ve bir an için tüm düşünceleri unutursunuz.
Guguk kuşunun çağrısı çok güzel, içe işleyici; kalbinize saplanan bir ok gibidir. Bir an için her şey
durur.....ve birden Tao'nun tadına varırsınız. Ona güzel dersiniz çünkü tam olarak ne diyeceğinizi
bilemezsiniz. Evet o bir yönüyle güzeldir. Bir güneş batımında tüm bulutlar altın gibidir, güneş ise
sadece okyanusta bir damla gibi ve tüm okyanus kıpkırmızıdır. O an nefesiniz bile bir an için durur. Bu
durum bir huşu durumudur. Buna huşu dersiniz çünkü tam olarak ne diyeceğinizi bilemezsiniz. Bu da
Tao'nun yönlerinden biridir. Bir güzel kadın veya erkek gördüğünüzde o an için her şeyi unutursunuz.
Gözleriniz odaklanır, göz kırpmadan bakarsınız, hatta göz kırpmayı bile unutursunuz. Buna fiziksel
güzellik, şekil, orantılılık dersiniz -bu da Tao'nun yönlerinden biridir. Yıldızlarla dolu bir gecede
çimlerin üzerinde uzanmış gökyüzünü izliyorsunuz -gökyüzünün ihtişamının saldırısına uğradınız. Buna
ihtişam diyeceksiniz. Bu da Tao'nun yönlerinden biridir. Müzik dinliyorsunuz, bir şey varlığınızı
derinden heyecanlandırdı; aranızda uyum, bütünlük oluştu. Müzikle aynı oldunuz ve içinizden, ince
düzeylerden bir dans başladı. Siz buna müzik dersiniz, şiir dersiniz. O Tao'dur. Tao'nun bir başka
yönüdür.
Tao çok boyutlu gerçekliktir. Dünyadaki en zengin deneyimdir. Kim Tao'yu bilirse dünyadaki en
zengin insandır ve tükenmez bir hazineye sahiptir. Hatta Büyük İskender bile onun yanında fakir kalır.
Tao'nun bu yanlarını bilmek, Tao'nun kendisi olmaktır. Çünkü Tao'nun bu yönlerini tanımaya
başlayarak yavaş yavaş kendinizi tanımaya başlarsınız. Çünkü bu da Tao'nun içsel boyutlarından
biridir. Gün batımı dışsal boyutlarından biridir. Müzik dışsal boyutlarından biridir. Tanıklık, gözlem,
huşu deneyimi, güzellik, şaşkınlık, neşe ve sevgi içsel boyutlarındandır. O zaman sadece oluş vardır.
Buda bu duruma oluş dedi -tathata. Tathata Tao manasına gelir. Siz ona oluş diyebilirsiniz. Oluş size
daha anlaşılır gelecektir. Çünkü Tao size yabancı bir kelime. Fakat onu "Tanrı" diye çevirmeyin. Tanrı
diye çevrilebilir ancak o zaman "Tanrı" kelimesinin parçası haline gelmiş bir çok kurumun kurbanı
haline gelebilirsiniz. Tanrı aynı zamanda Tao manasına gelir. Ama Tanrı kelimesi rahiplerin,
misyonerlerin ve ilahiyatçıların elinde bozuldu. O'nu zehirlediler.
Nietzsche, "Tanrı öldü" dedi. O ölmedi, öldürüldü. Rahipler tarafından öldürüldü, ilahiyatçılar
tarafından, politikacılar tarafından, aziz ve kutsal insan diye çağrılanlar tarafından öldürüldü. Bu çirkin
ellere düşmeden önce kurtarılabilseydi eğer Tanrı kelimesi de, Tao kadar güzel olacaktı.
Tao hiçbir zaman herhangi bir papazlık müessesinin parçası haline gelmedi. Tao için herhangi bir
tapınak yapılmadı, herhangi bir heykel yontulmadı. Tao'yu sevenler, Tao'nun izdeşçileri uyanık
kaldılar- hiçbir ibadet, hiçbir tapınma, hiçbir tören olmadı. Böylece O'nun saflığını ve masumiyetini
korudular. O güzel ve hala bakir.
Chao Chao, sordu. Tao nedir?
Non Chuan yanıtladı; "Sıradan zihin Tao'dur."
Hiçbir şekilde sıradışı olmaya çalışmayın- herkes aksini yapmaya çalışsa bile. Biz bu şekilde
yetiştirildik. Ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz ve herkes tekrar tekrar "Birinci ol, özel ol, göze gir" dedi.
Babamı bir çok nedenle sevdim. Nedenlerden biri şuydu: bana veya diğer kardeşlerime hiçbir zaman
rekabetçiliği aşılamadı. Bize asla "Birinci olmalısın, sınıf birincisi olmak için her türlü çabayı sarf
etmelisin" demedi. Bu yüzden hiç bir zaman hangi sınıfı okuduğumdan emin değildi. Bazen birisi ona
"Oğlun hangi sınıfta okuyor" diye sorardı. O da bana "Hangi sınıfta okuyorsun" diye sorardı. Asla ne
sınav sonuçlarımı ne de sınıfı geçip geçmediğimi sordu. Bunlar onun umurunda değildi.
Çok güzel özellikleri vardı. Fakat onun en çok bu özelliğini sevdim: Hiç bir zaman zihnimizi
rekabetçilikle zehirlemedi.
Eğer bir öğretmenim gelip de ona "Çocuğun okula gelmiyor, başarısız, problem yaratıyor. Katılımcı
değil, devamlı pencereden dışarı bakıyor. Bir çok kereler cezalandırdım. Fakat hiç bir şey öğrenmiyor
onu sınıfın dışında oturmakla cezalandırdım fakat o bu durumdan da hoşlandı. Ona okulun çevresinde
yedi kere koşma cezası verdim, ama o onyedi kere koştu. Ona 'bu bir ceza' dediğimizde 'sizin için bir
ceza olabilir ancak ben bu gün antrenman yapmamıştım bu iyi oldu, çok teşekkür ederim' dedi.
Müdüre gönderilmediği bir gün bile olmadı. Sonunda müdür de yoruldu ve onun ne yaptığını
sormadan sadece ceza verdi. Ve bu cezalandırma işi rutin hale geldi ve sonunda müdür de başarısız
oldu." dediğinde babam da şöyle derdi "Ne olmuş yani o zaman onu sınıfta bırakın. Sistemde herkes
sınıf geçemez bazıları da başarısız olur. Eğer o da başarısız olanlardan biri ise bundan ne çıkar? Ben
onun hangi sınıfta olduğunu dahi bilmiyorum, geçip geçmediğini de hiçbir zaman bilmeyeceğim."
Hiçbir zaman karnelerime bakmadı. Bazen ona karne getirecek olsam "Aslında kendin imzalayıp,
kendini idare edebilirsin. Ancak senin için imzalayacağım" derdi.
Üniversitede birincilik ödülü olarak altın madalya getirdiğimde biraz kızgın baktı. 'Bu iyi değil' dedi.
'Çünkü senin için bunun hiç bir önemi yok. Bunu biliyorum. Fakat başka birisi bu altın madalyayı
alsaydı. Bu onun için çok değerli olacaktı'.
Onu bu özelliklerinden dolayı sevdim. Bu özellikler her çocuğa verilmeli. Rekabetçi olmamak, açgözlü
olmamak.
Üniversiteden eve geri döndüğümde bana hiç bir zaman "şimdi ne yapacaksın" diye sormadı, oysa
tüm kasaba "şimdi ne yapacaksın?" "Koleksiyoncu mu olacaksın?" "Profesör mü olacaksın", "Şu veya
bu mu olacaksın?" diyordu.
"Okulu birincilikle bitirdiğin için her yerde çalışabilirsin, ne istiyorsan yapabilirsin." Oysa babam hiç bir
zaman bu konu hakkında hiç bir şey sormadı.
Üniversitede profesör olduğumda bana şöyle dedi; 'Neden sıkıcı bir üniversiteye gidiyorsun? Niye
ilkokul öğretmeni olmuyorsun? İlkokul hemen bizim evimizin önünde'.
Üniversiteyi bıraktığımı herkes duydu ve bana gelerek, "Bu pozisyonu bırakma, çok iyi imkanların var.
Er veya geç üniversitenin rektörü olursun, bekle" dediler.
Tek mutlu olan babamdı. Bana dedi ki; 'İyi, üzülme. Paraya ihtiyacın varsa veya bazı problemlerin
varsa, bana söyle. Ben hala hayattayım ve seni destekleyebilirim. Eğer çalışmak istemiyorsan çalışma.
Eğer ufak şeyler yapmak istiyorsan yap.
Çömlekçilik yapmak istiyorsan yap, dokumacılık yapmak istiyorsan yap, iplikçilikle uğraşmak istersen
bir çıkrığım var onu sana verebilirim. Hiç bir şey yapmak istemiyorsan, üzülme -ben sana bakabilirim
hala çalışıyorum ben hayattayken üzülmene gerek yok".
O böyle diyen tek insandı... Düşmanlarım bile bana "bu doğru değil -pozisyonuna geri dön" dediler.
Hatta eğitim bakanı beni aradı. İstifamı geri almamı istedi. Ve dedi ki; 'Bu karar anlık verilmiş bir karar
daha sonra pişman olabilirsin'.
Bir gün babam sertifikalarımı gördü ve şöyle dedi; "Üniversiteye hizmet etmeyi bıraktın -bu
sertifikaları niye yakmıyorsun" Benim fikirlerimi etkileyen tek insandı. Ben de ona şöyle dedim; "Bu
gerçekten mükemmel bir fikir."
Çocuklarımızı başından beri rekabetçi ruhlar haline getirdik -kıskançlık dolu ve düşmanca. Onları
kavgacı ve çekişmeci insanlar olarak yetiştirdik. Bizim hayat hakkındaki temel düşüncemiz, hayatın
mücadele üstüne kurulu olmasıydı. Hayata yüklediğiniz anlamın bir önemi yoktu. Hedefe ulaşmalısın.
Mücadeleciliğini geliştirmelisin. Dünyaya sıradan bir insan olmadığını göstermelisin.
Sıradan zihin Tao'dur. Dünya bunu bilmediğinden dolayı büyük bir neşe ve mutluluğu, kutsamayı
kaçırıyor. Birbirimizi çıldırtıyoruz. Tüm eğitim sistemi bir çeşit nevroz yaratıyor. Nevrozu ileri düzeyde
olanlar; çok daha ünlü oluyor. Şu anda devlet başkanı, başbakan gibi çok ünlü ve güçlü insanların
hayatlarına bakarsanız nevrozdan başka bir şey bulamazsınız. Endişeden, kederden ve çılgınlıktan
başka bir şey yoktur hayatlarında. Bu kavramların içinde kaynıyorlar. Fakat sahte bir yüzle durumu
idare ediyorlar-aslında yüz değil bir maske.
Bu durum insan bilincini etkileyen en etkili alkol durumunda. Doğru göremiyoruz çünkü sarhoş bir
haldeyiz. Gördüğümüz şey olan değil, veya olup biteni göremiyoruz. Tüm hayatımız baş aşağı gitse
bile, meraklanmıyoruz.
Adamın biri her şeyi çift görmeye başlar.Bu durumun tehlike arz etmeye başlaması üzerine
psikanalize gitmeye karar verir. Durumu önce karısına açmaya karar verir ve şöyle der; "Karıcığım her
şeyi çift görmeye başladım. Mesela şu anda seni iki tane görüyorum." Karısı hemen yanıtlar; "iyi, biri
seninle kalsın ben başkasıyla çıkıyorum."
Adam daha sonra bir psikiyatriste gider ve derdini anlatır. Psikiyatr onu dinledikten sonra, bir müddet
bakar -adama değil, adamın çevresine bakarak- şöyle der "tamam her şeyi çift gördüğünü
söylüyorsun, peki dördünüz de aynı şeyden mi şikayetçisiniz?"
Günümüzde çoğunlukla psikoterapistler ve psikanalizciler delilerden bile daha deli bir durumdalar. Bu
dünya gerçekten büyük bir tımarhane. Ve onu, bu hale getiren biziz.
Kadın çığlık çığlığa doktorun yanına çıktı ve şöyle dedi "Doktor, kocam kendini at zannediyor"
Doktor yanıtladı "üzülmeyin kocanız jokey olduğundan bu geçici bir meslek deformasyonu. Onu
hemen bana getirin. İki saat daha buradayım."
Kadın sevinç çığlıkları atarak şöyle dedi: "Teşekkür ederim doktor bey, ona hemen eyer vurup, birkaç
dakika içinde dörtnala yanınızda olacağım"
Evet hepimiz çıldırdık. Çıldırmamak çok zor bir şey. Bu yüzden Hz.İsa, Sokrates ve Buda acı çektiler.
Çünkü onlar normaldi.
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Nan Chuan da; günümüzün büyük amaçlar ve idealler dünyasında acı çekmeye mahkum. Böyle bir
insan acı çekmek zorunda çünkü; 'Sıradan zihin Tao'dur." diyor.
Aslında sıradan olmama çabası, çıldırma çabasıdır. Normal, aklı başında olmak Tao'yu bilmekle
mümkündür. Tao'yu deneyimleyemiyorsanız, şu veya bu şekilde çıldırmışsınız demektir. Ama
çevrenizdeki herkes sizin gibi olduğundan, bunu fark etmiyorsunuz. Fakat bu kadar delinin arasında
aklı başında olmak problem yaratır. Birden kendinizi yapayalnız bulursunuz. Çoğunluk size karşıdır,
kimse sizinle anlaşamaz. Belki öldürülmek, taşlanmak, zehirlenmek zorunda kalacaksınız. Çünkü
çoğunluk sizin varlığınıza hoşgörü göstermeyecek.
Gerçeği gören tüm insanlar şu sonuca vardılar; sıradan olmak yeterli, başka bir şeye gerek yok.
Benim yaklaşımım bu. Size büyük idealler vermiyorum.
Bir gün Akam bir problem bildirdi. Hollanda'daki sanyasilerimden* bazıları sanyasiliği bırakıp fiziksel
ölümsüzlüğün sırrını bulduğunu söyleyen Hindu bir mahatma'nın izdeşçisi olmuşlardı. Akam bana
bunu bildirdiğinde onun da bu çekime kapıldığını hissettim. Ve bir süre sonra Akam da sanyasiliği
bıraktı ve bu mahatma'nın izdeşçisi oldu. Aslında bu çeşit aptallardan kurtulmak istiyordum. Bir
bakıma böyle mahatmalar iyiydi: Böylece benim bu çeşit aptallardan kurtulmama yardımcı oluyorlardı.
Fiziksel ölümsüzlük. Milyonlarca yıldır insanlık biliyor ki insan ölmek zorundadır, ölür de. Buda öldü,
Mahavira öldü, Krişna öldü, Lao Tzu öldü, Muhammed öldü. Herkes ölür. Fakat bazı aptal
mahatmalar, bazı çılgın insanlar, hala insanları kendine çekebiliyor. Fakat bu yeni bir şey değil, böyle
insanlar her zaman oldu. Böyle insanların lehine olan bir şey var ki o da yaşarken onların hatalı
olduğunu ispatlayamazsınız. Fakat öldüklerinde de ne yapabilirsiniz ki.
* Sanyasi: Genel anlamıyla, kendini ruhsal uygulamalara vermiş kişilere Hindistan'da verilen addır.
Osho kendi izdeşçilerini de böyle çağırmaktadır.
Sri Aurobindo da aynı şeyi söyledi: Fiziksel ölümsüzlüğün sırrını bildiğini. Öldüğü zaman bir şok
oluştu. Çünkü binlerce izdeşçisi vardı. Onun aşramında olan birkaç arkadaşımın bildirdiğine göre ölüm
haberi yirmi dört saat açıklanmadı. Çünkü Sri Aurobindo'nun ölebileceğine kimse inanmazdı. O
ölümsüzlüğün sırrını biliyordu. Ya uzun bir uykuya dalmış ya da derin bir samadhi'de* olmalıydı.
Fakat ne kadar bekleyebilirsiniz ki? Yirmi dört saat daha sonra öldüğü iyice kesinleşti. Fakat aptal
aptaldır, iki gün daha beklediler. Haber dışarı sızdı fakat onlar üç gün daha beklediler. Beden kokmaya
başlamış ve hala beklemek saçma bir hal almıştı. Bedeni gömdüler. Fakat onun yeni bir bedenle geri
gelmesini arzu ettikleri için beklemeye devam ettiler.
Ardından Sri Aurobindo'nun varisi olan Ana'nın sonsuza değin yaşayacağınışünmeye başladılar.
Tesadüfen Ana çok uzun yaşadı ve umutları büyüdükçe büyüdü. "Evet o kesinlikle fiziksel
ölümsüzlüğün sırrını biliyordu." Fakat bir gün o da öldü ve tekrar bir şok yaşandı.
* Samadhi: Yoga uygulamasında, yaşanılan aşkın birlik deneyimine, Aydınlanma haline verilen genel
ad.
Bu durum tekrar tekrar oluyor. İyi olan bir şey var: birisi öldüğünde bir şey yapamazsınız. Onunla
tartışamazsınız. Ona diyemezsiniz ki: Ya teorilerin, teorilerine ne oldu? O yaşarken aksini
kanıtlayamazsınız. Böyle aptalca şeylerle uğraşan aptallar her zaman vardır. Sadece çok zeki insanlar
şu durumu anlar:
"Sıradan zihin Tao'dur."
Tamamen sıradan olmak, sıradan bir hayat yaşamak, acıkınca yemek, susayınca içmek, uykusu
gelince uyumak, gençken genç olmak, yaşlıyken yaşlı, ölünce de ölü.....! Yürürken bir zorlama yapma
hatta ölürken bile. Ölüm sonrası hayat üzerine kurulu bir varoluşla yaşama. Bir hayalet olmaya
çalışma.
Bir hayalet diğerine söylerken duydum: "Ne dersen de, fakat ben insanlara inanmıyorum."
Hayaletler bile size inanmıyor fakat siz hayaletlere inanıyorsunuz. Hayaletler bile size inanacak kadar
aptal değil, fakat sizin aptallığınız sınır tanımıyor.
Zen sadece çok zeki insanlara çekici gelecektir. Sadece aptallar fiziksel ölümsüzlük veya buna benzer
güçlerle ilgilenir.
Fakat buna benzer aptalca şeyler din adına devam ediyor. Zen çok saçma ve imkansız bir şeymiş gibi
görünür ve nevrotik insanların dikkatini çekmez. Basit gerçekler nevrotik insanları cezp etmez.
Benim burada yaptığım şey çok basit, çok sıradan. Bunda manevi, kutsal hiçbir şey yok. Sizi kutsal
insanlar yapmaya çalışmıyorum. Aklı başında, zeki insanlar olmanız için çalışıyorum. Sıradan insanlar
hayatlarını neşeyle, dansla, kutlayışla yaşarlar. Bu Tao'dur.
Chao Chao sordu: "Biri ona nasıl yaklaşabilir?"
Mantıksal zihin daima sorar "Nasıl". Eğer "O sıradan zihindir" diyecek olursanız o zaman mantıksal
zihin sorar: "Kişi ona nasıl yaklaşabilir?" Mantıksal zihin önemli noktayı kaçırır. Eğer o sıradan bir
zihinse, ona yaklaşma sorunu da olmaz. O zaten oradadır. Ona zaten sahipsiniz, o zaten sizin haliniz.
Fakat zihin devam eder, tekrar tekrar dolambaçlı yollardan aynı noktaya gelir. "Nasıl başarılabilir?" Bu
daima sorduğunuz sorudur.
Eğer birisi size özel güçler elde edebilirsin derse, hemen "nasıl" diye sorarsın.
Burada ise Nan Chuan özel bir şey söylemiyor. Onun dediği "zaten sahip olduğunuz sıradan zihin
durumu....." "nasıl" sorusu ve ona yaklaşma sorusu yok. Onu hiçbir zaman kaybetmediniz, sadece
unuttunuz. Üstü örtülü bir hale geldi, sadece bu örtüyü açın.
Nan Chuan şöyle diyor:
"O bilme, veya bilmeme konusu olamaz."
NanChuan size beni yanlış anlamayın demeye çalışıyor. Çünkü mantıksal zihin hemen zıttına atlar:
Eğer o bilme işleminin konusu değilse, bilmeme işleminin konusudur, onun ne bilmenin ne de
bilmemenin konusu olmadığını söyleyerek sizi başından uyarıyor.
Bilim sadece iki kategoriye inanır: Bilinen ve bilinmeyen. Bilinmeyenler her gün bilinene dönüşüyor.
Bilimin bitmeyen iddiası, bir gün gelecek ve geriye bilinmeyen hiçbir şey kalmayacak; tüm
bilinmeyenler bilinir bir hale gelecek. Bu bilimin amacıdır.
Din ise üçüncü kategoriden başlar: Bilinemeyenler. O ne bilinme ne de bilinmeme konusudur. Onun
hakkında cahil veya bilgili değilsinizdir. O iki kavramı da aşar. İkisinin de ötesinde yer alır. Her türlü
ikilemin ve farklılığın ötesindedir.
'Eğer birisi Tao'yu şüphe götürmez bir şekilde gerçekleştirirse. Onun zihni muazzam evren gibi olacaktır.'
Gökyüzü gibi, sınırsız, her yöne açık, sonsuz. O boş olacaktır, ölçülemez. Hiçliği yansıtan bir ayna gibi
olacaktır, durgun bir göl gibi, tamamen sessiz ve tamamen berrak. Bu berraklık Buda'lık durumudur.
O zaman böyle bir durumda birisi, nasıl şu doğru bu yanlış diyebilir?
Geriye hiçbir şey kalmaz. Şu muydu, bu muydu diye soru kalmaz. Hiçbir şüphe yoktur. O kuşku
götürmez bir durumdur. Sadece boşluk vardır, boş berraklık ve sonsuz uzay. Ve her şey sessizdir, tüm
ikilik kaybolmuştur, bilen gitmiştir, bilinen gitmiştir, gören gitmiştir, görülen gitmiştir, izleyen gitmiştir,
izlenilen gitmiştir, öznel olan, nesnel olan hepsi gitmiştir. Sadece saf bir berraklık, sessiz tanıklık. Bu
durum içerisinde hata yapmamalısın, şu veya bu doğrudur diye bir muhteva yoktur. Geriye bir şey
kalmamıştır, herhangi bir muhtevası yoktur. Bu yüzden şüphe götürmez, şüphe duyulamaz, aşikar bir
durumdur.
Bu söylemi işitmesi üzerine, Chao Chao hemen aydınlandı.
NASIL DİNLEYECEĞİNİ BİLİRSEN..... Chao Chao yıllardır Nan Chuan ile yaşıyordu. Sanmayın ki bu
onun ustasıyla ilk karşılaşması. Bu sebeple son karşılaşması oldu. Bundan sonra geriye bir şey kalmadı.
Ustasıyla yaşıyor, meditasyon yapıyor, sessizce oturuyor, dinliyor, yıllardır sadece ustasıyla oluyordu.
Sanki meyve olgunlaşmış hafif bir meltemle yeryüzüne düşştü. Şunu hatırınızda tutun, meyve
olgunlaşmasaydı böyle olmazdı.
Bu söylemi işitmesi üzerine........
Söylem çok dikkate değer, fakat usta ile aranızda derin bir iletişim varsa kalbinize işler. Bu zihnin ve
mantığın son çabasıdır. O, bu söylem olduğunda, Nan Chuan aşağıdaki sözleri söylediğinde, zaten
sınırdaydı.
Eğer birisi Tao'yu şüphe götürmez bir şekilde gerçekleştirirse. Onun zihni muazzam evren gibi olacaktır -boş ve
berrak. O zaman böyle bir durumda birisi, nasıl şu doğru bu yanlış diyebilir?
Bu söylemi işitmesi üzerine, Chao Chao hemen aydınlandı.
Bu ani uyanış Zen'i ve O'nun yaklaşımını bilmeyenler için büyük bir sorundur. Onlar için aydınlanma
kademe kademe olan bir şeydir. Fakat Zen için aydınlanma daima anidir, beklenmediktir. Aydınlanma
basit bir nedenle aniden gerçekleşebilir çünkü o sizin kendi doğanızdır. Sizi içten etkilemesine izin
verdiğiniz her söylem, mucize yaratabilir. Bu, söylemin çok önemli olup olmaması sorunu değildir.
Bazen çok önemsiz bir söylem, bir tokat, bazen ustaya sorulan soruya ustanın yanıt vermeden sessiz
kalması.....sessizlik! Bazen öğrenci ağacın altında oturur ve kuru bir yaprak ağaçtan düşer......ve düşen
bir yaprak. Burada bir söylem yok, ağaç öğrenciden habersiz. Yaprak onun için düşmüyor, sadece
şüyor- ve bir şey oluyor.
Tüm hepsinin ihtiyacı bir sessizlik durumu, keskin bir uyanıklık. O zaman herhangi bir şey işlemin
tetiğini çekebilir, herhangi önemsiz bir şey işlemi harekete geçirebilir.
Aydınlanma ani bir olaydır; kademeli olamaz çünkü o başarılacak bir şey değildir. O sadece unutulmuş
bir şeyin keşfidir. O bir hatırlamadır, keşiftir.
Buna özel dönüşüm denilebilir. Bir şey gelmedi veya vuku bulmadı. Bu usta ve öğrencisi arasındaki
ilişkinin mucizesidir. Bu varoluştaki en büyük mucizedir. Hiçbir şey onunla mukayese edilemez, o
mukayese edilemez olandır.
Aydınlanma burada gerçekleşebilir-burada birçok insan için gerçekleşecek. Her gün, her dakika,
benimle daha fazla dolacaksınız, mantıksal zihninizi gittikçe daha fazla bir yana koyabileceksinizkimse
bilemez, o tahmin edilemez.....Bir şey oluverir ve aniden her şey ışığa dönüşür, güneş aniden
doğar.
Özel olmaya çalışmayın. Sıradan olun ve sessizlik içerisinde -tam bir uyanıklık, tam bir dikkat
içerisinde- özel dönüşümü bekleyin. O kendiliğinden gerçekleşir. Daha önce de gerçekleşti. Şimdi de
gerçekleşebilir. O, Tanrıya giden, Tao'ya giden, sonsuz gerçekliğe giden en kolay yoldur.
 

Similar Threads

Üst